top of page

Zireve: Harun Reşid (763, 786-809, 23 yıl)

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Halife Oluşu

Mehdi'nin oğlu olan Harun Reşid, 763 yılında dünyaya geldi. Annesi aynı zamanda selefi ve ağabeyi olan Hadi'nin de annesi Hayzüran'dır. Çocukluğundan itibaren iyi eğitim görmüş, bu sayede kuvvetli bir kişilik kazanmıştır. Onun siyaset hocası, kendisine baba diye hitap ettiği İran asıllı Yahya b. Halid el-Bermeki'dir.

781 yılında Ermenistan ve Azerbaycan başta olmak üzere bütün batı eyaletlerinin valiliğine getirildi. Hadi'nin kısa süren halifeliğinin ardından 786 yılında Abbasilerin beşinci halifesi oldu.
 

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Harun yirmi üç yaşındadır. Boylu poslu, göz dolduran bir fiziğe sahiptir. Taberi’nin aktardığına göre yakışıklı, açık tenli, kıvırcık saçlıdır. 

Annesinin Ölümü

Hayzuran, büyük olasılıkla doğal nedenlerle, 789 yılı sonunda ölür. Öldüğünde ancak elli yaş civarındadır. Harun acısını gizlemeden, yalın ayak, sonbahar çamuruna bata çıka Dicle’nin doğu kıyısındaki, hala adını taşıyan Rusafe Mezarlığı’na kadar cenaze alayının başında yer alır. Mezarına kadar inerek son duasını ve Hz. Muhammed’in eşi Ayşe’nin, Ebu Bekir’in mezarı başında okuduğu ağıtı okur. Ardından büyük Hayzuran sessizliğe teslim edilir. 
 

Tarihçiler, halife eşi, halife anası olmuş, sevdiği oğlu tahta çıkabilsin diye elini kana bulamış bu Yemenli kölenin romantik kaderini dile getirirler.

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Zirve ve Gerileme

Harun Reşid'in halifeliği dönemi, Abbasi devleti sınırlarının en geniş olduğu zamana tesadüf eder. Onun idaresinde ülke içinde diğer halifelerle karşılaştırıldığında oldukça güvenli ve huzurlu bir sosyal ortam tesis edilmiştir. Bu sebepledir ki, Haıun Reşid'in halifeliği, Abbasilerin ilk asrının en parlak dönemi olarak kabul edilir. 

Harun Reşid döneminde gerçekleştirilen kültürel faaliyetler, doğu edebiyatının önemli eserlerinden kabul edilen Binbir Gece Masallan'nın en mühim temalarını teşkil eder. Anlatılan kıssaların mühim bir kısmı, onun ismi etrafında geliştiği için, bu sayede Harun Reşid in adı ölümsüzleşmiş ve faaliyetleri asırlar boyu nesilden nesile aktarılmıştır.
 

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

23 yıllık Harun egemenliği ve onu izleyen birkaç on yıllık dönemde, çok büyük eşitsizliklere karşın, şehirlerde yaşayan halk en güzel günlerini yaşar. Bağdat, kuruluşundan neredeyse otuz yıl sonra, bilinen dünyanın ekonomi merkezi haline gelmiştir. Bu merkezin yer aldığı Mezopotamya’ya insan ve mal akar; şehirler büyür, gelişir; her türlü hammadde ve mamul bu şehirlere akar; buralardan tüm dünyaya yayılır. VIII. yüzyıl sonu, IX. yüzyıl başlarını kapsayan bu “iyi Harun” ve onun ilk ardılları döneminde refah hiç olmadığı kadar geniş halk tabakalarına ulaşır, yayılır. 

Sonradan gelenler tarafından imparatorluğu paylaştırarak dağılmasını hızlandırmakla suçlanır. Fakat bu yargı da inandırıcı olmaktan uzaktır. Bağdat’tan yönetimi oldukça zor bu kadar geniş bir alanı özerk bölgelere ayırmak, aslında o kadar da kötü bir karar değildi. Arap-İslam uygarlığının iki yapı taşı, din ve dile karşın yerel çıkarlar ve ayrılıkçı hareketler su yüzüne çıkmaya başlamıştı. 

