Müslümanların Tarihi
Hz. Ömer ve Hz. Osman Dönemleri Arasında Fark
Hz. Ömer Dönemi
İslamiyet'in altın çağı işte bu dönemdir. Bu devir adalet ve takva devridir. Bu tarihten sonra İslam idaresi yeni bir biçime, yani dini hilafetten dünyevi padişahlık haline dönüşmüştür. Gerek halifelerde gerek valilerde açgözlülük hırsı uyanmış, zengin olmak için, para toplamaya ve biriktirmeye başlamışlardır.
Hz. Peygamber vefat ettiği zaman hükümet memurları ve askerler tamamen Müslümanlardan oluşuyordu. Henüz Beytülmal yani devlet hazinesi yoktu. O devirde Müslümanlarda zorunlu ihtiyaçlardan fazla para biriktirme ve çıkar peşinde koşma hırsı yoktu.
Şam, İran ve Mısır bölgeleri fethedilince gelen altın ve gümüş sikkelerin çokluğu ilk yıllarda Müslümanları hayrete düşürmüştür. Rivayete göre sahabeden Bahreyn Valisi Ebu Hureyre söz konusu kentten bir hayli fazla nakit parayla halife Hz. Ömer’in yanına çıkmıştı. Hz. Ömer'in “Ne getirdin?" diye sorması üzerine “500 bin dirhem" cevabını verdi. Hz. Ömer miktarı çok bularak “Ne söylediğinin farkında mısın?" diye sordu. Ebu Hureyre “Evet beş kere yüz bin" cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer minbere çıkarak “Ey ahali! bize pek çok para geldi. Ölçüyle almak isterseniz ölçüyle, sayıyla almak isterseniz sayıyla size veririz.” demiştir.
Hz. Ömer zamanında devletin gelirleri artınca bunun hesap ve kitabını yapabilmek için dîvan kurulmuştu. Onun zamanında Hz. Ömer valilere ve kadılara maaş bağlamış mal biriktirmelerini yasaklayarak Müslümanları çiftlik sahibi olmaktan, tarımla uğraşmaktan veya tarımla uğraşanlarla ortaklık yapmaktan men etmişti. Hz. Ömer bu gibi yasaklarla Müslümanların sürekli asker kalmalarını, daima sefere hazır bulunmalarını, tarım mahsulünün veya refah ve eğlenceye düşkünlüğün hareketlerine engel teşkil etmemesini arzu etmişti.
Müslümanlar ticaret, tarım vs. ile uğraşmaya tenezzül etmezlerdi.
Raşid Halifeler kendi nefisleri için servet ve zenginlik aramamışlardı. Hz. Ebu Bekir vefat ettiğinde, yanında hükümet parası olarak yalnız bir dinar bulunmuştur ki o da Beytülmal’e ait bir çuvaldan çıkmıştı.
Hz. Ömer'in zühd ve nezahetle ilgili rivayet olunan hayatı ve icraatı her türlü ününün üstündedir. Kısaca denilebilir ki, İslam devletini güçlü temeller üzerine inşa eden zat Hz. Ömer’di. Hz. Ömer devrinde yapılan fetihleri Medine’deki hazineye, mal ve nakit paraların oluklardan yağmur boşanırcasına akmasını, buna rağmen Hz. Ömer kendinden önceki halifeyi örnek alarak kendine ayrılan maaşın dışında bir şey almamasını, almayı aklına bile getirmemesini düşünmek, Ömer'in diğer faziletlerini ve yaptıklarını anlamak için yeterlidir.
Her yıl valiler hakkında teftişler yaptırır, en küçük bir ihmal veya suçtan dolayı görevden alırdı.
Bu devir geçince halk eski huylarına dönmüş, mal ve servet biriktirmeye, hakimiyet kurmak için birbirleriyle rekabete başlamışlardır.
Hz. Osman Döneminde Değişim
Halk bu dünyevi yola, 3. Halife Osman b. Affan zamanında girmiştir. Çünkü Hz. Osman, Hz. Ömer gibi sert ve otoriter davranmıyordu. Bunun yanında kendisi Emevi ailesindendi. Halifenin bu yumuşak ve müsamahalı yönetiminden yararlanan Emeviler her geçen gün güçlerini artırdılar.
