Müslümanların Tarihi
Emevi Döneminde Hariciler
Taha Akyol'un Hariciler ve Hizbullah (Doğan: 2000) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Haricilerin İlk Organizasyonları
Hakem olayı sebebiyle Hz. Ali’nin artık kafir olduğunu ileri sürerek ondan ayrılıp Küfe yakınındaki Harura köyüne çekildiklerinde, ilk işleri, “hiç tanınmamış bir savaşçı” Abdullah bin Vehb er-Rasibi’yi kendilerine halife yaparak ona biat ettiler. Sıffin savaşı sırasında Hz. Ali’nin ordusunda sol cenah komutanlığını yapmış olan Şebes bin Rib’i adlı, Temim kabilesinden bir savaşçıyı askeri komutan, Abdullah Yeşkuri adlı birini de namaz imamı seçtiler. Böylece kendi bölgelerinde “idare”lerini kurmuş oldular. Tellallar çıkararak bölgede “umur-ı İslamiye”nin yani din işlerinin “şura” yoluyla icra edileceğini, biatın Allah’a olduğunu ve halkın iyilikle emredilip kötülükten yasaklanacağını ilan ettiler.
İslam Mezhepleri Tarihi'nden (Anadolu Ünv.: 2010) kısaltılarak alınmıştır.
İlk Haricilerin Özellikleri
Haricilerin, daha çok yeni Müslüman olan kesimlerden geldikleri görülmektedir. Vahiy ve sünnet terbiyesi altında yetişmiş sahabe neslinin aksine bu kesimler, Hz. Peygamber’in son yıllarında çöl ve dağlık bölgelerden Medine’ye gelerek İslam’a giren, az bir müddet şehirde kalıp, o sürede ne öğrendilerse bu bilgiyle kabilelerine geri dönen Müslümanlardı. Ezberlerindeki Kur’an bilgisi yegane kaynaklarıydı. Bununla yetinmek durumundaydılar. Bilgisiz ve kültürsüz kesimlerden geliyorlardı.
Hariciler, inançlarına samimi şekilde bağlı insanlardı. Bu yüzden bildikleri yahut bildiklerini sandıkları hususları büyük bir taassupla savunuyorlardı. Kendi doğrularından şaşmıyorlar, diğer yorum ve açıklamalara kulaklarını tıkıyorlardı. İbadetlerini edada çok disiplinli olmaları, zahidane yaşantıları, Kur’an’ı çok okumaları gibi özellikleri, yanlışa düşmekten onları kurtaramamıştı. Günah işlemekten özenle sakınıyorlardı. Bu nedenle etraflarında işlenen günahlara tepkisiz kalamıyorlar, tövbe talebinde bulunuyorlar veya şiddetle müdahale ediyorlardı.
Kabile insanları oldukları için devlet disiplinine alışık değillerdi. Bu nedenle halifelerin uygulamaları onlar için bağlayıcı değildi. Tıpkı çöldeki bedevi yaşantıda olduğu gibi, gördükleri haksızlıklara doğrudan müdahale ediyorlar, bu hususta kanun ve nizam tanımıyorlardı. Çöl hayatı ve kabile kanunları onları cesur, azimli, gayretli ve tabii ki merhametsiz kılmıştı. İsyanlarında, katıldıkları savaşlarda hiç ölümden korkmadan çarpışırlar, hasımlarına acımasızca saldırırlardı. Yenildikleri çatışmalarda bile karşı tarafa büyük zarar vermekteydiler. Bu nedenle halifelik orduları Harici birlikler karşısında genellikle büyük zayiat verirlerdi. Kendileri gibi düşünüp yaşamayan Müslümanları dışlamaları, onları kâfir saymaları da yine kabileci bencillikten kaynaklanan bir karakterdi.
Emeviler Döneminde İlk İsyan (662)
Emeviler döneminde Harici isyanları devam etmiştir. Ancak isyanların Muaviye tarafından çok şiddetli bir şekilde bastırıldığını gören Hariciler, şûra yoluyla kendilerine bir halife seçerek Müstevrid et-Teymi’ye biat ettiler. 662 yılında yeni bir ayaklanmaya karar verdiler. Müstevrid'in de hayatını kaybettiği bu isyandan çok az sayıda Harici kurtulabildi.
