top of page

Yönetim Anlayışında Değişim ve Bermeki Ailesi

Benson Bobric'in Halifenin İhtişamı (Doğan Egmont: 2016) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Harun Reşid'in Yönetimi Bermekilere Teslimi

Yeni halife ertesi gün sarayda yapılan resmi bir toplantıda Yahya el-Bermcki’yi başvezirliğe tayin etti ve ona sınırsız yetki verdi. Devletin mührünü verirken ona “babası” olma onurunu bahşederek, “Baba! Tahtımı senin aklına borçluyum. Seni tebaamın refahından sorumlu kılıyorum. Bu sorumluluğu kendi omuzlamadan alıp senin omuzlarına yüklüyorum. En iyi olduğunu düşündüğün şekilde yönet, kiminle çalışmak istiyorsan onunla çalış, istemediğin kim varsa yol ver” dedi. 

İlk Abbasi halifeleri kendi imparatorluklarını yönetirken halkın Emevi yönetiminin laik karakterine yönelik tepkisinden yararlanmış, bir imam olarak mevkilerinin dini itibarına vurgu yapmışlardı. Hepsi Arap seçkinlerinden oluşan Emevi halifeleri ataerkil iktidarlarım sınıfa dayandırırken Abbasiler ilahi hakka dayandırdılar. Artık halife Allah’ın Peygamberinin elçisi değildi. Şimdi o Allah'ın yeryüzündeki Gölgesi’ydi. 

Abbasileri bir dereceye kadar etkileyen Acem despotizmi halifeyi maiyetinin önünde eğildiği, el etek öptüğü bir otokrata dönüştürmeye başlamıştı. Aynı zamanda, tanınmış Arap ailelerinin nüfuzu azalmıştı. Herkesin görüşebildiği eski Bedevi halifesi dönemi çok gerilerde kalmıştı. Yerine, arkası görülmesi mümkün olmayan bir perdenin gerisinde, mazgallı siperlerle çevrili sarayının merkezinde saklanan, eski Acem Şahlar Şahı (Şehinşah) gibi taç giymiş, neredeyse erişilmesi olanaksız bir hükümdar gelmişti. 

Harun sarayında ziyaretçileri ve ileri gelenleri genellikle satir diye bilinen, dışındakilerin görmemesi için etrafı bir perdeyle çevrili kubbeli bir sedirde kabul ederdi. Hiçbir ricacı veya konuğun halifeden önce konuşmasına, halifenin sözünü kesmesine veya ona itiraz etmesine, kıpırdanmasına veya halife konuşurken dikkatini dağıtmasına izin verilmezdi. Cevap vermesine müsaade edildiğinde ricacının sözcüklerini büyük bir dikkatle seçmesi beklenirdi. 

Harun artık yüce makamının dini niteliğinin işareti olarak törenlerde bir zamanlar Peygamberin giydiği harmaniyi giyiyordu. Ne de olsa imparatorluğu bütünleştiren şey İslam’dı. Emevi imparatorluğu esas olarak Araplardan oluşuyordu; Abbasilerde ise ağırlık sonradan Müslümanlığı kabul edenlerdeydi, Araplar yalnızca birçok etnik bileşenden biriydi. Harun geniş ve çeşitlilik içeren imparatorluğuna ortak kültür ve inanca dayalı bir birlik duygusu aşılamak için Arapların zayıflayan etnik bağlılığının yerine İslami kimliği daha fazla vurguluyordu. Dahası, halifeliğini Peygamber’in amcasının torunu olmaya dayandıran Harun, önceki Abbasiler gibi ilk halifelerin “eşitler arasında birinci” olma ilkesine bağlı kalmayıp ülke ve saray yönetiminde İslam öncesi Acem modellerini benimsemeye başladı. Önceki Pers İmparatorluğu gibi üstün törensel ve teokratik niteliğiyle mücadele ettiği Roma ve Bizans imparatorluklarının şaşaasıyla rekabet etmeye çalıştı.

