Müslümanların Tarihi
İspanya'nın Fethi
Prof. Dr. Mehmet Özdemir'in Endülüs (İSAM: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Valiler Döneminin Başlaması
Mûsa 714 yılında Şam’a dönerken, İspanya’da kazanılan toprakların idaresini oğlu Abdülaziz’e bıraktı. Onunla birlikte valiler dönemi olarak bilinen ve bu ülkenin 756 senesinde bağımsız Endülüs Emevi Devleti haline gelişine kadar devam edecek olan yeni bir devir başladı. Yaklaşık kırk yıllık bu dönem, yeni coğrafyaya yerleşme ve alışma dönemidir. Bu dönemde İslam hakimiyetinin İber yarımadasında hem siyasi hem de kültürel bakımdan kalıcılığını sağlayacak adımlar atılacaktır.
İslam Tarihi ve Medeniyeti I (Anadolu Ünv.: 2011) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.
756 yılına kadar devam eden bu süreçte sayılarının yirmi veya daha fazla olduğu ifade edilen valiler göreve geldi ve Endülüs ilk başlarda Kayrevan merkezli Ifrıkiyye valiliğine bağlı olarak yönetildi.
İşbiliyye’yi yönetim merkezi olarak seçen, fetih hareketini sürdüren Abdülaziz 716’da vefat etti. Onun ölümünün ardından İşbiliyye yerine Kurtuba Endülüs’ün idare merkezi oldu.
Fransa’ya Yönelik İlk Fetih Hareketleri (715-717)
Semh b. Malik döneminde de Endülüs, hilafet merkezi Dımaşk’a bağlı bir eyalet haline geldi ve Semh ilk resmi vali oldu. Fetih hareketini Pirenelerin ötesine götürmek isteyen Semh bu düşüncesini, Narbonne üzerinden Fransa’ya kadar gelmek suretiyle göstermiş ve ilk karşılaşmada onu büyük bir yenilgiye uğratmıştı. Ancak Eudes’in yeniden toparlanarak düşmanı olan Franklardan aldığı yardımla onun karşısına tekrar çıkması sonucu Toulouse civarında 721 yılında yapılan savaşta Semh şehit edilmişti.
Jean-Paul Roux'un Dinlerin Çarpışması (Kabalcı: 2012) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
715’te Narbonne neredeyse kuşatılır kuşatılmaz ele geçer. Daha sonra İslamiyet’in kuvvetli kalelerinden biri haline gelecek ve hâlâ Galya olarak anılan topraklarda gerçekleştirilecek operasyonların da merkezi olacaktır.
Narbonne’u aldıktan sonra Arap kumandan El-Sehm, 721’in bahar aylarında tüm güçlerini Toulouse’a göndermiştir. Ancak bu ordu yolda Akitanyalı Eudes’le karşılaşmış, çarpışmadan Araplar mağlup ayrılmış ve El-Sehm yaşamını yitirmiştir. Toulouse savaşı kazanılan zaferin anlamı bakımından o dönemde büyük yankılar uyandırmıştır, ancak bir süre sonra gerçekleşecek olan Puvatya Savaşı’nın gölgesinde kalmış, bununla birlikte o dönem için büyük bir heyecan uyandırmıştır. Ancak Eudes zaferini kullanmayı bilememiş ya da kullanamamış, Araplara toparlanmaları için dört yıl vermiştir.
İlk Reconquista Dalgası (717 Sonrası)
Bir avuç adam, Batı’nın en büyük ve güçlü monarşilerinden birini devirmişti. Galya ülkesini de fethetme isteğiyle yanıp tutuşan fatihler, belki de aşırı gururlarından, direnişçileri küçümsemişlerdi. Bir grup direnişçi, Pirene Sıradağlarıyla, Kantabria Sıradağlarını mesken tutmuşlardı. Her ne kadar Müslümanlar bu direnişçilere hiç rahat vermiyor olsalar da bunlara karşı sadece iki önemli sefere girişmişlerdi.
