Müslümanların Tarihi
Emeviler Döneminde Farklı Kültürlerle Erkileşim
Kelama Giriş (Anadolu Üniversitesi: 2013) kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Farklı Kültürlerle Karşılaşma
İslamiyet, Hz. Peygamber döneminde Arabistan Yarımadası’nın dışına çıkmamıştı. Ancak, fetihler büyük bir hızla gelişti ve kısa zaman içinde birçok ülke İslam topraklarına katıldı. Hicri birinci asrın içerisinde Suriye, Mısır, İran ve Irak gibi ülkeler İslam dünyasının sınırları içerisine girdiler.
Hz. Ömer döneminde kurulan Kûfe şehrinde, yeni fethedilen ülkelerin insanlarının gelip yerleştiği ve kendilerine ait mahalleler kurdukları da dikkate alındığında Müslümanların erken bir dönemde çok farklı inanç, düşünce ve felsefi anlayışlara sahip kimselerle karşı karşıya geldiklerini anlarız.
Arabistan Yarımadası sakinleri sade bir hayata ve pek karmaşık olmayan bir din anlayışına sahip idiler. Ancak, İslam toplumunun sınırları içine giren bu yeni ülkeler, çok farklı din, kültür, medeniyet, inanış ve düşüncelerin beşiği halinde idi. Suriye ile Mısır’da Hıristiyanlık ve Yahudilik, İran ve Irak’ ta ise Mecusilik, Sabiilik, Mazdekiyye, Seneviyye ve Zerdüştlük yaygın idi.
İslam toplumuna giren bu insanların eski inanış ve kültürlerinin tesiriyle farklı fikirleri savunmaları tabii idi. Müslümanlar, aynı topraklarda bir arada yaşadıkları, hayatı birlikte paylaştıkları bu insanlarla çok doğal olarak karşılıklı etkileşim içine girdiler.
Bu etkileşim farklı şekil ve muhtevada olmuştur. Yeni fethedilen ülkelerde yaşayan insanların pek çoğu eski dinlerinden vazgeçerek İslam’a giriyorlardı. Ancak, bu yeni Müslümanlar arasında, eski inançlarından tamamen sıyrılmaya, bunların etkisinden kurtulmaya muvaffak olamayanlar vardı. Bunların kafalarında hala eski dinlerinin fikir kalıntıları mevcuttu. Dolayısıyla dini meselelerin bir kısmını eski inançlarının ışığı altında mütalaa ediyorlardı. Bundan dolayı bu yeni Müslümanlar, farkında olarak veya olmayarak eski inançlarından bazılarını İslam’a taşıyorlardı.
Bu arada başka dinlere mensup olanlardan, kendi dinlerine bağlı kalarak cizye vermeyi kabul edenler de vardı. Müslümanlarla aynı sınırlar içinde yaşayan bu gayr-i Müslimler arasında da fikir alışverişi oldu ve karşılıklı etkileşim gerçekleşti.
Hristiyanların Etkisi
Aslında Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki ilk tartışmalar Hz. Peygamber hayatta iken Necran Hıristiyanlarından bir grubun gelip Hz. Peygamberde tartışmaları ile başlamıştı. Fakat Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlar, Suriye, Mısır gibi ülkelerde İran, Hint ve Yunan felsefesi türü çeşitli düşüncelerle meczolmuş, böylece farklı muhteva kazanmış bir Hıristiyanlıkla karşılaştılar. Bu bölgelerde İslam ile karşılaşan Hıristiyanlardan birçok kişi İslam dinine girdiler. Hıristiyan din adamları da Hıristiyanlığı savunmak ve müntesiplerinin İslam’a girmelerini engellemek için yoğun bir çaba gösterdiler. Böylece Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında ilmi münakaşa ve mücadeleler gerçekleşti. Özellikle Allah’ın birliği ile zat ve sıfatlar, teşbih ve tecsim hususunda ciddi tartışmalar yaşandı. Emeviler döneminde bir tabip olarak görev yapan Hristiyan ilahiyatçı Yuhanna ed-Dımeşki, Allah’ın birliği ile Hz. İsa’nın tabiatı konularında Müslümanlarla nasıl tartışılması gerektiği hususunda metot tespit etmeye çalıştı ve İslam’a karşı reddiyeler yazdı. Müslüman alimler de Hıristiyanlık ve diğer inanç sahiplerine karşı reddiyeler yazdılar.
Kemal Işık''ın Mutezile'nin Doğuşu ve Kelami Görüşleri (Ankara Ünv.: 1967)
kitabından kısaltılarak alınmıştır.
St. John Dimaskus
Bu cümleden olarak Halife Muaviye, Rumlardan Sergun (Sergius) b. Mansur’u kendisinin özel sekreterliğine tayin etti. Muaviye öldükten sonra da ayni makamda kalarak kendisini devlet işlerinden ziyade şaraba, musikiye ve spora hasreden Yezid’in müşavirliğini yaptı. Bundan sonra bu vazife, oğlu St. John of Damaseus (Yuhanna’d-Dimaşki)’a intikal etti. Bir müddet bu vazifede kaldıktan sonra, 730 yılında bu görevden ayrılarak Kudüs yakınlarında bulunan bir manastıra çekilmiş ve geri kalan ömrünü dini ve teolojik eserler yazmakla geçirmiştir.