Basra Haricileri (661-675)
Basra Hariciliği, Nehrevan'dan kurtulan Mis'ar et-Temimi tarafından kuruldu. Buradaki ilk Harici hareketi 661 yılında Müslüman bir topluluğun Basra civarında öldürülmesiyle başladı. Ziyad b. Ebihi'nin 665'te Basra valiliğine tayini ve 671 yılında Küfe valiliğinin de ona verilmesiyle Haricilik için yeni bir dönem başlamış oldu. Ziyad, Hariciler'in kıyamına fırsat tanımayacak derecede sert bir yönetim kurdu. Onun ölümünden (673) iki yıl sonra Basra valiliğine getirilen oğlu Ubeydullah da benzer tedbirlere başvurdu. Buna rağmen Hariciler isyanlarından vazgeçmediler. Nitekim Ubeydullah, Harici kumandan Ebû Bilal üzerine 3000 kişilik bir ordu sevk etti ve onu arkadaşları ile birlikte öldürttü.
Kûfe Haricilerinin İsyanı ve Sonu (677-678)
Kufe Haricileri'nin Müstevrid'den sonra yeni bir halife seçmeleri ve ikinci bir isyana teşebbüsleri, hapisten çıkan Hariciler'in Hayyan b. Zabyan'a biat etmelerinin ardından 677 yılı sonunda vuku buldu. Ancak bu ayaklanma da Kufe valisinin sert tedbirleriyle 678 yılı başında bastırıldı ve Kufe yakınlarında Hariciler'in neredeyse tamamı öldürüldü. Bu yenilgi bir bakıma Kufe Hariciliği'nin sonu olmuştur.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nin Hariciler maddesinden kısaltılarak alınmıştır.
Haricilerin Abdullah b. Zübeyr İsyanını Desteklemeleri (682-683)
Hariciler, bu dönemde Kûfe’de ve Basra’da faaliyetlerini sürdürmüşlerdi. Bu süreçte Emevilerin kendilerine yönelik sert ve acımasız politikalarından bunalan Harici gruplar, Nafi b. Ezrak’ın önerisiyle Basra’dan çıkıp Abdullah b. Zübeyr’e yardımcı olmak amacıyla Mekke’ye gittiler. Abdullah b. Zübeyr’in kendileri gibi düşünmediğini anlayan Hariciler, kızarak ondan ayrılmışlardır. Ardından kendi içlerinde iki ana gruba bölünmüşler; kalabalık bir grup tekrar Basra’ya dönmüş; diğer grup da Yemame’ye geçmişti (683).
Taha Akyol'un Hariciler ve Hizbullah (Doğan: 2000) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Hariciler, Emevi saltanatına karşı savaş halinde olan Abdullah bin Zübeyr’i desteklemeye karar verirler. Başını çeken kişi Nafı bin Ezrak adlı bir Haricidir ve onun yanında hemen her biri bir Harici fraksiyonunu oluşturacak olan Necdet bin Amir, Abdullah bin Saffar, Abdullah bin İbad, Hanzele bin Beyhes gibi Harici ileri gelenleri vardır. Hariciler Mekke’ye gelerek Abdullah bin Zübeyr saflarına katılırlar. Uzun süre çarpışmalar devam eder. Ancak, Yezid’in ölüm haberi gelince askerler çekilip giderler. Artık Haricileri, Abdullah bin Zübeyr’le birleştiren “ortak düşman” kalmıştır... “Düşmanda birlik” ortadan kalkınca tabiî ki bölünme geri gelecekti.
Zübeyr kâfir mi, Müslüman mı?
Hariciler düşündüler: Biz Zübeyr’i Yezid’e karşı destekledik ama bakalım Zübeyr kâfir mi, Müslüman mı? [ii]
Ve kılıçlarını kuşanıp Zübeyr’in yanına giderler:
Söyle bakalım, Osman'ı (Halife Hz. Osman) nasıl bilirsin? Hakem olayı için ne dersin?
Abdullah bin Zübeyr bakar ki niyetleri iyi değil, “şimdi vakit ilerledi, ben de kalkıyordum, yarın görüşelim” diyerek zaman kazanır ve hemen kendi silahlı adamlarına haber verir.