Ancak bu imparatorluk tarzının ironik sonucu Arap-Acem ayrılığının giderek derinleşmesi oldu. Arap toplumsal örgütlenmesinin temel örüntüsü çökünce, İslam’ın yeni çokuluslu ruhu Arapların kayıp duygusunu telafi etmeyi başaramadı. Halifeler bile, eşlerinin ve çocuklarının annesinin seçimi gibi meselelerde Arap olmaya herhangi bir özel değer vermemeye başladılar. Hiçbir Arap köle olmadığı ve cariyeler köle olduğu için, çocuklar çoğunlukla onları kendi etnik grubunun veya ülkesinin sevgisiyle büyüten Arap olmayan anneler tarafından yetiştirildi. Bu şekilde doğan ve büyütülen halifeler de karakter, kültür ve idealleri açısından giderek daha az Arap oldular. Abbasiler arasında yalnızca üç halife özgür annelerin oğullarıydı: Ebu’l Abbas (Seffah), Mehdi ve sonra Harun’un, her iki taraftan da Peygamber’in torunu olmak gibi bir ayrıcalığa sahip oğlu Emin. Kısacası, saf Arap unsuru arka plana çekildikçe yerlerine Arap olmayanlar, yarı Araplar ve özgür kadınların oğulları geçti. 

Çok geçmeden Arap aristokrasisinin yerini farklı etnik grupları temsil eden bir bürokratlar hiyerarşisi aldı. Aralarındaki en güçlü ırk, ülkelerini fetheden efendilerinin öğretmeni olan Acemlerdi. Bir Arap’ın ifadesiyle,

“Acemler bin yıl hüküm sürdü ve bir gün bile bize ihtiyaç duymadı. Biz bir veya iki yüzyıldır hüküm sürüyoruz ve onlarsız bir saat bile geçiremiyoruz.”

Mehdi vârislerine büyük ölçüde Acem bir halifelik miras bırakmıştı. Harun ise Acem bir debdebeyle kamuoyundaki imajını İslam’ın dünyadaki efendisi olmanın yanı sıra onun ruhani lideri olarak güçlendirmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Din adamlığı göreviyle Sünni inanca itaati sağlamaya çalıştı ve her türden aykırı düşünceye karşı mücadele etti.  

Harun inancının gereklerini düzenli şekilde yerine getiriyordu. Her sabah hayır işleri için bin dirhem bağışlıyor ve dualar okuyarak günde yüz kere secde ediyordu. Tahta çıkışının bir yıl sonrasında başlayarak deve üzerinde yedi kere Mekke’ye (Bağdat’tan gidiş dönüş yaklaşık 2.820 kilometre) hac ziyaretinde bulundu ve sekizinci hac ziyaretini Rakka’dan (Suriye’de) Mekke’ye yürüyerek gerçekleştirdi. Bir tarihçi, “Söz konusu olan mesafeleri göz önünde bulundurduğumuzda” diye yazıyor, “geçmek zorunda olduğu kurak çölün sert iklimi bile tek başına onun yılmaz enerjisi ve azimli karakteri hakkında fikir verecektir.” 

Harun Hayzüran’a, Hadi’nin göstermediği saygıyı gösterdi ve 789’da elli yaşındayken öldüğünde annesinin tabutunun önünde mezara kadar' “çamurda çıplak ayakla yürüdü.” ve veda ederken “bin Nüveyre’nin, Ayşe’nin, ilk halife Ebu Bekir’in mezarı başında okuduğu ünlü methiyesini okudu.”

Vezirlik

Abbasilerin sivil yönet imi askeri mekanizmaları kadar etkileyiciydi. Harun’un veziri Pers krallarının geleneğini benimseyerek neredeyse sınırsız yetki kullandı. Vezir çeşitli devlet erkânının katıldığı, vali ve kadıları tayin edip görevden alan divana başkanlık ediyordu ve hatta görevini kendisinden sonra oğullarına bırakmıştı. Daha sonra bir halifenin söylediği gibi: “[Vezir] topraklarımızın her yerinde ve tebaamız arasında bizim vekilimizdir. Bu nedenle ona itaat eden bize itaat etmiş olur ve bize itaat eden Allah’a ibadet etmiş olur ve Allah kendisine itaat edenin Cennet’e girmesini sağlayacaktır; ve vezirimize itaatsizlik eden bize itaatsizlik etmiş olur; ve bize itaatsizlik eden Allah’a itaatsizlik etmiş olur ve Allah onu Cehennem ateşine düşürecektir.”
 

Bermekiler

Halid

Yeni imparatorluk yönetiminin şekillenmesinde Bermekiler çok etkiliydi. Aşiretin reisi Kuzey Afganistan’daki Belh şehrinde bulunan Budist manastırıyla güçlü bağları olan Halid el-Bermeki’ydi. Tapınak manastırlarından en önemlisi tüm Orta Asya'nın Budist yükseköğrenim merkezi haline geldi. Merkezin Sorumluluğu Bermekler adı verilen ve bu şekilde aile adına dönüşen bir rahip soyuna verilmişti ve Halid manastırın başrahibinin oğluydu. Halid’in babası bürokratik işlerinin yanı sıra çeşitli Sanskritçe metinlerin tercümesine de nezaret etmişti. 