Harun’dan yüz yıl sonra yazan Mesudi: 

“Hükümdarlığı sırasında zenginlik, görkem ve refah o düzeydeydi ki, bu döneme düğün günleri denildi.”

VIII. yüzyılın sonunda Abbasi İmparatorluğu doruk noktasına ulaşır. Dünyanın bu bölgesinde daha önce eşine rastlanmamış bir ekonomik refah, zamanının en güçlü ordusu, süzülmüş bir uygarlık, her şey, İslam’ın halifesini döneminin en büyük hükümdarı haline getirir. Hükümranlığı altındaki topraklar Atlantik’ten Tienşan’a, İndus Nehri kıyılarına, Toroslardan Babü’l Mendep’e, Nil Nehri kıyılarına uzanmaktadır. 

Düşmanları kendi iç karışıklıklarıyla zayıf düşmüştür. Krizlerden başını bir türlü kurtaramayan Bizans İmparatorluğu’nda son olarak ikon çatışması ortaya çıkacak, imparatorluğu deprem gibi sarsacaktır. Roma’da Romalıların kralı sıfatıyla tacını başına takacak olan Charlemagne, halifeye rakip olmak şöyle dursun, düşüncelerine muhalefet etmeyi bile aklına getirmez. Yani bir rakip olmaktan o denli uzaktır! Günde beş vakit yüzlerini aynı yöne dönüp aynı duaları eden, bir dil, imparatorluğun bir ucundan diğerine kısa sürede yönetim ve kültür dili haline gelen Arapça yani Kuran dili etrafında birleşen milyonlarca Arap, Afrikalı, Mısırlı, Türk, Berberi ve diğer ırklardan müminin emiriyle dünyada hiç kimse kendini eşit göremez. 

Düşüşün Başlaması

Halife ve şehzadelerin savurganlığa varan cömertlikleri, kadın erkek herkesin lüks tutkusu, cennet benzeri bahçeler yaratılması: Bir imparatoriçe ayağına giydiği terliklere kadar her tarafını değerli taşlarla doldurur, şairlerin ağzına inciler tıkarsa, bu delilikleri yapabilmek için bunca olanağı nereden bulduğunu sormak gerekir. Bizans topraklarında yapılan talanın sonu gelmiş, büyük fetihlerin zamanı artık kapanmıştır. Ticaret de bunca masrafı karşılamaktan uzaktır. Her yerde ve her zaman olduğu gibi Abbasi İmparatorluğu’nda da devletin bıkmadan kullandığı bir kaynak var: biz ona günümüzde vergi mükellefi diyoruz. 

Sefalet her zaman politik ve dinsel anlaşmazlıkların ortasında olmuş, anlaşmazlıkları tetiklemiş, körüklemiştir. VIII. yüzyılın ikinci yansından sonra yoksullukla, lüks içinde yüzen saray ve ayrıcalıklı sınıflar arasındaki uçurumun derinleştiğini görüyoruz. 

Vergi yükü tüm ağırlığıyla tarıma kalmıştır; köylüler kolayca yakalanan gibi, başları da kolay ezilen insanlardı. Dolayısıyla, tarımın gelişmesine karşın, köylünün yaşam düzeyinde bir düşüş görülür. [

Halkın yaşam düzeyindeki düşüşü düzeltmek için Bermekiler kıllarını bile kıpırdatmazlar. Seçkin bir yönetici olan Yahya, her şeyden önce devletin, halifenin ve doğal olarak kendi ailesinin gelirini ve refahını artırmayı düşünür. Yahya, Halife ya da Bermekilerden biri adına topraklara el koymaktan çekinmezdi; sahipleri tarafından terk edilmiş, mirasçıları tarafından sahip çıkılmayan ev, arazi ve dükkanlara sahip çıkar, ya da sahiplerini devlet ve İslam düşmanı ilan ederek, pek de yasal olmayan yollarla mal ve mülklerine el koyardı. Halife ve Bermeki ailesi bu nedenle çok büyük gelir getiren arazilere sahiptiler.
 

