top of page

Hz.Hasan-Muaviye Çatışması ve Hilafetin Devri

Prof.Dr.Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam tarihi-2 (Ensar: 2016)

kitabından kısaltılarak alınmıştır. Başlıklar Bize ait... 

Hz. Hasan-Muaviye Çatışması

Savaş Hazırlıkları

Muaviye, Hz. Ali'nin vefat etmesini ve yerine Hz. Hasan'ın geçmiş olmasını iktidar yolunda bir avantaj olarak gördü. Bu amaçla Irak üzerine kuvvet şevkine karar verdi. Artık Hz. Ali gibi güçlü ve karizmatik bir liderden sonra Kûfelilerin kendisine karşı koyamayacaklarını düşünüyordu. Bu amaçla Hz. Osman döneminin Basra valisi Abdullah b. Âmir'in emrine verdiği bir orduyu Irak'a doğru harekete geçirdi.

Muaviye kuvvetlerinin üzerlerine gelmekte oldukları haberini alan Hz. Hasan hem Kûfelileri hem de kendisine bağlı diğer belde halklarını orduya katılmaya çağırdı. Ancak kendisine biat ederken Şamlılarla savaşmayı şart olarak ileri süren Kûfeliler, savaş meselesi ciddiye binince yapılan çağrıya ilgisiz kaldılar. Adi b. Hatim, Kays b. Sa'd, Ma'kıl b. Kays gibi kabile önderlerinin zorlama ve teşvikleriyle beklenenden çok az sayıda askerden meydana gelen bir ordu toplanabildi.

Hz. Hasan gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra ordusuyla birlikte Kûfe'den ayrıldı. Şamlılar üzerine gönderilecek öncü birliklerin komutanlığına amcasının oğlu Ubeydullah b. Abbâs'ı getirdi.

Muaviye Hz. Hasan'ın öncü birlikleri komutanı Ubeydullah'a yarısı hemen, diğer yarısı ise Kûfe'ye ulaşıldığında verilmek üzere bir milyon dirhem para karşılığında Şamlıların tarafına geçmesi teklifini yaptı. Bunu hemen kabul eden Ubeydullah, yanına aldığı askerlerle birlikte komutanı olduğu orduyu terk ederek Şamlıların arasına katıldı.

Ertesi günü onun ordunun büyük bir kısmıyla (yaklaşık 8 bin kişi) karşı tarafa katıldığı anlaşılınca, Kays b. Sa'd öncü birliklerin komutasına geçti.  Muaviye Ubeydullah'a benzer teklifi Kays b. Sa'd'a da yapmış, ancak muhatabı ona iltifat etmemiştir.

Hz. Hasan, ordusunun öncü birliklerini Şam tarafına sevk ederken, kendisi de geride kalan askerleriyle Medâin'e gitmişti. Burada beklemesi esnasında, öncü birliklerin yeni komutanı Kays b. Sa'd'ın öldürüldüğüne dair bilgiler onun ordugâhında büyük bir kargaşa meydana getirdi. O kadar ki, bu karışıklık sırasında askerlerin bir kısmı halifeye karşı çıkmaya, hatta kendisine saldırarak çadırını yağmalamaya başladılar. Bu hengâmede Hz. Hasan’ın yaralandığı da zikredilir.

Dineveri halifeye saldırı sebebi olarak, onun Kefelilerden ümidini keserek Muaviye ile barış yapma görüşünü ilk kez dile getirmesini gösterir. Benzer şekilde Ya'kûbi de hadisenin Hz. Hasan'ın Şam'dan gelen elçilerle yaptığı görüşme sonucunda barış fikrini halka açıklamasının akabinde gerçekleştiğini nakleder. İsfâhâni ise Hz. Hasan'ın barışı dile getiren konuşmasının ardından askerlerden bir kısmının kâfirlikle suçlayarak ona saldırdıklarından bahseder. Hz. Hasan'ı bu şekilde suçlayarak kendisine hücum edenlerin Hariciler olması kuvvetle muhtemeldir.

Hz. Hasan, hayatını hedef alan bu saldırıdan kendisine bağlı olan Rebia ve Hemdân kabilesi mensuplarının yardımıyla kurtulabildi. Daha sonra ordugâhını terk ederek Medâin'e çekildi.

Barış Görüşmeleri

Barış Görüşmeleri Nasıl Başladı?

Hz. Hasan ile Muaviye arasında gerçekleştirilen anlaşmada ilk adımının kimin tarafında atıldığı hususunda kaynaklar farklı bilgiler aktarırlar.

