top of page

Hz.Ömer Döneminde Ekonominin Kurumsallaşması

Prof.Dr.Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam tarihi-2 (Ensar: 2016)

kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

Hz. Peygamber'den (sav) sonra İslam devletinin temelleri Hz. Ebu Bekir tarafından atılmıştı. Fakat devletin kurumsallaşması Hz. Ömer zamanında gerçekleşmiştir. 

Hz. Ömer'in halifeliği döneminde fetihler sonucunda İslam Devleti hakimiyeti altına giren muhtelif milletlerin dini, siyasi, İktisadi statülerinin tespit edilmesi zarureti ortaya çıktı. Ayrıca Arap Yarımadası sınırlarını aşarak uzak ülkelere sefere çıkan, ardından buralara yerleşen Müslümanların hayatlarının yeni şartlara göre tanzimi gerekiyordu.  

Beytülmal

Beytülmal teşkilatının kuruluşu Hz. Ömer'e nispet edilmekle birlikte, esasında bu kurumun ilk adımlarının Hz. Peygamber (sav) tarafından atıldığı açıktır. Nitekim Allah Rasulü (sav) ganimet, cizye ve haraç cinsinden devlet gelirlerini bir araya getirdikten sonra bekletmeksizin gerekli yerlere sarf etmiştir.

Beytülmal'in Hz. Peygamber (sav) dönemindeki yapısı ve işleyişi Hz. Ebu Bekir'in kısa süren halifeliği zamanında da herhangi bir değişikliğe uğramadan devam etmiştir. Gelen mallar derhal gerekli yerlere sarf edilirdi. Hz. Ebu Bekir, hazineden yaptığı yardımlarda herkese eşit muamelede bulunmuş; hür köle, erkek-kadın, büyük-küçük ayırımı yapmadan eşit bir şekilde mal taksimi yapmıştır. 

Hz. Ömer döneminde gerek savaş ganimetlerinin gerekse anlaşmalardan dolayı başkente gelen malların miktarı çok artmıştı. Hz. Ömer, başkentteki Beytülmal'in yanı sıra eyaletlerde de merkeze bağlı Beytülmal şubeleri kurdu. 

Divan Teşkilatı

Divan Nedir?

Divan, devlet idaresindeki çeşitli yerine getirilmesinde kullanılan defterlere, verilen isimdir.  İslam dünyasında divan teşkilatına ilk defa ihtiyaç duyan Hz. Ömer, fetihler sonucunda elde edilen cizye, haraç ve ticari vergilerden elde edilen gelirleri sistemli bir şekilde Müslümanlara dağıtabilmek amacıyla bu müesseseyi kurmuş, hazineden maaş alacakları burada tutulan defterlere kaydettirmiştir.

Divan Teşkilatına Neden İhtiyaç Duyuldu?

Divan, Beytülmal'de toplanan mal ve paranın düzenli bir şekilde hak sahiplerine dağıtılması ihtiyacından doğmuştur.

Prof. Dr. Muhammed Abid Cabiri'nin Arap-İslam Siyasi Aklı (Kitabevi:2001) adlı

kitabından kısaltılarak alınmıştır. Başlıklar bize ait.

Hz. Ömer’in Divan’ı Kurması

Tarihî kaynaklar, Ömer bin Hattab’ın maaş divanını ortaya koymasını, Bahreyn’deki valisi Ebu Hureyre’nin getirdiği “çok” mal olayıyla bağlantılı görür. Ömer, bu miktarı (beş yüz bin dirhem) çoksamış, dağıtım yöntemi konusunda şaşkınlık geçirmişti. Arkadaşlarına danıştı. Ali bin Ebi Talib ona şöyle dedi: “Her yıl, sana gelen malı dağıtırsın. Hiçbir şeyi tutma. Osman bin Affan şöyle dedi: “İnsanlara yetecek çok mal görüyorum. Alanları almayanlardan ayırt etmek için saymazlarsa da, işin yayılmasından korkarım. (Osman, malda tasarruf konusunda deneyimli bir tacirdi. Ali ise hacıları doyurma ve besleme işiyle ünlü bir ailedendi.) Velid bin Hişam bin Mugire şöyle dedi: “Ey müminlerin emîri! Suriye’yi dolaştım. Yöneticilerinin divanlar kurduklarını, asker listelerini belirlediklerini gördüm. Sen de böyle yap.”

Ömer, bu görüşü benimsedi.

Başka bir rivayet şöyledir: Medine’de oturan İranlı ileri gelen biri, Ömer bin Hattab’a, “bütün gelir ve giderin yazıldığı, hiçbir şeyin dışarıda bırakılmadığı, divan dedikleri” bir şeye sahip olan İran kisralarına uyarak, "divan” kurulmasını önerdi.