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Harun Reşid, Abbasi halifelerinin en büyüklerinden biri olarak kabul edilmekle birlikte, siyasi bakımdan onun devri pek parlak bir dönem sayılmaz. Nitekim Kuzey Afrika'nın ülke birliğinden kopması, onun zamanında gerçekleşmiştir. Buradan yola Harun onun dönemini, aynı zamanda Abbasi devletinin fiilen parçalanma sürecinin başlangıcı olarak da görmek mümkündür.
 

Benson Bobric'in Halifenin İhtişamı (Doğan Egmont: 2016) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Saltanatın, lüksün ve öğrenimin tekerrür eden kaderi bir çöküş sürecine de yol açabilir. İmparatorluğun maddi refahı üst sınıflar arasında amaçsız bir tür entelektüel spekülasyonla birleşen lüks merakı ile miskinliğe neden oldu. İbn Haldun’un daha sonra söylediği gibi, 

“Araplar diğer hiçbir halkın payına düşmeyen bir ihtişam ve refaha sahip olduklarını gördüler. Bu dünyanın mallarıyla kuşatılıp zevk ve sefaya kapılarak kendilerini divanlarının yumuşaklığına bıraktılar ve hayatın tadını çıkarırken kendi ihtişam ve huzurlarının gölgesinde derin bir uykuya daldılar.”

Bu süreç kültür ve ticari gelişmeyi askeri kudretiyle birleştiren Harun döneminde henüz başlamamıştı. Ama ondan hemen sonra uyuşukluğun derin gölgesi tahtın üzerine düşmeye başladı. 
 

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İç İsyanlar ve Kopmalar

Harun’un hükümranlığında akıp giden yıllar, krizlerden ya da kışkırtmalardan azade değildir. Her şey, halifenin Rakka’ya gitmek için Bağdat’ı terk ettiği anın güzellikler dönemini sona erdirdiğini göstermektedir. 

Harun yönetiminin en uzun yıllarını kapsayan Rakka günleri, bu nedenle daha önceki on yıllık başlangıç dönemine göre daha hareketli, sorunların gerçek yüzleriyle su yüzüne çıkrıkları bir dönemdir. İmparatorluğun parçalanma dönemi, şurada burada görülen parçalanma işaretlerinin artıp hızlanmaya başladığı bir dönemdir. Bazı eyaletlerin neredeyse tam bir bağımsızlığa kavuştukları bir dönemdir. 

Mısır ve Kuzey Afrika

Mısır ve Kuzey Afrika’da toplumsal hareketlerle Müslümanlık karşıtı ayaklanmalar at başı gitmiştir. 767 yılında ayaklanan Kıptiler, düzeni sağlamak için Fustat’dan gönderilen Müslüman birliklerini alt ederler. Berberilerle birleşen Abbasiler ancak beş yıl sonra isyanı bastırıp, Kayrevan’ı alabilirler. Deltanın doğu kıyısında, Hauf bölgesine yerleşmiş Araplar da tarla açılan toprakların vergilendirilmesi üzerine, Harun döneminde ayaklanırlar. Vali yenilip öldürüldüğünden, isyancıların haklarından gelebilmek için, Harun Reşid Suriye’den taze güçler gönderilerek isyan bastırılır. 793 yılında vergiler tekrar ağırlaştırılır, isyan tekrar başlar, üstelik bu kez daha da zorludur. Barışı sağlamak için birlikler gönderilir. Sağlanan barış iğretidir; birkaç yıl sonra Kızıldeniz’in öte yanında, Sina bölgesinde başlayıp Fustat’a da sıçrayan, asker ücretlerinin üçte bir para, üçte bir buğday ve üçte bir kumaş biçiminde ödenmesini öngören düzenlemeye karşı başlayan askeri isyanını bastırabilmek amacıyla Harun, Bağdat’tan birlikler göndermek zorunda kalacaktır. 
 

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi (Çağrı:1989) adlı kitabın 3. cildinden

kısaltılarak alınmıştır.

