top of page

Harun Reşid Zamanında Bizans İle İlişkiler

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Karşılaşmaya Mahkum Olmak

Birbirlerine en yakın komşu olarak, Araplar ve Bizanslılar, deyim yerindeyse, birbirleriyle karşılıklı ilişki kurmak zorundadırlar. Savaşlarla kesilse de birbirleriyle her alanda ilişki içindedirler. Bunun bir nedeni de karşılıklı olarak birbirlerini merak etmeleridir. Birbirlerini anladıkları söylenebilir mi? Kuşkusuz hayır. Dinleri çok farklıdır, alışkanlıkları da birbirine hiç benzemez. Dünyayı geçici olarak aralarında paylaşmış olduklarını kabul eder gölünseler de her biri kendisini diğerinden üstün görür.  

Abbasilerin ekonomik gelişmesi ulaşımın da genişlemesine neden olur. Ulaşım yollan her zaman Konstantinopolis üzerinden geçer; bu şehirde Müslüman tacirler için bir de cami vardır, kervan yolları ayrıca Trabzon’dan ve Tarsus'un batısındaki sınır kasabası Lamos’dan geçmektedir.  

Arap ve Bizans hükümdarlarının bazı hallerde karşılıklı olarak armağan alıp verdiklerine de rastlanmıştır. Örneğin Muaviye, Basileus’a elli tane safkan at gönderir, Memun samur ve misk kürkü göndermiştir. Harun'un da İmparator Nikephoros’a kokular, bir çadır ve kum meyveler gönderdiği bilinmektedir. Bu armağanların karşılığı olarak da değerli kumaşlardan iki yüz elbise, doğan ve şahinler, av köpekleri gönderilmiştir. 

Halife ve basileus karşılıklı yazışırlar da. Bir ateşkes, ya da esir takası isteği içerdiğinde mektup dostça yazılırdı, savaş ilanı söz konusu olduğunda üslup değişir, ifade şiddet kazanır, hatta hakarete varan sözler içerirdi. Hükümdarlar birbirlerine politik içerikli olmayan mektuplar da yazmışlardır. Emevi halifesi Velid, İustinianos’tan Şam Camisi için yapı ustaları ister, reddetmesi halinde şehirdeki kiliseleri yıkacağı tehdidini savurur. Harun sonrasında, Abbasi hanedanının en çılgın halifelerinden Mütevekkil, Samarra sarayının duvarlarını süslemek için imparatordan ressamlar ister. İmparator da ressamların yanı sıra bir kilise yapma ve keşiş gönderme izni koparır. 

VIII. ve IX. yüzyıllarda Araplar, Bizans’ı Eski Yunan’ın kalıtçısı olarak görüyorlar, tercüme edebildikleri oranda da bu eski kültürü keşfetmeye çalışıyorlardı. Antikçağ yazarlarını tanıyıp tanıtmak, eserlerini kütüphanelerinde görmek isteyen halifeler, bu metinleri araştırmaları için aydınlarını Konstantinopolis’e gönderirlerdi. Memun da İmparator Theophilos’u geometri ve astronomi üstadı Leon’u kendisine göndermesini ister.

Halifeler tüm mektuplarında imparatorları din değiştirmeye davet ederler. İmparatorlar da bunları yanıtlarlar; II. Ömer’le III. Leon, Harun Reşid’le Konstantinos ve diğerleri arasındakı bu mektuplar din tartışmasının özgün örnekleridir. Halife Vasık, III. Mikhail’in izniyle Yedi Uyurlar’ın kalıntılarını araştırtmak amacıyla Efes’e bir bilim heyeti gönderir. Aynı halife, Gog ve Magog halklarını tutmak için yapılmış İskender duvarını bulmak amacıyla Orta Asya’ya da bir heyet göndermiştir. 

Sözün kısası, sürekli savaş hali içinde olsalar da iki imparatorluğun liderleri dostane ilişkiler içindedirler. Tarihçi Vasiliev, Bizans’ın ayrıca Arapları Batılılardan daha ön sıraya aldığını aktarıyor, delil olarak da imparatorluk protokolünde Arap konuklara Franklardan daha önde bir yer verilmesini gösteriyor. Doğu elçileri her zaman Batı elçilerine göre bir adım önde yer alırlar.