705 yılı civarında İslam’ı benimseyen aile, tanınmış olduğundan devlet işlerinde önemli bir rol oynamaya başladı. Halid el-Bermeki son Emevi halifesinin ordusuna komuta ediyordu; Irak’ta hizmet vermiş, fakat ayrılarak Horasan isyanının başını çeken (Abbasilerin iktidara gelmesine büyük katkısı bulunan asi general) Ebu Müslim’e katılmıştı.

749’da Ebu’l-Abbas Seffah Kûfe’de halife ilan edildiğinde Halid onun başkâtibi oldu. İki yıl sonra, 751’de Beyt’ül-malin idaresine getirildi. Halid’in yaptığı yenilikler arasında vergileri ve diğer gelirleri (cetvellerin yerine) ana hesap defterlerine kaydetmek vardı. Dindar, akıllı, becerikli, bilgili ve insancıl biri olarak tanımlanan Halid çeyrek yüzyıldan fazla önemli yetkiler kullandı ve böylece ailesinin servet ve gücünün temellerini oluşturdu. Bağdat’ı kurma şerefi Mansur’a atfedilse de planlan çizen ve (neyse ki) Mansur’u Bağdat’ın güneyindeki antik Pers başkenti Ktesifon’u yerle bir etmekten vazgeçirmeyi başaran Halid’di. Aslında Mansur şehre egemen olan büyük tuğla kemerin taşlarını yağmalamak istiyordu. Halid, inşa etmeyi planladığı yeni metropolisin yanında, burayı “metruk bir harabe” olarak koruduğu takdirde Mansur’u saygınlığını artıracağına ikna etti. Mansur Halid’e İran’daki Acem eyaletinin ve daha sonra Taberistan’ın eyalet valiliği gibi birkaç önemli görev de verdi.

Bu arada, Halid’in 738 yılında doğan oğlu Yahya kamu hizmetine girmiş, önemli mevkilere yükselmiş, 758’de İran’a giden Mehdi’ye (veliaht olduğu sırada) eşlik etmiş ve 709’da Bağdat’a döndüğünde babasının başyardımcısı olarak Beytü’l-mal idaresinde önemli rol oynamaya başlamıştı. Halid Musul’a gittiğinde Yahya Azerbaycan valiliğine atanmıştı. Mehdi’nin onu on beş yaşındaki oğlu Harun’un öğretmem ve muhafızı olarak görevlendirdiği 778 yılma kadar bu görevi sürdürdü. Yalıya ertesi yıl Harun’a ilk Bizans seferinde eşlik etti ve Halid 781’de Musul’da öldükten sonra imparatorluğun batısının idaresinde Harun’a yardımcı oldu.

O tarihe kadar Abbasi hanedanı Bermekilerle tek bir aile gibi iç içe geçmişti. Halid, Seffah ile öylesine yakındı ki kızını önceki halifenin eşi emzirmiş, halifenin kızını da Halid’in eşi emzirmişti. Yahya'nın iki büyük oğlu Fadıl ve Cafer Hayzüran’ın Harun’u doğurduğu tarihlerde doğmuş ve anneler onları birlikte emzirmişti. Ve tabii ki Mehdi 785’te Gürgan yolunda öldüğünde hem Harun hem de Yahya onunla birlikteydi.

Bermekilerin hizmetleri sırasında büyük servet biriktirmiş, Bağdat’ın doğusunda, Dicle kıyılarında muhteşem bahçeleri olan saraylarını inşa edip lüks içinde yaşamakta olmaları şaşırtıcı değildi. 

Yahya

Yahya babası gibi zeki, becerikli ve nazik bir adamdı. Harun onu veziri tayin ederken olağanüstü yetkiler verdi, bunlar arasında devlet dairelerinin idarecilerini atama yetkisi de bulunuyordu. Yahya’nın yetki alanında bürokratik reformlardan sınır boylarındaki kalelere kadar irili ufaklı her konu vardı. Ticareti teşvik etti, kamu güvenliğini sağladı, hazineyi doldurdu ve genel olarak halifenin başarısını mümkün kıldı. Bir vezir olarak belagatli, akıllı, başarılı ve ihtiyatlıydı; büyük hayranlık uyandırıyordu; davranışları içtendi ve herkesten saygı görüyordu. Anlaşmaları ustaca sonuçlandırıyor, rakipler arasındaki anlaşmazlıkları gideriyor ve sayısız iyilikte bulunup şefkatli davranarak devlet görevlilerinin sadakatini kazanıyordu. 