İran Bölgesi

Ülkenin doğu eyaletlerindeki durum oldukça karışıktı. Bu bölge sakinleri uzun zamandan beri İslam hakimiyetinde bulunmalarına ve Hatta İslamiyet’i kabul etmelerine rağmen, hala eski dinlerine, örf ve adetlerine milli kültürlerine bağlı kalarak yeni dini pek benimseyememişlerdi. Bu yüzden çeşitli bahanelerle devlete başkaldırıyorlar veya isyan etmiş olanlarla birleşiyorlardı. 
 

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Ardılın Kim Olacağı Sorunu

On dört oğlu olan Harun Reşid, en büyük iki oğlunu, ileride Memun adını alacak olan Abdullah’la, Muhammed’i (Emin) fazla beklemeden veliaht tayin eder. 

İlk oğlu, “Kader Gecesi” İran asıllı köle Meracil’den doğar, kadın doğum sonrası aynı gece ölmüştür. İkinci oğlu bu olaydan yedi ay sonra yasal eşi, imparatorluk kanından gelme Zübeyde’den dünyaya gelir. 

Kendisinden sonra imparatorluğun kararlı bir dengede kalmasını ve Abbasi soyunun iktidardan uzaklaşmamasını kafasına iyice takan Harun, ardılının yükleneceği görevi başaramayacağı düşüncesinden kurtulamıyordu. 791 yılında, daha beş yaşındayken Emin’e beyat verdirir (ant içirir), bu noktada bazı direnişlerle de karşılaşır. Kimi aile üyeleri şehzadenin küçüklüğünü öne sürerler; aslında halifenin başına kazara bir şey gelecek olsa halifelik makamı için kendilerini düşünmektedirler. Emin’in vasisi Fadıl el-Bermeki bu direniş ve kararsızlıkları kırar. Horasan yetkilileri şehzadeye sahip çıkacaklarına ant içerler, diğerleri de onları izlemek zorunda kalırlar. 

Fakat Harun, Emin büyüdükçe onun istediği gibi biri olmayacağını görür. Sonunda Yahya el-Bermeki’ye açılır:

“Yerime geçecek olanın hareketlerini beğenip saygı duymalıyım, beceriyle yönetebileceğine inanmalıyım, kimse onun ödlek ya da zayıf olduğunu düşünmemeli. Yani Abdullah’tan (Memun) söz etmek istiyorum,” der ve devam eder: “Ama aile Muhammed’i (Emin) yeğliyor, ben kalkar da Abdullah’ı seçersem aile bana karşı ayaklanır.” 

 

Sonunda, Emin’den sonra tacın Abdullah’a geçmesine karar verir. Memun lakabıyla anılacak olan Abdullah, kısa bir süre sonra Horasan’a vali yapılır. Emin de ülkenin batısını yönetmektedir. 

Aradan geçen zaman birisinin hatalarını, diğerinin üstün niteliklerini daha da ortaya çıkarmaktan başka bir işe yaramaz. Bundan daha da kötüsü, belki, her iki şehzadenin de kendi yandaşlarının oluşup, bunu açıkça dile getirmeleridir.  
 

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Kişiliği

Harun Reşid, Abbasi halifelerinin en faziletli, en bilgin ve en cömertlerinden biri kabul edilir. Adeti olduğu üzere idaresi boyunca bir sene hacca gitmiş, ikinci yıl ise ordunun başında cihat faaliyetlerine katılmıştır. Onun ilim ve sanat erbabına gösterdiği yüksek himayesi sebebiyle döneminde Bağdat bir ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. 

Harun Reşid'i diğer halifelerden ayıran bir başka özelliği ise, istikrarsız bir tabiata sahip olmasıydı. Bazen heyecana gelir, kükrer, dalgalanır, insanlara çok sert davranır; bazen sakin, lütufkar bir görünüm arz eder, insanların gönlünü almak için olağanüstü gayret gösterir, onların sevgisini kazanmaya çalışırdı. Bir ara sarayında eğlenceye dalar, kısa süre sonra da duyduğu söz veya şahit olduğu bir hadiseden etkilenir derhal ağlamaya başlardı.  Hem riyakarlıktan nefret eder hem de övülmeyi çok severdi.  Hulasa onda birbirine zıt iki hususiyeti kısa aralıklarla görmek mümkündü. Nitekim kendisine öğüt verildiği zaman hıçkırarak ağlardı. Özetle halife, aklından ziyade, hislerine göre hareket ederdi.
 