Rodriguez’in kuzenlerinden Pelayo, bir direniş hareketi düzenlemiş Asturias’ta bağımsız bir devler kurmuştu. Bu duyulur duyulmaz Müslümanlar Pelayo’ya karşı bir ordu toparlamış ve sefere çıkarmıştı. Pelayo, bu ordudan kaçmak için dağlara çekilmiştir. Araplar, Pelayo’yu takip elmiş ve bölgedeki en dar boğazlara, en geçit vermez ormanlara dalmışlardır; ancak Arapların bu dağlarda tüm adamlarını kaybettikleri anlatılacaktır. Pelayo’ya gelince, ulusal bir kahraman olmuş, zaferin vermiş olduğu heyecanla savaş meydanında İspanya’nın ilk kralı seçilmiş ve tanınmıştır.
Prof. Dr. Mehmet Özdemir'in Endülüs (İSAM: 2014) ve adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Müslümanların önce Fransa’nın fethiyle ardından da kendi aralarındaki mücadelelerle meşgul olmaları, Endülüs’ün kuzeyinde ciddi bir otorite boşluğuna sebep oldu. Fethin ilk yıllarında İspanya’nın kuzeybatısındaki dağlık Asturias mıntıkalarına sığınan dağınık vaziyetteki bazı Vizigot kuvvetleri, meydana gelen boşluktan yararlanarak Müslümanlara karşı direniş cephesi oluşturdular. 717’de elde edilen Cavadogna galibiyeti, Hristiyanlarda Müslüman hakimiyetindeki toprakların en azından bir bölümünün tekrar geri alınabileceği ümidini diriltti. Gerek geçmişte gerekse günümüzde birçok tarihçi, sözü edilen galibiyeti İspanya’nın Müslümanlardan geri alınması sürecinin başlangıcı olarak kabul eder ve bu süreç için “geri alma/yeniden fethetme” anlamında “reconquista” ifadesini kullanır.
Cavadogna galibiyetinden sonra Hıristiyan direnişinin liderliğini üstlenenler Leon kralları olarak anıldılar. Miladi VIII. yüzyılın ilk yarısında Leonlular topraklarını güneye doğru genişleterek bazı şehir ve kalelerin tekrar Hıristiyan hakimiyetine geçmesini sağladılar. Bu şekilde Endülüs'ün kuzeyinde bir Hristiyan direniş gücünün ortaya çıkması ve devletleşmesi, bazı mühtedi toplulukların kaderini de etkiledi. Fetih sonrasında İspanya’nın kuzeyine yerleşen Berberiler sayesinde yerli halktan birçok aile İslam dinine girmişti. Ne var ki gerek Berberilerin Araplar karşısında aldıkları yenilgi nedeniyle Kuzey Afrika'ya göçmeleri gerekse Kuzey İspanya'nın tamamıyla Hristiyanların kontrolüne geçmesi bu yeni mühtedileri sahipsiz bıraktı. Bu kişilerin bir kısmı kendi iradeleriyle, çoğunluğu oluşturan bir diğer kısmı ise zorlamalar neticesinde eski dinleri olan Hristiyanlığa döndüler.
Poitiers
732 senesinde, “müttaki, mücahit ve iyi bir asker" olarak nitelenen Vali Abdurrahman el-Gafiki, sayısı 70.000’den az olmayan büyük bir orduyla Fransa’yı fethetmek üzere Kurtuba’dan hareket etti. Bordeaux’yu ele geçirdikten sonra Frankların ikinci büyük şehri olan Tours’a yöneldi. Franklar bu ordunun durdurulmasını kendileri için bir ölüm kalım meselesi olarak gördüklerinden çok büyük bir direnç gösterdiler. İki ordu arasındaki karşılaşma 12 veya 13 Ekim 732 tarihinde gerçekleşti. Savaşın başlarında inisiyatif Müslümanların elindeydi. Ancak bir taraftan Frankların yarma hareketlerinde başarılı olmaları, diğer taraftan ise Abdurrahman el-Gafiki’nin çarpışmaların en yoğun olduğu bir anda şehit edilmesi, durumu tersine çevirdi. Her iki tarafın da zayiatı ağır olmakla beraber, Müslümanların şehit sayısı çok daha fazlaydı. Bundan dolayı İslam kaynaklarında bu savaşın yapıldığı saha Belatüşşüheda (Şehitler Düzlüğü) ismiyle anılmaktadır.