Kendisi çok çalışkan olduğundan tembellere tahammül edemezdi. Kriz halinde de kararlılıkla hareket ederdi. Büyük bir ilim ve sanat hamisiydi ve astronomi, astrolojiden prizmalara, Hindu kültüründen tıbbi bitkilere kadar her konuda derinlikli bilgi edinmişti. Yahya aslında, “birçok yönden Abbasi iktidarının kamusal yüzüydü” ve halkın ihtiyaçlarıyla ilgilenmek için gece geç saatlere kadar çalışırdı. Söylendiğine göre, huzuruna çıkmak isteyen “hiç kimse geri çevrilmez” veya mütevazı talepleri reddedilmezdi. 

Fadıl ve Cafer

İzleyen yıllarda oğulları Fadıl ve Cafer de art arda baş gösterip devleti tehdit eden krizleri göğüsleyip çözüme kavuşturmuştur. Mizaçları birbirinden çok farklı olmasına rağmen bu iki kardeş birbirine çok yakındı. Fadıl oldukça ketum biriyken Cafer daha rahat, neşeli bir adamdı. Her ikisi de halife tarafından seviliyordu. Yahya 799’da devlet hizmetinden ayrıldığında yerine zaten “Küçük Vezir” olarak tanınan Fadıl geçti. 

Yine de Cafer daha fazla yetki kullanabilirdi. Ünlü kadı Ebu Yusuf tarafından eğitilen Cafer yakışıklı, nazik, iyi eğitimli, rafine bir gençti. Yetenekli bir idareciydi ve felsefe ile sanatta uzmandı. Yüksek yakaları ve şık giyimiyle Bağdat’ta erkek modasını belirliyordu. Saray mensupları da onun tarzını taklit edip nakışlı türbanla örtülü başlık takıyordu ve kaşlarına düşüp kulaklarının hemen üzerine bukleler halinde inen saçları vardı. Konuşmasındaki zarafet geç İngiliz Rönesans’ının kusursuz süslü ifadeleriyle boy ölçüşecek nitelikteydi. Örneğin, ne zaman bir devlet görevlisi bir hatasından dolayı özür dileyecek olsa Cafer, “Size bahşettiğimiz afla Allah bizden özür dileme yükümlülüğünüzü ortadan kaldırdı; ancak sizinle dostluğumuz karakteriniz hakkında olumsuz bir fikir edinmemize izin vermeyecek kadar derin” cevabını verirdi.  

Rekabet kaynaklı hiçbir kıskançlığın Yahya’nın oğulları arasındaki kardeşlik bağını bozamadığı görülüyor. Harun, Yahya’ya Fadıl’ın hükümdarlık mührünü Cafer’e devretmesini istediğini söylediğinde, Yahya Fadıl’a şunları yazdı: “Emirü’lMüminin -Allah onun saltanatını yüceltsin!- mühür yüzüğünü sağ elinden sol eline geçirmeni emretti.” Fadıl babasının ne demek istediğini anladı ve şu cevabı yazdı: “Emirü’l Müminin’e itaat ediyorum. Kardeşimin refahı benim için bir kayıp değildir ve onun yükselebileceği hiçbir mertebeyi kendi payımdan alınmış görmem.” Cafer görevi devraldıktan sonra Fadıl özellikle askeri konularda halifenin en güvendiği danışmanı olarak kaldı, hükümdarlığa bağladığı batı İran’ın valiliğini yaptı ve Horasan’da görev yaptığı sırada halk tarafından öylesine sevildi ki yirmi bin civarında çocuğa onun adı verildi. 

Cafer’in Harun’un Huld sarayının bir kanadında kendi dairesi vardı, haftada iki kere halifeyle şarap içerdi ve ne kadar sarhoş olursa olsun ertesi sahalı erkenden kalkar ve resmi görevlerim eşsiz bir zekâ ve çabuklukla icra ederdi. Cafer sorun çözmekte ustaydı. Mısır valisi olarak hizmet etmiş, Harun’un özel elçisi olarak Suriye’ye giderek düşman hiziplerin birbirinin boğazını kesmesini engellemiş, istihbarat ağını idare etmiş, hükümdarlığın dokuma imalathanelerini denetlemiş ve darphaneyi yönetmişti. Uzun yıllar boyunca saltanatın mührünü de taşımıştı. Bugünkü modem devlet yönetimi açısından baktığımızda fiilen maliye bakam, ulusal güvenlik danışmanı ve dışişleri bakanıydı. Sonunda Harım onu oğlu veliaht Memun’un eğitiminden sorumlu tuttu. Görevlerinde inanılmaz başarılı olan Cafer bir gece içinde Harun’un nezaretinde, “halifeye sunulan tüm tezkereler hakkında binden fazla karar vermiş ve hiçbiri kanunun izinden ayrılmamıştır.”
 

