Müslümanların Tarihi
Donanma ve Akdeniz’de Mücadele
Prof. Dr. Corci Zeydan'ın İslam Uygarlıkları Tarihi - 2.Cildinden (İleişim: 2015) kısaltılarak alınmıştır.
Hz. Ömer’in Deniz Seferlerine İzin Vermemesi
Hicaz Arapları, bugünkü bedeviler gibi gemiye binmekten hoşlanmazlardı. Ancak İslamiyet doğuşundan kısa süre sonra Şam ve Mısır kıyıları Müslümanların eline geçince, Rumlardan etkilenerek deniz savaşlarına ve denizciliğe yöneldiler. Zamanla ilgileri daha da arttı.
Hz. Ömer Müslümanları deniz seferi yapmaktan men etmişti. O tarihte Muaviye b. Ebu Süfyan, Şam ve Ürdün ordugahları komutanlığında bulunuyordu. Muaviye büyük teşebbüs ve planlar konusunda eğilimli ve yetenekli bir devlet adamıydı. Deniz seferleri yapmak istiyordu. Bu nedenle Hz. Ömer'den izin istemiş ancak o bu isteği uygun görmemişti.
Muaviye düşüncesinde ısrarlı olup bu yolla pek çok ganimet ele geçeceğini garanti etti. Bunun üzerine Hz. Ömer Mısır valisi Amr b. El-As'dan deniz seferleri hakkında bilgi istedi. Amr Hz. Ömer'e yazdığı cevap mektubunda:
“Ey müminlerin Emiri! Denizi gayet büyük, ona binenleri de ona göre gayet küçük birer mahluk gördüm. Denizde bulunanın çevresinde su ve gökyüzünden başka bir şey bulunmaz. Deniz sakin olursa üzüntü verir. Azarsa aklı ve anlayışı giderir. Denizde kurtulma ümidine kurtulamama endişesi baskın çıkar. Denize çıkanların durumu bir dal üzerinde bulunan kurtların haline benzer. Dal eğilirse boğulma kesindir. Kurtulabilirse büyük bir nimet sayılır."
Hz. Ömer bu cevabı “Hiçbir Müslümanın böyle bir tehlikeye atılmasına izin vermem!” görüşüyle birlikte olduğu gibi Muaviye'ye gönderdi.
Stephan O'shea'nın İnanç Denizi (İstanbul Bilgi Ünv.: 2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Başlıklar bize ait...
Akdeniz’de Mücadele
Kuzey Afrika ile Birlikte Akdeniz’in Artan Önemi
Şam, dünyadaki aralıksız meskûn olmuş en eski şehirdir. İslâm’ın Akdeniz etrafındaki muzaffer yolculuğunun ana üssü, Medine veya Mekke değil eski Şam olacaktı.
Ömer’in katlinden sonra, Halife Osman, bugünün Libya’sı olan Cyrenaica’ya akınlar yapılmasına izin verdi. Yağma akınları kurala dönüşünce, fatihlerin gırtlaklarını parçalarcasına attıkları savaş çığlıkları, Bizans “Afrika”sına kadar -ya da bugünkü Tunus; Arapçası İfrikiye- bütün Akdeniz sahili boyunca duyulur oldu.
Amr bin As Beerşeba’da emeklilik hayatı sürerken tekrar acele göreve çağrılmıştı. Acil bir duruma müdahale etmesi isteniyordu: 645 yılında ufukta bir Bizans donanması belirmiş, ani bir saldırıyla İskenderiye’yi geri almıştı. Amr’ın yetkin önderliği altında durum çabucak düzeltildi ve Rumlar bir kere daha gemilerine binip gittiler. Bu sefer, bir daha hiç dönmemecesine.
Amr, Bizanslıların bu yenilgisini (ve kendisinin de yeniden prestij kazanmasını), batıya doğru yapılan akınlara katılmak için vesile kabul etti. En kazançlı akınların yapıldığı yer, güney-orta İfrikiye’ydi. Orada, Rum soylusu Gregoras, Bizans İmparatorluğu’ndan ayrılmıştı. Arap süvarileri, Sübeytıla’da (Tunus), Gregoras’ın egemenlik hayallerini çabucak söndürdüler. Gregoras’ı öldürüp, ordusunu bozguna uğrattılar, hazinesine el koydular.
