top of page

Hz.Osman'a Yöneltilen Eleştiriler

 

Hz. Osman’ın, Basra, Kûfe ve Mısır’dan gelen bir grup âsi tarafından, bir süre evinde muhasara edildikten sonra öldürülmesi, etkisi uzun zaman devam eden önemli hadiselerden birisidir. Hz. Osman’a karşı isyan edenlerin ve onu öldürenlerin haklı olduklarını savunanlar, icraatlarından harekede bazı iddialar ileri sürmüşlerdir.  [1]

Hz. Osman’a yönelik eleştiriler ve bu eleştirilere verilen cevaplar, birçok kaynakta yer almaktadır. Hatta bazı rivayetlere bakılırsa eleştiriler, bizzat Hz. Osman’a karşı yapılmış; o da bunları tek tek cevaplandırmıştır.[2]

Hz. Osman’a karşı ortaya çıkan muhalefetin sebebi olarak zikredilen, eleştiri konusu yapılan birçok icraatı vardır. Bunların bazıları Hz. Osman döneminde ona karşı dillendirilmiş eleştirilerdir. Söz konusu eleştirilerin Hz. Osman döneminde de mevcut olması, doğru olduktan anlamına gelmez. Bir kısmı haklı eleştiriler iken, bazılarının onu yıpratmaya matuf olarak uydurulması mümkündür. Eleştirilerin bazıları ise onun katlinden sonra, işlenen cinayeti meşru göstermek için ortaya çıkmıştır.[3]

Hz. Osman’a yönelik savunmacı Sünnî refleks, ona yönelik haksız eleştirilere bağlı olarak gelişmiştir. Hz. Osman’a yöneltilen eleştiriler, zamanla zenginleşerek artmış; Sünnîler de bunlara uygun cevaplar geliştirmişlerdir.  [4]

Şia’nın ve Haricîlerin eleştirilerinin de Ehl-i Sünnet’in savunularının da hedefi Hz. Osman’ın dinî konumuna ilişkin bir inşadır. Doğal olarak Şiîlerin ve Haricîlerin yaklaşımı, Hz. Osman’ın durumunu dinî zaviyeden sorgulamaya matuftur. Bir taraf Halife’yi cehennemlik ilan etmeye yönelik bir algı operasyonuna kalkışınca diğer taraf cennetlik olduğunu ispatlamak için karşı cevaplar üretmiştir. Zira siyasî mücadele, dinî kavramlar üzerinden yürütülmeye çalışılmıştır.[5]

Ne söylersek söyleyelim; ortada açık bir durum söz konusudur: Neticede Hz. Osman katledildi; asiler, bazı ithamlarla bu cinayetin meşru olduğunu savundular; ama iş burada bitmedi. Ümmeti daha büyük felaketler bekliyordu. Hz. Osman'ın kanının bedelini ödemek, adeta bütün ümmetin üzerine kalmıştı. Birçok kişiye bulaşan bu kam temizlemek kolay olmayacaktı. Her şeyden önce toplum bölündü. İslam ümmeti, kendisini bir camia olarak nitelerken, bu özelliğini bir daha kazanamayacak şekilde alt kimlikler oluştu. Görünüşte hepsi Müslüman, ancak görüş ve düşünceleri, hedef ve beklentileri farklı olan gruplara dönüştüler.[6]

Şahsına Yönelik Eleştiriler

Bedir Savaşma Katılmaması

Hz. Osman’ın Bedir savaşına katılmadığı yönündeki eleştiriyi ele alan Bâkıllânî, bunun büyük bir cehalet olduğunu belirterek başlar. Bu hususta en fazla, savaşa katılan başka kişinin ondan daha üstün olduğu söylenebilir. Bâkıllânî, en üstün varken, üstün olanın imametinin caiz olduğuna dair görüşüne işaret ettikten sonra, buradaki üstünlüğün onu sefere katılmaktan alıkoyan arızî bir sebebe dayandığını belirtir. Zira Hz. Osman, Resûlullah’ın emriyle, eşi olan Hz. Peygamber’in kızının hastalığı nedeniyle onunla ilgilenmesi için sefere iştirak etmemiştir. Resûlullah, “Medine’de bir topluluk geri kaldı; ancak içinde bulunduğumuz durumdan [savaştan] geri kalmış değiller.” demiştir. Ravi, Hz. Peygamber’in bu sözlerle Hz. Osman’ı kastettiği görüşünde olduklarını söylemiştir. Hz. Peygamber, onu savaşa katılanlar gibi sayarak ganimetten pay vermiştir. Eğer mazeret dışında başka bir sebeple savaştan geri kaldığını bilseydi, Hz. Peygamber’in onu yermesi, yaptığı işin ve görüşünün kötülüğü hususunda uyarıda bulunması uygun olurdu. Bunu yapmaması ise bir başkasına değil, Hz. Peygamber’e (s) eleştiri ve itham olarak geri dönerdi. [7]

Huneyn Savaşında, Savaş Alanından Kaçması

Hz. Osman’ın Huneyn savaşı sırasında savaş alanından ayrılması yönündeki eleştirileri ele alan Bâkıllânî, onun bozguna uğradığı için değil, tekrar savaşmak için dönmek ve fırsat kollamak amacıyla ayrıldığını söyler. Askerin tamamının Hz. Peygamber’in (s) yanından ayrıldığı ve onun yanında sadece amcası Abbas ile oğlu Ubeydullah’ın kaldığı; Resûlullah’ın, “Ey Muhacirler! Ey Ensâr!” diye bağırması üzerine insanların geri döndüğü zikredilir. Çatışma için tekrar dönme amacı dışında topluluğun savaş alanından ayrılması halinde, ya da Resûlullah’ın (s) onlardan uzak kaldığını bilmeden kişinin tek başına cephede kalması gerekmez. Bu günah, bütün topluluk içinden nasıl sadece Hz. Osman’a yüklenir? Kaldı ki, Hz. Osman onlara, “Eğer iş dediğiniz gibiyse Allah, beni ve savaş alanından ayrılan diğer kimseleri affetmiştir.” demiştir. Yüce Allah, “Allah onları affetti.” ve “Sonra Allah, bunun ardından yine dilediğinin tövbesini kabul eder.” ayetlerinde belirttiği gibi onları atfetmiştir. Allah, onun ve topluluğun bundan dolayı yaptıkları tövbeyi kabul etmiştir. Tövbe, günahı ve günahtan dolayı verilecek cezayı yok eder. [8]

Hürmüzân’a Karşılık Ubeydullah b. Ömer’i Kısas Etmemesi

Hz. Ömer’in yaralanmasından sonra, Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdurrahman, Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah’a, Ömer’in katili Ebu Lu’lu’yu, Hürmüzan ve Cufeyne ile bir arada gördüğünü haber verdi. Bunun üzerine Ubeydullah ibn Ömer, intikam hırsıyla, Hurmuzan’ı Cufeyne’yi ve Ebu Lu’lu’nun kızını öldürdü. Hatta Ubeydullah öldürdüğü insanlar için pişman olacak yerde, “Öldürmedik hiçbir yabancı bırakmayacağım.” şeklinde tehditler bile savurdu. Görülüyor ki, Hz. Ömer’in oğlunun ırkçılık damarlan kabarmıştı.[9]

Katil Ubeydullah hapsedildi. Sahabe arasında buna verilecek cezanın tartışılmasına başlandı. İslam hukukuna göre, suçlan kesinleşmemiş üç kişiyi öldüren Ubeydullah’a kısas yapmak gerekmekteydi. Üstelik Ebu Lu’lu’nun kızı suç işleyebilecek yaşta bile değildi. Onun olabilecek tek suçu Ebu Lu’lu’nun kızı olmasıydı. [10]