St. John yaptığı ilmi çalışmalar meyanında yazdığı “Bilgi Kaynağı” adlı risalesi, ona şark kilisesinin en büyük doğmatiği şöhretini kazandırmış, eseri daha sonraları çok meşhur olmuş ve müteaddid defalar Latinceye tercüme edilmiştir. Bu eser üç kısımdır: Birinci kısımda Aristo’nun fikirleri teolojiye tatbik edilmekte, ikinci kısımda “zındıklıklar" adı altında kendi zamanına kadar süregelen tartışma ve münakaşalar anlatılmakta, üçüncü kısımda ise, Ortodoks bir Kelam görüşü tedvin edilmektedir. Gerçekten St. John şark kilisesinin en ünlü ve en muhterem şahsiyetlerinden biri olduğu gibi, şark Hıristiyan aleminde de en büyük bir Kelam bilgini olarak göze çarpmaktadır. O, eserlerinde dini inançlarını büyük bir titizlikle savunurken daha çok akli istidlal yollarına tevessül etti ve felsefi metodlarla davasını kazanmağa çalıştı. Onun mensup olduğu “Rum Ortodoks Kilisesi tarafından işlenip ortaya konulan ve bilhassa kendisi tarafından tedvin edilmiş bulunan Allah akidesi, Müslümanları Allah’ın basit isimlerinden O’nun sıfatlarını araştırmağa sevk etti.
Mc Giffert bu konuyu incelerken, St. John’un yazmış olduğu eserleri arasında Hıristiyan dinini savunan ve bir Müslüman Arapla bir Hıristiyanın karşılıklı münakaşası şeklinde kaleme alınmış olan bir eserin mevcudiyetinden de bahsetmektedir ki, bu asırda Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında cereyen eden münazaraların mahiyetini bize göstermesi bakımından önemlidir. Emevi devletinin ilk devirlerinde yapılmasında bir sakınca görülmeyen, hatta bazı hallerde bizzat Halife tarafından teşvik gören bu gibi münakaşalar özellikle Halife Me’mun (Ölm, 833) zamanında bütün şiddetiyle devam etmiş olduğu görülmektedir.
Prof. Dr. Mehmet Vural'in İslam Felsefesi Tarihi (Elis: 2016) kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Emeviler Döneminde İlk Tercüme Hareketleri
Emeviler döneminde, dini ilimlerin tedrisinin yanı sıra "ulumü’l-evail” (öncekilerin ilimleri) denilen daha çok günlük hayat için önem arz eden tıp, astronomi, matematik, kimya gibi tabii ilimlere dair eserler tercüme edilmeye başlanmıştır. Bu dönemde, bilimsel ve tıpla ilgili eserlerin yanı sıra Solon, Hermes, Pisagor, Lokman gibi gerçek ya da hayali şahsiyetlere nispet edilen hikemi (bilgelik) eserler de Arapçaya tercüme edilen ilk metinler arasında olmuştur. Çoğunluğu gayrimüslimlerden oluşan bu ilk mütercim kadrosunda yer almaktaydı.
Bu mütercimler arasında Maserceveyh el-Basri’nin (VII. yüzyıl) özel bir önemi vardır. O, Yahudi asıllı bir İranlı olarak Cündişapur Okulunda tıp eğitimi aldı. Basra'da hekim ve mütercim olarak görev yaptı. Tercüme faaliyetlerinde ilk çevrilen kitabın, Emevi halifelerinden Mervan b. el-Hakem'in (623-685) emriyle Maserceveyh el-Basri’nin Süryaniceden Arapçaya tercüme ettiği, Süryani bilginlerinden otuz makaleden oluşan ansiklopedik tıp eseri olduğu kabul edilmektedir.
İbn Asal da (ö. 666) Yunanca ve Süryanice kaynakları kullanarak “İlaçlar ve Kuvvetleri” adlı bir telif eser kaleme almıştır. Teyazuk’un da (ö. 711) “Büyük Tıp Ansiklopedisi” ve “İlaçların Değişimi Kitabı” adlı telif eserlerinin yanı sıra Yunancadan yapmış olduğu tıp alanında tercümeleri vardır. Emeviler döneminde başlanan tercüme faaliyetleri ve ilmi çalışmalar, Abbasiler döneminde hız kazanacaktır.
İslam tarihinde bu tercüme faaliyetlerini sistematik olarak ilk başlatan isim, Emevi hanedanlarından Muaviye’nin torunu Halid b. Yezid (661-704) olmuştur. Zengin bir kütüphaneye sahip olan Halid b. Yezid, ünlü bilginleri İskenderiye'den getirterek tıp, astronomi, astroloji, kimya, simya ve matematik alanlarında tercümeler yaptırmış, kendisi de bu alanlarda günümüze ulaşamayan risaleler kaleme almıştır.