Müslümanların Tarihi
Arap Fetihlerinin Başarı Sebepleri
Prof. Dr. Corci Zeydan'ın İslam Uygarlıkları Tarihi - 2.Cildinden (İleişim: 2015) kısaltılarak alınmıştır.
Yazarlar, tarihçiler ve eleştirmenler Arapların Rum ve İran ülkesini fethedip kontrolleri altına almalarına yardım eden durum ve sebeplerle ilgili uzun ve tartışmalı değerlendirmeler yapmışlardır. Gerçekte Araplar o dönemin iki büyük devletini fethedip Kayser ve Kisraları kahrettikleri sıralarda sayıları o iki devletten birinin yalnız bir kentinde bulundurabildiği muhafız askerlerin sayısından bile azdı. Ayrıca, Araplar o zamanlar oldukça sade bir yaşam sürdürüyorlardı. Savaş bilgisi ve sanatı konusunda çok az tecrübeleri vardı. Mali durumları zayıf, savaş aletleri ve silahları açısından oldukça eksiklerdi. Rumlarla İranlılara gelince onlar bu sıralarda dünyanın en büyük iki devletiydi. O iki büyük devleti, aynı dönemde, 10 seneyi geçmeyen kısa bir zaman içinde ele geçirmeyi başarmış olmalarıdır. Bu büyük başarıların sebepleri nelerdi?
Eleştirmenler ve tarihçilerin bu konudaki en bilinen yargı ve yorumları; Müslümanların bu büyük başarılarını, İslâmiyet’in ortaya çıktığı dönemde Rum ile İran devletleri arasında devam eden savaşlar sonucu olarak bu iki devletin içine düştüğü zaaf, perişanlık ve gerilemeden kaynaklandığı şeklindedir. Evet gerek Rum gerek Bizanslıların o sıralarda içinde bulundukları zayıf ve güçsüz durumun İslâm fetihlerini kolaylaştırmada çok etkili olduğunu inkâr edilemez. Ancak o hal söz konusu fetihlerin tek ve asıl sebebi değildi.
Arapları o fetihlere yönlendiren, kendilerine bu konuda cesaret ve cüret veren etken veya etkenler nelerdi?
Gerçekten, eskiden beri çölde yaşayan Arapların, yüzyıllardan beri Rumlara ve Acemlere saygı ve heybetle bakarak, üstelik onların geniş ülkelerini atasözleri ve deyimleri arasına sokup, isimlerinden korku duydukları halde, vücutları kaba ve basit elbiseyle örtülü, yiyecekleri darı ve arpadan ibaret, silahları iple bağlanmış mızraklardan, bele bez parçalarıyla asılmış kılıçlardan oluşan bir küçük grupla, o iki geniş ülkeyi fethetmeye nasıl cüret ettiklerini ve İslâmiyet’ten önce öyle bir teşebbüse neden cüret etmediklerini inceleyip araştırmak bir tarihçi veya tarih meraklısı için başta gelen görevlerden biri kabul olunur.
Bunun cevabı şudur: Araplar İslâm'ı kabul ettikten sonra, İslâm’dan önceki tavır ve davranışları değişmiş ve başka bir hale girmişlerdir.
Müslüman olmadan önce, darmadağınık birtakım kabilelerden oluşuyorlardı. Ancak İslâmiyet’ten sonra hepsi bir kalıpta, tek bir millet haline geldiler. Bununla birlikte, sadece bu özellik o ülkeleri fethetmek gibi oldukça büyük ve zor bir teşebbüste bulunmalarına cüret verecek yeterli bir sebep değildir. Onlara asıl kuvvet ve cesaret veren etken, kabul ettikleri İslâm dininin doğruluk ve sağlamlığına samimi olarak inanmak ve hükümlerine tam boyun eğmekti. Müslümanlar, sadece Allah'ın adını ve kelimesini yükseltmek ve yüceltmek uğrunda ülkeleri ele geçirdiklerine, Allah'ın yeryüzünde İslâm’ı yayma görevini kendilerine verdiğine, bu uğurda öleceklerin şehit olacağına, ahirette bu dünyadakinden daha değerli ve kalıcı nimetler bulunduğuna, sağlam ve sarsılmaz bir inançla bağlıydılar.
İslâm Fetihlerini Kolaylaştıran Diğer Sebepler
1) Araplar çölde oldukça sade ve basit bir yaşama alışmış olduklarından, açlığa ve susuzluğa çok önem vermezlerdi. İçlerinden biri savaşa çıktığında, sırtını yoracak veya devesine ağır gelecek hiçbir şey götürmezdi. Bundan başka develerin de Arapların bu başarılarında büyük hizmetleri olmuştur. Arap yaşamında develer, Rumların atlarının vs. hayvanların gördüğü görevin aynısını görürdü. Bir Arap devesine hem kendi biner hem yükünü taşıtır hem sütüyle beslenir, gölgesinde barınırdı.