“Divan” kelimesinin Farsça olduğunu ve sicil veya defter anlamına geldiğini göz önüne alırsak, son rivayet doğruya daha yakın olacaktır. Şu kadar var ki, bu, öteki bütün rivayetlerin doğru olduklarına ve içlerinden birinin gerçeğin bir bölümünü anlattığına engel değildir: Ebu Hureyre’nin mal getirmesi, Ömer’in arkadaşlarına danışması ve İranlı ileri gelen kişinin önerileri her halükârda, Ömer bin Hattab “divan” düzenini, ister İranlılardan, isterse Bizans’tan alsın, yalnızca “biçim”i aldı. Yani maaşın dağıtıldığı kişilerin adlarının yazıldığı bir sicil tuttu, içeriği, yani insanların bu divanda konumlarına göre belirlenmesi ise, kendi içtihadıdır.

Hz. Ömer Döneminde Dağıtım Şeklinin Değişmesi

Kaynakların sözbirliğiyle belirttiğine göre, Ebu Bekir gelen ganimet mallarını hemen dağıtırdı. Beytulmalde hiçbir şey kalmaz... “Bütün insanları, ilk veya sonraki Müslümanları, hür ve köleleri, erkek ve kadınları... dağıtımda eşit tutardı. Ebu Bekir ölünce, Ömer güvenilir kişileri topladı ve beytülmali açtı. Fark edilmeden düşmüş bir dinar dışında hiçbir şey bulamadı.”      

Büyük fetihlerin ganimetleri, Yermuk ve Kadisiye’den itibaren ancak Ömer bin Hattab döneminde Medine’ye gelmeye başlamış olduğu için, Ebu Bekir dönemindeki ganimetler görece az olduğundan, bütün Medine halkına eşit ölçüde dağıtımın, zenginler ve zayıflar arasındaki farkları önemli biçimde değiştirmeyeceğini düşünebiliriz. Bir de buna, Ebu Bekir’in halifelik süresinin iki yıl, dört ayı geçmediğini eklersek, varsıllık ve yoksulluk açısından sosyal durumun köklü bir değişikliğe uğramadığını, dolayısıyla Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bıraktığı şekilde kaldığını düşünebiliriz: Gönüllerde çağdaş deyimiyle “sınıf öfkesi” uyandırmayan “normal” ölçüdeki farklar.

Şu kadar var ki durum, Hz. Ömer döneminde tepeden tırnağa ve hiç beklenmedik biçimde değişecektir. Kaynakların rivayet ettiği aşağıdaki olay, bu bağlamda çok anlamlıdır.

Ömer bin Hattab’ın Bahreyn valisi Ebu Hureyre şunu anlatıyor: “Bahreyn’den beş yüz bin dirhemle geldim. Akşamleyin Ömer bin Hattab’a (r.a.) gittim. Dedim ki: ‘Ey müminlerin emiri! Bu malı al.’ Şöyle dedi: “Ne kadar?” Ben şunu söyledim: “Beş yüz bin dirhem.” Bunun üzerine ‘Beş yüz bin dirhem ne kadar oluyor?” diye sordu, şu cevabı verdim: “Evet. Beş kere yüz dirhem.’ Şöyle dedi: “Biraz uykulusun galiba. Git, sabah olunca gel.” Sabah olunca, yeniden yanma gittim ve şöyle dedim: “Bu malı benden al.” Şöyle dedi: “Ne kadar?”, ben de “Beş yüz bin dirhem” dedim. “Temiz midir?” diye sorunca, “Bildiğim yalnızca bu” cevabını verdim. Ömer şu konuşmayı yaptı: “İnsanlar! Bize çok mal geldi. Ölçmemizi isterseniz, ölçelim. Saymamızı isterseniz, sayalım. Tartmamızı isterseniz tartalım.”  

Burada, o gün insanlar arasında hâkim olan mal hacminin bir tür değerlendirilişi görülmelidir: Ömer bin Hattab, beş yüz bin dirhemi çoksadı ve garipsedi, ilk anda kabul etmedi. Bu da Hz. Peygamber ve Ebu Bekir dönemlerinde Medine’ye gelen malın hacminin, beş yüz bine kıyasla çok mütevazı olduğunun kanıtıdır. Ancak bizzat bu miktar bile, Suriye ve Irak fetihlerindeki ganimetlerin beşte birinden pes peşe gelmeye başlayan miktarlarla karşılaştırıldığında önemli bir şey değildir:

İranlıların başkenti “Medain” ganimetleri asker başına 12 bin idi. Askerlerin sayısı 60 bindi. Bunun anlamı şudur: Medine’ye gönderilen beşte bir, en azından teorik olarak 180 milyonu buluyordu. Göreceğimiz üzere Ömer bin Hattab zamanında konulan Sevad (Dicle ile Fırat arası) haracına gelince, ilk yılında 80 milyon dirhemi buldu. “Kabil" haracı, 120 milyondu.  Ömer zamanında, Amr bin el-As eliyle fethedilen Mısır’dan yapılan tahsilat, 14 milyon dinardı (yani 140 milyon dirhemden daha çoktu).