Hz. Osman zamanında fetihler iyice artmıştı. Her taraftan çok miktarda mal ve ganimet geliyordu. Hz. Osman valilerden hesap sorulması uygulamasını da kaldırdı. Çünkü valiler kendi akrabasındandı. Bunun üzerine valiler ve hükümet memurları hırs ve açgözlülüğe düşerek servet biriktirmeye başladılar. Özellikle Muaviye b. Ebu Süfyan -ki Şam Bölgesi valisiydi hepsinden daha zeki ve geniş görüşlüydü. Bu yüzden Müslümanların tarımla uğraşmalarını, köy ve çiftlik vs. sahibi olmalarını engelleyen Hz. Ömer'in yasağını ortadan kaldırdı.
Muaviye Şam valiliğine yerleşip, savurganlığa başlayarak, gereğinden çok memurlar istihdam edip, Rumları taklit etmeye başladığında aldığı maaş kendisine yetmez olmuştu. Hz. Osman'da da bu konuda bir müsamaha gördüğünden kendisine verilen maaşın ordu ve idarecilerine gelen özel heyet ve görevliler için yapılan masrafları karşılamadığını halifeye bildirdi. Bu mektupta adı geçen köy ve çiftliklerin varlığından söz ederek buraların sahipsiz olduklarından, haraca tabi olan araziler dışında olduğundan söz ederek bunların kendisine “ikta’’ edilmesini istedi. Muaviye yukarda adı geçen köyleri de ikta’ olarak isteyince Hz. Osman bu talebi uygun gördü. Muaviye'nin bu konudaki başarısı, daha sonra halife olduğu zaman birçok arazi sahibi olup satmasına ve aynı yetkiyi tüm Müslümanlara vermesine zemin hazırlamıştır.
Muaviye'nin tuttuğu bu yola diğer vali ve bazı sahabeler de yönelmişti. Bunlardan Talha, Zübeyr, Sa‘d ve Ya‘la vs. gibi bazı büyük sahabeler de köy ve akar sahibi olarak hayli zengin hale gelmişlerdir. Hz. Osman da birçok köye sahip olmuş, çok mal biriktirmiştir. Kendisi vefat ettikten sonra hazinedarının yanında 150.000 dinar ve 1.000 000 dirhem bulunmuştur. Hz. Osman’ın Vadi al-Kura ve Huneyn vs.'de bulunan köyleri 100 bin dinar değerindeydi. Bunların dışında at ve develer de bırakmıştı. Durumdan anlaşılıyor ki, Hz. Osman gelirlerin çok fazla artması üzerine, Müslümanların da servet sahibi olabilmeleri için birtakım kolaylıklar sağlamıştır.
Tepkiler
Bununla birlikte Müslümanlar, Muaviye'nin bu konudaki uygulamalarından memnun değillerdi. Bundan dolayı, özellikle de fakihler ve zühd ve takva sahibi kişiler Muaviye'ye çok kızıyorlardı. Sahabenin büyüklerinden Ebu Zer el-Gifari ile Muaviye arasındaki tanışma bunun en güzel örneklerindendir. Ebu Zer, Hz. Ömer tarafından konulan kurallara sıkı sıkıya bağlı bir şahsiyetti. Ona göre “Bir Müslümanın bir gün ve gece yiyecek ve içeceğinden veya Allah yolunda dağıtacağı miktardan fazla bir şeye sahip olması caiz değildir." Ebu Zer Şam'da bu düşüncesi doğrultusunda nasihatlerde bulunuyordu: “Ey zenginler takımı! Fakirlere eşit muamelede bulununuz. Altın ve gümüşü saklayıp da Allah yolunda harcamayanlar, kıyamet günü ateşten damgalarla alınlarının, yan taraflarının, bellerinin damgalanacağından emin olsunlar." Muaviye Şam'da el-Hadra sarayını inşa ettirdiğinde Ebu Zer'e “Bunu nasıl görüyorsun?" diye sormuştu. O da Muaviye’ye “Eğer bu sarayı Allah’a ait mallardan yaptırdıysan Allah'a hiyanet etmişsin. Eğer kendi paranla yaptıysan o zaman da savurganlık yapmışsın demektir” demişti.
Araplar, Rumlar ve İranlılarla karşılaşınca kısa süre içinde varlık ve rahatlık içine düştüler ve servet biriktirmeye başladılar.