Katilin cezalandırılıp cezalandırılmaması konusunda önemli tartışmalar oldu. Başta Hz. Ali olmak üzere, sahabenin bir kısmı, kısas yapılmasını istemekteydiler. Hatta Hz. Ali, Ubeydullah’a: “Ebu Lu’lu’nun kızını öldürdüğünde, o kızın ne suçu vardı?” diye sormuştu. Bu konuda İbn Sa’d şu değerlendirmede bulunmaktadır: “Ubeydullah’ın, Hürmüzan, Cufeyne ve Ebu Lu’lu’nun kızını öldürdüğü gün, yeryüzünü karanlık kaplamıştı” yani, o gün büyük bir zulüm işlenmişti. [11]

Hz. Osman, sahabenin ileri gelenleri ile görüştü. Çoğunluğun görüşü, Ubeydullah ibn Ömer’in kısasen katledilmesinden yanaydı. Fakat Halife Osman, kısas yapmaktan vazgeçti. Cufeyne ve Ebu Lu’lu’nun kızını dikkate almayan Hz. Osman, Hürmüzan konusunda da kendi uygulamasının doğruluğunu şöyle savunmuştu: “Hürmüzan bir Müslümandı. Varisi olmayanın varisi tüm Müslümanlardır. Ben de sizin imamınızım; bundan dolayı, Ubeydullah’ı affettim.” Böylece, öç almak için katliamda bulunan bir zat, kamu düzenini korumakla görevli devlet başkanı tarafından bağışlandı. [12]

Görüşmeler yapıldığı sırada Mikdad ayağa kalkarak: “Senin Allah ve Rasûlü'nün olan bir şeyi hibe etmeye hakkın yoktur.” şeklinde sert bir yanıt verdi.[13]

Halifenin bu kararına sinirlenen Hz. Ali, Ubeydullah’a dönerek, “Ey fasık, eğer bir gün elime imkân geçerse, Hürmüzan’ın yerine seni öldüreceğim.” uyarısında bulunmuştu. Hz. Ali halife olunca, Ubeydullah ibn Ömer Şam’a, Muaviye’nin yanına kaçtı. Nihayet, Sıffin’de Muaviye’nin tarafında Hz. Ali’ye karşı savaşırken öldürüldü.[14]

Hz. Osman’ın böyle bir hukuki olayda, kişiye göre ceza verme anlayışı, ona karşı olanlar tarafından, onun hilafete, Kur’an'ın koyduğu sınırlan aşmakla başladığı ileri sürülerek eleştirildi. Şüphesiz halife bu kararı verirken, Amr b. El-As’ın “Dün Ömer öldürüldü, bugün de oğlunun öldürülmesi doğru olmaz." şeklindeki görüşünü dikkate almıştı. Mecliste bulunan diğer sahabe de henüz babasının acısı içerisinde iken bir de oğlunun öldürülmesini kabul etmemişlerdi.  [15]

Bâkıllânî, Ubeydullah’ın Hürmüzân’a karşı kısas edilmemesine yönelik eleştirileri batıl görmektedir. Zira Hz. Osman bunu, ancak danışmak suretiyle ümmetin ve çoğunluğun görüşüne başvurarak yapmıştır. Hâdise meydana geldikten sonra ona, “Dün babası öldürüldü. Bugün de kendisi öldürülürse küfür ve İslâm memleketlerinde bu mesele konuşulur. Din zayıf düşer ve Müslümanların otoritesi sarsılır.” denmişti. Ayrıca ona, Farslılara ve Mecusiliğe hamiyeti nedeniyle Hürmüzân’ın Hz. Ömer’i öldürmeye teşvik ettiğini, samimi bir Müslüman olmadığını, Hz. Ömer’in kendisine verdiği 20 dirhem atiyyeyi az bulduğunu söylediler. Öte yandan Hz. Ömer’in öldürüldüğü gün katilin Hürmüzân’ın evinden bir hançerle çıktığı ve bu hançerin elbiselerinin altında görüldüğü de zikredilmiştir. Bu sebeplerle Hz. Osman’a, Hürmüzân’ın yaptığının yeryüzünde fesat çıkarma gayreti olduğunu, başına gelenleri hak ettiğini, ancak ona cezasını halifenin vermesi gerektiği halde Ubeydullah’ın cezayı kendi eliyle verdiği için yanlış yaptığını, öte yandan Ubeydullah’ın yaptığının onun döneminden önce meydana geldiğini, o sırada cezayı verecek kimse bulunmadığını, bunlardan dolayı ona herhangi bir ceza vermesinin gerekmediğini söylemişlerdir.[16]

İbn Arabi, Hurmuzan’ın elbisesinin altında kılıç gezdirdiğini belirterek, onu, Ömer’in öldürülmesine yardım etmekle suçlamakta ve Ubeydullah’ın haldi olduğunu ileri sürmektedir. [17]

Ancak, her iki yazar da Cufeyne ve Ebu Lu’lu’nun kızından söz etmemektedirler. Acaba bu alimlere göre, Cufeyne Hıristiyan olduğu için, küçük kızın da babası, Hz. Ömer’i öldürdüğü için mi öldürülmeyi hak etmişlerdi? [18]

Hz. Peygamber’in Yüzüğünü Kaybetmesi

Hz. Osman, 30 (650) yılında Hz. Peygamber’den intikal eden ve üzerine “Muhammed Rasûlullâh” yazan hilâfet mührünü Erîs Kuyusu’na düşürmüştü. Yüzüğün bulunması için kuyunun suyu tamamıyla boşaltıldı. Çıkarılan çamur üç gün boyunca didik didik arandı, fakat yüzük bulunamadı. Mühürün bu şekilde gayri ihtiyari düşürülmesi de onun aleyhinde propaganda maksadıyla kullanıldı.  [19]

Bazı Dinî Uygulamaları ile İlgili Eleştiriler

Cuma Namazında Okunan Ezan Sayısını İkiye Çıkarması

Hz. Osman’a yöneltilen bir eleştiri Cuma namazı sırasında bir defa okunan ezan sayısını -dış ezan ve iç ezan şeklinde- ikiye çıkarmasıdır. Hz. Osman’dan önce tek ezan okunur, ardından da hatip hutbeye çıkarak hutbesini irad eder; sonra da namazı kıldırırdı. Yani bugünkü iç ezanın karşılığı olan tek bir ezan okunurdu. Bazı Müslümanlar, bahçe ve tarlalarında çakşırken ezan sesini duyar duymaz, mescide gitmek üzere harekete geçtiklerini, ancak namaza yetişemediklerini söylemeleri üzerine Hz. Osman, Müslümanları namaz vaktinin yaklaştığından haberdar etmek üzere bir ön ezan okutmaya karar vermiş ve bu uygulaması, günümüze kadar devam ediliştir. [20]

Kur’an-ı Kerim’i Çoğaltıp Dağıtması

Hz. Osman, eyaletlerde baş gösteren kıraat farklılıklarını gidermek maksadıyla Kur’an-ı Kerîm’i istinsah ettirmesi sırasında diğer Kur’an nüshalarını imha ettirmesi sebebiyle de bazı tenkitlere maruz kaldı. Onun bu işi genelde takdir ve övgüyle karşılansa da bunu tenkit edenler de oldu. Sonradan kanaatlerini değiştirseler de, Abdullah b. Mes‘ûd ve kıraati ondan öğrenen Kûfeliler, buna karşı çıkmışlardı. Kûfe’deki yönetim muhalifleri de bundan istifade etmeye çalıştılar. [21]

Mina’da Namazı Tam Kılması

Hac sırasında namazı seferi olarak kılması gerekirken mukim kişiler gibi namazı tam kılması, Hz. Osman’a yöneltilen eleştirilerden biridir. Bâkıllânî, Mina’da kılınan namazın seferi namazı olduğunu, bu namazın tam olarak da kısaltılarak da kılınabileceğini söyleyerek söz konusu eleştiriyi reddeder. Hz. Peygamber de seferde namazı bazen tam kılar; bazen kısaltırdı. Hz. Âişe ve başka bazı Sahâbîler de bu namazı özellikle tam kılıyorlardı. Hiç kimse bunu eleştirmemiş ve günah saymamıştır. [22]