Bunun sonucunda, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Ebu Bekir dönemlerindeki ganimetlerin hacmi ile Ömer bin Hattab dönemindeki hacmi karşılaştırırsak, kendimizi hem devlet yapılarında hem de insanların mali ve iktisadı belleklerinde zorunlu olarak temelli değişiklikler meydana getirebilecek, çok çok büyük bir farkın karşısında buluruz. Hiç kuşkusuz, belirtilen miktarlar, Bizans ve İran gibi büyük devletlerin servetleriyle karşılaştırılırsa, mütevazi görünür. Ama, o günkü devletinin durumuyla karşılaştırılırsa, gerçekten büyük meblağlardır.

Yapılarına, ihtiyaçlarına, harcamalarına bakılırsa. Burada şunu hatırlatmak gerekir: Bu devletin, ücretleri periyodik ve düzenli olarak ödenen görevlileri yoktur. Harcama yapılan zirai veya başka üretim programları yoktu. Orduya gelince, kural şuydu: Fetih için askere alınan kabileler, harcamalarını kendileri üstlenirdi. Devesiyle yol alır, azığından yer, silahıyla savaşır. Karşılığı, ganimetlerdeki payıdır: Savaşçılara dağıtılan beşte dört. Bu karşılık, harcamış olabileceğini kat kat geçerdi.  

Ortaya koymak istediğimiz şey, o günkü devletin mal ihtiyacının büyük olmadığıdır. Bundan dolayı, tasarrufu tanımayan ve böyle bir zorunluluk duymayan göçebe çöl toplumunda her şey “göçebe” olduğundan “tabii durum”, ganimetlerin “insanlar”a dağıtılmasıdır. Fiilen olan da budur.

Ebu Bekir döneminde beşte birin dağıtım yöntemi, ganimetlerin görece azlığıyla açıklanabilir. Öyle ki dağıtım bir tür üstünlüğe dayandırılırsa, daha az alanın payı çok olmaz ve açlığı gidermezdi. Belki de bu durum, Ebu Bekir’in bakış açısını da açıklar. Çünkü, denildiğine göre, bir kişi insanlara eşit ölçüde dağıtmasına karşı çıkmış ve ilk Müslümanlar ile sonrakiler arasında ayrım ve tercih yapmasını önermişti. Ona şu cevabı verdi: “İlk Müslüman olmaları konusundaki ecirlerini almışlardır. Bu mal, insanların eşit olduğu geçimliktir.” O gün “mal”, yalnızca “geçim” düzeyindeydi. Bunun için eşit dağıtımını, her şeyden önce hacmi zorunlu kılıyordu.

Ömer bin Hattab döneminde ise, durum değişiktir. Medine’ye her yönden büyük miktarlarda gelen mallar, “geçimlik” olma sınırını çok geçiyordu. Eşit dağıtım, adaletin “insanların yerlerine ait kılınması” anlamına geldiği bir toplumda ve zamanda zorunlu geçimlikten artan da insanların eşitliği anlamındaydı. O gün insanların konumları, o zamandaki her şey gibi, üç belirleyiciye mahkûmdu: Kabile, ganimet ve akide. Durum “ganimetle ilgili olduğundan, “insanların konumlan”, öteki iki belirleyiciyle belirleniyordu: “Kabile” ve “akide”. Dolayısıyla “ganimet”in dağıtımı, her ikisi de göz önüne alınarak gerçekleşecektir. Bu, aynen Ömer bin Hattab’ın yaptığıdır: İnsanlar arasında “ata” (maaş) konusunda, Hz. Peygambere (s.a.v.) yakınlık (kabile) ve Müslüman oluşta öncelik (akide) temelinde ayırım yapıyordu.

