top of page

Hz. Peygamber Döneminde Haşimi-Emevi İlişkileri

Mekke Dönemi

Hz. Muhammed (sav), peygamberliğini ilân etmesiyle birlikte Mekke’de büyük bir muhalefet hareketiyle karşılaştı. Onların tebliğe muhalefet etmelerinin en önemli sebeplerinden biri de şüphesiz Kureyş içinde geçmişe dayanan kabile mücadeleleridir.

Hâşim Oğulları’ndan bir peygamber çıkmasıyla bu ailenin tekrar eski gücüne ulaşacağını ve kendilerine üstünlük sağlayacağım düşünen rakip kabileler, tüm güçleriyle İslâm dininin yayılmasını engellemeye çalışmışlardır. Hz. Peygamber’in (sav) gençliği döneminde Hâşim Oğulları ailesi, özellikle Abdülmuttalib’in vefatıyla birlikte Mekke yönetimindeki gücünü kaybetmeye başlamıştı. Ne tüccarlığı sebebiyle panayırlarda dolaşmakla meşgul olan Abbâs ne fakirlikle boğuşan Ebû Tâlib ne de ahlâksız biri olarak tanınan Ebû Leheb babalarının yerini doldurabilecek nitelikteydiler.  Ticarî faaliyetleri sebebiyle Ümeyye Oğulları Mekke ekonomisinde söz sahibi konuma gelirken, mahallî ticaretle iktifa etmek zorunda kalan Hâşimîler, bu konuda onlarla rekabet edebilecek durumda değillerdi. 

Peygamberliğin ilk yıllarında Ümeyyeli reisler Mekke’nin sözü dinlenen şahısları haline gelmişlerdi.  Siyasî ve ticarî alanda tarihî rakipleri Hâşimîler’e üstünlük sağladıkları bir dönemde Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliği vasıtasıyla onların tekrar eski konumlarına geleceğinden endişelenen Ümeyye kabilesi, tabiî olarak tebliğin karşısında yer aldı.

Bu dönemde asabiyet mücadelesinin İslâm’a karşı tavır alıştaki boyutunu Ebû Cehîl’in şu sözleri açıkça ortaya koyar:

“Biz Abdümenâfoğulları ile şan ve şeref yönünden şimdiye kadar çekiştik durduk. Onlar halka yemek yedirdi, biz de yedirdik. Onlar bağışta bulundular, biz de bulunduk. Onlar arabuluculuk yapıp diyet yüklendiler, biz de yüklendik. Şimdi kulak kulağa giden yarış atı durumuna gelince, onlar ‘şimdi bizden kendisine vahiy gelen bir peygamber var’ dediler. Biz bunun dengini nereden bulup çıkaracağız. Vallahi hiçbir zaman onu tasdik etmeyiz.”

Ebû Cehil bu sözlerinde Hz. Peygamber’in (sav) gerçek peygamber olup olmadığı hususunu hiç dikkate almamıştır. Bilakis onun meseleyi değerlendirmesindeki ana eksen kabile ruhu, yani asabiyettir. Buna göre peygamberin ne dediği değil, hangi kabileden olduğu önemlidir. Câhiliye dönemi Arap sosyal hayatının şartları göz önüne alındığında, kabilesinden olmayan birine itaat etmek, hatta bir peygamber olsa dahi onu kabul etmek pek kolay değildir. Ebû Cehil bu görüşüyle Hz. Peygamberi (sav) bir rasûl olarak değil, rakipleri Hâşimoğulları’nın istikbâlde itibar ve gücünü yükseltecek bir kabile mensubu olarak görüyordu. Onun dile getirdikleri, esasında Rasûlüllah’ın (sav) kabilesine rakip olan hemen tüm Mekke kabile reislerinin hâkim düşüncesini yansıtmaktadır.

Hz. Peygamber’in (sav) tebliğine karşı çıkışta kabile asabiyeti sadece Kureyş içinde geçerli değildi. Kureyş haricindeki diğer kabileler de İslâm’ı genelde asabiyet çerçevesinde değerlendirmişlerdir. Sakil kabilesi ileri gelenlerinden Ümeyye b. Ebî Salt Abdümenâf Oğulları’ndan bir peygamberin çıkacağı haber verdiğinde, Ebû Süfyân Hz. Peygamber’den (sav) bahseder. Bunun üzerine Ümeyye arkadaşına derhal ona inanmasını tavsiye eder. Ebû Süfyân, kendisinin niçin Müslüman olmadığın sorduğunda şu cevabı alır: “Ben, Sakîf kadınlarının Abdümenâf Oğulları’ndan bir gence tabi olduğumu duymalarından utanışım sebebiyle onu peygamber olarak kabul etmem”. Ümeyye, Hz. Muhammed’in (sav) gerçek peygamber olduğunu açık olarak bilmesine ve arkadaşı Ebû Süfyân’a ona tabi olmasını tavsiye etmesine rağmen, kendisi asabiyet sebebiyle İslâm’a girmekten imtina etmiştir.