Ertesi gün iki tarafın da silahlı olduğu toplantıda Hariciler ayrı fanatik sorulan yöneltirler.
Abdullah bin Zübeyr, peygber terbiyesi almış, güzide bir sahabedir. Dört halifenin dördünü de herkesten yakın ve iyi bildiğini söyleyerek hepsini hayırla ve hürmetle anar ve Haricilerin kanaatlerinin yanlış olduğunu söyler.
Fanatik Hariciler, Abdullah bin Zübeyr’in de “kafir” olduğunu anlarlar(!) a yanda silahlı adnlrn bulanduğu için yapılacak bir şey yom. Taraftarlarını toplayıp Mekke’den çıkarlar.
Abdullah bin Zübeyr’i terk etmişlerdir.
Basra Günleri ve Nafi b. Ezrak’ın İsyanı (684)
Mekke’den ayrılan Hariciler 10 bin kişi kadardır. Meşhur ve en fanatik Harici fraksiyonunu kuracak olan Nafi bin Ezrak ve taraftarları Basra’ya doğru yola koyulurlar.
Basra karmakarışıktır... Yezid’in ölümü üzerine isyan çıkmış, cezaevlerinin kapılan kırılarak tutuklular ve bu arada Harici tutuklular serbest bırakılmıştır. Devlet otoritesi kalmadığı için, Basra’dakı Ezd ve Rebia kabileleri ile Beni Temim ve Beni Kays kabileleri birbirlerine girmişlerdir.
Mekke’den Basra’ya gelen Hariciler, Beni Temim kabilesinden gelen Haricilerin katılmasıyla güçlenmişlerdir. [xii]
Nafi bin Ezrak “örgüt”ünü toplar ve başlar konuşmaya:
İçimizden Allah yolunda isyan edenler çıksaydı ne iyi olurdu. Oysa çoktan beri ayaklanmıyoruz. Ayaklanıp halka ve yeryüzüne ışık tutmalı, onları dine davet etmelidir. Takva sahibi olanlar ayaklanarak Allah katında şehit olmalıdırlar!"
Haricilerin Bölünmesi (684)
İsyancı Nafi ve taraftarları Basra’dan çıkarak Ehvaz’a gelirler. İsyanı benimsemeyen Abdullah bin Suffar ile Abdullah bin İbad ise Basra’da “oturma”ya devam ederler...
Buradaki “oturma” kelimesi çok mühim ... Zira bu kelime yüzünden çok kan akacaktır. “Oturanlar kâfirdir” sloganıyla yeni bir Harici fraksiyonunun doğduğunu, çok kan döktüğünü göreceğiz.
Ehvaz’a çekilen Nafi ve taraftarları yavaş yavaş düşünmeye başlarlar: Biz niye ayaklanma fikrini savunduk? Tabii ki cihad gerekli olduğu için. Öyleyse bize katılmayanlar cihaddan kaçmış, Allah’ın cihad emrine karşı çıkmış olurlar, yani artık Basra’da “oturan” Hariciler de kâfirdirler!
Nafi’nin ve taraftarlarının arasında geçen şu konuşma, İslamın nasıl yanlış anlaşıldığının, kabile fanatizminin emsalsiz bir örneğidir.
Nafi:
“Allah huruc etmenizi (ayaklanmanızı) hakkınızda bir lütuf kılmıştır. Yalnız Allah'ın şeriatı ve emirlerini isteyerek (Basra'dan) çıktığını biliyor musunuz? Allah'ın emri hareketinizin lideridir ve rehberiniz de Kur'an-ı Kerim'dir. Yalnız ona uyar, yalnız onun gösterdiği yönü takip edersiniz, değil mi?”
Hariciler bağırırlar: [xx]
“Evet, evet!”
Ondan sonra Harici “mantığı” Nafi’nin ağzından işlemeye başlar:
“Biz Peygamber yolundayız, öyleyse bize karşı çıkanlarla Peygamber'e karşı çıkan arasında fark yoktur. Peygamber'in düşmanları hakkındaki hüküm neyse bizim düşmanlarımız hakkındaki hüküm de odur.”
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nin Hariciler maddesinden kısaltılarak alınmıştır.
