top of page

Müminlerin Halifesi ve Charlemagne

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Frank-Abbasi işbirliği, ilk kez iki hükümdar, Pepin ve Mansur arasında 765 yılından itibaren diplomatik temsilci göndermekle başlar. Karolenj hükümdar o yıl ilk kez halifeye elçiler gönderir, bu elçiler yanlarında halifenin değerli armağanlarını getiren elçilerle geri dönerler.

Tarihçiler halife elçilerinin Pepin tarafından çok iyi karşılandığını ve yanlarına değerli armağanlar konularak deniz yoluyla uğurlandıklarını aktarırlar. “Emeviler ve Bizans’a karşı papa, Abbasiler ve Frank krallığınca oluşturulan ittifak” çemberi bu şekilde oluşturulmuştur. 

İttifak? Bu kelime kuşkusuz biraz abartılıdır. Belki de “düşmanımın düşmanı dostumdur” demek daha doğrudur; üç devlet başkanı arasında bazı çıkar birlikleri olacak, her biri diğerini bazı koşullar altında destekleyecektir. Yani Mansur, Pepin’in Saragoza ve Barselona üzerindeki egemenliğini bu çerçeve içerisinde tanır.  

Pepin, 768’de ölür, isteği üzerine de bir manastıra gömülür. Ölümünden birkaç gün önce imparatorluğu iki oğlu, Charles ve Carloman arasında paylaştırır. Carloman üç yıl sonra ölür, adamları da Charles’la birleşirler. Charles, geleceğin Charlemagne’nıdır: “Avrupa haline gelecek olan Romen, Galya ve Cermen öğelerini birleştirerek, kazanılan kesin başarının canlı sembolü” olur.  

Saragoza valisi Süleyman ibn el-Arabi Kurtuba Emiri’ne başkaldırmış biri olarak Frank Kralı’nı Kuzey İspanya’ya bir sefere ikna eder. Charles 778 yılında iki orduyla Pireneler’i aşar. El-Arabi’nin söz verdiği katılım gerçekleşmez ve sefer bozgunla sonuçlanır. Saragoza bile ele geçirilemez. Ordu Roncevaux’da bozguna uğrar, Frank artçı güçleri tümüyle katledilir. Charles çok ağır bir ders almıştır. Pireneler’in diğer tarafındaki ordu da düşünülenden daha büyük zorluklarla karşılaşır. 

Charles hükmü altındaki topraklan Pireneler’in ötesine yayma düşüncesinden vazgeçer. Bu durumda, ülkesiyle Araplar arasında eğimli bir sınır oluşturmak; bu sınıra bir tampon devlet yerleştirip Arapların hareketlerini denetlemek; kuzeye doğru çıkmak istediklerinde onları durdurmak için önlem almak; hasılı kendi güvenliğini ön plana çıkarmak yapılabileceklerin en iyisi olarak görünür. Aquitaine Krallığı bu tampon devlettir. Charles krallığın başına daha sonra Sofu Louis olarak adlandırılacak oğlu Louis’yi geçirir. 

Aradan yıllar geçer. Sütten ağzı yanan Charles -Frank mülkü Gerona’yı geri almak için bir girişimde bulunmaktan kaçınır; Barselona şehrini kendisine savaşmadan teslim etme sözü verip, bir sefer düzenlemesini isteyen Barselona valisinin sözlerine kulak asmaz. Sadece şehrin kuzeyiyle sınırlı kalan bir bölgede bir harekat düzenler ve tam da bu sırada Bağdat’taki müminlerin emiri Harun Reşid’e bir heyet göndermeye karar verir. [

Charles Tarafından Harun’a Gönderilen İlk Heyet

Halife zaferinin doruğundadır. Göz kamaştıran görkemi ve ülkesinin refahı denizler ötesine taşmıştır. Genç hükümdarın Konstantinopolis’e kadar bir sefer düzenlediğini herkes bilmektedir. Orduları her yıl Basileus ülkesinin iç kısımlarından biraz daha toprak kaparlar. Charles bunların hepsini bilmektedir. Bizans İmparatoru’nun Harun’un en büyük rakibi olduğunu da bilmektedir. Bizanslıların İtalya’daki entrikaları da Frank Kralı’nı rahatsız etmektedir. 

İspanya sorunu Charles’ın açıklığa kavuşturmak istediği konuların kuşkusuz başında yer almaktaydı. Yarımadanın Müslüman işgali altında olması Frankları uzun süredir uğraştırıyordu. Uğradığı yenilgiyi unutmayan Charles’ın birlikleri, son yıllarda Aquitaine birlikleriyle birlikte sınır ötesi hareketler düzenlemekteydi. Abbasiler de her ne kadar kendi açılarından Emevileri ortadan kaldırma umutlarını yitirmiş de olsalar, zorba emirle kendilerini sürekli savaş halinde görüyorlardı. Bağdat, aradaki mesafenin el vermesi oranında Kurtuba’da olan bitenleri sürekli izliyordu; halife, 1. Abdurrahman ve ardıllarının düşmanı olan herkese dostu gözüyle bakıp, İspanya’da Emevilere karşı Charles'ın yanında yer alabilecek Arap şeflerini bağrına basmaya da hazır bulunuyordu. 