Belatüşşüheda mağlûbiyetine rağmen Müslümanlar Galya’ya seferler düzenlemeye devam ettiler. Ancak bu seferlerin hiçbiri, daha ileri adımlar atılmasını sağlayacak boyutta değildi. Bir anlamda Belatüşşüheda ile fetihlerin Avrupa’daki ilerleyişi durmuş oldu. Fakat bunun asıl sebebi, Belatüşşüheda hezimetinden ziyade Müslümanların bundan sonra yaşadıkları iç çekişmelerdi.
Jean-Paul Roux'un Dinlerin Çarpışması (Kabalcı: 2012) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
729’da İspanya valisi olarak atanan Abdurrahman, büyük bir ordu topladı. 732’de Mayıs ya da Haziran ayında Pireneler’i geçti Bordo yakınlarında Akitanyalı Eudes’i büyük hezimete uğrattı. Abdurrahman yoluna devam etmiş, Bordeaux’yu yakıp yıkmış, Poitiers’deki Saint-Hilaire Katedrali’ni yıkmış ve Loire, Sens, Auxerre, Velay ve Auvergne bölgelerine birliklerini göndermiştir. En sonunda, Tours’a ve Franca’daki (Fransa) “puta taparlığın en büyük tapınağı” olarak nitelediği görkemli ve ihtişamlı Saint-Martin Bazilikası’na bir saldırı düzenlemek için dağınık durumda bulunan birliklerini çağırmıştır. Evet tehlike gerçekten de büyüktü. Charles (Şarl) işine yarayabilecek kim varsa çağırmıştı: Franklar, Saksonlar, Almanlar ve diğer Bavyeralılar. Düşmana karşı yürüdüler. Bu çarpışma hiç kuşkusuz Avrupa ile Afrika’nın, hatta Batı ile Doğunun, İslam ile Hıristiyanlığın çarpışmasıydı ve çağdaşları Frankların ordusunu Avrupalıların ordusu olarak nitelerken hiç de yanılmıyorlardı. Bugün Avrupa adına ne inşa edildiyse, 7. Yüzyılda İslam ile Frankların bu çarpışmasından doğmuştur.
İki ordu, Poitiers ile Tours yolu üzerindeki Moussais’de karşılaştılar. Yaklaşık altı gün boyunca, öylece durup, birbirlerini izlediler, birbirlerini bazen hayranlıkla, bazen şaşkınlıkla seyrettiler; her milletten her dinden bir sürü insan, çeşit çeşit giysiler, silahlar, atlar ve yaşam biçimleri, davranışları, âdetleri birbirinden ne kadar farklı iki topluluk. Ancak yedinci gün, 25 Ekim’de, Araplar Allaha Ekber nidalarıyla, Kuzey insanlarının oluşturduğu o “buzdan duvara” dalga dalga çarptılar. Gecenin gelişiyle savaş durdu. Ertesi gün şafakta, bu kez Franklar saldırıya hazırlanırken, Arapların geri çekilmiş olduğunu fark ettiler, kim bilir belki de kumandanları savaş alanında öldüğü için Araplar siperlerini terk etmişlerdi. Anlaşıldığına göre tam bir kargaşa içinde siperlerini bırakıp gitmişlerdi. Ne kadar kayıp verildiği hiçbir zaman bilinmeyecek kuşkusuz. Galipler, kaçanların arkasında düşmek istememişlerdi. Kumandan Charles ise, ki zafer ona Martel unvanını kazandıracaktır, nefes almadan Germanya’ya sefere gitmek durumunda kalmıştı.
Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2016)
kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Bölgedeki anlaşmazlıkları gidermek amacıyla İspanya valiliğine getirilen Abdurrahman el-Gafiki politik ve askeri girişimleri sonucunda Berberi ayaklanmalarını durdurmaya muvaffak oldu. Abdurrahman daha sonra da ordusuyla Fransa topraklarına girerek ülkenin en önemli şehirlerinden biri olan Bordo'yu ele geçirdi. Müslümanların kuzeydeki Puvatiye'ye doğru ilerlediklerini haber alan düşman komutanı, Kral Şarl Martel'den yardım talebinde bulundu. Bunun üzerine bizzat ordusunun başına geçen Martel Müslümanlar üzerine yürüdü. 732 yılında Puvatiye yakınında meydana gelen savaşın başında başkomutan Abdurrahman'ın şehit olması Müslüman ordunun bozgununa sebep oldu. Bunun üzerine paniğe kapılan diğer komutanlar savaşı bırakarak geri çekildiler. Her iki tarafın ağır zayiat vermesine rağmen Müslümanların daha çok asker kaybetmesi sebebiyle Hıristiyanların kendilerini galip ilan ettikleri ve Poitiers savaşı adı verilen bu büyük hesaplaşma sonucunda Endülüs'teki Müslümanlar Şam Emevileri döneminin tabii sınırlarına ulaşmışlardır. Daha sonraki dönemde bu netice Hıristiyan dünyası için büyük bir zafer kabul edilmiş ve Arapların Avrupa içlerine ilerleyişlerinin durdurulması faaliyeti olarak değerlendirilmiştir.
Emevi akınlarının Batı Avrupa içlerinde durduruldukları savaştan sonra Müslümanların askeri faaliyetleri tamamen kesintiye uğradı. Bundan sonra Endülüs'teki Müslümanlar içe kapanıp kendi meseleleriyle ilgilenmeye başladılar.
Prof. Dr. Mehmet Özdemir'in Endülüs (İSAM: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Fetihten Fitneye
Berberi-Arap Çekişmesi
Fatihler arasında ilk fitne, Arap-Berberi savaşı şeklinde ortaya çıktı. Tarihi kaynaklardan anlaşıldığına göre, bu meselede öncelikle Araplar sorumluydu. Daha önce de ifade edildiği gibi, Endülüs’ün fethinde Berberilerin katkıları Araplarınkinden az değildi; hatta daha fazla olduğu bile söylenebilir. Avrupa üzerine düzenlenen fetih hareketlerinde de durum pek farklı değildi. Mesela Belatüşşüheda’ya katılan ordunun çoğunluğunu Berberiler oluşturmaktaydı. Bu arada Endülüs’e yerleşen Berberilerin sayısı Araplarınkinden birkaç kat daha fazlaydı. Fakat söz konusu katkılarına ve nüfus potansiyellerine rağmen Araplar onlara bekledikleri ölçüde cömert ve adaletli davranmamışlardı. Berberiler, uygulamada Arapların kendilerine efendileriymiş gibi davrandıklarını ve önemsiz makamlar dışında idari hayatı tamamıyla tekellerine aldıklarını gördüler.
Araplar, Berberilere böyle davranırken ‘'Arapçılık" adına hareket ettiklerinin farkındaydılar. Ancak öyle anlaşılıyor ki, özünde asabiyet ruhu yatan bu davranışlarının karşı asabiyeti tetikleyeceğini ve Berberiler arasında Arap düşmanlığının yayılmasına sebep olacağını pek iyi takdir edememişlerdi. İşte bu takdir hatası, çok geçmeden kendilerini topyekûn bir Berberi ayaklanmasıyla karşı karşıya bıraktı. Bu arada Berberilerin ayaklanmasında, protestocu bir siyasi-dini hareket olarak ortaya çıkan Haricilik mezhebine bağlı oluşlarının da kısmen rol oynadığı göz ardı edilmemelidir.
Yukarıda belirtilen sebeplerle Araplara karşı kinle dolu olan Endülüs Berberilerinin büyük bir bölümü, Mağrib’de 739 senesinde soydaşlarının başlattığı Arap karşıtı isyandan da cesaret alarak, bir sene sonra nüfuslarının yoğun olduğu kuzeydeki bölgelerde ayaklanarak başkent Kurtuba’ya doğru harekete geçtiler. Bu esnada yürüyüş güzergahına yakın yerlerdeki Arap halka yönelik katliam girişimleri, içinde bulundukları psikolojiyi ifade etmesi bakımından önemlidir.