Öte yandan Hz. Osman, bu uygulamasında iki delile dayanmıştır. Birincisi, “Ailem Mekke’de olduğu için mukim oldum ve seferi hükmünden çıktım.” demiştir. İkincisi, “Arapların, memleketlerine giderek namazı iki rekât kıldıklarını ve 'Namaz kısaldı.’ dediklerini duydum. Bu sebeple şüpheye düşmelerinden korktum.” demiştir. [23]

Yönetim Anlayışı

Hz. Osman, haya sahibi ve yumuşak huylu olarak bilinirdi. Haya, sahibinin hoşlanılmayan birçok şeye göz yummasına sebep olur. Yumuşak huyluluğa gelince, o da kişiyi Müslümanlar arasında fitne çıkmasından korkarak ve bu fitne kapısının kendi eliyle açılmamasını arzu ederek fedakârlığı kendi nefsinde yapmaya zorlar. Hz. Osman’ın hutbelerini ve mektuplarım inceleyen kimse, ondaki bu yapıyı anlamakta gecikmez. Hz. Osman’ın şahsına eziyet yapan ve hakkında çirkin şeyler söyleyenler için bile kötü bir söz söylemekten kaçınmıştır. Bu, hukema nezdinde iyi bir şey olsa bile, halk idaresinde katiyen iyi netice verici bir yol değildir.  [24]

Hz. Osman’ın yumuşak huyluluğu, onu, kendisine karşı ayaklanan bozguncuların cezalandırılması için herhangi bir tedbir almaktan alıkoyar ve fitnecilerin fazla zorlanmaksızın organize olmasına imkân sağlar. Hac mevsiminde valileri Medine’de topladığında, ona uydurma propagandalarla halkı ayaklandırmak isteyen fitnecilere karşı şiddet kullanmasını teklif ederler. Valilerin hemen hepsi aynı görüştedir. Halbuki o, bunların sözlerine aldırmaz, tam aksine fitnenin kapısını açmış olmamak için şiddet yerine yumuşaklığı seçer.  [25]

Akrabalarına Karşı Zafiyeti

Amcası el-Hakem’in Sürgün Cezasını Kaldırması

Hz. Osman’ın, amcası el-Hakem b. Ebi’l-Âs’ın sürgün cezasını kaldırması, daha sonraları eleştiri konusu yapılmıştır. el-Hakem, Hz. Peygamber tarafından Tâif’e sürülmüş; Hz. Osman’ın Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde onun affedilmesini sağlama teşebbüsleri sonuçsuz kalmış; nihayet halife olmasıyla birlikte sürgün cezası kaldırılmıştır. [26]

Sürgün hadisesi Hz. Peygamber (s) zamanında yaşanmıştı. Hz. Osman, Hz. Ebû Bekir döneminde amcasının sürgününün kaldırılması için Hz. Peygambere başvurduğunu, Hz. Peygamber’in sürgünü kaldıracağına dair söz verdiğini söylemiş; ancak Hz. Ebû Bekir’in şahit istemesi üzerine şahit gösteremediği için Hz. Ebû Bekir bu sürgünü kaldırmamıştır. Benzer bir durum, Hz. Ömer zamanında tekrar edilmiş; ancak Hz. Ömer de sürgünü kaldırmayı kabul etmemişti. [27]

Hz. Osman halife olunca sürgün cezasını kaldırdı. Amcası el-Hakem’i Medine’ye getirtip ona -kendi kesesinden- önemli miktarda mal verdi; ayrıca oğlu Mervan’ı yanına aldı. Mervan, Hz. Osman döneminin kâtibi olarak önemli bir nüfuz elde etti. Öyle ki, Hz. Osman'ın mührünü yanında taşıyacak kadar yönetimde söz sahibi olmuştu. [28]

Bakıllânî, Hz. Osman’ın amcası el-Hakem’in cezasının kaldırıldığına dair söylenenleri batıl olarak değerlendirmektedir. Zira insanların çoğu böyle bir şeyin gerçekleştiğini inkâr etmekte ve el- Hakem’in Hz. Peygamber’in izniyle gittiğini, kör olup yaşlandığını, bu sebeple Resûlullah’tan (s) ailesinin yanına gitmek için izin istediğini Resûlullah’ın (s) da ona izin verdiğini söylemektedirler. Yine bir başka tarikte, Hz. Osman’ın Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’e, “Resûlullah’tan (s) geri gelmesi için izin istedim; o da izin verdi.” dediği, ondan söyledikleri için bir başkasının şahitlik yapmasını istedikleri, ancak şahit getiremediği, halife olduğunda Resûlullah’ın (s) ona emrettiğini icra ettiği rivayet edilir. Bu, yöneticinin onunla amel etmesi ve ilmiyle karar vermesi caiz olmayan hükümlerden değildir. [29]

Devlet Gelirlerinden Akrabalarına Daha Çok Vermesi

Hz. Osman'ın tenkit edilmesine sebep olan uygulamalarından birisi de devlet imkanlarını ailesine tahsis etmesidir. [30]

 

Ali, Zübeyr, Talha, Sad ve Abdurrahman gibi sahabiler, onun bu şekilde akrabalarına devlet hazinesinden yardım yapmasını tenkit edince halife akrabaya iyilik ettiğini söylüyordu. Hz. Osman'ın bu tavırları sahabe içinde tepkilere neden oluyordu. Bir defasında Medine'ye getirilen zekât develerini Mervan b. Hakem’in ailesine hediye etmişti. Bunu duyan Abdurrahman b. Avf, derhal harekete geçerek bu develeri onlardan aldı ve halka dağıttı. İbn Avf durumu kendisine şikayet eden sahabilere, Osman’ın halife seçilme aşamasında, “kendisine verdiği sözü bozduğunu" söylüyordu. [31]

Hz. Osman'ın akrabalarına sağladığı devlet imkanları konusunda en fazla spekülasyon, bedeli çok büyük meblağlara ulaşan Ifrikiye ganimetleri üzerinde yapılmıştır. Buna göre halife, Abdullah b. Sa'd'ı Kuzey Afrika seferine gönderirken şayet fetihleri başarıyla tamamlarsa, ganimetlerin bir kısmını kendisine vereceğini vaat etmişti. Ifrikiye fetihleri sonucunda elde edilen bir buçuk milyon dinar ganimetin söz verilen miktarı valiye takdim edildi. [32]

Abdullah, payını aldıktan sonra ganimetlerin beşte birini Medine'ye göndermiş ve yapılan müzayede sonucunda ganimetler Mervan'a satılmış, o da aldığı ganimetlerden kaynaklanan borcun bir miktarını ödemiş, geri kalanı ise halife tarafından bağışlanmıştır. Bu kadar yüksek meblağın hazine adına Mervan'dan tahsil edilmemesi Müslümanlar arasında rahatsızlığa sebep olmuştur. [33]

Bâkıllânî’ye göre onun Mervân’a İfrikıyye’nin bütün humusunu (1/5) verdiğine dair söylenenler batıl ve vehimdir. Hz. Osman, Allah yolunda infak etmesi, malını ve canını dine yardım için harcamasının yanında Allah’tan en çok sakınan, en temiz şahsiyetlerden biriydi. [34]

Ayrıca Halife, Mervan’ın kardeşi olup Medine pazar görevlisi olarak görevlendirdiği Haris b. Hakem’e sadaka develerini ve amcası Hakem’e de 300 bin dirhem tutarında sadakayı hibe etmişti. Said b. As'a yüz bin dirhem, damadı Abdullah b. Halid b. Useyd'e Basra hazinesinden 600 bin dirhem vermişti.  [35]

Hz. Osman, bu sebeple beytülmal görevlisi Abdullah b. Erkam ile tartışmıştı.  Mervan’ın kardeşi hazineden para almak istemiş, Abdullah b. Erkam vermeyince halife buna kızarak "Sen bizim bir memurumuzsun vereceksin.” deyince İbn Erkam “Ben ümmetin hazinesinin vekili zannediyordum sizin ailenizin değil” diyerek hazinenin anahtarlarını mescitte halifeye fırlatıp işi bırakıştı. Hz. Osman’ın daha soma gönlünü almak için gönderdiği üç yüz bin dinarı da reddetmişti.  [36]