Sufriler ve İbadilerin Ayrılması
Haricilerin içlerindeki farklılaşma ve gruplaşmalar, Nafi’ b. Ezrak ile diğer liderlerin arasındaki ihtilaflara dayanmaktadır. Bu noktada, o dönemde Basra’da bulunan Abdullah b. es-Saffar ve Abdullah b. İbad’a yönelik olarak yazdığı mektuplar önemli olup bu mektuplarda Nafi, onlardan da özellikle, Basra’da kafirlerin yanında kalmamalarını, kendilerine katılıp cihada çıkmalarını istemişti.
Nafi’nin mektubu Basra’ya ulaştığı zaman Abdullah b. es-Saffar, kendisinden ayrılabilirler düşüncesiyle mektubu arkadaşlarından gizlemek istemişse de Abdullah b. İbad mektuptan haberdar olunca Basra’da içlerinde yaşadıkları topluluğun müşrik olmadığını; bu yüzden kendi durumlarının da müşrikler arasındaki Hz. Peygamber’in durumu ile kıyaslanamayacağını söyleyerek Nafi’ b. Ezrak’a karşı çıkar. Zira Abdullah b. İbad’a göre içlerinde yaşadıkları Basralılar, müşrik olmayıp sadece nimet ve hükümler karşısında nankör durumda idiler. Bu yüzden onlar, can ve mal güvenliğine sahip olup savaş sırasında onlardan elde ettikleri mallar hariç, onlara ait hiçbir şey kendilerine helal değildi.
Abdullah b. İbad’ın bu tutumuna karşı Abdullah b. es-Saffar, Basra’daki düşmanlarının Hz. Peygamber’in düşmanları gibi olduğunu, bu sebeple tıpkı putperestlerin Mekke’de putlara taparken, Müslümanların onlar arasında yaşadıkları gibi, kendilerine de onlar arasında yaşamaya müsaade edildiğini söyleyip arkadaşlarıyla oradan ayrıldı. Bu şekilde Abdullah b. İbad ile Abdullah b. Saffar, Nafi b. Ezrak’ın mektubuna karşı farklı görüşler ortaya koyunca, Hariciler içinde iki yeni fırka daha ortaya çıkmış oldu.
Taha Akyol'un Hariciler ve Hizbullah (Doğan: 2000) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Bir fraksiyon daha: Necde Taraftarları
Nafi’nin bu görüşleri, Basra’daki Haricilerden (kaade, oturanlar) önce kendi taraftarları arasında bir grubun itirazıyla karşılaştı. Necdet bin mir, Nafi’ye karşı çıkarak, “takiyye’inin yani belirli şartlarda gizlenmenin “meşru” olduğunu, bundan dolayı insanların kafir sayılmayacağını söyledi ve Kur’an-ı Kerim’den ayetler okuyarak görüşünü savundu. Anlaşma hasıl olmadı ve ilerde Necdiyye fraksiyonunu oluşturmak üzere kendisine bağlananlarla birlikte Nafi’nin yanından ayrılıp Yemame’ye gitti.
İşin garip tarafı, Necdet de Nafi ile taraftarlarının kafir olduğuna, öldürülmeleri gerektiğine inanıyordu! [ii]
Birbirlerini kazanmak için iki fraksiyon arasında birçok yazışmalar olmuştur. Fanatik düşünce biçimini ortaya koymak bakımından bu mektuplar (yazışmalar) çok enteresandır.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nin Hariciler maddesinden kısaltılarak alınmıştır.
Nafi’ b. Ezrak’ın görüşleri, Hariciler arasında ciddi bir tepki ile karşılanmıştı. Bu tepki, hem kendisine katılmayarak Basra’da kalanlar arasında, hem de Ahvaz’a kendisiyle birlikte gelen kendi taraftarları arasında görüldü. Necde b. Amir, onu ciddi anlamda eleştirenlerden biriydi. Taraftarlarıyla birlikte önce Bahreyn’e gitmeyi istemiş, bu esnada Basra’da yaşayan bir grup da onlara katılmıştı. Bu şekilde Hariciler, tarihi gelişim süreçlerinde Nafi’ b. Ezrak’ın liderliğinde ortaya çıkan Ezarika’ya karşı Necde b. Amir’in liderliğinde Necde hareketi olmak üzere kesin hatlarıyla ikiye ayrılmış oluyorlardı.