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Çelişkili yanları olan bu büyük halifenin gençliğinden beri süre gelen silah zevkinden söz etmezsek, portresini tamamlamış olmayız. Harun ömrü boyunca bir askerdi. Başa geçer geçmez, Bizans sınırına askeri bir sistem kurma konusunda çok duyarlı davranır; bu amaçla kanlarını, çocuklarını, malını, mülkünü Bağdat'ta bırakarak Rakka’ya yerleşir, saltanat süresinin yarısından çoğunu, on üç yılını burada geçirir. İslam topraklarını savaşla genişletmek, daha önce de gördüğümüz gibi, halifenin en büyük kaygısıdır. Diğer Abbasi halifelerinin tersine ordularına kendisi komutanlık etmiş, Bizans’a, en azından birinin hedefi doğrudan Konstantinopolis olmak üzere, pek çok sefer düzenlemiştir. Bu çerçevede başlattığı Charlemagne yakınlaşması, Horasan sorunu ve ölümü nedeniyle asla sonuçlanmamıştır. 

Kuşkusuz ki dinine derinden bağlı bir adamdı. İyiliğini dillere düşüren zekât ve bağışlarda bulunması gibi, o günün zorlu ve rahatlıktan uzak koşullarında dokuz kez hacca gitmesi dindarlığının delilidir. 

Zaman zaman can sıkıcı şeyler yaşansa da Zübeyde’ye karşı ömür boyu duyduğu aşk hayli dokunaklıdır. Arada bir nedimleriyle birlikte içtiği şaraba duyduğu sevgi de adı içkiciye çıkan halifeler düzeyinde olmamıştır.  
 

 

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma'nın Abbasiler Dönemi. (Beyan: 2008) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Alimlere Karşı Tevazu

Harun Reşid’in alimlere karşı takındığı tevazu haklı olarak şöhretine şöhret katmış; tevazu gösterdikçe ulema indinde büyümüştür.  

Harun Reşid, dedesi Mansur’un aksine olarak İmam Malik’e özel bir önem verirdi. Muvatta kitabı Harun Reşid için o derecede önemliydi ki, iki oğlu, Emin ve Me’mûn’u, bu değerli kitabı tedris edip öğrenmeleri için göndermiştir. 

Hicri 181. senede vefat eden Abdullah b. Mübarek, bütün İslam ilimlerde temayüz etmiş, muttaki, mütevazi ve mücahid bir alimdi. Bir gün Rıkka semtine gitti. O sıralarda Harun Reşid de orada bulunuyordu. Abdullah b. Mübarek şehre girince, mahşeri bir kalabalık hâline gelen Müslümanlar onu karşılamaya, onu görmeye koştu. Bu manzarayı sarayın terasından seyreden Harun Reşid’in cariyesi, kalabalığın sebebini sorunca, Harun Reşid de, Horasan ülemâsmdan Abdullah b. Mübarek adında bir alimin geldiğini, insanların da onu görmek için koşuştuklarını söyledi. Bunun üzerine cariye Harun Reşid’e şu tarihi cümleyi söyledi: 

“İşte gerçek sultan budur; insanları kamçılarla, cop ve sopalarla; polis ve jandarmaların tehditleriyle toplamaya çalışan Harun Reşid değil!” 

İmam Azam Ebu Hanife’nin çalışkan talebelerinden olan Ebu Yusuf, Harun Reşid’in devlet idaresine yardımcı olmuş, onun hem fetva makamını işgal etmiştir. 