Hz. Osman, akrabasına devlet hazinesinden yardımda bulunmasını sıla-i rahim ile izah etmiştir: "Ebu Bekir ve Ömer, ellerinde olan hakkı terk ettiler, akrabalarına mal vermediler. Ben ise malı aldım ve akrabalarını arasında taksim ettim”.  "Onlar, Beytülmal hususunda hem kendilerini hem de akrabalarını sıkıntıya sokmaktan hoşlanıyorlardı. Fakat ben sıla-i rahmi tercih ediyorum". [37]

«Benim aile ve akrabamı sevdiğimi ve onlara mal verdiğimi söylediler. Gerçek şu ki, ben onlara kendi malımdan veriyorum ve Müslümanların malını kendim için ve başka biri için helal saymıyorum. Ben Rasûlullah, Ebû Bekr ve Ömer zamanında kendi öz malımdan geniş ölçüde atıyye veriyordum. Hem o zamanlar ben mala daha düşkün, daha sıkı idim, şimdi ailemin en yaşlısı iken ve ömrüm geçmişken, neyim varsa aileme terk etmişken mi mala düşkün olacağım?» [38]

Gelişen olaylardan Hz. Osman'ın benimsediği sıla-i rahim düşüncesinin Emevi ailesi tarafından istismar edildiği anlaşılmaktadır. Onların bu nevi tavır ve davranışları yönetim aleyhine fikirlerin yayılmasına sebep olduğu gibi, memleket dahilinde fitne çıkarmak isteyenlere de malzeme vermiştir. [39]

Bu konudaki haberlerin çarpıtıldığı, halifenin kendi malından yaptığı bağışları, beytülmalden yaptığı şeklinde gösterildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Osman, isyancılarla yüzleşme sırasında, bu bağışları kendi malından yaptığını söylemiştir.[40]

Hz. Osman, asilerin Medine’ye ilk gelişlerinden sonra kendisine yönelik malî ithamlarla ilgili bazı açıklamalar yapmış ve yanlış anlamadan ya da zandan kaynaklanan eleştirilere açıklık getirmiştir. Bununla birlikte bu eleştiriler halk arasında yayıldığı için hilafet merkezinde yapılan açıklamalar, taşradaki ahalinin kanaatini değiştirmesini sağlamıyordu. Öte yandan Hz. Osman’a yöneltilen malî Konularla ilgili eleştirilerin bir bölümü, onun vefatından sonra mücadele yıllarında ve daha sonrasında Hz. Osman’ın öldürülmesini meşrulaştırmak amacıyla ortaya çıkmış olmalıdır. [41]

Hz. Osman’ın Kendi Kabilesinden Olanları Yönetime Getirmesi

Hz. Osman, Hz. Ömer'in bıraktığı valileri ilk başlarda görevlerinde tuttu. Sonra bunları yavaş yavaş azledip yerine yenilerini atadı. [42]

Hz. Osman, halife olduktan yaklaşık iki yıl sonra, Beytülmal amili Abdullah b. Mes'ûd ile arasındaki anlaşmazlık sebebiyle Küfe valisi Sa'd b. Ebû Vakkas'ı azlederek yerine anne bir kardeşi Velid b. Ukbe'yi tayin etti. Halef-selef valilerin görev değişimi esnasında aralarında geçen diyalog, Emevilerin devlet anlayışını ve iktidar-kabile ilişkisini açıkça ortaya koyar: [43]

Sa'd, Velid'e "bu göreve gelmek için senin zekân mı arttı, yoksa biz mi ahmaklaştık?" diye sorduğunda “Ebû İhsak, bu bir mülktür, mülk bir gün birisi tarafından, ertesi gün birisi taraflıdan alınır" cevabını duyunca, "sizler bu görevleri artık bir mülk haline getirdiniz" diyerek tepki göstermiştir.’

Hz. Osman Kûfe'de başlayan kadro değişikliğine devam ederek önce Mısır valisi Amr b. El-As'ın yerine süt kardeşi Abdullah b. Sa'd’ı (27) tayin etti. [44]

Bundan iki yıl sonra da Ebû Mûsa el-Eş'ari'yi azlederek dayısının oğlu Abdullah b. Amir'i Basra valiliğine atadı.[45]

Halife daha önce kendisinin tayin etmiş olduğu Velid b. Ukbe'yi Kûfelilerin şikâyeti üzerine görevden almasından sonra onun yerine yine kendi kabilesinden Sa'id b. el As'ı getirdi.  [46]

Eyalet valilerini sırasıyla değiştirip yerlerine Ümeyyelileri atayan Hz. Osman'ın politik tasarrufta bulunmadığı tek eyalet Şam'dır. Zira Hz. Ömer döneminden beri bölgeyi idare eden Muaviye b. Ebû Süfyan zaten Ümeyyelidir. Hz. Osman onu değiştirmek bir yana, daha önce Umeyr b. Sa'd'ın yönetiminde olan Hama, Hıms ve Kınnesrin gibi şehirleri ve Abdurrahman b. Alkame'nin idaresindeki Suriye bölgesi topraklarının yönetimini de Şam valiliğine bağlamıştır. [47]

İktidarın bütün kilit görevlerine Ümeyyelileri getiren Hz. Osman, bunlara ilave olarak günümüzde başbakanın yetkilerini haiz Devlet Katipliği makamına da amcasının oğlu Mervan b. Hakem'i tayin etmiştir. [48]

Atadığı vali listesindeki 12 görevlilerden sadece altı tanesinin Emevi olmasından yola çıkarak Hz. Osman’ın Emevileri kayırmadığı gibi bir savunma yapılmaktadır. Ancak hemen ifade edelim ki, onun Emevilerden atadığı valilerin hepsi ordugâh şehirlere dolayısıyla ganimetin geldiği yerlere atanmıştır. Yani paranın başını tutanlar Emevilerdir. Diğer valiliklerin mali yönden çok etkisi yoktur. [49]

Hz. Ömer döneminde Müslümanların ileri gelenlerinden oluşan istişare müessesesi de onun zamanında adeta Emevilerin aile meclisine dönüştü. Bunun sonucunda da yönetimin aldığı kararlar toplumsal meşruiyetten mahrum kalmış oldu. İlk iki halife döneminde problemlerin çözümünde büyük rol oynayan şûra, Hz. Osman döneminde bizzat problemin kaynaklarından biri olarak görülmeye başladı. Bu durum halifeyi bütün Müslümanları temsil etmekten uzaklaştırıp bir aileye dayanan fiili saltanat yönetiminin icracısı konumuna getirdi. [50]

Hz. Osman'ın siyaset anlayışı ne Hz. Peygamber'in (sav), ne de ondan sonraki iki halifenin icraatına uyuyordu. Allah Rasûlü (sav), Hz. Ali hariç hiçbir Haşimi'yi önemli bir göreve getirmemişti. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer de akrabalarını devle! idaresinden uzak tutma konusunda özel hassasiyet göstermişler, bununla Hz. Peygamber (sav) döneminde üstü küllenen kabilecilik heyecanının yeniden canlanmasına engel olmak istemişlerdi. [51]

Hz. Osman, takip ettiği bu politikayla esasında halife seçilirken vermiş olduğu sözün de hilafına hareket etmiş oluyordu. Çünkü hakem Abdurrahman b. Avf Allah'ın kitabı, Peygamber'in (sav) sünneti ve ondan sonraki halifelerin yolundan gitmesi şartıyla kendisine biat edeceğini söylemiş, Hz. Osman da bu konuda söz vermişti. Üstelik Hz. Ömer de onu akrabalarına karşı dikkatli olması hususunda açıkça uyarmıştı.  [52]

Hz. Ömer’in yaptığı gibi valilerine hesap sormayı da kaldırınca problemler başlamıştır. Bu sebeple bir seferinde Hz. Ali, Talha, Zübeyr, Hz. Osman’a hitaben "Ömer senden Emevi ailesinden sakınmanı söylememiş miydi?” diye sorgulamışlardı da Hz. Osman susmak zorunda kalmıştı. [53]