Şam Valisi Muaviye’nin Vizyonu
Muaviye, dindaşları bir yandan Kuzey Afrika kıyılarını yoklarken, Şam’dan ayrıldı ve Toros Dağları’nı aşarak Anadolu’ya hücum etti. Ne var ki, İskenderiye’den gelen haberler onu duraklattı. Geçmişte de istilacı olmuştu (Partlar, Vandallar, Vizigotlar, Ostrogotlar, Avarlar, Burgondlar, Hunlar, Persler, Bulgarlar) ama bunların içinden çok azı Bizanslılara deniz hakimiyetinde de rakip olmaya kalkışmıştı. Muaviye, haklı olarak, İskenderiye’nin geri alınışından çıkarılacak dersler olduğunu düşündü. İslâm, savaş gemilerine sahip olmadıkça, Rum denizciler karşısında her zaman zayıf olacaktı. İşte bu basireti, Muaviye’yi büyük hükümdarlar arasına katmıştır.
Muaviye, akrabası Halife Osman’ın rızasını aldıktan sonra, izleyen bin yıl boyunca deniz ulaşım yollarının denetiminde söz sahibi olacak Müslüman donanmasını kurmaya başladı. Çöl adamları denize açılıyordu. Bundan böyle Müslüman bir Akdeniz imparatorluğuna deniz limanları da eklenecekti. Bu son derece ileri görüşlü bir karardı.
Donanma Oluşturulması
Donanma, şaşılacak bir hızla hazır edildi. Bu, şüphesiz, yeni fethedilmiş ülkelerin denizci halklarının (Yemenliler, Suriyeliler, Rumlar ve Kıptiler) bilgi ve tecrübeleri sayesinde olmuştu. Müslümanlar, Bizanslılarla boy ölçüşmelerine imkân verecek denizcilik becerilerini kazanmak için muhtemelen eski ticaret ortakları olan Hint Okyanusu gemicilerinin hizmetinden yararlandılar. Arap Yarımadasından gelen bu gemiciler, gök cisimlerine bakarak yön bulmanın incelikleri konusunda usta olmakla kalmıyorlardı; aynı zamanda, ileride, açık denize gözü kapalı dalmak gerektiğinde mukayesesiz bir kullanışlılığa sahip bir araç olan manyetik pusulayı da bulacaklardı.
Akdeniz’de Mücadelenin Başlaması
649 yılına gelindiğinde, Muaviye ve müttefikleri demir almış bulunuyorlardı. Akdeniz’de Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki ölümcül adadan adaya atlama oyununu artık başlıyordu. Bu mücadele, iki din arasındaki karşılaşmanın büyük kısmına damgasını vuracaktır. Müslümanlar, Girit’e çapul akınları yaptılar, Kıbrıs’ı zapt ettiler. 654 yılında, sıra Rodos’a geldi. Bu ada, klasik antikitenin en eski zamanlarından beri Greko-Romenlerin deniz üstünlüğünün ileri karakollarından biri olmuştu.
Muaviye’nin gemileri, Anadolu kıyılarından yukarı doğru ilerlemelerini sürdürdüler. Rodos’tan sonra Kos Adası alındı. Bu ada, Ege Denizi’nde, önce Çanakkale’ye ve oradan da bizzat Konstantinopolis’e varan yolda atlama taşları teşkil eden On İki Adalar’dan biriydi.
İkinci Konstans (Herakleios’un torunlarından biri), bu durum karşısında endişeye kapılarak 655 yılında bu yeni yetme deniz gücünü ezmek üzere donanmasıyla yola çıktı.
Nadir Özkuyumcu'nun Dinlerin Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından Fethi.
(Kültür ve Turizm Bakanlığı: 2007) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Zatü's-Savari Savaşı
Bizans imparatoru II. Konstans, Müslümanların İfrikıyye'yi almaları ve buradan Bizans'a gitmekte olan vergilerin kesilmesi, ayrıca Akdeniz'de Bizans'ın bir deniz üssü durumunda olan Kıbrıs ve Rodos adalarının ellerinden çıkması, böylece Müslümanların deniz yoluyla İstanbul'a ulaşmak ve onların başkentlerini almak istemeleri karşısında, Müslümanlarla savaşmak üzere bir donanma hazırlamıştır.