Taberi, Müslümanların kanının dökülmesini engellemek için Hz. Hasan'ın baştan beri Muaviye ile barış yapılması taraftarı olduğu görüşünden hareket ederek, ilk adımının ondan geldiği kanaatindedirler. Müellif, Muaviye'nin de bu talebe cevap olmak üzere Abdullah b. Âmir ve Abdurrahman b. Semure'yi kendi temsilcileri olarak Medâin'e gönderdiği, onların Hz. Hasa’nın hilâfetten feragat konusunda öne sürdüğü şartları Muaviye adına kabul ettiklerini aktarır. 

Ebû Hanife ed-Dineveri ise Hz. Hasan'ın biat almasından itibaren Muaviye'yle savaşmaya kararlı olduğunu, ancak Iraklı askerlerin kararsızlıkları ve savaşa karşı isteksizliklerinden kendisini yalnız bırakacaklarım düşündüğü için Muaviye ile barış yapmaktan başka bir çare bulamadığını, bunun sonucunda Medâin'e kadar yaklaşmış olan Şam birlikleri komutanı Abdullah b. Amibe haber göndererek bazı şartlarla onunla anlaşma yaptığını nakleder.

Faklı gibi görünen rivayetler esasında birbiriyle çelişmez. Her iki taraf da özellikle Sıffin tecrübesi yaşandıktan sonra barış teklif etmeye hazırdılar. Bilhassa Hz. Hasan, içinde bulunduğu olumsuz şartlar sebebiyle Muaviye ile mücadele edecek durumda değildi. Zira Şamlılar kuvvet dengesi yönünden Iraklılara göre daha üstündü. Muaviye de geleneksel siyaseti gereği bütün seçenekleri tüketmeden savaşı tercih etmezdi. Çünkü o, "paranın iş gördüğü yerde konuşmaya, dilinin iş gördüğü yerde kırbaca, kırbacın iş gördüğü yerde kılıca gerek duymazdı". Bu değerlendirmelerden yola çıkarak, her iki tarafın da anlaşmazlığı çözmek için barışı kabule hazır olduğunu, ancak gelişmelerden bu konuda ilk adımın Hz. Hasan tarafından atıldığını söylemek mümkündür.

Hz. Hasan’ın Anlaşmayı Kabul Etmesinin Sebepleri

Hz. Hasan'ın hilâfet konusunda Muaviye ile antlaşma yapmasının sebepleri hakkında kaynaklarda farklı bilgiler vardır.

Her şeyden önce bu hususta Hz. Hasan'ın Müslümanların kendi arasında savaşmasına prensip olarak karşı olduğunu söylemek gerekir. Zira o gerek Cemel gerekse Sıffin savaşı öncesinde babasını askeri harekâta girme konusunda engellemeye, onu Müslüman gruplar üzerine orduyla yürümekten vazgeçirmeye çalışmıştır. Dolayısıyla halifelik yetkisini üstlendikten sonra Müslümanları tekrar kardeş kanı dökmekten alıkoymak için adım atmış olması, Hz. Hasan'dan beklenmeyen bir davranış değildir.

Hz. Hasan'ın taraftarlarının kararsızlıkları ve itaatsizlikleri de onu barış yapmaya sevk eden nedenlerden biri sayılmalıdır. Aslında Iraklılar, bilhassa Siffin ve Nehrevan savaşlarından sonra babası Hz. Ali'yi dahi yalnız ve yardımsız bırakmışlar, önceden ona verdikleri nice sözleri yerine getirmemişlerdi. Onlar, Hz. Hasan'ın halifeliğinde daha da ileri giderek kendisine saldırı düzenlemişler, hatta onun canına kastetmişlerdi. Dolayısıyla böyle bir toplulukla yola çıkmak, ne kadar doğru ve gerçekçi bir adım olacaktı? Bu durumu göz önünde bulunduran Hz. Hasan da en doğrusunun kendisine güven vermeyen Iraklılarla yola çıkmak yerine, makul şartlarda Muaviye ile barış yapma olduğuna karar vermiştir.

Kendisine niçin böyle davrandığı sorulduğunda da bunun taraftarlarına olan güvensizliğinden kaynaklandığını açıkça ifade etmiştir:

"Baktım ki her kim Kûfelilere inanırsa mağlup olur. Çünkü onlar, hiçbir hususta birbirleriyle anlaşamıyorlar. Sürekli olarak ihtilâf halindedirler ve iyilikte de kötülükte de beraberlikleri yoktur. Babam onların yüzünden büyük güçlüklere uğramıştı."

Hz. Hasan'ın Muâviye'ye karşı gönderdiği öncü birliklerin komutanı Ubeydullah b. Abbâs'ın dahi yanındaki askerlerin büyük bir kısmıyla birlikte Muâviye'ye sığınmış olması, onun en yakın akrabası hakkında dahi güven sorunu yaşamasına sebep olmuş, bu durum kendisini Muaviye ile görüşme yapmaya zorlamıştır.