Değerlendirme

Araştırmacılar Hz. Osman'ın devlet görevlerine yakınlarım getirmesini, onun akrabaya düşkünlüğü ve sıla-i rahme verdiği önemle açıklamaya çalışırlar.  Buna göre halife kendi akrabalarını idareye getirmek suretiyle vilayetlerin yönetiminde ve merkezde birliği sağlamak istemiş, akrabası olan kişilerin kendi sözünü daha iyi dinleyeceklerini ve yönetimde kontrolün bu şekilde sağlanacağım ümit etmiştir. Ancak Hz. Osman icraatında bu ve benzeri hedefleri gütmüş olsa da beklediği neticeyi alamamış, hatta tam tersi sonuçla karşılaşarak yakınlarının siyası ihtiraslarının kurbanı olmuştur. [54]

Her ne niyetle gerçekleştirilmiş olursa olsun, halifenin yönetimde akrabalarım istihdam etme siyaseti Müslüman toplumu oldukça rahatsız etmiştir. [55]

Mevdudi, halifenin uygulamalarına karşı ortaya çıkan rahatsızlıkları ve sebeplerini şöyle izah eder: [56]

Her şeyden önce Hz. Osman devrinde işbaşına gelen Beni Ümeyye'nin çoğu "Tuleka" zümresindendir. Bu şahıslar, Risalet döneminde, Mekke'de Hz. Peygambere (sav) karşı mücadele eden tarafta yer almışlar, ancak Mekke fethinden sonra gönüllü gönülsüz Müslüman olmuşlardı. Şam valisi Muaviye, Küfe valisi Velid b. Ukbe, devlet kâtibi Mervan b. Hakem bunlardandı. Mısır valisi Abdullah b. Sa'd ise Müslüman olduktan sonra irtidat etmiş, fetih gününde ancak Hz. Osman'ın tavassutu ile öldürülmekten kurtulmuştur. Bunlar İslam'ın ilk dönemlerinde tam bir inanç ve sadakatle İslam a girmiş, Hz. Peygamber in (sav) terbiyesi altında yetişmiş insanlar da değillerdi. Gerçekten onlar işinin ehli, iyi idareci olabilirlerdi. Ama İslam dininin asıl gayesi milletlere ve ülkelere tahakküm etmek değil, bütün insanlığa doğruluğu, ahlakı ve fazileti göstermekti. Bu durumda Müslümanların idaresi gibi mühim vazifeler öncelikli olarak ahlaklı kişilere teslim edilmeliydi. Dolayısıyla adı geçenlerin devlet idaresinde görevlendirilmesi maslahata uygun değildi. [57]

Müslümanların yönetimine getirilecek insanların en mükemmel, en temiz ve en dürüst şahıslar olmaları gerekirdi. Oysa Hz. Osman'ın bürokratlarının hemen hepsinin geçmişte sabıkası vardı; örneklendirmek gerekirse Kufe'ye tayin edilen Velid b. Ukbe, Hz. Peygamber (sav) tarafından Hicretin 9. yılında Mustalikoğulları'nın zekatını toplamak için gönderilmiş, fakat o, geçmişte kendileriyle problem yaşamış olduğu bu kabilenin sadaka vermekten kaçındığını söyleyerek vazifesini tamamlamadan geri dönmüş, bunun üzerine hakkında ayet inmiş ve münafık olarak tavsif edilmişti. Mısır valiliğine getirilen Abdullah b. Sa'd, Medine'ye hicretten sonra tekrar Mekke'ye dönmesi sebebiyle mürted kabul edilmiş, Mervan b. Hakem de babasıyla birlikte Hz. Peygamber (sav) tarafından sürgüne gönderilmiş olması nedeniyle "Turid b. Tarid Kovulmuş oğlu kovulmuş" olarak tanınır olmuştur. [58]

Bütün bu olumsuz imajlarına ve haklarında yapılan ithamlara rağmen komutanlık ve valilik görevlerine getirilen Ümeyyeli bürokratların büyük bir kısmının yüklendikleri vazifelerin ehli ve kabiliyetli kişiler oldukları şüphesizdir. Gerçekten de bunlar başarılı yönetim sergilemişler, geniş fetih hareketleri gerçekleştirmişlerdir. Fakat, "bütün liyakatli kişiler Beni Ümeyye içindeydi, Müslümanlar arasında başka yetenekli kimse yoktu, bu nedenle İdari görevlere sadece onlar getirildiler" denemez. Zira o dönemde başka ailelere mensup kabiliyetli idareciler de vardı ve kendilerine imkân verilseydi onlar da başarılı hizmetler görebilirlerdi. Dolayısıyla Horasan'dan Kuzey Afrika'ya kadar uzanan ülkelerin idaresinin yalnız, bir sülaleye mensup kişilerin eline geçmesinin, sadece kabiliyetle ve iş bilmekle izah edilmesi mümkün değildir. [59]

Hz. Osman'ın gerçekleştirmiş olduğu tayinleri bir ölçüde makul karşılamak mümkündür. O, devletin başkanıdır, idarecisidir ve istediği kişileri vazifeye getirme hakkına sahiptir. Nitekim selefleri de onun gibi bazı valileri görevden alıp yerlerine başkalarını tayin etmişlerdir. Fakat, Hz. Osman'ın diğerlerinden farklı ve tenkit edilen uygulaması, azledilen valilerin yerine sadece Ümeyyeli olanları tayin etmesi olmuştur. [60]

Politika Değişikliğinin Sonuçları

Hz. Ömer'den sonra hilafete geçen Kureyş'in zenginlerinden Hz. Osman, yaşayış tarzı ilk iki halifeye benzese de halkla ilişkilerinde daha çok akrabaları Ümeyyeoğullarının etkisinde idi. Valilikleri akrabalarına tahsis ediyor, başına buyruk olan Emevi kökenli valilerini azletmiyordu. Onun akrabalarını çok sevmesi ve kendilerine fazla güvenerek idarenin önemli bir kısmını onlara teslim etmesi hem Kureyş’in diğer kollan, hem de diğer Arap kabileleri arasında kendisine karşı bir hoşnutsuzluğun oluşmasına sebep olmuştu. [61]

Bu dönemde gerçekleşen politika değişikliği ilk önce Kureyş içinde tarihten gelen Emevi-Haşimi rekabetini tekrar canlandırdı. Hz. Peygamber'in (sav) kabileler üstü konumu sebebiyle bu mücadele ağırlığını kaybetmişti. Rasûl-i Ekrem'den (sav) sonraki halifelerin Teym ve Adi'den seçilmiş olmaları sebebiyle Ümeyye ve Haşimiler iktidardan uzak kaldıkları için, bu iki kabile arasında iktidar mücadelesi geri plana düştü. Ancak Hz. Osman'ın halife olması ve ardından Emeviler lehine siyasi kararlar alması, bu soyun tarihi rakibi olan Haşimileri tabii olarak muhalefet yapmaya sevk etti. Ayrıca idareden çeşitli nedenlerle memnun olmayanlar Emevilere karşı Haşimilerin yanında toplanmaya başladılar. Sonuçta Müslümanlar Emevi taraftarları ve Haşimi taraftarları şeklinde ikiye bölündü; iki aile arasındaki siyasi rekabet, zamanla nüfuz alanını genişleterek bütün toplumu daha da etkiler hale geldi. [62]

Hz. Osman'ın siyaset anlayışı, sadece Kureyş içinde Emevi-Haşimi şeklindeki bir siyasi bölünmeye sebep olmakla kalmamış, diğer Arap kabilelerinin de asabiyetlerini açığa vurmalarına ve idare aleyhine tavır belirlemelerine sebep olmuştur. Bunun sonucu olarak, o dönemde yeniden canlanan Emevi-Haşimi asabiyeti mücadelesine Kureyşli olan ve olmayan Araplar şeklindeki rekabet de eklenmiştir.  Kureyş'e mensup olmayan Bekr, Abdülkays, Rebia, Ezd, Kinde, Temim, Kudaa gibi Arap kabileleri İslam'a daha sonra dahil olmalarına rağmen fetihlere büyük katkı sağlamışlardı. Buna rağmen ordu komutanlığı ve valilik gibi mevkilerin genelde Kureyş'in tekelinde olması zaman içinde onlar tarafından problem edilmeye başlandı. Ayrıca bu dönemde Küfe, Basra ve Mısır gibi eyaletlerin gelirlerinin başkente aktarılıyor olması da yönetime karşı hoşnutsuzluğu körükledi. Hz. Osman döneminin özellikle ikinci yarısında eyaletlerdeki kabileler Hz. Osman'ın şahsında Emevi idaresine, fakat aslında Kureyş'in siyasi hakimiyetine karşı açıkça tavır göstermeye başladılar.[63]