2) Müslümanların kaza ve kadere, bir insanın eceli gelmeden ölmeyeceğine, eceli gelirse nerede olursa olsun yatağında bile bulunsa yine öleceğine ve eceli gelmemişse en keskin kılıçlar altında olsa bile hayatının kurtulacağına inanmalarıdır. Bu kader ve teslimiyet inancının fetihlerdeki başarılarda büyük yararı olmuştur.
3) İslâm’ın ilk yıllarında, zafer ve başarıları getirecek özellikler ve meziyetlere sahip karizmatik komutan ve liderler de İslâm zaferlerinin bir başka önemli nedenidir. Örneğin, Napolyon devri, nasıl ki, Fransa'nın daha önce çıkaramadığı büyük komutanlarla sivrildiyse, İslâm'ın ilk yılları da büyük ve karizmatik adamların sivrildiği bir devirdi.
4) Arapların savaşlar sırasında gösterdikleri sabır, sebat, dayanıklılık ve düşmana karşı uyguladıkları “mütâvele"(işi uzatma) yani vakit kaybettirerek düşmanı zayıf düşürme yöntemi de savaşlardaki başarıların bir başka önemli etkeni olmuştur. İslâm orduları, Suriye vilâyeti içinde Rum ordusuyla savaştıktan sonra Rumlarla savaşmanın çöl halkıyla savaşmak gibi olmadığını, Rumların savaş meydanına ne kadar asker çıkarabildiklerini ne şekilde savaştıklarını anlayınca, galip gelmenin ancak sabır ve sebat ile ve onlara vakit kaybettirerek zayıf düşürmekle mümkün olabileceğini kavramışlardı. Bu gibi sabır ve işi uzatarak karşı tarafı yıpratma taktiği Araplar için kolaydı. Daha önce, başka bir yerde de belirttiğimiz gibi, onlar çok az bir yiyecek ve giyecekle yetinen sabırlı ve dayanıklı bir toplumdu. Yiyecekleri azalınca etrafa akın yaparak bu şekilde ele geçirdikleri koyun ve deve sürüleri, buğday vs. ile açlıklarına çare bulabiliyorlardı.
5) Geri çekilme hattı uygulaması da bu zaferlerin elde edilmesine yardımcı olan sebeplerden biriydi. Sığındıkları çölü arkalarına alarak savaşa başlıyorlardı. Mağlup olacaklarını kestirdiklerinde geri çekilerek, çöle sığınırlardı. Rumlar veya İranlılar savaşta galip de gelseler, arkalarından takip de etseler çöllerde onlara yetişemezlerdi. Veya onların peşine düşmeye kalkışmazlardı. Ancak Rumlar kendi savunma yerlerine dönünce, Araplar bu kez çölden geri döner ve tekrar Rumların üzerine hücum ederlerdi.
6) Rum ve İranlıların, dinî yapılanma veya mezhep çatışmaları nedeniyle ülkelerindeki iç karışıklıkları, aralarındaki ayrılık ve gruplaşmalar, sosyal yapılarının zayıflamasını doğurmuştu. Bunların sonucunda toplum arasında yayılan ahlâk bozukluğu da Müslümanların başarılarına yardımcı sebeplerden bir başkasını oluşturmuştur.
7) Irak bölgesinde bulunan Arap kabileleri öteden beri, gördükleri zulüm ve baskılardan dolayı İranlılara düşman olmuşlardı. Gerek Irak gerek Şam Arapları esas olarak Hıristiyandılar. Müslüman Arapları görünce din ayrılığına bakmaksızın sevinmişler ve kabilecilik duygularıyla onlara destek olmuşlardı. Özellikle Irak bölgesi Arapları İranlılar aleyhine İslâm ordularına katılmışlar, birlikte savaşmışlar, düşmanın zayıf noktalarını göstermek suretiyle yardımcı olmuşlardı. Örneğin Ebu Zeyd Tâî, Hıristiyan olduğu halde sırf Arap asabiyeti duygusu nedeniyle Köprü Savaşı’nda Araplarla birlikte savaşmış ve ölmüştü. Aynı şekilde Nemr kabilesi emiri Enes bin Hilal büyük bir Hıristiyan cemaatiyle birlikte Müslümanların yanına gelmiş ve “Kendi milletimizle birlikte savaşacağız,” diyerek İslâm ordusu içerisinde saf tutmuş ve İranlılara karşı savaşmış.