Harici Grupların Âkibetleri
Ezrakanın Sonu
Nafi’ b. Ezrak ve taraftarları, Haricilerin en aşırı ucu olarak biliniyordu ve bunların tanınmasını sağlayan en önemli unsur da şiddetti. Bu şiddet eylemleri, her şeyden önce Ezarika’nın tekfir kuramının bir yansımasıydı. Zira onlara göre Müslüman cemaati içerisinde müşrikler bulunmaktaydı. Yine aynı bakış açısından hareketle, büyük günah işleyenler, onlara göre, artık Müslüman sayılmayarak, Müslüman camianın dışına atılmalıydı. Zira onlar, artık küfür ya da şirk sınırları içine girmişlerdi ve bu yüzden öldürülmeleri gerekiyordu. Ezarika’nın zihniyet dünyasında büyük günah ile küfür eşitti ve zihinleri, yalnızca bu eşitliğin getireceği şeyler ile meşguldü. Onlar, büyük günahların teorik tahlili ve kavramsal yapısı ile uğraşmadıklarından, büyük günahların nasıl tanımlanacağı ile değil, büyük günah işleyenin başına neyin gelmesi gerektiği ile ilgileniyorlardı.
Tek bir günah, bir Müslümanı toplumdan ihraç edebiliyordu. “Müslümanım” diyeni öldürüyorlardı, çünkü düşünce yapılarına göre kendilerinden başka Müslüman yoktu. Bunun yanında “Yahudi, Hıristiyan ya da Mecûsiyim” diyenlere dokunmuyorlardı. Müslümanlar arasında tam bir terör havası esiyordu.
Gerçekleştirmiş oldukları ayaklanmalar sonucunda, Kirman, Fars ve diğer doğu eyaletlerini egemenlikleri altına almışlardı. Ancak hem Nafi’ b. Ezrak’ın, ölümünden sonra (684) bu fırka içerisinde Arap unsuru ve mevali arasında ciddi sorunların ortaya çıkması sebebiyle varlığını fazla sürdürememiştir. (698)
Necde Taraftarlarının Sonu
Necde, kısa süre içerisinde Yemame, Bahreyn ve Uman gibi bölgeleri ele geçirerek hakimiyet sahasını genişletmiş ve Arap yarımadasında özerk bir yönetime sahip olmuştu.
Yemâme ve Bahreyn’de güçlenen Necde b. Âmir’e bağlı olan Necedât fırkası, tutunamayarak San‘a’ya geçti. Burada hâkimiyet sağlayacakları esnada aralarında çıkan anlaşmazlık sebebiyle liderlerini öldürdüler (691); ardından da tamamen yok edildiler.
Necde’nin ölümünden sonra taraftarları, Ebû Füdeyk ile bir müddet faaliyetlerini sürdürmüşler, ancak pek bir varlık gösteremeden ortadan kalkmışlardır.
Kafir kavramı, Haricilik düşüncesinde mümin kavramının oynadığı rolden çok daha mühim bir rol oynamaktadır. Öyle ki mümini tanımlamak yerine Hariciler, aşk ve şevkle Müslüman cemaatinden kovulacak olanları tayine çalışmışlardır. Necde b. Amir, Nafi’nin görüşlerinin uygulanabilir olmadığını görerek değişiklik yapmak zorunda kalmış ve bu yüzden küfr kavramını “küfr-i ni’met” ve “küfr-i din” şeklinde iki kısma ayırmıştı.
Necde, ayrıca yapmış olduğu savaşlarda Ezarika gibi, herkesin kendisine katılmasını beklememiştir; Necde’ye göre savaşa, yani cihada katılmak, değerli bir iş olmakla birlikte herkesin muhakkak yapması gereken bir şey değildi; bu yüzden savaşa katılamayıp oturmak Nafi’nin iddia ettiği gibi, günah değildi.
Sufriyye’nin Kuzey Afrika’ya Geçmesi
Sufriyye’nin inanç ilkelerinin başında, kuud ilkesi gelmektedir. Bu ilke, Sufriler’in her şeyden önce kendi görüşlerini benimsemeyen diğer Müslümanlarla ilişkilerini belirlemektedir. Bundan dolayı Sufriler, sırf kendi düşüncelerini benimsemedikleri için, kendi mezheplerinden olmayan Müslümanlara karşı, Ezarika gibi şiddete başvurmaz.