Kûfelilerin şehirlerine vali tayin edilmesini sağladıkları Ebû Musa, Yemen asıllı Eş'ar kabilesine mensuptur. Bu durumda yönetim sürecinin sonuna doğru Hz. Osman'ın, Kureyş'in önemli bir kısmıyla birlikte Kureyş harici Arapların da desteğini kaybettiği sonucunu çıkarmak mümkündür. Bilhassa Irak Yemenileri yönetimin en açık muhalifi durumuna gelmişlerdir. Nitekim Hz. Osman'ın evini kuşatmak için gelen asilerin Muhammed b. Ebû Bekir dışında tamamının Kureyş dışındaki kabilelere mensup olması tesadüf değildir. [64]

Sahabeye Baskı Yaptığı Eleştirisi

Hz. Osman halifeliği öncesi herkesle iyi geçinen, cömert, toplumsal ilişkileri güçlü bir şahıstı. Bu şahsiyeti onun halifeliğe tercih edilmesini sağlamıştı. Ancak halifeliğinin ilk yıllarından sonra onu bu makama tercih eden toplumun kendisine olan güvenini yitirmesine sebep olmuş dahası bu toplumdaki bazı sahabilere dayak ve hakaret gibi tavırları uygun görmüştü. Bu sebeple Medine’deki sahabiler, halifeyi öldüren muhaliflere karşı Hz. Osman’ın yanında yer almamışlar onu yalnız bırakmışlardı. [65]

Ebû Zer el-Gıfârî’yi Rebeze’ye Sürmesi  

Ebu Zer’in ilk Müslümanlardan olduğu bilinmektedir. [66]

Ebu Zer, Şam bölgesindeki fetihlere katılıyor, bu esnada gerekirse Muaviye’yi tenkit ediyordu. Nitekim Anadolu’ya yapılan bir fetih sonrası elde edilen ganimetlerin dağıtımı sırasında ganimete “Allah'ın malı" diyen Muaviye’ye karşı "Müslümanların malı" denmesi gerektiğini savunmuştu.  [67]

Ebu Zer, Muaviye'nin Şam'da yaptırdığı sarayın Müslümanların malından yapıldıysa haram, kendi malından yapıldıysa israf olduğunu söylüyor, her gittiği yerde “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem veriri bir azabı müjdele! (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): “İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın” ayetini okuyor ve onun, hitapları Muaviye ve çevresini rahatsız ediyordu. [68]

Muaviye halifeye haber göndererek Ebu Zer'in "fitne çıkardığını, halkı kışkırttığını” belirtti. Bunun üzerine halife onun Medine'ye gönderilmesini istedi. [69]

Ebu Zer, Medine’de halife ile görüştü. Ona da aynı fikirlerini aktardı ve halifeye karşı mescitte Tekasür suresinin ilk ayetini okudu. Hz. Osman ise ona, "Ey Eba Zer! Ben ancak bana düşenleri yerine getirebilirim. Müslümanları da gayret sarf etmeye ve iktisatlı davranmaya davet edebilirim. Zühd ve takvaya bağlanmaları konusunda onları mecbur edemem." dedi. Ancak Ebu Zer, fikirlerini anlatırken kenz ayetini kullanmaya devam etti. Hatta Mervan'a kardeşi Haris b. Hakem'e ve Abdullah b. Erkam'ın yerine hazine görevliliğine getirilen Zeyd b. Sabit’e verilenleri açıkça eleştirdi ve onları ateşle müjdeledi. Halifenin Tuleka ile çalıştığını, halkın arazilerini gasbettiğini, yeni yetmeleri idareye getirdiğini söyledi. Bu durum halifeyi rahatsız edince Ebu Zer, "Halife ayeti okumaktan da mı engelliyor? Vallahi halifeyi memnun etme pahasına Allah’ı kızdıramam” diyordu. [70]

Sonuçta halife, ilk Müslümanlardan olup türlü işkencelere katlanan Ebu Zer’i Rebeze’ye sürdü. Ebu Zer, Mekke, Beytu'l-Makdis (Kudüs) gibi diğer şehirlere gitmeyi istese de halife “fitneye devam edebileceği gerekçesiyle” razı olmadı. Ebu Zer, halifenin emriyle sürüldü ve bu sürgünü uygulama görevi de Mervan’a verildi. Olayı kabullenemeyen Hz. Ali, Ebu Zer in sürgünü sırasında onu yolculamaya geldiği için Mervan ile arasında söz kavgası oldu. Bu sırada Hz. Ali'nin kendisine sataşan Mervan’ın bineğine vurması üzerine Mervan olayı halifeye bildirmiş ve halife. Hz. Ali’ye hitaben, “Mervan bana senden daha sevgilidir, asıl sen sürgün olmalısın.” demişti.

Ebu Zer, Rebeze’de hicretin 32/652. yılında sıkıntı içinde kendi başına iken vefat etti. Vefatı öncesi, “Muaviye ve Osman'a yaptığım nasihatler beni buralara düşürdü " derdi.  [71]

Ebû Zer’in eleştirilerinin temelinde, Muaviye’nin malî tasarrufları ve harcamaları vardı. Onun harcamalarını dünyevileşme olarak görüyor; mal biriktirilmesini ve bunun israf derecesinde harcanmasını eleştiriyordu. Ona göre Müslüman, temel ihtiyaçlarım göreceği miktarı ayırdıktan sonra malını Allah yolunda infak etmeliydi.[72]

Bu noktada Ebu Zer’in mi yoksa halife ve Emevilerin mi haklı olduğu konusuna cevap vermek gerekiyor. Soru şu: Hz. Ebu Bekir ve özellikle de fetihler sonucu ganimetlerin aktığı Hz. Ömer döneminde hiç sorun çıkarmayan Ebu Zer’e ne oldu da Hz. Osman'ın döneminde “iflah olmaz bir mal düşmanı” kesildi (veya öyle gösterildi)? Bu sorunun cevabı verilebilirse sorun çözülebilir. [73]

Kanaatimizce Ebu Zer bazı müelliflerin anladığı gibi mal düşmanı veya kurulu düzenin düşmanı değildi. O kenz (mal yığma) düşmanıydı. Değilse Hz. Peygamber’in döneminden itibaren Hz. Ömer'in dönemine kadar sahabiler içinde zengin birçok kimse bulunuyordu. Bunlardan biri de Hz. Osman idi. Ebu Zer bunların hiçbirine bir söz söylememişti. [74]

Ebû Zer’in maruz kaldığı muamele, o dönemde eleştirilere sebep olmuşsa da asıl etkisi, onun vefatından sonra isminin Hz. Osman’ı öldürenler tarafından bayraklaştırılmasıyla oldu. Nitekim Ebû Zer, günümüzde bile bir mücadele ve aksiyon adamı kimliğiyle bazı kimseler tarafından rol model olarak görülmektedir.[75]

Bâkıllânî, Ebû Zer’in Rebeze’ye sürüldüğü iddiasını batıl olarak değerlendirmektedir. Zira Hz. Osman, onu gideceği yer hususunda muhayyer bıraktığında Ebû Zer, Rebeze’ye gitmek isteyerek Medine’de kalmayı uygun görmemişti.[76]

