top of page

İran Halklarının İslam’a Geçişi

Prof. Dr. Corci Zeydan'ın İslam Uygarlıkları Tarihi - 2.Cildinden (İleişim: 2015) kısaltılarak alınmıştır.

Fars Bölgesinde İslam Öncesi Sosyal-İdari Durumu

Fars bölgesi güneybatıda Dicle, kuzeydoğuda Ceyhun Irmağı arasında kalan topraklardır. Buralarda oturan ahali farklı milletlerden müteşekkil olduğu için nüfuslarını tahmin etmek ve birbirlerinden kesin hatlarla ayırmak mümkün değildir. Bununla beraber, herhalde bu milletler cins, lisan, diyanet itibariyle Irak ve Şam ahalisinden çok farklıydılar. Bu bölgede yaşayan halk çoğunlukla Samilerden değildi. Fars dili de Avrupa dil ailesine mensup Ari dillerden biri olup, İslam öncesi bölgede yayılmış olan din Mecûsilik diniydi. Halbuki Arap ve Şam kıtalarında geçerli olan dinler Hıristiyanlık ve Yahudilikti. 

İskender vefat edip de memleketi kumandanları arasında bölününce, devletin bütünlüğü sürdürülememiş, ülke toprakları, mahalli beyler arasında pay edilmiştir. Nihayet 224 yılında Sasaniler Devleti'nin kurucusu olan Ardeşir bu topraklan kılıç zoruyla birleştirip hakimiyeti altına almış ve Ardeşir Hanedanı, İslamiyet’in zuhuruna kadar İran tahtını işgal etmiştir. 

İslamiyet’in ortaya çıktığı dönemde Sasani devletinin hakimiyeti altında bulunan Fars toprakları her biri bir emirin idaresinde çeşitli vilayetlerden meydana geliyordu. Bu valilerin bazıları -özellikle başkentten uzak olanları- kısmen veya tamamen bağımsız bir haldeydiler.
 

Gene R. Gartwaite'ın İran Tarihi (İnkılap: 2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İslam Fetihleri

İran ve İranlılar, Sasani İmparatorluğu’nun çökmesiyle ortadan kaybolmadı. Mekân elbette varlığını sürdürdü. Kimlik de halk ve kültür olarak yaşamaya devam etti. Toplumsal yapının esas dokusu ve ekonomi yeni bir yönetici elitle varlığın sürdürdü. Arapların ve özellikle İslam’ın İranlılar üzerinde büyük etkisi olmakla beraber, İranlıların da Araplar ve İslam üzerinde büyük etkisi vardı. 

Sasani İmparatorluğu’nda yaşayan Hristiyan ve Yahudiler Ehl-i Kitap olarak kabul edildi. Buna karşılık Zerdüştlük bir tür muamma arz ediyordu, zira İslam bu dini düalist olarak görüyordu. Fakat bir yandan da Zerdüşt İranlılar, yeni fatihler karşısında ezici bir çoğunluğa sahipti. Sonuçta bizzat Peygamber’e atfedilen bir gelenekle Zerdüştler Ehl-i Kitap olarak kabul edildi. Bundan dolayı Ehl-i Kitap’a şiddet uygulanmasına veya din değiştirmeye zorlamaya gerek görülmedi. Ancak birtakım sosyal kısıtlamalara maruz kalıp kelle vergisi ödediler.
 

Hugh Goddard'ın Ortaçağdan Günümüze Hristiyan-Müslüman İlişkileri Tarihi (Say: 2018) 

adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İran ile daha önce incelediğimiz bölgeler arasında büyük tarihsel farklılık vardır, o da burada Hıristiyanlığın hiçbir zaman başat din olmamasıdır: Daha önce gördüğümüz gibi, Sasani İmparatorluğu döneminde Hıristiyanlar, özellikle de Nesturi kilisesine mensup olanlar, önemli ve nüfuzlu bir azınlıktı ama Hıristiyanlık hiçbir zaman ne devlet dini oldu ne de nüfusun çoğunluğunun dini oldu. 

İslamiyet döneminde din değiştirme oldukça erken başladı ve daha batıdaki eyaletlerin herhangi birine kıyasla muhtemelen İran'da daha hızlı ilerledi çünkü Sasani împaratorluğu'nun yıkılmasıyla Zerdüştçülük güçlü bir dış destekçi, hatta koruyucu olarak Bizans imparatoruna eşdeğer bir güç olmaksızın ortada kaldı. Bu nedenle İslamiyet’in İran'da görece erken bir zamanda, yani belki 9. yüzyılın başında nüfusun çoğunluğunun dini haline gelmesi muhtemel olabilir. 
 

Gene R. Gartwaite'ın İran Tarihi (İnkılap: 2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İslama Geçişten Sonra

Müslümanlığa geçiş uzun bir zaman diliminde gerçekleşti. 

Eski Bizans eyaletlerinde bu süreç belki daha hızlı işlemişti. Bu topraklarda Arap yerleşimlerinin daha fazla olması nedeniyle kültürel etkileşim daha hızlı gerçekleşmişti. Ayrıca Arapça gibi aynı Sami dil ailesine mensup olan Kıptice ve Süryanice konuşan bu halklar sonunda Arapça konuşur hale geldi. 

Buna karşılık, İran topraklarına yerleşen çok sayıda Arap olmasına rağmen İranlılar, Hint-Avrupa dil ailesine mensup dillerini korudular, yazıda Arap harflerini benimsediler. Bu durum muhtemelen eski Sasani yöneticileriyle hukuk âlimlerinin, konumlarını korumak amacıyla Arapçayı kullanmalarının sonucuydu. 

Arap dili başlangıçta reddedilmesine rağmen, İranlılar çok uzun bir süreçte bu dile ait kelime dağarcığının büyük bir kısmını kendi dillerine kattılar. 

Müslüman-Arap yönetiminin ilk yüzyılında İran her şeyden önce geleneksel idareciliğin sürdüğü, halkın Zerdüşt, Hıristiyan ve Yahudi olmaya devam ettiği bir ülke görünümündeydi. 

11. yüzyılda bile İran halkının büyük bir kısmı henüz Müslümanlaşmamıştı. 
 

Cahid Kara''nın İslam Coğrafyasında Mecusiler (Hikmetevi: 2015) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Mecûsî eski coğrafyanın hemen her bölgesindeki üç- dört asır sonrasında bile mevcudiyetlerini ve geleneklerini devam ettirmeyi başarmışlar, dinî, millî ve kültürel kimliklerini korumuşlardır. Şayet Müslümanlar, Mecûsîler’i kılıç kuvveti ile zorla İslâmlaştırmış olsalardı, İslâmî fetihleri müteâkip ilk üç asır içerisinde, Mecûsî eski coğrafyanın dinî renkliliğinin yerine bütünü ile siyasî açıdan hâkim milletlerin dini olan İslâm’ın tek renlerine dönüşmesi icap ederdi. 

Müslüman coğrafyacıların Mecûsî nüfusuna dair müşahedeleri, Mecûsîlerin X. yüzyılın sonuna kadar hâlâ yaygın ve oldukça fazla sayıda İran ve doğusundaki bölge ve şehirlerde yaşamaya devam ettiklerini göstermektedir. Bu kayıtlar bize, Mecûsîlerin İran’ın İslâm orduları tarafından fethinin üzerinden uzun bir süre geçmesinden sonra bile büyük oranda siyasî güç ve kutsal mabetleriyle dolu topraklarında rahatsız edilmeksizin dinî ritüelleriııi yerine getirdikleri hakkında reddedilemez kanıtlar sunmaktadır.

bottom of page