Hz. Hasan'ın arkasındaki desteği yitirdiği için hilâfeti Muâviye'ye devretmek zorunda kaldığını Sünni kaynaklar kadar Şii kaynaklar da dile getirirler.

Karizmatik bir şahsiyet olan Hz. Ali'nin öldürülmesiyle birlikte Muaviye'nin gücünün daha da arttığı bir gerçekti. Buna karşılık Irak tarafı, daha Hz. Ali'nin sağlığında özellikle kendi içlerinden çıkan Hâricilerle savaşmaları sebebiyle moral ve fiziki güç kaybına uğramıştı. Bu durumun farkında olan Hz. Hasan, güç dengeleri aleyhine iken Muaviye ile savaşta ısrar etmenin kendisi ve taraftarları için intihar anlamına geleceğini biliyordu.

Şu da bir gerçekti ki, Hz. Hasan'ın şahsi birikimiyle bir siyaset dahisi kabul edilen Muaviye ile baş edebilmesi neredeyse imkansızdı. Zira Muaviye, Mekke'de yönetici bir aile içinde büyümüş, Hz. Ömer zamanından beri Şam'da valilik yapmış, Hz. Ali gibi Müslümanların büyük çoğunluğunun desteğini almış bir halifeyle mücadele etmeyi göze almış birisiydi. Onun siyasi tecrübesi ve birikimi Hz. Hasan'ın çok fevkindeydi. Üstelik Muaviye’nin hilâfete ulaşmak için yapamayacağı şey yoktu. Bu şartlarda Hz. Hasan görevini siyasi rakibine devretmek durumunda kalmıştır.

Hz. Hasan’ın Barışa Razı Olmasına Tepkiler

Hz. Hasan'ın Muaviye ile mektuplaşması sonucunda anlaşmayı tercih etmesi onun tenkit ve ithamlarla karşı karşıya kalmasına sebep olmuştur.

Kendisine ilk karşı çıkanlar en yakınları olan Hz. Hüseyin ile Abdullah b. Cafer'dir. Nitekim Hz. Hüseyin bu yaptığının babalarının davasını yalanlamak olduğunu söylemiş, Hz. Hasan da kendisinin bu işin mahiyetini herkesten daha iyi bildiğini söyleyerek kardeşini susturmuştur.

Kûfeliler de Muaviye ile antlaşma yapmış olması sebebiyle Hz. Hasan'ı "Müminlerin yüz karası" olmakla nitelemişlerdir. Ancak halife, taraftarlarının sözlerini itibara almamış, üstelik yapmış olduğu antlaşmanın asıl sebebinin kendileri olduğunu söylemiştir.

"Üç şeyden dolayı kendimi size karşı sorumlu hissetmiyorum. Babamı öldürmeniz, bana suikast düzenlemeniz ve malımı talan etmeniz."

Ordu Teslim Oluyor

Hz. Hasan, Muâviye ile yaptığı barış antlaşmasından sonra Ubeydullah b. Abbâs'ın ardından Irak ordusu öncü birliklerinin komutasını üstlenen Kays b. Sa'd'a haber göndererek, derhal geri dönmesini ve Muâviye'ye itaat etmesini istedi. Kays, halifenin emrini askerlerine duyurduğunda onların büyük bir kısmının Muaviye tarafına geçmeye meyilli olduğunu anladı. Bunun üzerine kendisine bağlı az sayıdaki askerle birlikte Muâviye'ye biat etmeyeceğini açıkladı. Kays'ın savaş yapılmaksızın emrine girmesini önemseyen Muaviye, ona bir mektupla boş bir kâğıt göndermek suretiyle itaat karşılığında buraya istediğini yazabileceğini, bütün isteklerinin de karşılanacağını haber verdi. Çaresiz durumda kalan Kays, Muaviye'den herhangi bir özel talepte bulunmadan, sadece can ve mal güvenliği karşılığında ona biat etmeye razı oldu.

Hilafetin Muaviye’ye Devri

Hz. Hasan ile Muaviye, hilâfetin devri konusunda anlaştıktan sonra, Muaviye ondan ve Iraklılardan biat almak üzere Kûfe'ye geldi. Halkın huzurunda ilk önce Hz. Hasan, ardından başta kardeşi Hz. Hüseyin olmak üzere Ehli Beyt mensupları, daha sonra da bölge halkı yeni halifeye itaatlerini bildirdiler. (29 Temmuz 661)

Hz. Hasan, daha sonra kardeşi Hz. Hüseyin ile birlikte Kûfe'yi terk ederek Medine'ye gitti.