Sufriyye’nin benzer bir tavrı, iman-küfür konusunda da sürdürerek genel Harici geleneğinden ayrılıp daha ılımlı bir yol tercih ettiği görülmektedir. Sufrilere göre iman, her şeyden önce yerine getirilmesi gerekli olan fiillerin toplamıdır. Küfür ise, tıpkı Necedat’ta olduğu gibi, ikiye ayrılmakta olup biri, Allah’ın nimetlerini inkâr, yani onun nimetlerine karşı nankörlük etmek; diğeri ise, Allah’ın Rabliğini inkâr etmek olmak üzere iki çeşittir. Sufriyye, kendi görüşlerine katılmayanların, hatta müşrik kadın ve çocukların cehennemlik olmadığı ve öldürülmelerinin de gerekmediği görüşündedir.
Sufriler, Hariciliğin en temel görüşlerinden biri ve belki de var oluş sebebi sayılabilecek olan imamet konusunda ileri sürdükleri görüşleriyle diğer Haricilerden daha farklı bir tavır sergilemişlerdir. Sufriyye’ye göre şartlara uygun bir imam seçilinceye kadar isyan veya başkaldırının esas alınmasına rağmen, onlara göre insanların başında bir imamın bulunması şart değildir.
Sufriler, Abdülmelik b. Mervan döneminde Haccac’ın Irak valiliği yaptığı sırada Irak’ta etkinlik göstermişler, ardından güçleri zayıfladığından Kuzey Afrika’ya geçerek hem Emeviler’in son dönemleri hem de Abbasiler döneminde bir seri ayaklanma hareketi ile varlıklarını göstermişlerdir.
Kaynaklarda Sufriyye ile ilgili görüşleri Mağrib’e ilk götüren kişinin, Abdullah b. Abbas’ın azatlısı ve talebesi olan İkrime (725) olduğu belirtilir. İkrime’nin burada başarılı olmasının arkasında Berberi kökenli oluşunun da ciddi bir etkisi olduğu söylenebilir. Bu noktada, özellikle bazı önemli Berberi kabile liderlerinin Sufri görüşleri benimsemesi, Sufriyye fırkasına bölgede önemli bir güç katmıştı.
Mutedil görüşleri sebebiyle Sufriyye, Berberiler arasında hızla yayılmış ve Ebû’l-Kasım’ın lider olmasıyla (757) Kuzey Afrika’da özellikle bugün Fas sınırları içinde, Abbasi iktidarından uzakta Midrariler Devleti'ni kurmuşlar (771), oradan da Endülüs’e geçmişlerdi.
Sufriler, mezheplerinin gelişme dönemlerinde Kuzey Afrika’da İbadiler’le bir takım mücadeleler içine girmelerine rağmen bazıları, süreç içerisinde İbadiyye’nin görüşlerini benimseyerek İbadilik içerisinde varlıklarını sürdürdüler. Ayrıca, bazı Sufriler, Kuzey Afrika’nın kırsal kesimlerinde günümüzde de yaşamaktadırlar.
İbadiler
Nafi’ b. Ezrak’tan Basra’da yaşayan Haricilere gelen mektubu, Abdullah b. İbad farklı değerlendirmiş, içlerinde bulundukları konumu ve Basralıların durumunu farklı şekilde yorumlamıştı. Abdullah b. İbad, Basra’da içlerinde yaşadıkları topluluğun Nafi’ b. Ezrak’ın iddia ettiği gibi, müşrik olmadığını; sadece nimet ve hükümler karşısında nankör olduğunu söyleyerek, kendi durumlarının da müşrikler arasındaki Hz. Peygamber’in durumu gibi olmadığını düşünüyordu. Bu yüzden onlar, can ve mal güvenliğine sahip olup savaş sırasında onlardan elde ettikleri mallar hariç, onlara ait hiçbir şey kendilerine helal değildi, dolayısıyla onlarla nikahlanmanın ve onlara varis olmanın da bir sakıncası yoktu.
