top of page

Hz. Peygamber Döneminde Fıkıh


Prof. Dr. Hayreddin Karaman'ın İslam Hukuk Tarihi (İz: 2016) kitabından kısaltılarak alınmıştır.
 

Dönemler

Hz. Peygamber (s.a.)in devri fıkıh devrelerinin en önemlisidir. Çünkü vahye dayanan teşri’ faaliyeti bu devre içinde tamamlanmış, sonraki devirlere de temel teşkil etmiştir.

Mekke Devri

Hz. Peygamber M. 610 yılında vahye muhâtap olmuş, vazifesi icâbı dini tebliğe başlamış ve 622 yılına kadar Mekke’de kalmıştır. Bu müddet içinde (13 yıla yakın) Kur’ân-ı Kerim’in yaklaşık üçte ikisi nâzil olmuştur. [ii]

Bu devrede Allah Resûlü’nün (s.a.) tebliği daha çok inanç ve ahlâk sahasına yönelmiştir. Mekke’de fıkıh hükümleri azdır. 

Medine Devri

Allah Teâlâ Peygamberine izin verince Yesrib “Medînetü’n-Nebî” adiyle İslâm devletinin merkezi oldu. Artık bu genç devletin siyâsetini ve bu çekirdek İslâm cemiyetinin içtimâi hayatını tanzim edecek kaidelere ihtiyaç vardı. Bir taraftan ibâdetler, cihâd, âile, miras ile alâkalı, diğer taraftan da anayasa, cezâ, muhâkeme usûlü, muâmelât ve devletler arası münasebetlerle ilgili kaideler, esaslar vazedildi.
 

 

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin İslam Hukuk Tarihi (Arı Sanat: 2006) 
kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Teşri Usulü

Bu devirde teşri usûlleri şöyleydi: Bir hadise vuku’bulur, bunun hükmü Hz.Peygamber’den sorulurdu. Böyle bir soruya muhatab olan Hz.Peygamber önce vahy beklerdi. Bu meselenin hükmü kendisine açıkça veya mana olarak vahyedilince, O da bunu Eshabına bildirirdi. Kur’an-ı kerimde: “Senden soruyorlar! De ki:„.” veya “Senden fetva istiyorlar! Onlara de ki:...” şeklinde başlayan ve bir meselenin hükmünü bildiren pek çok ayet bulunmaktadır. 

Eğer bu bekleme neticesinde bir hüküm gelmezse bu takdirde Hz. Peygamber ictihad ederdi. Bu ictihadlannda yanılabilmesi caiz ise de devamlı vahyin kontrolünde bulunması itibariyle asla yanlışlık üzere kalmaz; bir hata varsa vahy yoluyla bildirilirdi. Çünki İslam inancına göre, peygamberler masumdur, onlardan yanlışlık sadır olması peygamberliğin mahiyetine aykırıdır. 

Bedr esirleri kıssası buna misaldir. Meşhur müfessir Beydavi şöyle anlatmaktadır: Bedr gazasında yetmiş tane esir alınmıştı. İçlerinde, Hz.Peygamber’in amcası Abbas ve amcazadesi Ukayl bin Ebi Talib de vardı. Peygamber, bu esirlere yapılacak muamele hakkında eshabı ile istişarede bulundu. Hz.Ebû Bekr “Bunlar, hemşehrilerin ve akrabandır. Bunlara ceza verme! Allah, belki kendilerine tövbe nasib eder. Bunları para karşılığında salıver. Böylece, eshabın da kuvvetlenmiş olur” dedi. Hz.Ömer ise, “Bunlar, din düşmanlarının elebaşlarıdır. Allah, bizi onların parasına muhtaç bırakmadı. Bunlar, seni ve bizi öldürmek için geldiler. Hepsini öldürelim” dedi. Ensarın büyüklerinden Sa’d bin Muaz da bu yolda fikir beyan etti. Hz.Peygamber, Hz.Ebû Bekr’in içtihadını kabul ederek esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmasını emretti. Esirler bırakıldıktan sonra “Harbde alınan esirleri mal karşılığı olarak salıvermek, hiçbir Peygambere münasib değildir. Yeryüzünde onların çoğunu öldürmek, zayıflamalarına sebep olur” mealindeki ayet-i kerime (Enfal: 67) geldi. 

Buna benzer, yani Hz.Peygamber’in ictihad ettiği, sonra bu içtihadın ayet-i kerime nüzulüyle tashih olunduğu birkaç hadise daha vardır. Kur’an-ı kerimde önceki peygamberlerle de alakalı bu gibi hadiseler anlatılmaktadır. (Misal: Sad: 21-24)  

Peygamber Devrinde İctihad

Hz. Peygamberin İctihadı

Vahy devrinin bir hususiyeti, bizzat Hz.Peygamber’in vahy gelmeyen hususlarda ictihadda bulunması ve eshabma da bu yolda izin vermesidir. Hz.Peygamber hukuki ihtilaflar söz konusu olduğunda hakim sıfatıyla hükümler verirdi.