Çoğu halifenin annesi Bizanslıdır. 

Harun Reşid Basileus’a Karşı Savaşta

Es-Seffah ve Mansur’un Bizans’la savaşmaya gösterdikleri ilgi sınırlıydı. Rejimi sağlam temellere oturtmaya çalışan ve Hazarlıların saldırılarına hedef olan Abbasilerin ilk iki halifesi için kâfir komşularıyla savaş, en önde gelen sorun değildi. Rakipleri de onlardan farklı bir konumda sayılmazdı, onların da yapacak başka işleri vardı; Trakya ve Makedonya’da Slav aşiretleriyle uğraşıyorlar, Arap saldırılarıyla kıyaslanamayacak kadar tehlikeli bir hal alan Bulgar saldırılarını defetmek için özel çaba harcıyorlardı. 

Mehdi iktidarı sırasında Bizans'a karşı saldırılar da canlılık kazanır. IV. Leon’un Samosata'yı fethettiği 778 sonrasında halife, güçlü bir ordu toplar ve Maraş'ı ele geçirir. Şehri tekrar işgal eden Bizans birlikleri, tüm Süryanileri buradan Trakya’ya taşırlar. Bir yıl sonra 30 000 asker ve gönüllülerden oluşan Arap birlikleri, başlarında Hasan bin Kahtabe olmak üzere Maraş’ı almakla kalmaz, bugünkü Eskişehir’e kadar ilerlerler. Ciddi bir direnişle karşılaşmadan tüm ülkeyi yakıp yıkarlar: İmparator birliklerine çarpışmadan çekilme emri vermiştir. 

780 yılında Arap tehdidi daha ciddi bir hal alır. Mehdi sınır boyunca berkitilmiş bir hat oluşturma işini sürdürmektedir; belli noktalara yerleştirilen kuvvetler gerektiğinde orduya destek noktalan olacaktır. 

Mehdi, 779 yılında ilk büyük saldırısına girişir. Orduyu, muhtemelen ardılı olması konusunda kafasında bazı tasarılar beslediği Harun’un emrine verir. Babasının kendisine yaptığı gibi, görünüşte de olsa bir ordunun sorumluluğunu vererek oğlunu bir komutan olarak yetiştirmek istemektedir. Daha on beş yaşında bile olmayan genç şehzade, elbette bir generaller ve danışman ordusuyla çevrilidir. Bunların başında da Yahya, Hasan ve Süleyman adlı oğullarıyla Halit el-Bermeki ve mabeyinci Rabi el-Yunus gelir. Mehdi ve Abbasi şehzadeleri Toros geçitlerinden Ceyhan’a kadar eşlik ederler, Mehdi bu noktada orduyu düşman topraklarda yönetme onurunu oğluna bırakır. 

Mehdi kuvvetlerinin temelini Horasan birlikleri oluşturmaktadır. Bu kadar kalabalık ve güçlü bir orduyla bozgun olasılığı zayıf olup, bu harekâtın gerçek bir savaştan çok genç şehzadeyi eğitici askeri bir manevra olması olasılığı daha güçlüdür. 

Hanedan savaşlarının ortasındaki Bizans, o sırada zaten Araplarla uğraşacak halde değildir; kuvvetlerinin önemli bir kısmını isyan eden Sicilya valisini kontrol altına almak için adaya yöneltmiştir. 

İki yıl sonra, gerçek bir sefere girişilir. Daha öncekiler düşman topraklarına yapılan akınlardan başka bir şey değildir. Anadolu’ya bu kez çok güçlü bir ordu gönderilerek ilerleyebildiği kadar ilerlemesi, hatta olabiliyorsa Konstantinopolis’e kadar çıkması emredilir. Acaba Mehdi, Emevilerin dört kez denedikleri “Orta Şehir”i fethetmeyi denemiş olabilir mi? Böyle bir şeyi amaçlamış olsaydı, birliklerinin, özellikle de o gün için hayli sınırlı olan ama kara kuvvetlerini denizden destekleme gücüne sahip deniz filosunun başında olması gerekirdi. Oysa Mehdi yine birliklerinin başında değildir. Değildir ama Konstantinopolis’in fethi, yine de “Allah’ın kılavuzluğundaki” Mehdi’nin aklına yer etmiş olmalıdır. 

