top of page

Islahat Ve Siyasi Restorasyon:

Hişâm b. Abdülmelik (724-742)

Warwick Ball'ın Avrupa'daki Asya ve Batının Şekillenişi (Ayrıntı:2014) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Poitiers Kimin Zaferi, Kimin Yenilgisi? 

Araplar İspanya’da neredeyse 800 yıl yani Romalılarınkinden daha uzun bir zaman hüküm sürmüşlerdi.

Müslümanlardan kalanlar her yerdedir. Bunların bazıları dünyanın en ünlü eserleridir. Nitekim insan Endülüs'te derine indikçe İslami kültür mirasının gitgide daha fazlasının farkına varır: Adeta her çan kulesi bir minareyi gizlemektedir, her kalenin bir Mağribi geçmişi vardır, ayrıca arka sokaklarda saklı hamamlar, kervansaraylar, medreseler ve diğer Müslüman yapıları bulunur. Kalelerin, camilerin ve sarayların yanı sıra, doğunun varlığı bizzat yer adlarında da sürmektedir.

714’ten itibaren Tarık’ın ilk ayak basışından sadece üç yıl sonra neredeyse İspanya’nın tamamı ve Portekiz’in büyük bir bölümü doğrudan veya dolaylı bir şekilde Araplar tarafından yönetilmişti. Bu konuda David Levering Lewis, "İslamiyet İber Yanmadası’nı bir tsunami gibi baştanbaşa katetmiş, eski düzeni moloz yığını haline getirip tarihin denizine süpürmüştür” demektedir.  Genel Vali Musa, zaferini Endülüs’ün ilk altın sikkesini kestirerek kutlamış, üzerindeki Arapça ve Latince “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın Resulüdür" yazısıyla Avrupalı yeni tebaasına İslami bir mesajla seslenmişti.

Bu süreç 715’te Şam’da çok sayıda Avrupalı kraliyet efradının, binlerce esir ve bitip tükenmeyecek bir hazineyle birlikte bir resmigeçit yaparak Halife Velid’in egemenliğini tanıdığı büyük bir “Romen” Zafer Töreniyle doruk noktasına varmıştı. Şam gerçekten yeni Roma olmuştu. İspanya Şam’da hüküm süren Emevi Halifeliğinin bir eyaletine dönüştürülmüştü. Konstantinopolis'teki Roma İmparatorluğunun yenilgisiyle, Halifenin hem Peygamberin hem de Caesar’ın [hükümdar] sorumluluklarını üstlenmesiyle, Avrupalı hükümdarların esir alınmasıyla ve İspanya’nın tekrardan Yakındoğu tarafından kolonileştirilmesiyle, sanki Fenikelilerin çağdaş torunları tarihi dönüp dolaştırıp aynı noktaya getirmişti. 

Tarık’ın ve Musa’nın İspanya’da ardı ardına ülke açması sayıca çok daha üstün güçlere hem de sadece Vizigotlara değil, İberlere ve Romalıların kolonilerdeki torunlarına rağmen gerçekleşmişti. Nispeten güçlük çekmeden yol almalarının nedeni Müslümanların özellikle yerli nüfusa karşı ılımlı bir tutum izlemeleriydi: Din değiştirmeleri için zora başvurmamışlar, aksine dini hoşgörüye sıkı sıkıya bağlı kalmışlardı. Dolayısıyla çoğunluk onlara Vizigot asıllı heretik Ariusçulara karşı Katolik Kilisesinin koruyucusu gözüyle bakmıştı. Bu sayede onlara direnenler kadar onları iyi karşılayanlar da olmuştu, özellikle İspanya’da büyükçe bir nüfusa sahip Yahudiler onları el üstünde tutmuşlardı. Arapların Avrupa’da ilerleyişleri fetih kadar danışıklı dövüşe de dayanmıştı. Bu hem Arapların yedinci yüzyılda Yakındoğu’ya hem de Osmanlıların on dördüncü yüzyılda Balkanlara ilerleyişlerinin tipik özelliğiydi. 

Araplar İspanya’da çakılıp kalmamışlardı. 717-18’de Endülüs’ün Arap valisi Abdurrahman es-Sakafı Pireneleri aşmıştı. 720’de Narbonne ele geçirilmiş, 732’de de Abdurrahman Bordeaux’yu yağmalamıştı. Ne var ki bu hayret uyandırıcı ilerleme Poitiers Muharebesiyle kısa bir süre için durdurulmuş, çarpışma Charles Martel’in 732’deki büyük zaferiyle sonuçlanınca da Arapların yenilmezliğine dair düşünceler ağır yara almıştı. 