Devir Şartları

Devrin hangi şartlarda gerçekleştiği meselesi de tarihçiler arasında ihtilâf konusu olmuştur. Bu ihtilâf, daha sonraki dönemde Şiiler ile Sünniler arasında meydana gelen hilâfet tartışmalarında daha da derinleştiği görülmektedir. Öyle ki her grup, bu konuda kendi görüşünü destekleyecek rivayetleri öne çıkarmışlar, haberleri tevil etmişler, zaman zaman rivayet uydurmuşlardır.

Anlaşma konusunda kaynaklarda zikredilen ilk husus, Muaviye'den sonra halifeliğe kimin geleceği meselesidir. Rivayetlerin bir kısmında tarafların Muaviye'nin ölümünden sonra hilâfetin Hz. Hasan'a geçeceği konusunda anlaştıkları ileri sürülür.

Muaviye'nin daha sonraki süreçte oğlu Yezid'i yerine veliaht tayin etmesi girişimlerinde, ona halifeliği bir başkasına bırakmış olduğuna dair bir hatırlatma yapılmamıştır. Hatta oğlu Yezid'in halife olmasına karşı çıkanlar, kendisine bu konuyu şûraya bırakmasını tavsiye etmişlerdir. Dolayısıyla Hz. Hasan ile Muaviye arasında gerçekleşen anlaşmada, daha sonraki halife seçiminin nasıl olacağına dair bir hükmün bulunduğunu bildiren haberlere ihtiyatla yaklaşmak gerekir.

Bazı rivayetlerde Hz. Hasan-Muaviye antlaşmasının şartları arasında Hz. Hasan'a bir takım maddi imkânların tahsis edildiği hususu yer alır. Bu konuda da kaynaklarda birbirinden çok farklı bilgilere tesadüf edilir. Rivayetlerde Muaviye'nin Hz. Hasan'a o an için Küfe Beytülmal'inde bulunan 5 milyon veya 7 milyon dirhem tutarındaki malları vermeyi veya kendisine her yıl 5 veya 6 milyon dirhem para ödemeyi tahaahüt ettiği zikredilir. Ayrıca İran topraklarında yer alan Darabcird haracını vermeye razı olduğu hakkında da bilgilere sahibiz. Ancak bununla birlikte Hz. Hasan, Darabcird haracını alamamıştır. Çünkü Basralılar buranın kendi feyleri olduğu gerekçesiyle karara karşı çıkmışlardır.

Şii tarihçiler antlaşmada yer aldığı söylenen Hz. Hasan ile ilgili ekonomik şartların, onun dünyevi menfaat elde etmek isteğiyle halifeliği Muaviye'ye devreden bir kişi olarak gösterilmesi gayretlerinin bir sonucu olduğu ileri sürerek anlaşmada böyle bir maddenin bulunmadığını, üstelik Darabcird gelirinin Müslümanların ortak malı olması sebebiyle Muaviye'nin böyle bir hak ve yetkisinin de olamayacağını ileri sürerler.  

Halifeliğin Muaviye'ye devri şartlarından birisinin de yeni iktidar tarafından Hz. Ali'ye kötü söz söylenilmemesi taahhüdüdür. Muaviye Hz. Ali'nin kınanmaması şartını kabul etmemiş, Hz. Hasan bunun üzerine en azından kendisinin bulunduğu topluluklarda bunun yapılmamasını istemiş, muhatabı da bu talebi uygun bulmuştur. Bu şartın bir devamı olarak Hz. Hasan'ın Ehli Beyt taraftarlarının yönetim tarafından hesaba çekilmemesini, bir devri sabık anlayışıyla insanlara haksızlık yapılmamasını talep ettiği, Muaviye'nin de bu konuda söz verdiği rivayet edilir. Daha sonraki dönemde Küfe valisi Ziyâd b. Ebih'in Hz. Ali taraftarı olarak bilinen Sa'id b. Serh'i cezalandırması ve evini yıkması üzerine durum Hz. Hasan tarafından Muaviye'ye bildirilmiş, o da Ziyâd'a talimat vererek tutuklunun serbest bırakılmasını ve yıkılan evinin yeniden inşa edilmesini sağlamıştır. Bu değerlendirmelerden yola çıkarak Hz. Hasan'ın halifeliği devretmesi karşılığında, kendisi, ailesi ve taraftarlarının can ve mal güvenliğinin sağlanmasını istediği, ayrıca hayatını temin için bazı maddi taleplerde bulunduğu, bunların da büyük oranda Muaviye tarafından yerine getirilmiş olduğu ifade olunabilir.

 

bottom of page