Konstantinopolis’te o sırada korkunç Eirene hüküm sürmektedir. İmparator IV. Leon’la evlenen bu “karanlık taşralı” İmparator’un ölümü ardından on yaşındaki özoğlu Konstantinos’un aleyhine iktidara el koyar. İktidarı bıçak sırtındadır; çünkü tüm önemli makamlar rakibi olan İkonakırıcıların ellerindedir. 

Bu seferi de Harun yönetir; ilkinde olduğu gibi el-Rabi’yle birlikte yanında pek çok Bermeki yer almaktadır. Sefer 781’de başlar. Baharın ilk güzel günleriyle birlikte düşman topraklarına girilir. Adana ve Tarsus’un kapısı hükmündeki güçlü Magida Kalesi düşer. Araplar, eski bir Doğu geleneğiyle Bizans süvari saldırısını savuştururlar. Dağılan birlikleri Araplar Nikomedeia’ya (İzmit) kadar kovalarlar. Taberi, “Harun bunun üzerine kanala (Boğaz) kadar geldi, Chrysopolis’e (Üsküdar) ulaştı,” diye yazar.

Araplar bir kez daha Konstantinopolis önlerine gelirler, bir kez daha kuşatma sonuçsuz kalır. Acaba adam kaybını göze alıp, bedelini ödeyerek şehri ele geçirebilirler miydi? Merkezlerinden çok uzaktaydılar, üstelik “İyi Savunulan” unvanlı şehir de güçlü bir biçimde berkitilmişti. 

Bizans zaten tüm gücüne sahip değildi. Eirene, Slav ayaklanmalarını bastırmak amacıyla kuvvetlerini Yunanistan’a, Makedonya ve Peloponnisos Yarımadası’na göndermek zorunda kalmıştı. Tahtının sallantıda olduğunu bilen Eirene, barış diledi. Harun barış görüşmelerini başlatmayı kabul etti. İmparatoriçe sonunda yılda 70 000 dinar haraç ödemeye ve elindeki 5643 Arap esiri serbest bırakmaya razı oldu. Taberi’ye göre Bizans bu savaşta 54 000 insan kaybeder, değersiz şeyleri yakmalarına karşın elde edilen ganimeti taşımak için Harun’a 20.000 baş hayvan gerekir. 

Harun 782’de alkışlarla Bağdat’a döner. Reşid, “akıllı, iyi davranan” sıfatını alır. Harun daha yirmi yaşına bile gelmeden Bizans üzerine iki sefer yönetmiştir. Bu seferler aklından hiç çıkmayacak, hükümdarlığı sırasında Müslüman ve Arapların baş düşmanı Bizanslılarla savaş, öncelikli uğraşlarından biri olacaktır. 

Berkitmeler ve Talanlar

Eirene’le yapılan anlaşmaya bir süre uyulur; Taberi’ye göre otuz iki ay bir olay çıkmaz. Anlaşmayı bozan Bizans olur. Vakanüvisler 785 yılının Ramazan ayında anlaşmanın “kalleşçe” bozulduğunu kaydederler. Ardından da Arap akınları başlar. Müslüman süvariler, “ganimetlerle zaferler içinde” dönerler. Ertesi yıl Bizans, Mehdi’nin Maraş bölgesine kurduğu şehre saldırır; vali, askeri birlik ve tacirler kaçmak zorunda kalırlar. Araplar aynı yıl şehri geri alırlar. 

Mehdi’nin son dönemiyle, Harun’un ilk yılları peş peşe gelen talan, esir alma ve ganimet toplama yıllarıdır. Genç halife her yıl, en azından yaz aylarında, Bizans’a akınlar düzenler ama ciddi bir girişimde bulunmaz. Suriye’nin kuzeyiyle Ermenistan ve Azerbaycan yönündeki savunma hattını tamamlama ve berkitme işini sürdürür. 

Bizans, kendisine karşı sürekli bir tehdit unsuru oluşturacak bu “gelişmeler” karşısında sessiz, elinden bir şey gelmeden seyretmektedir. İmparatorluk kanlı entrikalar ve saray darbeleriyle sarsılmaktadır.  