1000 gemiden oluşan Bizans donanmasının başına geçen II. Konstans İstanbul'dan denize açılmış ve Akdeniz'e inmiştir. Bunun karşısında Mısır valisi Abdullah b. Sa'd da 200 gemilik İslam donanmasının başına geçerek denize açılmıştır.
İki ordu 654'de Akdeniz'de Finike açıklarında karşılaşmıştır. Karşılıklı ok atışlarıyla başlayan savaş, daha sonra mancınıklarla taş atışları şeklinde gelişmiş ve nihayet her iki tarafın gemileri birbirine yaklaşarak kılıçlarla göğüs göğüse savaşa girilmiştir. Birkaç gün süren savaş, iki tarafın da önemli zayiat vermesinden sonra, Bizans donanmasının aleyhine çıkan bir fırtınanın da yardımıyla Müslümanlar son bir hamle daha yapmışlar ve savaşı kazanmışlardır. Bizans donanmasındaki pek çok asker, gemilerinin batmasıyla denizde boğularak ölürken, imparator II. Konstans yaralı olarak kaçabilmiş ve Sicilya adasına sığınmıştır.
İki ordudaki gemilerde bulunan direklerin çokluğu sebebiyle "Zatu's-Savari" adı verilen bu savaştan sonra, Abdullah b. Sa'd birkaç gün daha denizde kalmış ve muzaffer bir komutan olarak Mısır'a geri dönmüştür.
Jean-Paul Rouv'un Dinlerin Çarpışması (Kabalcı: 2012) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Bir Başka Gözle Akdeniz'de Mücadele
Suriye valisi Muaviye’nin isteğiyle Halife, bir donanma inşa edilmesini emretmişti. Elbette Araplar, denizci bir ulus değildiler ancak Suriyeliler içlerinde Sur ve Sayda’nın mirasçıları da eksik değildi ve Mısırlılar denizciydiler; bununla beraber Arapların ne şantiyeden ne yeniden iş bulmaktan dolayı mutlu olacak teknisyenlerden eksiği vardı; üstelik her şey yeni efendilerin hizmetindeydi. 648 yılında belki daha önce de olabilir, Müslüman gemiler sularda gezinmeye hatta korku salmaya başlamışlardı. 648-49’da Kıbrıs’a ve Malta’ya saldırdılar; 650’de Arados’u ele geçirdiler ve Rodos’u kısa bir süre için işgal etmeyi de başardılar, 654 Girit’e saldırdıkları yıl olur. 655’te Müslüman gemileri daha etkin bir hal almaya başladığında, Araplar bunları asıl hedefleri olan Konstantinapol’e yöneltirler. Çünkü bu şehri ele geçirmek için denizlere hâkim olmaları gerektiğini iyi biliyorlardı. Kısa bir süre içinde de denizcilikte uzmanlaşmışlardı. “Gemi Direkleri Savaşı” (Zat ül-Sâvari) Likya kıyılarında gerçekleşti ve Araplar Bizans donanmasını yok ettiler. (655).
Bu, Bizans için bir felaket oldu. Ancak Yermük Savaşı daha fazla anı bırakacaktır zihinlerde, ama bu savaştan daha az önemli değildir.
Stephan O'shea'nın İnanç Denizi (İstanbul Bilgi Ünv.: 2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Başlıklar bize ait...
Zatü's-Savari Savaşından Sonra
Hiç beklenmedik bir şekilde, yeni yetmeler Bizanslıları ezdiler. Konstans, kahramanca kendini feda eden bir adamı ile elbiselerini değiştirerek sıvıştı ve ancak bu şekilde deniz muharebesinden canını kurtarabildi. Araplar, karada yenilmez olduklarını kanıtlamışlardı; onları denizde yenmek de imkânsız görünüyordu. Bütün Akdeniz, Bereketli Hilal’in akıbetine uğrayacak gibiydi.