Hz. Osman’ın onu Medine’den uzaklaştırdığı doğru olsa bile bundan dolayı günahkâr değildir. İnsanlar, Ebu Zer’in Hz. Osman’ı ve valilerini yerdiğini, malı kendilerine ayırdıklarını, yüksek binalar inşa ettiklerim ve gemilere bindiklerini söylediğini zikrederler. Ona göre bunlar, kabul edilemez davranışlardı. O, dünya zevklerinden uzak duruyor; ahireti tercih ediyor, dünya süsünden yararlanmanın haram olduğunu düşünüyordu. Oysa bunu hakkı yoktu. Bunlardan dolayı Hz. Osman ona, “Ya fitnenin yayılmasına neden olan şeyler söylemekten vazgeçip burada kalırsın ya da söylediklerinin duyulmayacağı ve yaptıklarına karşı çıkılmayacağı bir yere giderek uzaklaşırsın.” dedi.  [77]

Ammâr b. Yâsir’i Dövdürmesi

Hz. Osman’a yönelik tenkitlerden biri, sahabeden Ammar b. Yasir’in dövülmesi ile ilgilidir. Halife, hazineden mücevher gibi değerli bazı şeyleri akrabalarına verince bu durum insanlar arasında dedikoduya sebep olmuştu ve halife hutbe verip “Bu Allah'ın malıdır. İstediğime veririm. İstediğimden de men ederim.” diyerek dedikodu yapanları tenkit etti. Bunun üzerine Ammar bu eleştiriye karşılık verince halife, İslam’da ilk kadın şehit sayılan Ammar’ın annesine hakaret ederek "Ey idrarını tutamayan Sümeyye'nin oğlu! Sen hangi cüretle bana karşı konuşuyorsun!” şeklindeki sözü ile onun aslen bir köle olarak konuşma yetkisinin olmadığını ima etmiş ve adamlarına emredip Ammar’ı mescitten çıkartmış, bayılıncaya kadar dövdürtmüş ve Ammar müminlerin annesi Ümmü Seleme’nin kapısına bırakılmıştı. [78]

Bir başka bir rivayette ise, İbn Mesud, Talha, Zübeyr, Mikdat gibi sahabiler toplanıp bir yazı ile Hz. Osman’a uyarı notası verdiler.  Ammar bildiriyi Hz. Osman'a okuyunca, ondan çok sert bir tepki aldı ve hakaret işitti. Halife, Ammar'ın annesinin ismini zikrederek “Yalan söyledin ey İbn Sümeyye!” şeklinde hakaret edince Ammar, "Annem Sümeyye babamsa Yasir’dir.” demişti. Bunun üzerine halife kölelere emredip, Ammar’ı yakalatıp yere yatırttı sonra ayaklarıyla Ammar’ı tekmeledi. Bunun üzerine Ammar’ın karnı patladı yani fıtık oldu. Bayılmıştı ve o gün hiç ayılamadığı için namazlarım kılamamıştı.  [79]

Ammar burada akşama kadar baygın kalmıştı. Ayılınca Mekkeli müşriklerden çektiği eziyeti hatırlatarak, “Allah’a hamdolsun ki bu Allah yolunda çektiğimiz ilk eziyet değildir.” demişti.  Ümmü Seleme olaya çok kızmıştı. Bu durumu protesto eden Hz. Aişe, Hz. Peygamber’in elbisesini göstererek, "Hz. Peygamber’in elbisesi eskimedi, ancak onun sünnetini ne kadar süratle terk ettiniz' demişti. Ayrıca Ammar'ın mevlası olan Mahzumoğulları harekete geçmiş ve liderleri (Halid b. Velid’in kardeşi) Hişam b. Velid halifeye giderek, eğer "Ammar ölürse Emevilerden birini öldüreceklerini” söyleyerek tehdit etmişti. Halife ise ona hakaret etmişti. Halife o kadar sinirlenmişti ki ne dediğini bilmiyordu. Mescit karışmıştı, olay topluma yayılmış insanların hoşnutsuzluğu artmıştı. [80]

Bâkıllânî, önce bu iddianın insanların birçoğu nazarında batıl olduğunu söyledikten sonra, Ammâr’ın dövülme sebebi hakkındaki bir rivayete yer verir. Buna göre Ammâr, Hz. Osman’ı eleştirenlere, “Osman’dan şikâyetçi olduğunuz hususları yazarak bana verin ki, bu yazıyla yanına gidip onu bilgilendireyim” dedi. Bunun üzerine şikâyet konusu olan şeyler yazılarak Ammâr’a verildi. O da Hz. Osman’a giderek kendisine karşı kaba konuştu; ona iftira etti ve otoritesini hafife aldı. Oysa bu şekilde davranmaya hakkı yoktu. Hz. Osman’la bu şekilde konuşmak ne ona ne de bir başkasına helaldir. [81]

[İlerleyen Zamanda]

Ayrıca, Ebu Zer’in vefat ettiğini duyan halife, "Allah rahmet eylesin.” demişti. Bunun üzerine Ammar, “Allah nefislerimizin şerrinden bize merhamet etsin!” deyince bu sözden ima sezen halife Ammar'a hitaben, "Ey babasının organını ısıran adam! Görüyorsun yaptığımdan (Ebu Zer’i sürdüğümden) pişmanlık duyuyorum. Ama seni onun yerine sürgün edeceğim!" deyince Ammar, “Senin yanında yaşamaktansa yırtıcı hayvanlar yanında yaşarım." şeklinde cevap vermişti. [82]

Ammar sürüleceği sırada akrabaları Hz. Ali’yi devreye soktular. Hz. Ali halifeye, “Ey Osman! Salih bir adamı (Ebu Zer) sürdün ve bu sebeple öldü. Şimdi onun benzerini sürmek istiyorsun!” deyince aralarında tartışma çıktı. Halife bu sefer Hz. Ali’ye, “Sen Ammar'dan daha fazla sürülmeyi hak ediyorsun.” dedi. Hz. Ali, rest çekerek, "Yapabilirsen yap!” dedi. Bunun üzerine halk halifeye, “Her kızdığını sürgüne göndereceksen bu mümkün değildir” dediler ve halife kararından vazgeçti.  [83]

Abdullah b. Mes’ud’u Dövdürmesi

Bu dönemde problemlerin önemli bir kısmı malın dağıtımından kaynaklanıyordu. Emevi aristokratlarının yağmalamak istedikleri esas kurum, “beytülmal” idi. Bu kurumun başında ise Hz. Ömer döneminden kalma adil ve dürüst sahabiler bulunduğundan bu kurumun yağmalanmasına izin vermediler. Halife ise çıkan tartışmalarda bu adil insanların değil, beytülmali yağmalamak isteyen Emevilerin yanında yer aldı. Bunun bir örneği Medine'de yaşanmıştı. Mervan’ın kardeşi hazineden para almak istemiş hazine görevlisi Abdullah b. Erkam vermeyince halife, buna kızarak “Sen bizim bir memurumuzsun ne istersek vereceksin." deyince İbn Erkam, “Ben kendimi ümmetin hazinesinin vekili zannediyordum sizin ailenizin değil." diyerek hazinenin anahtarlarını mescitte halifeye fırlatıp istifa etmişti ve yerine Hz. Osman döneminin çok mal edinenlerinden sayılan Zeyd b. Sabit atanmıştı. Daha sonra Hz. Osman’ın gönderdiği üç yüz bin dinarı da reddetmişti. [84]

Bu olayın bir benzeri de Kufe’de yaşandı. Hz. Ömer’in Kufe'deki hazine görevlisi İbn Mesud, yönetime karşı olumlu bir bakışa sahip idi. Hatta Hz. Osman'ın seçilmesi akabinde Kûfe ye döndüğünde, "İçimizden en hayırlısı olan Osman’ı seçtik” demişti. Hz. Osman. Sad b. Ebi Vakkas gibi bir valiyi Kufe'den azledip yerine Velid’i atayınca Sad’a kırgın olmasına rağmen İbn Mesud, “Bilmiyorum, bizden sonra insanlar salaha mı, yoksa fesada mı uğradı?” şeklinde bu atamayı tenkit etmiş, “Sad gibi biri bırakılır da Velid getirilir mi?” anlamında bazı sözler sarf etmişti.  [85]