790 yılında Harun’un kurduğu savunma hattı, yeni seferlere temel olacak kadar güçlüdür. Halifenin generalleri her yıl akın tazelerler. Ürgüp, ardından Kapadokya fethedilip, tahrip edilir. Karadeniz kıyısında Samsun’a kadar çıkılır. 797 yılında, Rakka’ya yerleşmesinden bir yıl sonra, Harun birliklerinin başına geçerek sının aşar; bu arada ordunun başka kolları da Ankara ve Ege kıyısında Efes’e ulaşarak Marmara Denizi’ne kadar çıkarlar. Bu arada Bizans karşı atakları da başlar ama halifenin ordularını durduramazlar. Küçük Asya’yı uzun süre kasıp kavuracak Arapların önünde kimse duramaz. Ülkenin her yanında tahribatın izlerine rastlanır. Arap saldırılarının neden olduğu kargaşa, ülkenin demografik, etnik, hatta ekonomik yapısını değiştirir. Zengin bölgeler yerle bir edilip yok olurlarken, daha uzak ve göz önünde olmayan bölgeler gelişirler. 

Müslümanlarla yürütülen savaşın üzerine İtalya’yla olan ilişkilerin kopması da eklenince Bizans, dünyaya yayılma emelinden vazgeçmek zorunda kalır. Helenik Roma İmparatorluğu’nun ilk yüzyıldaki saldırgan tavrı, VIII. yüzyılla birlikte savunmaya dönüşür. Bizans ordusu artık bir fetih ordusu değildir.  

Halifenin Öfkesi

Eirene, 802 yılında bir hükümet darbesiyle düşürülür. Hazine bakanı Nikephoros imparator olarak taç giyer.

Arap asıllı Nikephoros, ilk iş olarak içeride olduğu kadar dışarıda da imparatoriçe zamanında imparatorluğun içine düştüğü güven kaybından, küçük görülmekten imparatorluğu kurtarmaya çalışır. Oldukça güçsüz duruma düşmüş devlet ve orduyu ayağa kaldırmak için acele etmektedir. Bunun yanı sıra Eirene zamanında Harun Reşid’e ödenmesi kabul edilen haracı da artık vermeme kararında olduğunu Harun Reşid’e özellikle bildirir. 

Bu niyetle oturur, halifeye baştan ayağa aşağılayıcı bir mektup yazar. 

“Bizanslıların Kralı Nikephoros’tan, Arapların Kralı Harun’a, “Benden önce hüküm süren kraliçe seni göklere çıkardı, kendi eliyle de kendini basit bir piyona çevirdi. Aslında sen ona vermeliyken, sana çok büyük paralar ödedi. Kadın zayıflığı ve aptallığı. Bu mektubu okuduğunda o kadının gönderdiği paraları geri gönderdiğin gibi üzerine de ülkemi ayağa kaldırmam için sana düşen payını ekle. Aksi halde aramıza kılıç girer, kararı o verir.” 

Nikephoros mektubun adresi konusunda yanılıyordu. Müminlerin emirine, Allah’ın yeryüzündeki askerine böyle bir mektup yazmak, savaş ilanının da ötesindeydi; bu kadar aşağılayıcı bir mektubu ancak elinin altında çok güçlü bir ordu bulunan herkesin korkulu rüyası olan bir hükümdar yazabilirdi. Harun o kadar öfkelenir ki, Taberi,

“...değil bir söz söylemek, kimse yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu, söylenecek bir söz ya da en küçük hareketin öfkesini daha da artıracağı düşünülüyordu. Başvezir bile ‘Bir fikir vermek mi, yoksa halifeyi kendi haline bırakmak mı daha iyi olur,’ diye kendine sormaktaydı,”

diye yazıyor. Halife bu öfkeyle mürekkep ve divit ister, gelen mektubun arkasına yanıtını karalar: 

“Gönlü yüce, bağışlayıcı ve esirgeyen Allah adına,

“Müminlerin emiri Harun’dan Bizanslıların köpeği Nikephoros’a,

“Mektubunu okudum, kâfir dölü. Yanıtımın ne olduğunu beklediğinden de çabuk göreceksin. Selam olsun!”

Ardından da ordunun hazırlanmasını emreder. 