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Bermekilerin Tasfiyesi

Harun Reşid devrinin en önemli iç politik gelişmelerinden biri Bermeki vezir ailesinin ağır bir şekilde cezalandırılmak suretiyle devlet yönetimden tasfiye edilmesi operasyonudur.

Halid b. Bermek 781 yılında vefat edince, onun görevleri oğlu Yahya b. Halid tarafından yürütülmeye başlandı. Yahya, Mansur'un halifeliği döneminde Azerbaycan ve Ermeniye valiliklerinde bulundu. Halife Mehdi, oğlu Harun Reşid'in yetiştirilmesinde Yahya'dan istifade etmiştir. Bu sayede onunla Harun arasında derin dostluk bağları gelişmiştir. Harun Reşid halife olunca, o da Yahya'yı vezirliğine tayin etmiştir. 

Yahya b. Halid, Abbasi idaresinde yaklaşık 17 yıl aralıksız vezirlik makamında kaldı. Bu esnada onun oğulları Fazl ve Cafer de devletin mühim kademelerinde görev aldılar. Fazl b. Yahya Horasan, Azerbaycan, Ermeniye ve Taberistan gibi büyük eyaletlerin valiliğini üstlenirken, Cafer ise beraber büyüdüğü halifenin kendisine duyduğu derin sevgi ve teveccüh sebebiyle sürekli Bağdat'ta kalmış, bununla birlikte başta Horasan ve Mısır olmak üzere kendisin idaresine verilen vilayetleri vekilleri vasıtasıyla idare etmiştir. 

Bermeki ailesinin İslam devleti içindeki nüfuz ve kudreti zamanla halifeyi tedirgin edecek boyutlara ulaştı. O kadar ki, halk nazarında devletin gerçek sahibi ve idarecileri olarak Bermekiler görülmeye başladı. Zira bürokrasi ve maliye tamamen onların kontrolündeydi. 

Farisi asıllı Bermekiler, sahip oldukları siyasi ve İktisadi güç sebebiyle kendilerini idarenin gerçek sahibi gören Arap ileri gelenlerinde rahatsızlığa sebep oldular. Bütün bunlar sonucunda halife, vezir ailesini yönetimden uzaklaştırmaya karar verdi. Bu amaçla ilk önce en yakın dostu, hatta kardeşi olarak gördüğü Cafer'i beklenmedik bir şekilde idam ettirdi. Bunu Cafer'in babası baş vezir Yahya ile kardeşi Fazl’ın tutuklanmaları takip etti. En sonunda da ailenin sahip olduğu bütün mallara el konuldu. Halife, operasyonun ardından Yahya'dan boşalan vezirlik makamına da Arap asıllı Fazl b. Rebi'yi tayin etti. Bu şekilde bürokraside İran etkisi büyük oranda kırılıp, tüm yetkiler Arap idarecilere verilmiş oldu.
 

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Halifenin Yetkilerini Ele Alışı

Müminlerin emiri, bırakın kadınların ve Bermekilerin elinde oyuncak olmayı, güçlü Yahya ve görkemli Hayzuran’ın düşündüklerinin aksine kararlar alabilmiştir. İktidarını tehdit edebilecek her şeyden kuşkulanmış ve bu çerçeve içerisinde ne yaptığının bilincinde olarak sofu ve korumasız Musa bin Kazım’ı tutuklatmış, hayatını bağışlama sözü verdiği Yahya bin Abdullah’ı ortadan kaldırtmıştır. 

Harun’la ilgili olarak da zaten sevimli bir kukla ya da iyi yürekli bir hükümdar görüntüsü çizilmez; tersine, kendisine karşı çıkılmasından hoşlanmayan, hatta sözünün üstüne söz söyletmeyen bir adam anlatılır. Çoğu devlet başkanı gibi o da zaman içinde etrafına yeteneklilerden çok, esnek davranmasını becerebilenleri toplar. 