Harun Reşid’in hilâfeti döneminde, İmâm Şafii, bir ara Yemen’de görev yaptı. Orada bulunduğu dönemde, vaazlar veriyor, halkı irşad ediyordu. Bir grup, imamı çekemediğinden, onu büyük bir iftirayla Harun Reşid’e şikâyet ettiler. Şikâyet konusunun şakaya gelir tarafı yoktu. İddialara göre, İmâm Şafii hilâfete talipti... İftira duyulur duyulmaz İmam Şafii prangaya vuruldu ve bir katırın sırtında, Yemen’den, muhakeme edilmek üzere Bağdat’a gönderildi. Yapılan muhakemede İmamın böyle bir düşüncesi olmadığı ortaya çıkınca, Harun Reşid kendisine iltifatta bulundu. Fakat o, Mekke’ye, daha sonraları da Mısır’a gitti ve hicri 204 senesinde orada vefat etti. 

Harun Reşid’in adeta sırdaşı olan büyük zahid ve alim Fudayl b. iyâd da hicri 187. senede vefat etti. Harun Reşid kendisine saygıda kusur etmediği gibi, bu alimin uyarıları üzerine birçok düşünce ve fiillerinden vazgeçmiştir.
 

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Ölümü

Harun’un 805 yılında gerçekleştirdiği Horasan seferi, durumu hiçbir biçimde değiştirmemiştir. Ali bin İsa aşırı vergilendirmeyi durdurmaz, halk yığınlarında da hoşnutsuzluk giderek artar. Yeni bir isyan başlar; bu başkaldırı Emeviler döneminin güçlü bir ailesinden gelen Rafi bin Leys adını ön plana çıkarması nedeniyle daha endişe verici boyuttadır. Rafi bin Leys adı etrafında bir anda çok sayıda insan toplanır. 
 

Harun tehlikeyi anlamıştır. Olay yerine bizzat gitme karan alır. 
 

Oysa, Horasan’a gitme karan, sağlık koşulları nedeniyle hayli cesaret gerektiren bir iştir. Halife hastadır, hasta olduğunu da bilmektedir. Midesinden rahatsızdır. Onca uzun bir yolu at sırtında gitmek, muhtemelen kanser hastası bir adam için son derece tehlikelidir. Ama İslam’ın önderi olduğu düşüncesi ve Abbasi hanedanının geleceğini kurtarma endişesi her türlü kararsızlığı ortadan kaldıracak kadar güçlüdür. 
 

Bağdat’a uğrayarak oğlu Emin’i yokluğunda vekil tayin eder. 
 

Memun babasının giderek kötüleştiğini görmektedir. Önlem almadığı takdirde, hilafetin ardıllığı anlaşmasıyla kendine bırakılacak Horasan valiliğinin elinden gideceği endişesiyle babasıyla birlikte yola çıkmak için ısrar eder. Doğu eyaletlerinin valisi zaten kendisi değil midir? Başvezir Fadıl el-Rabi ve önemli yardımcıları da halifeye eşlik ederler. 
 

Zorlu bir yolculuk olur. 
 

Halife bu haldeyken Hint krallarından birinin yanında çok ünlü bir hekim olduğunu öğrenir, hemen bu kralın yanına birini gönderip hekimi getirtir. Tedavi halifeyi bir süre rahatlatır. Böylece bazı düzenlemeler yapmaya fırsat bulur; örneğin Memun’u hemen Merv’e gönderir, kendisine bir şey olduğu takdirde Memun, yöneteceği eyaletin başkentinde ve birliklerinin başında olabilecektir. Rey’de birkaç gün geçirip, Gürgan’a geçer, oradan da daha iyi bir iklim aradığından, Tus yönünü tutar; hastalığı tüm bedenini sarmıştır. Tus şehrinde durur, yola devam etmesi olanağı kalmamıştır. 
 

Halife, 24 Mart 809 tarihinde ölür. Veziri Fadıl el-Rabi ve bazı yakınları başucundadır. Cenazesi Tus şehrinde, daha sonra Meşhed, “Şehit Mezarı” olarak adlandırılacak olan Sanabad bahçesine gömülür. Bahçeye “Şehit Mezarı” adının verilmesi halifenin gömülü olması nedeniyle değil de 818 yılında Tus’ta ölen ve Harun’un mezarı yakınına defnedilen Şii imamların sekizincisi Ali Rida’nın anısına hürmeten verilir. 
 

bottom of page