Ömer şöyle dedi: “İnsanları konularına göre belirleyiniz.” Yazdılar. Haşim oğullarıyla başladılar. Sonra hilafet sırasıyla Ebu Bekir ve kavmini, Ömer ve kavmini yazdılar. Yani ilk yeri Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kavmine, İkinciyi Ebu Bekir ve kavmine, üçüncüyü Ömer ve kavmine verdiler. Ömer bunu görünce şöyle dedi: “Aynen böyle olmasını istemiştim. Rasulullah’ın (s.a.v.) yakınlarıyla başlayıp, sırasıyla gidin; Ömer’i de Allah’ın ait kıldığı yerde yazın.”

Liste Hz. Peygamber’in (s.a.v.) amcası Abbas’la başlıyor, çünkü o en yakın akrabasıdır. Ömer, ona yıllık 25 bin dirhem (12 bin olduğu da söylenir) ayırdı. Hz. Peygamber’in hanımlarının her birine yıllık 10 bin dirhem verdi. Bedir’e katılanların her birine 5 bin dirhem, Bedir’den Hudeybiye’ye kadarkilere 4 bin dirhem, Hudeybiye’den Ebu Bekir zamanındaki ridde savaşlarına kadarkilere 3 bin dirhem, Kadisiye savaşından önceki fethe katılan savaşçılara 3 bin dirhem, Kâdisiye’ye ve Suriye’nin fethine katılanlara 2 bin dirhem ayırdı. Kadisiye ve Yermuk savaşlarından sonrakilerin her birine bin dirhem ayırdı... 

Harâc (Toprak Vergisi) Düzeni

Müslümanlar, halkın esasen tarım yoluyla geçimini sağladığı medenî bölgeler olan Suriye ve Mısır’ı fethedince, savaş yoluyla fethedilen topraklar sorunu ortaya çıktı. Çünkü uygulanagelen kural, halkı savaşsız Müslüman olan toprakların onda bir zekât ödemek şartıyla sahiplerine bırakılmasını gerektiriyordu: ittifak edilen bir miktara göre halkıyla antlaşma yapılan topraklar ile ilke olarak, ganimetlere özgü kuralın uygulanması gerekli ganimettiler. Bu da, ganimet mallan, insanlar, hayvanlar, ağaçlar ve bulunan her şeyin, ganimetlerin bölüşüm kanununa göre dağıtılmasıdır: Beşte dört savaşçıların, beşte bir ise “Allah’ın, peygamberinin...”dir, yani ordu komutanı onu “merkez”deki halifeye gönderir. Şu kadar var ki, Irak ovası, Suriye tarlaları ve Mısır bahçeleri... gibi iyi toprakların dağıtımı, kolay bir iş değildir. Bu, pek çok pratik sorunu da ortaya çıkartır. Bunların başında da bu toprakların işlenmesi ve gözetilmesi gelir. Çünkü Müslüman ordularındaki savaşçılar, büyük çoğunlukla bedevi kabilelerdir, ziraat bilmezler, oralarda çalışmayı da kabul etmezler. Hatta çalışacaklarını düşünsek bile, cihadda onların yerini kim alacaktı?

Sa’d bin Ebî Vakkas Iraktan, Ebu Ubeydebin Cerrah Suriye’den, Amr bin el-Âs ise Mısır’dan, Ömer bin Hattab’a, savaş yoluyla fethedilen topraklar konusundaki görüşünü öğrenmek için mektup yazdılar. Askerler, onların dağıtımı konusunda kendilerine ısrar ediyorlardı: “Ömer, toprakların taksimi konusunu sahabeye danıştı. Orada bulunan bir topluluk konuştu, haklarını ve fethettiklerini kendilerine dağıtmasını istedi. Ömer şöyle dedi:

“Pekiyi, sonraki nesiller gelip toprakların dağıtılmış olduğunu, atalardan miras olarak geçtiğini ve böylece kendilerinin her şeyden mahrum olduğunu görürse ne olacak? Bu, doğru bir görüş değil.”

Ömer, toprakları aynen bıraktı. Sahipleri elde edecekleri gelirden haracını ödemeleri karşılığında topraklarını işleyeceklerdi. Sa’d bin Ebî Vakkas’a şunu yazdı:

“Toprakları ve ırmakları çalışanlarına bırak ki bunlar Müslümanların atâları (maaş geliri) olsunlar. Bunları savaşa katılanlar arasında dağıtırsan, sonrakilere bir şey kalmaz.”

 

Böylelikle, İslâm devleti beytülmalinin sabit iki gelir kaynağı olmuştur. Daha önce mâliyesinde esasen savaş sırasında savaşsız (fey) veya savaşlı (ganimet) olarak düşmandan alınanlara dayanıyordu. Bu iki sabit gelir kaynağı, atâ’nın (maaşın) sürekliliğini ve devamlılığını sağlayacaktı. 

bottom of page