Poitiers Muharebesinden sıkça tarihin en belirleyici çarpışmalarından biri diye söz edilir. Nitekim bu gelişme Gibbon’un en akılda kalıcı pasajlarından birini yazmasına yol açmıştır:

"Cebelitarık kayalığından Loire Nehri'nin kıyılarına kadar bin milden fazla bir mesafe boyunca zaferden zafere uygun adımla yürünmüştü; aynı mesafenin iki katı Sarazenleri Polonya sınırlarına ve İskoçya’nın Highlands'ine ulaştırırdı. Ren, Nil veya Fırat’tan daha fazla aşılmaz değildir ve Arap donanması belki bir deniz savaşı vermeksizin Thames Nehrinin ağzına yelken açardı. Muhtemelen bugün Oxford'daki fakültelerde Kuranın tefsiri okutulur, vaizleri sünnetli bir halka Muhammed’e inen vahyin kutsallığım ve doğruluğunu kanıtlamaya çalışırlardı.”

Bunlar harikulade sözler ancak Araplar Poitiers’de galip gelmiş olsalardı bile, Gibbon’un öngörülerinin tutması ihtimal dışıydı. Bir kere Charles Martel'in silahlı kuvvetleri Arapların Avrupa’nın içlerine doğru ilerleyişlerine ket vurmamıştı: Poitiers Muharebesinden iki yıl sonra Araplar Avignon’u almış ve bundan bir yıl sonra da Lyon’a doğru yürüyüp burayı yağmalamışlardı. Arapların Narbonne’u nihayet boşaltmaları 759’u bulmuştu. Araplar bu tarihten sonra bile ilerlemeye devam etmişler, geç dokuzuncu yüzyılda başarılı bir şekilde Provence’a sefer düzenleyip işgal etmişlerdi. Provence yaklaşık seksen yıl boyunca bir Müslüman merkezi olarak kalmış, büyük ölçüde Arapların Güneydoğu Fransa'ya, Kuzey İtalya’ya, hatta İsviçre’ye nüfuz edip buralarda koloniler kurmalarım sağlayan bir üs görevi görmüştü. Daha da önemlisi Arap topraklarının sınırlan çoktan aşın genişlemiş ve muhtemelen Araplar yayılabilecekleri kadar yayılmışlardı. Her şey bir tarafa, birkaç yıl sonra Orta Asya’daki Talas Nehrinde bir Çin ordusuna karşı kazandıkları zafer Arapların Çin’e girmeleriyle neticelenmemişti. Bu nedenle Poitiers’deki benzer bir zaferin de Oxford ve Sorbonne’da Kuran okutulmasına yol açması ihtimal dışıydı. 

Avrupalıların dünya tarihinin sonuca götüren en önemli muharebelerinden biri gözüyle baktıkları Poitiers'den Arap yazılı tarihinde neredeyse hiç bahsedilmemesi dikkate değerdir. Bu bir yenilginin üstüne perde çekmekten ziyade (Arap tarihçiler yenilgilerini gizlemeye kalkışmamışlar, aksine örneğin Konstantinopolis karşısında defalarca uğradıkları ciddi bozgunları yazmışlardır), sadece önemli sayılmamasıyla ilgilidir. Doğu ve Batı’daki Hıristiyan Âleminin ayakta kalmasını sağlayan Tours ve Poitiers’deki çapulcu tayfasının yenilgisi değil, Arap ordusunun Konstantinopolis’i fethedemeyişidir. 

Poitiers Muharebesi’ne sekizinci yüzyıldan beri tarihin en sonuca götürücü çarpışmalarından biri, Avrupa’yı İslamiyet’ten “kurtaran” bir muharebe gözüyle bakılmıştır. Aynı şekilde Charles Martel’in zaferinin bırakın onu “kurtarmayı” aksine Avrupa'yı gerilettiği de savunulabilir: Avrupa Darül İslam’ın uygarlaştırıcı uluslararası dünyasının dışında kalmış, Karanlık Çağ’ı birkaç yüzyıl daha uzamıştı. Çünkü şüphesiz Avrupa’nın Darülİslam’a katılan bölgesi, yani Endülüs dokuzuncu ve onuncu yüzyıllar boyunca her yönden Batı Avrupa’nın geri kalanından kıyas kabul etmez bir şekilde daha ileriydi. Gerileme sürecindeki Kurtuba bile aynı dönemin Paris'inden üstündü.

Poitiers nasıl yorumlanırsa yorumlansın, yenilgi yenilgidir ve bu gerçekten kaçış mümkün değildir. Bu, batıya doğru yürüyen, o zamana kadar da adeta durdurulamaz gözüken Müslümanların Avrupa’daki ilk büyük hezimetidir. Her şeye rağmen bu Batının Hıristiyan güçlerine de Müslümanların yenilmez olmadıklarını göstermiştir.

Poitiers Fransa’nın İslam dünyasının dışında ve Karanlık Çağa gömülü kalmasını kesinleştirmişti ama Avrupa'nın bir bölümü hem de önemli bir bölümü yüzyıllar boyunca sağlam bir şekilde bağlandığı Arap dünyasından kopmamıştı: Yani Müslüman İspanya. Bu durum İspanya’yı tanınmayacak ölçüde değiştirmişti.

bottom of page