Endülüs Valisi Abdülmelik b. Katan (732-734, 741), ancak Mağrib’den Endülüs’e sığınan 10-12.000 kişilik Suriyeli askerin yardımıyla Berberi isyanını söndürebildi. Bu hezimetle Arapları dize getirme umutları yok olan Berberilerin büyük bir kısmı, Endülüs’ün kuzeyindeki yerleşim merkezlerini terk edip Kuzey Afrika’daki asli yurtlarına döndüler. Bu göç sebebiyle Endülüs’ün özellikle kuzeyindeki Müslüman nüfusu önemli oranda azaldı.
Araplar Arası Kabile Çekişmesi
Endülüs’te Berberi ayaklanması biter bitmez, bu sefer Suriyeli Araplarla ülkeye fetih ordularıyla girip yerleşen beledliler denilen Araplar arasında yeni bir fitne baş gösterdi. Bu fitnenin gerisinde iki ana sebebin bulunduğu anlaşılmaktadır. Birincisi, Beledlilerin çoğunluğu Yemen kökenli, dolayısıyla da Kelb koluna mensup Araplardı. Buna mukabil Suriyelilerin çoğunluğu Kuzeyli Araplardandı, dolayısıyla da Kaysilerdendi. Her iki taraf arasında kabile rekabeti mevcuttu ve bu rekabet Şam ve Horasan’da bu sıralarda yeniden alevlenmişti. Bu durumun Endülüs’ü etkilemesi, beklenmeyen bir gelişme değildi. Bir diğer sebep ise Beledlilerin fethin getirdiği nimet ve imkanları Suriyelilerle paylaşmak istememeleriydi. Onlara göre Endülüs sadece kendilerine yetebilirdi.
Sebebi ne olursa olsun Suriyeliler, Vali ve Beledlilerin Endülüs’ü terk etmeleri yönündeki isteklerini dikkate almadılar. Üstelik valiyi öldürüp idareyi ele geçirdiler. Bu tasarruf, sonunda iki tarafı biri Sarakusta’da diğeri Kurtuba yakınlarında gerçekleşen iki kanlı savaşa sürükledi. Savaşlar Suriyelilerin zaferiyle sonuçlandı.
Emevi Halifesi Hişam, hızla Kayslılar’la Yemenliler arasında bir asabiyet çekişmesine bir an önce son verilmesi için, Ebü’l-Hattar el-Kelbi’yi 743’te Endülüs’e gönderdi. Kabile taassubundan uzak olarak işe başlayan Ebü’l-Hattar, son derece akıllıca bir kararla, Endülüs’ü terk etmeleri artık mümkün görünmeyen Suriyelileri, kendilerinin de onayını alarak gruplar halinde şehirlere yerleştirdi. Böylece Kurtuba’da idarenin Suriyelilerin tekeline geçmesini önlemiş oldu. Onun herkesi razı eden uygulamaları, ülkede dirlik ve düzenin yeniden sağlanacağı ümidini canlandırdı. Ne var ki Vali Ebü’l-Hattar’ın ümit uyandıran bu uygulamalarının üzerinden henüz fazla zaman geçmemişti ki, biri Kayslı diğeri Kelbli olan iki kişi arasında çıkan bir anlaşmazlık, meselenin çözümü için kendisine müracaat edilen valinin Kelbli kişi lehine karar vermesi üzerine iki kabile arasında yeni bir savaş başlattı. Kayslılar Kelbli valiyi kabilecilik yapmakla itham ettiler; kabaran asabiyet duyguları, taraflarda zihinlerdeki eski husumet ve savaşların hatıralarını bir defa daha depreştirdi.
745 senesinde başlayan Kayslı-Yemenli mücadelesi aralıklarla yaklaşık on sene devam etti. Bu amansız mücadele, tarihçilerce o zamana kadar görülen kabile savaşlarının en şiddetlisi olarak tanımlanmaktadır. Aynı şekilde akan kardeş kanının çokluğu ve açtığı manevi tahribat bakımından bu savaşı Sıffin hadisesine benzeten tarihçiler de vardır.