Ordu iki koldan saldırıya geçer. Bunlardan birinin başında Harun’un oğlu Kasım vardır; bu kol, Kapadokya’da Bizans valisinin oturduğu bölgeye yürür. Kasım’ın subaylarından Abbas bin Cafer de aynı şekilde Ürgüp civarına saldırır. Birkaç çatışmadan sonra ikisi de Müslüman esirler karşılığı ordularını geri çekerler. 

Ordusunun başındaki Harun, Kilis kapısından Ereğli üzerine yürür. Orduları tüm ülkeyi yakıp yıkarlar, binlerce esir ve yüklü ganimet ele geçirirler. Bu kadar çabuk bir saldın beklemeyen Nikephoros, barış anlaşmasına ve yıllık haraç ödemeye hazır olduğunu bildirir. Halife anlaşmayı kabul edip Rakka’ya çekilir ama generalleri Anadolu’da savaşı sürdürürler. Bu saldırılara Phrygie bölgesinde, Krasos'ta Nikephoros’un kendisi yanıt verir. Yaralanıp çembere alınır, kurtuluşunu subaylarının yiğitlik ve cesaretine borçludur. Müslüman tarihçilere göre bu savaşta Nikephoros'un 50 000 civarında adamı öldürülmüş, 4000 adamı kaybolmuştur; bu sayılar elbette biraz abartılı görünmektedir. Savaşın ardından taraflar bir anlaşmaya varırlar. 

Anlaşmayı Nikephoros bozar. Kış vaktidir.

Halife, mevsime karşın hiç tereddüt etmeden savaşa girişir. Elimizde bu savaşla ilgili ayrıntılı bir metin yok ama Müslüman vakanüvislerden savaşın çok zorlu geçtiğini ve insanlara “en acılı yorgunlukları” tattırdığını öğreniyoruz. Abbasi birlikleri nereye kadar ilerlemiştir? Bilmiyoruz; tek bildiğimiz savaşı kazandıkları ve Nikephoros’un haraç ödemeye tekrar razı olduğu. 

Fakat savaş herkes için zordu. Harun zafer kazanmıştı kazanmasına ama Anadolu’da pek çok ölü ve esir bırakmıştı. 

İçeride de başı dertten kurtulmayan Nikephoros, her seferinde halifeye yenilmekle birlikte savaşmaktan da vazgeçmez. Bu savaşların birinde acaba kazanır mıyım diye mi düşünmektedir? Yoksa Abbasilerin, güçlerinin doruğunda olmalarına karşın Konstantinopolis üzerine büyük bir saldırı düzenlememiş olmalarına bakıp, şimdi kesin bir saldırı düzenleyeceklerinden mi korkmaktadır? Harun’un bir deniz gücü oluşturulması emri, kara kuvvetleriyle birleşen deniz kuvvetlerinin başkenti için ne denli büyük bir tehlike oluşturacağını bilen Nikephoros’u daha da kaygılandınr. Zenginlik içinde yüzen Abbasi İmparatora, kâfirle savaşmak için istediği kadar adamla, istediği güçte bir ordu kurabilecek iktidara sahiptir. 

Kendi birlikleri iyi bir durumda değilken, öyleyse neden hiç durmadan Abbasi kuvvetlerinin üzerine gidip sürekli savaşa kışkırtmıştır? Bunun tek bir açıklaması var: Sert ve düşman Anadolu’ya yapılacak girişimlerin her zaman bir riskli olduğunu Abbasilerin gözüne sokmak, yerel halklardan topladığı askerlerin Abbasilere pahalı bir bedel ödetebileceklerini göstermek ve sonuç olarak daha batıya, daha doğrusu başkente yapacağı saldırı konusunda halifenin cesaretini kırmak; en azından böyle bir saldırıyı olabildiğince geciktirmeye çalışmak.

Bu hesap, hiç kuşku yok ki, yanlış değildi. Basileus’un kuşkulan, en azından o sırada, gerçekleşmez. Horasan’da Ali bin İsa’nın kötü yönetiminden kaynaklanan peş peşe patlayan ciddi olaylar, Harun’u Horasan’a yönlendirir. Harun, Anadolu’daki kavgasını bir yana bırakıp doğu eyaletlerine hareket eder ama orada da hiçbir şeyi düzeltemez. Fakat bu boşluk Nikephoros’un işine yarar: Arap akınlarıyla tahrip olan kalelerini onarma fırsatı bulur.