Charles’ın Bizans’la olan ilişkileri, açıktır ki, daha dalgalıydı. İki Hıristiyan güç emperyal üstünlük için sürekli çatışma halindeydiler. Papa, çok geçmeden Charles’ın başına Roma Kralı tacını yerleştirecek, bu da iki Hıristiyan imparatorluk arasındaki gerilimi daha da artıracaktı. Bağdat heyeti 25 Aralık 800 tarihinde gerçekleşen muhteşem taç giyme töreninden sadece üç yıl önce yola çıkar. Taç giyme gibi önemli bir olay öncesinde Charles, halifenin Basileus’la olan ilişkisinin ne durumda olduğunu mutlaka öğrenmek istemiş olmalıdır.  

Bir de Kudüs sorunu gündemdedir: Hristiyanların kutsal mekanı Kudüs, görüşmeler sırasında ele alınmış olmalıdır. Her tarafında dini kurumlara, manastır ve kiliselere rastlanan Kudüs şehri, Hıristiyan dünyasının papa ve Konstantinopolis patriğinden sonra en önemli, en saygı duyulan kişiliklerine, Latin ve daha çoklukla Bizanslı papazlara ev sahipliği yapmakta, dolayısıyla Hıristiyan alemi için en kutsal mekanların başında gelmektedir. Her yıl Avrupa’nın her şehrinden Kudüs’e Hıristiyan akını olur. Müslümanlar için de aynı kutsallığa sahip şehirde herkes çekincesizce ibadetini yapabilmekte, ciddiye alınacak bir engelleme ya da olaya rastlanmamaktadır. 

Bununla birlikte, Charles’ın Bağdat’a heyet göndereceği günlerde bazı kaygılandırıcı haberler ulaşır. Müslüman yetkililerin yeterince sert davranmadıkları Bedeviler şehirde olay çıkartarak, Hıristiyan toplulukları talan ederler, on sekiz keşişin ölümüne neden olurlar. Sefahat içinde yüzmesine karşın, çok dindar bir adam olan Charles, bu olaydan etkilenir. Elçilerine, halifeden bu tür olayları durdurmasını rica etmelerini tembihler. Onlardan Müslüman hükümdar ve şehzadelerin dostluklarını kazanıp, Suriye ve Kudüs kadar Mısır ve Kuzey Afrika’daki yardıma muhtaç Hıristiyanlara para yardımı rica etmelerini ister. 

Charles’a Gelen Müslümanlar

Aynı zamanda İmparator’un sarayına iki önemli Müslüman konuk gelmiştir. Bunlardan birisi Harun Reşid’in yakın çevresindendir, diğeri de Kuzey Afrika’da İfrikiye bölgesinde önemli bir rol üstlendiğinden söz ettiğimiz Kayrevan Emiri İbrahim bin Agleb’ın bir yakınıdır. Yani Emir de Akdeniz’in öte yanında son zamanlarda belirmeye başlayan bu hükümdarla ilişkiler kurma arzusundadır. 

Her iki elçi de İmparator’a halife ve emirin gönderdikleri çok değerli armağanlar sunarlar; maymunlar, merhemler, kremler, esanslar, çok değişik ilaçlar, kokular gibi eşi bulunmaz şeyler getirmişlerdir. Harun heyeti, Charles’ın 797’de gönderdiği heyetin çok net bir karşılığıdır. O heyet büyük bir kabulle karşılanmıştır; Harun heyeti de aynı şekilde karşılanır. 

İmparatorlukların kaderlerinin belirlendiği nadir dönemlerden biri yaşanmaktadır. Papalık ve Batı İmparatorluğu çok zorlu bir krizin içindedir. Charles’ın taç giymesi Bizans’ı ürkütür, güçlü İmparator’un Konstantinopolis üzerine yürümesinden korkarlar. Tüm İslam hükümdarları gibi Konstantinopolis’i fethetmeyi düşleyen Harun da ilk iş olarak Charles’ın ne düşündüğünü öğrenmek ister.  

Bununla birlikte, politik çerçeve içinde kalarak baktığımızda, halifenin, ki kuzey sınırlarına askeri yığınak yapmayı sürdürmektedir, Doğu Hıristiyan imparatorluğunun geleceğiyle çok yakından ilgilendiğini düşünebiliriz. 

İki Müslüman elçi, İmparator’un sarayında birkaç ay kalırlar. 802 yılı içinde de ülkelerine geri dönerler. 

İkinci Frank Elçisi

Elçilerin gidişinden birkaç hafta, belki birkaç ay sonra, 802 yılının sonlarına doğru Charlemagne, Abbasi halifesine yeni bir elçi gönderir. Heyetin Irak’taki kalış süresi, nasıl gittiklerine  ilişkin Kraliyet Yıllıklarında hiçbir kayıt bulunmamaktadır. 