İslam Tarihi El Kitabı (Grafiker: 2013) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.
Valiler Döneminin Sonu
Endülüs’te yukarıdaki gelişmeler meydana gelirken Abbasîler Emevî hanedanına son vererek bu hanedan mensuplarını sıkı bir şekilde takip etmeye ve öldürmeye başladılar. Bu takipten kurtulmayı başaran çok az sayıdaki kişiden biri, Halife Hişâm b. Abdülmelik’in torunlarından Abdurrahman b. Muâviye idi. Bu genç şehzade, önce Filistin ve Mısır üzerinden Berberi kökenli dayılarının yaşadığı Kuzey Afrika’ya kaçtı. Ancak burada da rahat bırakılmayacağını anlayınca 755 yılında Endülüs’e geçti.
Endülüs’e geçerken sadece canını kurtarmayı değil burada bulunan çok sayıdaki Emevî yanlısı Suriyeli asker ve diğer unsurlardan faydalanarak Emevî hanedanını yeniden kurmayı düşünüyordu. Nitekim Endülüs’e ayak bastığı andan itibaren bu yönde faaliyete başladı ve kısa sürede Kayslı vali Yûsuf el-Fihrî’nin tehdit ve engellemelerine rağmen Mevâlî’nin, Kayslılar’a kızgın olan Yemenlilerin ve Berberîlerin de desteğini sağlayarak Kurtuba’ya girerek kendisini bağımsız emir ilân etti (756).
Prof. Dr. Mehmet Özdemir'in Endülüs (İSAM: 2014) ve İslam Tarihi ve Medeniyeti I (Anadolu Ünv.: 2011) adlı kitaplardan kısaltılarak alınmıştır.
Yeni Toplum Modelinin Oluşması
[Prof. Dr. Mehmet Özdemir'in Endülüs (İSAM: 2014)]
Kaynaklar, fetihle birlikte Endülüs’e girip buraya yerleşen fatihleri beledliler adıyla zikrederler. Bunların sayısı hakkında kesin rakamlar mevcut değildir. Bununla beraber Arapların 40-50.000 arasında, Berberilerin ise bunun birkaç misli olduğu tahmin edilmektedir. Vizigotlar döneminden devralınan gayrimüslim nüfusun yaklaşık 4 milyon olduğu tahmin edildiğine göre, fatihlerin nüfusunun yarımadanın yerli halkının nüfusuna kıyasla küçük bir azınlık durumunda olduğu ortaya çıkmaktadır.
Mamafih fethin üzerinden yıllar geçtikçe İslam dininin yerli halk arasında yayılmasına bağlı olarak Araplar, Berberiler ve mevaliden ibaret olan Müslüman nüfusa müvelledler diye bilinen yeni bir grup katılacaktır. Keza Orta ve Doğu Avrupa’dan küçük yaşta saraya getirilerek eğitilen ve idarenin değişik alanlarında görevlendirilen Saklebilerle (sakalibe) yine saray hizmetlerinde kullanılmak üzere Orta Afrika’dan getirilecek olan Sudanlılar da Müslüman nüfus içindeki yerlerini alacaklardır.
Fetihle gelen en önemli yeniliklerden biri, Vizigotların tek dinli toplum tasarılarına ve bu tasarıma uygun uygulamalarına mukabil Müslüman fatihlerin dini çoğulculuğa izin veren bir hukuki düzeni hayata geçirmiş olmalarıydı. 713 senesinde Müslüman komutan Abdülaziz b. Mûsa ile İspanyol idareci Teodomiro arasında imzalanan bir antlaşma, yeni toplumsal modelin hukuki zeminini başka bir izaha gerek duyulmayacak netlikle şöyle ortaya koymaktadır:
Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla...
Abdülaziz'den Teodomiro'ya!
Teodomiro barışı kabul etmiş; bunun karşılığında kendisine Allah'ın ahdi ve zimmeti verilmiştir. Üzerinde ittifak edilen şartlara uydukları sürece, onun ve onun idaresindeki herhangi bir Hıristiyanın malına dokunulmayacak; kendileri, çocukları ve kadınları öldürülmeyecek, esir edilmeyecek; dinlerini yaşama konusunda herhangi bir engelleme ile karşılaşmayacaklar, kiliselerine dokunulmayacaktır...