Reşid Seferde

806 yılının Mayıs’ında halife yeniden sefer yollarına düşer. Fakat bu kez hazırlıklar çok büyük bir harekâta göre yapılır. Eyaletlerdeki ordularından 135 000 asker toplanır. Acaba Harun bu kadar güçlü bir orduyla Boğaz’a saldırıp ele geçirmek mi istemektedir; yoksa niyeti Anadolu’yu baştan aşağı talan edip çöle çevirmek midir? 

Ordu, 11 Haziran 806 tarihinde, sınırı geçer. 

Bizanslılar, yeni bir savaşı zaten beklemekteydiler. Harun, Avasiın ve Kapadokya arasını kesin olarak “denetim altına almak” amacındaydı. 

Bununla birlikte halife kararsızdı. Heracle önlerine geldiklerinde, Mesudi, «varımdan iki generalinden Mukalled bin Hüseyin’e, “Burayı kuşatmamız hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorduğunu aktarır. Hüseyin, “Bizans topraklarında rastladığınız en güçlü, en iyi savunulan şehir burası. Buraya saldırır da, Allah’ın yardımıyla ele geçirirseniz, bun-dan sonra sizi hiçbir şey durduramaz,” yanıtını verir. Harun aynı soruyu Ebu İshak’a da sorar; o da, “Müminlerin emiri bu şehir Bizans tarafından stratejik yolları ve ülke girişini savunmak amacıyla inşa edildi. Fazla kalabalık değil, yani ele geçirdiğiniz takdirde Müslümanlar arasında paylaşmaya yetmeyecek bir ganimet elde edersiniz, yok eğer saldırır da alamazsanız, sefer planlarınızı tehlikeye atarsınız. Yapılması gereken en akıllıca iş bana göre müminlerin emiri, Bizans’ın büyük şehirlerinden birine saldırmalı; şehir ele geçerse tüm orduya yetecek ganimet elde edilir, alınamazsa da şehrin büyüklüğü savaşın kaybı için bahane olur,” der. 

İshak haklıydı. 

Reşid elindeki güçlü olanaklara Heracle’nin dayanamayacağını düşünmüş olmalıdır. Oysa düşündüğü gibi olmaz. Kuşatma çok zorlanır. Heracle gerçekten de “en güçlü ve en iyi savunulan şehirdi.” Müslüman ordusunun kayıpları artmaktaydı, yiyecek ve hayvan yemi sıkıntısı da Reşid’i kaygılandıracak düzeylere tırmanmıştı.

Halife’nin kötü bir karar verdiği açıkça belli olmuştu. Yeniden danıştığı Ebu İshak, bu kez, kuşatmayı kaldırmamasını tavsiye eder: “Şimdi çekilirsek bu Bizans krallığının itibarını yükseltir, dinimizin itibarını sarsar, önümüzdeki şehirleri de yüreklendirip direnişlerini artırır.” Ardından da “Allah bize zafer ihsan edinceye kadar” Heracle karşısına bir şehir kurma düşüncesini ortaya atar. 

Bulgar tehdidiyle uğraşan Nikephoros, Heracle kalesine dönüp bakacak halde değildi. Ülke ahalisini satın almak amacıyla halifeye 50 000 dinar gönderir. Heracle’nin alınışı büyük bir bayram gibi kutlanır; büyük bir şehir alınamadığından küçüğünün alınışı kutlanmıştır. Bizans tarafındaysa olay neredeyse duyulmadan kalır. Oysa Ankara ya da Eskişehir düşmüş olsa tepki kuşkusuz farklı olurdu. 

Bizans, bu sefer nedeniyle yıkılan Toros eteklerindeki kaleleri yeniden yapma işine girişmez. Fakat Abbasi ordusunun çekilmesi ardından Nikephoros kalelerin kullanılabilir hale getirilmeleri emrini verir. 807 yılı başında da Harun yeni bir sefer için hazırlıkları başlatır. Bu kez fazla uzağa gitmez. Aklındaki büyük seferi daha ileri bir tarihe bırakarak Rakka’ya çekilir. 

Horasan bir kez daha halifeyi tedirgin etmektedir.
 

bottom of page