Buna karşılık ülkeye iki heyet gelir, birisi Harun Reşid tarafından gönderilen Abdullah, diğeri de yeni Kudüs Patriği Thomas’ın gönderdiği Felix ve Zeytin Dağı topluluğunun başpapazı Alman asıllı Georges’dan oluşan bir heyettir. Bu heyet imparatora yeni patriğin başa geçişine ilişkin bir mektupla birlikte, kutsal topraklarda yaşayan Hıristiyanlara parasal destek ricasını iletmek için gönderilir. Öte yandan Harun’u temsil eden Abdullah muhteşem armağanlarıyla göz kamaştırır; farklı renk kumaşlarla dokunmuş eşi bulunmaz güzellikte bir çadır, değişik ipekli kumaşlar, kokular, esanslar, bronzdan altın kaplama iki büyük şamdan ve “gören herkesi şaşkınlıktan büyüleyen yine bronz üzerine altın kaplama bir saat” bu armağanlardan bazılarıdır. 

İmparator’un ilk heyeti sıradan bir din heyetiydi, olağanüstü bir yanı yoktu. Fakat Abdullah, Harun’un daha önce de gönderdiği heyet gibi, başlı başına bir olaydır. İlk elçilerin gelip, gittikleri sırada İmparator’un aklını kurcalayan ödün, ayrıcalık, istekleri -ya da Harun tarafından teklif edilenler imparatora ileten muhtemelen Abdullah’tır. İmparator’un tarihçisi kısa bir not olarak, “Halife, Charlemagne’nın isteklerini yerine getirmekle kalmadı, insanların kurtuluşunun gerçekleştiği kutsal toprakları, Efendimiz ve Kurtarıcımız’ın kutsal mezarı ve yeniden dirildiği yerleri onun hükmüne bıraktı,” diye yazmış. Bundan altmış yıl sonra da Saint-Gall keşişi Gesta Caroli’sinde Harun Reşid'in Charleınagne temsilcilerine bir konuşmasını hayal eder; Harun’un bu konuşmasıyla vaat edilen toprakları Charlemagne’nın hükmüne bıraktığını, onun da buraları halife adına bir tür “vekil” olarak yönetmiş olduğunu söyler. Bu iki kısa metin modern tarihçileri Harun’un Charles’a Filistin üzerinde bir “koruyuculuk” tanıdığını düşünmeye yönlendirir. 

Harun, İmparator’a, İsa’nın gömüldüğü yerle, yani mezarıyla ilgili bir “yetki” vermiştir, vermesine ama bu nedir? Bilinen Batı kaynaklarının hiçbiri bu yorumdan ötesine geçmiyor. Halife, Batı İmparatoru’na salt bu mezarla ilgili bir “yetki” tanır, başka bir şey değil. Harun’un, Charlemagne’a tanıdığı sınırlı ve hatta sembolik değerdeki ödünün ötesine geçmiş olması çok kuşkuludur. 

Hiçbir Arap kaynağında yer almamakla birlikte, varlığından kuşku duymadığımız bu mezar “bağış”ı, andığımız çerçeve içerisinde tamamen sembolik bir değere sahiptir. Öyle olmakla birlikte bu olay, tüm Hıristiyanlar kadar Charles’ın gözünde de Kurtarıcı’nın değer biçilemez mezarına “sahip olmak”, tapusunu ele geçirmek biçiminde yorumlanır, Kudüs’e gidip secdeye kapanmak düşüyle yanıp tutuşan kadın erkek herkesi coşturur. Charles’ın saygınlığı bir anda artar ve adı yüzyıllar boyu anılır. Adı bir efsane haline gelir.  

Charlemagne kurduğu ilişkiler sayesinde, Müslüman egemenliği altında yaşayan Hıristiyanların yaşam koşullarının düzeltilmesine, yumuşatılmasına da katkıda bulunur. Harun’un 809 yılında ölümü ardından ülke on yıl kadar kargaşa içinde kalır, benzeri dönemlerde olduğu gibi bu dönemde her türlü azınlığın çektiği sıkıntıları Hıristiyanlar da çekerler. Bu dönemin sonunda Hristiyanların yaşamı, eski sakin haline döner. Harun tarafından Charlemagne’a tanınan ayrıcalıklar, bu hükümdarın katkılarıyla yapılan yapı ve onarımların temel dayanağını oluşturacak, kutsal topraklarda Frank din adamlarının sayısı bu vesileyle bir ara artacaktır. Fakat daha önemlisi Harun’un ölümü ve ardından gelen iç savaş, iki ülke arasındaki elçi alışverişini kesintiye uğratır; Abbasi ülkesinin daha sonra içine düştüğü karışıklıklar da yeni bir durumun oluşmasına yol açar. Harun’un ardılları Emin ve Memun herhangi bir dış girişimde bulunmazlar. Bizans’la savaş son bulur; hatta Memun’un ölümünden az önce başlattığı sefer hazırlıkları öylece kalır. Charlemagne da 814 yılında yaşama veda eder.

bottom of page