Bermekilerin Trajedisi

Harun, 802 Şubat’ında saray erkânıyla birlikte Rakka yollarına düşer. Birkaç saat sonra İslam tarihinin en kanlı fırtınalarından biri kopar.

“Nanaz vakti geldiğinde Harun, Cafer’e, ‘Bu gece kölelerimle içip eğlenecek olmasam seni bırakmazdım, var git sen de iç eğlen,’ der. Ardından haremine çekilip içmeye başlar. Bir süre sonra acaba Cafer de içiyor mu, baksın diye birisini gönderir. Cafer’in derin bir hüzün içinde düşüncelere daldığını öğrenince, ‘Mutlaka büyük bir şölen verip eğlenmelisin, senin içtiğini duymadıkça ben de içtiğimden bir tat alamıyorum,’ diye haber gönderir. Cafer gönlü kaygılarla, kafası düşüncelerle karışık bir halde halifenin istediği gibi bir ziyafet sofrası hazırlatır. Akşam ezanına doğru Harun bir uşakla Cafer’e meyve ve tatlılar gönderir. Yatsı namazına doğru uşak elinde meyve ve tatlılarla bir kez daha görünür, daha sonra üçüncü kez tekrar gelir. Gece yarısına doğru halife, hadım Mesrur’u çağırarak, ‘Git Cafer’i bul, senin çadırına götür, kafasını kes bana getir,’ emrini verir. Mesrur kılıcını sıyırıp, Cafer'in kellesini kopartır. Kestiği kafayı halifeye uzatınca, halife, ‘Bu kafayla bedeni ben isteyinceye kadar sakla. Şimdi git Yahya’yı ve üç oğlunu bul, kardeşi Muhammed’i, Halit'in oğlunu da unutma. Hepsini çadıra doldur ve zincirle. Mallarına da el koy,’ emrini verir. 

Mesrur verilen tüm emirleri birer birer yerine getirir. Harun, gün doğarken Cafer’in kellesini Bağdat'a gönderir, ertesi gün de Rakka’ya doğru yola çıkar. Harun cesedin Bağdat’a götürülmesini emreder. Kesik baş, şehrin ana yollarının açıldığı Orta Köprü’de sergilenir, ikiye parçalanan cesedi de Yukarı Köprü ve Aşağı Köprü’de sergilenir. Harun emir verip yaktırıncaya kadar, halk bu dehşet görüntülerini iki yıl seyredecektir. 

Yahya, sonra oğlu Fadıl’la birlikte Rakka’da hapsedilir. Harun’un, istediğin yere yerleş önerisini, nerede kalırsa kalsın aralarının bulunamayacağı, bir uzlaşmaya varamayacakları gerekçesiyle reddetmiştir. Bazen sert, bazen ölçülü davranılan Yahya, 805 sonunda Rakka hapishanesinde can verir. Yahya öldüğünde yetmiş yaş civarındadır. Yarı felçli hale gelen Fadıl, 808 yılında hemen hemen Cafer'le aynı yaşta, kırk beş yaşında ölecektir. 

Yahya’nın diğer oğullan Musa ve Muhammed, Emin başa geçinceye kadar hapis kalır. Emin tarafından özgür bırakılırlar. Bağdat, Rakka ve diğer illerde aileye, aileye yakın olanlara, uzak akraba ve hizmetçilere varıncaya kadar herkese ait mallara el konur.  

Bermekilerin düşüşü, önde gelen aile üyelerinin korkunç sonları Bağdat ve tüm imparatorlukta bir anda yankılanır. Düşmanları dışında bu işe sevinen pek çıkmaz. Taberi, ılımlı bir ifadeyle, “Harun’un tavrı genel olarak beğenilmemişti,” diye başlayarak, “Bu olayın anısı kıyamete kadar unutulmayacak, Bermekilerin çarptırıldıkları ceza siyasi bilgeliğe sığdırılamayacaktır,” yorumunu ekliyor.  

Bermekilerin gözden düşme ve acı sonları, on iki asırdır çeşitli spekülasyonlara konu olmuştur. Harun’un çok şeyler borçlu olduğu, “baba” dediği birisine ve onun birisi sütkardeşi, diğeri de en yakın sırdaşı, dostu olan iki oğluna reva gördüğü acımasızlığı açıklamak için çok şey yazılıp söylenmiştir. Tüm aile üç kuşak boyunca yetenek ve sadakatle Abbasilere hizmet ederler. Harun’un kendisi bile onları neden cezalandırdığını hiçbir zaman açıklayamaz. 
 

bottom of page