Yeni vali olan Velid ise hazineden aldığı borç parayı geri ödemeyince İbn Mesud bunu ondan talep etmişti. Velid, İbn Mesud'un bu tavrını halifeye şikâyet etti. Hz. Osman ise benzer olayda Sad’ı görevden almışken bu sefer Velid’i görevden almamış, aksine İbn Mesud’u sorguya çekip yazdığı mektupta Velid'i savununca, anahtarları atan İbn Mesud istifa etmiş ve “Ben kendimi Müslümanların hazine görevlisi zannediyordum, sizin ailenizin görevlisi olamam" demişti.  [86]

Görevinden ayrılan İbn Mesud'un çevresindeki öğrencilerinin iktidara muhalefeti, Velid’i rahatsız etmiş ve durumu halifeye ileterek İbn Mesud’un fitne çıkardığını, halifeye tan ettiğini ifade etmişti. Bunun üzerine halife, İbn Mesud’un gönderilmesini istedi. [87]

Medine’ye gelen İbn Mesud, halife halka hitap ederken mescide girmişti. Halife, Abdullah b. Mesud'un içeri girdiğini görünce ona hakaret etmiş. İbn Mesud’a yapılan bu hakaret üzerine Hz. Aişe odasından, “Ey Osman! Sen Hz. Peygamberin arkadaşına bu sözleri nasıl söylersin!” şeklinde müdahale etse de halife İbn Mesud'u zorla mescitten çıkarttırmıştı. Bu esnada halifenin köleleri ve adamları da onu dövmüş, kaburga kemiğini kırmışlardı. Olaya itiraz eden Hz. Ali halifeye, "Velid’in sözüne itibar ederek Hz. Peygamber’in sahabisine bunları nasıl yaparsın?” deyince halife, “Velid’in sözü ile değil, İbn Mesud’un kendisine yönelik olarak kanımın helal olduğunu söylemesi üzerine bu icraatın yapıldığını belirtmiştir.  Halife İbn Mesud’u dövdürmekle de kalmadı, Medine’den çıkmasına izin vermedi, Mervan’ın direktifi doğrultusunda cihada göndermedi ve dahası maaşını da kesti. [88]

Halife’ye yöneltilen tenkitlerden birisi de maaş kesme politikasıdır. Kur’an-ı Kerim’in çoğaltılmasından sonra halife ile Abdullah b. Mes’ud arasında bazı anlaşmazlıklar ortaya çıkınca üç yıl İbn Mesud’un maaşı kesilmiştir.  Halifenin maaşları adeta bir şantaj gibi kullanması ve gerekirse kesme politikası ona karşı bir muhalefetin oluşmasına neden olmuştur. Halife de kararının ağır olduğunu düşünmüş olacak ki İbn Mesud’u vefatından önce ziyaret ederek o güne kadar verilmeyip biriken maaşlarını kendisine vermek istemiş; İbn Mesud ise, “İhtiyacım varken vermedin, artık ihtiyacım kalmadı, ölüyorum.” diyerek bu teklifi reddetmiştir. Bunun üzerine halife “Bana dua et!” deyince İbn Mesud, “Allah’tan talebim, yediğin hakkımın senden alınmasıdır.” demiş ve ailesine vefat ettiğinde cenaze namazını halifenin kıldırmamasını vasiyet etmiştir. [89]

İbn Mesud, Kur’an’ın cem ve tasnifi konusunda da halifeye sert eleştirilerde bulunmuştur. Komisyon başkanı Zeyd için, “Vallahi Zeyd b. Sabit kâfir bir adamın sulbünde iken ben Müslüman olmuştum” gibi sözler söylediği belirtilir.  Halifeye karşı en büyük tepkinin onun yetiştirdiği öğrencilerinin bulunduğu Kûfe’den gelmesi de dikkat çekicidir. [90]

Bâkıllânî, Hz. Osman’ın Abdullah b. Mes’ûd’u dövmesi, atıyyesini vermemesi ve Abdullah’ın ondan nefret ettiği iddiasının, önce batıl olduğunu söyler; ancak ona göre söylenenler doğruysa bu, kendisi gibi birisine Mushafı vermeyi reddetmesi nedeniyle Abdullah b. Mes’ûd’u ve diğer Sahabeyi tedip etmeyi ve bu şekilde davranmaktan alıkoymayı amaçladığı bir davranıştır. [91]

Bâkıllânî, Hz. Osman’ın tek bir resmî Mushaf nüshası oluşturmasının öneminin ve bunun için gösterdiği gayretin farkında olmasına rağmen Abdullah b. Mes’ûd’un bunu engellemeye hakkı olmadığını ifade etmektedir. Abdullah’ın elindeki mushafı ona vermesi ve muvafakat etmesi gerekirdi. Bundan imtina etmesi halinde dövmek suretiyle onu korkutmak imam için caiz olur.  [92]

 

 

Dipnotlar

[1] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[2] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[3] Fitne, Kardeşlerin Savaşı. Adnan Demircan. Beyan:2015

[4] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[5] Fitne, Kardeşlerin Savaşı. Adnan Demircan. Beyan:2015

[6] Fitne, Kardeşlerin Savaşı. Adnan Demircan. Beyan:2015

[7] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[8] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[9] Sahabe Dönemi İktidar Kavgası. Ahmet Akbulut. Otto: 2016

[10] Sahabe Dönemi İktidar Kavgası. Ahmet Akbulut. Otto: 2016

[11] Sahabe Dönemi İktidar Kavgası. Ahmet Akbulut. Otto: 2016

[12] Sahabe Dönemi İktidar Kavgası. Ahmet Akbulut. Otto: 2016

[13] Kabile Bürokrasisi ve Hz. Osman. Murat Akarsu. Ankara Okulu: 2015

[14] Sahabe Dönemi İktidar Kavgası. Ahmet Akbulut. Otto: 2016

[15] Kabile Bürokrasisi ve Hz. Osman. Murat Akarsu. Ankara Okulu: 2015

[16] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[17] Sahabe Dönemi İktidar Kavgası. Ahmet Akbulut. Otto: 2016

[18] Sahabe Dönemi İktidar Kavgası. Ahmet Akbulut. Otto: 2016

[19] İlk Dönem İslam Tarihi-I. Komisyon. Anadolu Ünv.:2013

[20] Fitne, Kardeşlerin Savaşı. Adnan Demircan. Beyan:2015

[21] İlk Dönem İslam Tarihi-I. Komisyon. Anadolu Ünv.:2013

[22] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[23] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[24] Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi-2. Komisyon. Çağrı:1989

[25] Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi-2. Komisyon. Çağrı:1989

[26] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[27] Fitne, Kardeşlerin Savaşı. Adnan Demircan. Beyan:2015

[28] Fitne, Kardeşlerin Savaşı. Adnan Demircan. Beyan:2015

[29] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[30] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[31] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[32] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[33] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[34] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[35] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[36] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[37] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[38] Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi-2. Komisyon. Çağrı:1989

[39] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[40] İlk Dönem İslam Tarihi-I. Komisyon. Anadolu Ünv.:2013

[41] Fitne, Kardeşlerin Savaşı. Adnan Demircan. Beyan:2015

[42] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[43] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[44] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[45] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[46] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[47] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[48] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[49] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[50] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[51] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[52] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[53] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[54] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[55] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[56] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[57] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[58] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[59] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[60] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[61] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[62] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[63] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[64] Ana Hatlarıyla İslam Tarihi2. Adem Apak. Ensar: 2016

[65] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[66] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[67] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[68] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[69] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[70] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[71] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[72] Fitne, Kardeşlerin Savaşı. Adnan Demircan. Beyan:2015

[73] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[74] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[75] Fitne, Kardeşlerin Savaşı. Adnan Demircan. Beyan:2015

[76] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[77] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[78] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[79] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[80] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[81] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[82] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[83] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[84] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[85] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[86] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[87] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[88] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[89] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[90] Hz.Osman. Mehmet Azimli. Ankara Okulu:2015

[91] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

[92] İslâm Tarihinin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar. Adnan Demircan. Beyan: 2015

bottom of page