Ulemanın ekserisine göre, peygamberlerin ictihad etmeleri caizdir. Nitekim Kur’an-ı kerimde anlatıldığına göre, Hz.Davud’un bakıp hükmettiği bir itlaf davasında, Hz.Süleyman başka bir hüküm vermiş; Hz.Davud bu hükmü tasvib ederek kenmdi hükmünden dönmüştü (Enbiya: 78-79). Bu da peygamberlerin vahy gelmeyen hususlarda ictihadda bulunabileceklerini göstermektedir. 

Hz.Muhammed de vahy gelmediği zaman eshabıyla istişarede bulunurdu. Bazen eshabının beyan ettiği ictihadlardan birini tasvib eder; kimi zaman da kendisi başka bir ictihad ederdi. Hendek harbinde, Selman-ı Farisi’nin düşmanı hendek kazarak beklemek hususundaki içtihadını tasvib ve tatbik etmiştir. 

Hz.Peygamber, huzuruna getirilen bir davada hükmetmiş, davayı kaybeden taraf, hasmı huzurdan ayrıldıktan sonra kendisinin haklı olduğuna dair yemin edince, Hz.Peygamber kazanan tarafı çağırtarak bunu kendisine bildirmiş, o kimse de “İsterseniz yeniden muhakeme yapınız” deyince Hz.Peygamber davaya yeniden bakmış ve bu sefer de aynı kişi lehine hükmetmişti. Nitekim bir hadis-i şerifde, “Ben ancak bir insanım. Bana ihtilaflılar gelir. Bunlardan biri, diğerine göre daha ikna edici olur. Ben de ona göre hükmederim. Ben verdiğim bir hükümle bir kimseye hakikatte kardeşine ait bir şeyi verecek olsam, bu onun için ancak ateşten bir parçadır!" buyrulmaktadır. 

Medine’de Tu’me adında bir kimse, komşusu Katade’nin zırhını çalmış ve bir Yahûdiye emanet bırakmıştı. Zırh daha önce bir un torbasının içinde olduğu için çalınırken etrafa un saçılmıştı. Katade, Tu’me’yi itham etti. Tu’me ise inkar ve hatta konudan bilgisi olmadığına dair yemin etti. Zırhın sahibi, zırhın bulunduğu yerden itibaren etrafa yayılan un döküntülerini takib ederek zırhın emanet bırakıldığı Yahûdinin evine kadar geldi. Yahûdi herşeyi anlattı. Tu’me’nin yakınları bunun üzerine suçu Yahûdiye attılar. Hz.Peygamber huzurunda görülen davada Yahûdi aleyhine şahidlik ettiler ve böylece Yahûdi mahkûm oldu. Sonradan Nisa Sûresi’nin 105. ve devamındaki ayetlerinin inmesi üzerine şahidlerin yalancılığını anlayan Hz.Peygamber, yeniden muhakeme yaptı. Bu kez zanlı Yahûdi beraat ederken, gerçek hırsız mahkûm oldu. Burada Hz.Peygamber’in içtihadıyla verdiği hüküm, vahy ile tashih edilmiştir. Bu da peygamberlerin ictihadlannın vahyin kontrolünde olduğunu; bu sebeple peygamberlerden hata sadır olamayacağım göstermektedir. 

Netice itibariyle, Hz.Peygamber’in her sözü ve her işi vahy ile değil idi. “O boş söz söylemez. Ancak kendisine vahyolunanı söyler” mealindeki ayet (Necm: 4), Kur’an-ı kerim içindir. Eğer her sözü, her işi vahy ile olsaydı, bazı sözüne ve işine, Kur’an-ı kerimde itab vaki olmazdı. Nitekim, Hz.Peygamber, hanımlarına yaklaşmayı veya bir rivayette bal şerbeti içmeyi kendisine haram ettiğinde, “Ey Peygamberim! Allah’ın helal kıldığını, neden kendine haram ediyorsun?” mealindeki ayet-i kerime (Tahrim: 1) inmişti. Tebük harbine gelmeyenlere izin vermesi üzerine, “Niçin onlara izn verdin? Allah, bu işini affetti” mealindeki ayet (Tevbe: 44) ve bir münafıkın cenaze namazını kılmağa hazırlandığı zaman, “Ebedi olarak ölen kafirlerin hiçbiri için namaz kılma!” mealindeki ayet-i kerime (Tevbe: 85) nazil olmuştur. Bunlar gibi başka ayet-i kerimeler de vardır. Bundan anlaşılıyor ki, Hz.Peygamber’in bazı sözleri ve işleri, kendi isteği ve içtihadı ile idi. Kadı Beydavi, Bedr esirleriyle alakalı ayetlerin tefsirinde “Bu ayet-i kerime, Peygamberlerin ictihad ettiklerini ve ictihadlarında yanılabileceklerini; fakat, hatalarının, kendilerine hemen bildirildiğini, yanlışlarının düzeltildiğini göstermektedir” diyor. 