İbadiler’in faaliyetlerine, ilk olarak Abdullah b. İbad yaşarken Basra’da şahit olunmaktadır. İlk dönemler Basra’daki faaliyetler, gizli dini bir cemaat şeklinde gerçekleşmiş olup, İbadi mezhebinin tarihi gelişimi içinde bu dönem, gizlenme devri şeklinde adlandırılır.
Abdullah b. İbad, özellikle İbadiliğin fikir babası ve bilge kişisi sayılan, mezhebin en ünlü düşünürlerinden biri olan Cabir b. Zeyd’in fikirlerinden ilham alarak Basra’daki aşırı Harici gruplarının faaliyetlerine katılmamış, aklıselimin ve sünnet çizgisinin sınırları içinde kalmak isteyenleri çevresinde toplamış, herhangi bir isyan hareketine karışmaksızın Basra’da sakin bir hayat yaşamıştır.
İbn İbad, özellikle “iyiliği yaymak ve kötülüğü engellemek” amacıyla Abdülmelik b. Mervan (705)’a göndermiş olduğu risalesi ile İslam dünyasında tanınmıştır. Bu risalede Abdullah b. İbad, Abdülmelik b. Mervan’a dinde aşırılığın ne olduğunu tarihi anlamda örneklerle anlatarak, onu Allah’ın kitabına, Rasûlünün sünnetine, onun helal kıldığı şeyleri helal kılmaya, haram kıldığı şeyleri de haram kılmaya ve Allah’ın hükmüne razı olmaya davet etmiştir.
Abdullah b. İbad’ın risalesinde de görüleceği gibi, Emeviler’e karşı gösterdiği mutedil siyaset, kendisinden sonra da fırkanın önemli alimlerinden Cabir b. Zeyd (711)’in dirayetiyle devam ettirilmiştir. Cabir b. Zeyd, İbadiyye mezhebinin aslı olarak kabul edilen bir ilim deryasıdır. Bunun sebebi, İbadiliğin esaslarının büyük ölçüde Cabir b. Zeyd tarafından belirlenmiş olmasıdır. Uman’ın iç bölgelerinde doğan Cabir b. Zeyd, başta Abdullah b. Abbas olmak üzere, Hz. Aişe, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer, Ebû Hureyre, Enes b. Malik, Cabir b. Abdullah gibi sahabilerden hadis rivayet etmiştir. Abdullah b. Abbas’la bir arada bulunmuş, ona talebelik yapmış ve öğrendiği hadisleri ona okumuştur. O, Basra’da döneminin Hasan Basri ve Muhammed b. Sirin gibi önde gelen alimlerinden biri olarak görülüyordu.
Abdülmelik b. Mervan’ın ölümünden sonra (705) Cabir b. Zeyd’in de içlerinde bulunduğu Basra’da yaşayan İbadi ileri gelenlerinin çoğu, Uman’a sürülmüş, bir kısmı ise, hapsedilmişti. Cabir’in sürülmesinin sebebi, öyle görünmektedir ki Emevilere aykırı gelebilecek bazı görüşlere sahip olmasıydı. Örnek olarak halkı raşid halifeler dönemindeki şûra sistemi, adalet ve eşitliğe çağırmaktaydı. Cabir b. Zeyd, daha sonra Basra’ya geri döndü ve Basra’da vefat etti (712).
Taha Akyol'un Hariciler ve Hizbullah (Doğan: 2000) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Haricilerin en ılımlısı olan İbadiye kolu günümüze kadar yaşamış ama İslam medeniyetinin, devletin, medeni müesseselerin, ilim hayatının, sosyal ilişkilerin geliştiği, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı gibi büyük medeniyetlerin kurulduğu topraklarda değil, Kuzey Afrika ve Zengibar gibi “gelişmemiş” bölgelerde günümüze kadar sürmüştür. İbn Haldun da bu bölgelerin “bedevi” nitelikli olduğunu olduğunu belirtir.
Sosyolojik bakımdan fevkalade önemli bir tarihî gerçek de, Hariciliğin Arap toplumunda bedevi kabilelere, Kuzey Afrika ve Mağrip’te, “bedavet” özelliklerini kuvvetle devam ettiren Berberi kabileleri arasında taraftar toplamış olmasıdır.