8) Asıl halktan olan reaya ile yöneticileri arasında yerleşmiş olan düşmanlığı da bu çerçevede ele alabiliriz. Mısır'ın yerli halkı olan Kıptîler yüzyıllar boyunca yabancıların yönelimi altında bulunduklarından, karşılaştıkları haksızlık ve baskılardan kurtulmak amacıyla bir mahkumiyetten diğer bir mahkumiyete geçmeyi kolayca kabullenebiliyorlardı. Aynı şekilde, Aramilerden Süryanilerden Nebatilerden, Musevîlerden, vs.'den oluşan Şam bölgesi halkı da komşuları olan Mısırlılar ile aynı durumda olduklarından, onlar gibi bağımsızlıktan ümitlerini büsbütün kesmişlerdi. Bunların da aynı şekilde yöneticilerinin Rum veya Arap olduğuna çok dikkat etmiyorlardı. Yöneticileri her kim olursa olsun onun emri altında biraz daha rahat yaşamaktan başka bir şey düşünecek halde değildiler.
9) Müslümanların gösterdiği adalet, merhametli ve hoşgörülü idare, zühd-ü takva bu büyük başarılarının en önemli nedeniydi. Bu güzel ahlâk ve hoşgörü, vaktiyle Rum veya İranlılar devletleri idaresindeyken İslâm egemenliğine girmiş olan halklar üzerinde olumlu bir etki yapıyordu.
10) İslâm egemenliğine giren halkın diyanet, tören vs. sosyal ilişkilerine dokunulmaması, eski hallerinde kalmalarına izin verilmesi, yani din, vicdan ve yaşam özgürlüğünün garanti altına alınması da bu zaferlerin bir başka nedenidir. Müslümanlar bir ülkeyi ele geçirdiklerinde, orada yaşayan halkın dini inançlarına, sosyal ilişkilerine, kanunlarına vs. durumlarına dokunmaz ve onları bu konuda serbest bırakırlardı.
11) Ayrıca, Müslümanların başlangıçtaki fetihleri birer askeri işgal biçimindeydi. Cizye olarak aldıkları mallar halkı başkalarının tecavüzlerinden korumak içindi. Daha önce de Rumlar, Şam bölgesi sınırında yaşayan Araplara İranlılara karşı desteklerini sağlamak için, para vermeye alışmışlardı. Müslümanlar, kendi egemenlikleri altına giren gayrimüslim halk kendileriyle beraber düşmana karşı savaşmaya söz verirse onları çoğunlukla cizye ödemekten muaf tutarlardı. Diğer yönden, Müslümanlara ödemeyi kabul ellikleri cizye de Rum ve İranlılara verdikleri vergilerin toplamına oranla oldukça azdı.
Benson Bobrick'in Halifenin İhtişamı (Doğan Egmont: 2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
İslam'ın Gücü
İslam’ın yükselişi genellikle çöl Araplarından oluşan ilkel topluluklar içinde gerçekleşmiş gibi tasvir edilir. Bu kabileler İslam’ı kabul ettikten sonra bir araya geldi ve peygamberlerinin ölümünün ardından çadırlarını katlayıp onun yeni öğret isini dünyaya yaymak için kalabalıklar halinde çölden ayrıldı. Neredeyse bir gece içinde çarpıcı bir kültür sergileyip yenilmez bir askeri makine haline geldiler.
Batıda hâlâ popüler olan bu tuhaf tablo hem fazlasıyla acıklıdır. İslam antik dönemlerden beri ileri medeniyetlerin -Mısır, Babil, Pers Ülkesi ve Bizans- geliştiği bir bölgede doğmuştur. Arabistan bunların dışında kalmasına rağmen bu medeniyetler Arabistan'ın manevi toprağını sulamıştı. MÖ 853’te çiviyazısı tabletlerde piyade, süvari ve savaş arabalarına sahip tam teşekküllü Arap ordularına ait kayıtlar vardır.
Maddiyatla maneviyatın, inançla ganimetin, cennete adanmanın kışkırtıcı bir karışımıyla coşan bir ordu kolayca yenilemezdi. Düşmanları ne kadar ateşli olsa da savaş şiddetlendiğinde genellikle Müslümanlara kıyasla gönülsüzdü. Yarmuk Savaşı’nda 40.000 Arap 140.000 Bizanslıyı ezdi, İspanya’nın fethinde Batı’daki Müslümanlara verilen adla 25.000 Saraken 90.000 Got’u yok etti.