[İslam Tarihi ve Medeniyeti I (Anadolu Ünv.: 2011) ]
Endülüs toplumunda fetih yoluyla gelen Müslümanlar ile birlikte önceden beri bu topraklarda yaşamını sürdüren Hıristiyan ve Yahudiler de bulunmaktaydı. Müslümanlar; Araplar, Berberîler ve özellikle I. Hişam ve II. Abdurrahman zamanında sayılarında artış gözlenen Müvelled yani Müslüman olmuş İspanyollar ile Sakalibe'den oluşmaktaydı.
Sakleb kelimesinin çoğulu olan Sakalibe, köle tacirleri veya korsanlar tarafından Avrupa'nın doğu kesimleri başta olmak üzere Lombardia ve bazı bölgelerden Endülüs'e getirilen Slav asıllı kölelerdi. Bunlar küçük yaşta geldiklerinden Müslüman terbiyesi ile yetiştirilmekte ve ileride azad edildikten sonra önemli görevlerde ve orduda yer almaktaydı. III. Abdurrahman döneminde ordu halifenin bunlara duyduğu güven sebebiyle Sakalibeden meydana gelmekteydi. Bu sınıf ilerleyen zamanlarda Endülüs siyasi hayatında etkin rol oynamış, hatta XI. yüzyılda aralarında Turtûşe'nin de olduğu Meriyye, Denia, Belensiye gibi şehirler Sakalibe'ye mensup komutanlar tarafından idare edilmiştir.
Arap kültürünü benimsemekle birlikte İslâmiyet'i kabul etmeyenler de vardı ki bunlar Mustarib veya Mozarab olarak anılmaktaydı. Her türlü hakları devletin garantisi altında olan, aralarından aday gösterdikleri ve emîrin seçtiği bir temsilci vasıtası ile devlette temsil edilen Mozarablar, Endülüs Emevî devletine yıllık cizye vermekte olup, içlerinden devletin üst kademelerine kadar çıkanlara da rastlanmaktaydı.
[Prof. Dr. Mehmet Özdemir'in Endülüs (İSAM: 2014)]
Müslümanların fetih sonrasında Endülüs’e getirdikleri dini hoşgörüden en fazla yararlananlar, hiç şüphe yok ki İspanya Yahudileri oldu. Zira onlar, Endülüs’ün fethi sayesinde Vizigotlar döneminde kaybettikleri dini ve sosyal haklarını yeniden kazandılar. Bu bağlamda 694 senesinde içine düşürüldükleri kölelik statüsüne son verildi. Yahudiliğe has ibadet, ayin gibi faaliyetlerin icra ve edası serbest bırakıldı. Kapatılmış olan sinagogların açılmasına ve ihtiyaç halinde yenilerinin yapılmasına izin verildi. Keza Vizigotların baskıları neticesinde İspanya’yı terk etmek zorunda kalan ya da Hıristiyanlığa girmedikleri için ülke dışına sürülen Yahudi ailelerinin geri dönmelerine de müsaade edildi. Yahudi araştırmacı Ashtor’un deyişiyle “bütün bunlar, Yahudilerin hayal bile edemeyecekleri gelişmeler"di.
[İslam Tarihi ve Medeniyeti I (Anadolu Ünv.: 2011) ]
Vizigotlar zamanında çok zor şartlarda yaşam mücadelesi veren ve onların çıkardığı pek çok kanunla din değiştirme ve köle olarak kabul edilme dahil insanlık dışı muamelelere maruz kalan Yahudiler ise Müslümanların gelmesine en çok sevinen taraf oldu. Zira onlar sayesinde hayatları değişerek Vizigotlar zamanında kaybettikleri bütün haklarına yeniden kavuştular. Bunların arasından da devlete üst düzey görevlerde hizmet edenler çıktı. Yahudiler özellikle IX. Yüzyıldan itibaren kuyumculuk ve ipek üretiminde söz sahibi oldular.