Hz. Peygamber Döneminde Sahabenin İctihadı

Zamanla bu gibi işler çoğalınca eshabından hakimler tayin etmiştir. Bunlar kendi ictihadlarıyla hüküm vermişler, Hz.Peygamber de bunu tasvib etmiştir. Hz.Peygamber de bunların hükümlerini reddetmemiştir. Çünki bunların hepsi bizzat kendi öğrettiklerine dayanmaktaydı. 
 

Prof. Dr. Tâhâ Câbir ei-Alvânî'nin İslâm Fıkhını Araştırma ve Kavrama Yöntemi (Koba: 1992)

adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İctihada gelince, bunun şer’an delil oluşu ve bu dönemde kullanıldığını gösteren deliller gerçekten pek çoktur. Bunlardan biri Muaz hadisidir.

 

Hadis şöyledir:

Hz. Peygamber (s.a.) Muaz’ı (r.a.) Yemen’e gönderirken aralarında şöyle bir konuşma geçer: 

  • Sana bir dava geldiği zaman ne yapacaksın?

  • Allah’ın kitabıyla hükmederim.

  • Ya Allah’ın kitabında yoksa?

  • Rasulullah’ın sünnetiyle.

  • Ya Rasulullah’ın (s.a.) sünnetinde de yoksa?

 

Muaz diyor ki: (Bu soru karşısında:) "Reyimle ictihad ederim ve kendimi sıkıntıya sokmam.” dedim. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.) göğsüme vurdu ve,

  • “Rasulullah’ın elçisini, Allah’ın ve Rasulü’nün hoşnut ve razı olduğu şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun.” buyurdu.

 

Bu Muaz hadisinde sözü edilen re’y ictihadından maksadın ne olduğu, Hz. Ömer’in (r.a.) kendi halifeliği sırasında kadı olarak görevlendirdiği Ebu Musa’ya (r.a.) verdiği ahidnamede açıklanmıştır. O bu meyanda şöyle demiştir:

“Yargı, yerine getirilmesi gereken muhkem bir fariza ya da uyulması lazım olan bir sünnettir... Hakkında tereddüt ettiğin ve çözümünü Kitap ve sünnette bulamadığın konularda ince bir anlayış göstermeye çalış. Birbirine benzer ve emsal olanları iyi tanı ve yeni olan durumları, hükmü bilinen benzerlerine kıyas et. Onlar içerisinde Allah’a en yakın, hakka en çok benzeyen hangisi ise ona yönel.”

Rasulullah (s.a.), ashabını ictihada teşvik etmiş, onları buna alıştırma konusunda son derece gayret göstermiş ve bunun bir tezahürü olarak şöyle buyurmuştur: 

"Hakim ictihad eder ve isabet ederse iki sevabı, hata ederse bir sevabı vardır.”

Rasulullah (s.a.) Döneminde Fetva Ehliyetine Sahip Sahabiler

Rasulullah (s.a.) zamanında ashabtan çok fetva verenler şunlardı: 

  • Mü'minierin annesi Hz. Aişe,

  • Hz. Ömer,

  • Hz. Ömer’in oğlu Abdullah,

  • Hz. Ali,

  • Abdullah b. Abbas,

  • Zeyd b. Sabit.

 

Bu altı sahabîden her birinin fetvaları büyük bir cilt oluşturacak kadar çoktur. 

Fetvada azlık çokluk bakımından orta halli bir yol izleyen sahabîlere gelince, bunlar şunlardı: 

  • Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk

  • Mü’minlerin annesi Ümmü Seleme,

  • Enes b. Malik,

  • Ebu Saîd el-Hudrî,

  • Ebu Hureyre,

  • Hz. Osman,

  • Abdullah b. Amr b. el-As,

  • Abdullah b. ez-Zübeyr,

  • Ebu Musa el-Eş'arî,

  • Sa'd b. Ebî Vakkas,

  • Selman el-Farisî,

  • Cabir b. Abdillah,

  • Muaz b. Cebel,

Bunlar sadece on üç tanedir ve verdikleri fetvalar toplandığı zaman ancak küçük bir cüz oluşur.

Bunların dışında kalan sahabîlerden kiminden bir, kiminden iki ya da biraz fazla olmak üzere çok az fetva rivayet edilmiştir. Onların tümünün fetvaları bir araya getirilecek olsa, ancak küçük bir cüz meydana gelebilir.

bottom of page