 

Ümeyyeliler arasında Hz. Peygambere (sav) karşı hem fizikî müdahalede bulunan hem de onun aleyhine gerçekleştirilen siyasî faaliyetlere iştirak eden şahıslar vardı.

Medine Dönemi

Hz. Peygamber’in (sav) Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra Ümeyyeliler bu defa Medine’deki Müslümanlar aleyhine gerçekleştirilen her türlü faaliyetin içinde yer almışlardır. Nitekim Ebu Süfyân’ın başında bulunduğu Şam ticaret kervanına Müslümanların saldıracağı haberinin alınması neticesinde meydana gelen Bedir Savaşı’nda bu ailenin tüm ileri gelenleri hazır bulunmuşlardır.

Çarpışmalardan önce mübareze için meydana atılan Mekkeliler’in tamamı Ümeyyeliler’dendir. Onlar mübareze taleplerine cevap veren Ensâr’a mensup şahısları konumlarına münasip görmedikleri için, Hz. Peygamber’den (sav) soy bakımından kendilerine denk olabilecek kişileri karşılarına çıkarmasını istemişlerdir. Nitekim Müslümanlar adına Hâşimîler’den Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ubeyde b. Haris meydana çıkınca onlarla çarpışmışlar, neticede Ümeyyeli Utbe b. Rebîa kardeşi Şeybe ve Utbe’nin oğlu Velîd, Hâşimîler tarafından öldürülmüşlerdir.

Mübarezenin sonucu Ümeyyeliler’in Hz. Peygamber’in (sav) kabilesine duydukları kin ve düşmanlığın en üst düzeye çıkmasına sebep olmuştur. O kadar ki, Bedirden hemen sonra gerçekleşen Uhud Savaşı’nda Hz. Hamza’nın öldürülmesiyle teskin olmayan Ümeyyeliler, yıllar sonra meydana gelen ve İslâm tarihinin en hazin hadiselerinden Kerbelâ olayını hem Bedirde ölen yakınlarının, hem de halifeliği sırasında öldürülen kabiledaşları Hz. Osman’ın intikamı olarak kabul etmişlerdir.

Bedir Savaşında pek çok aile büyüğünü kaybeden Ebû Süfyân, bu andan itibaren özelde kendi ailesi, genelde de Mekkeliler’in intikamını almayı yegâne hedef olarak belirlemişti. Onun girişimleriyle Müslümanlar üzerine tertip edilen askerî harekât neticesinde Uhud ve Hendek savaşları yapılmış, bu savaşlarda Ebû Süfyân Mekke ordusuna bizzat komutanlık yapmıştır.

 

Prof.Dr.Âdem Apak'ın Erken Dönem İslâm Tarihinde Asabiyet (Ensar: 2016) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Prof.Dr.İbrahim Sarıçam'ın Emevî - Hâşimî İlişkileri (Türkiye Diyanet Vakfı: 2015) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Emevi-Haşimi İlişkilerinde  Yumuşama Dönemi

628 yılından itibaren Benî Ümeyye-Benî Hâşim ilişkilerindeki sertliğin yumuşamaya başladığı görülmektedir. Hudeybiye barış antlaşması Mekkelilerle harp haline son vermişti.

Bu sıralarda Mekke'de bir kıtlık meydana gelmişti. Hz. Peygamber Ebû Süfyan'a Medine mahsulünden bol miktarda hurma göndermiş ve bunları Mekkelilerin ticaret mallarından olan deri ile değiştirmeyi teklif etmiştir. Buna ilaveten Hz. Peygamber Mekke fakirlerine dağıtılmak üzere beşyüz dinar göndermiştir.

Hz. Peygamber Ebû Süfyan'a gösterdiği bu ekonomik kolaylıklara ilaveten onun kızı Ümmü Habîbe ile evlenmek suretiyle uzlaşma yolunda bir adım daha ileriye gitmiştir. Ümmü Habîbe Mekke devrinde İslâmiyet’i kabul ederek kocası Ubeydullah ile birlikte Habeşistan'a hicret etmişti. Ubeydullah burada ölmüştü.

Benî Ümeyye'nin İslâmiyet’i Kabulü

Mekke devrinde Hz. Peygamber'in İslâm'a davetine karşı çıkan ve Hicretten sonra da Mekkelilerin ona karşı yürüttüğü mücadelede öncülük yapmış olan Benî Ümeyye'nin İslâmiyet’i kabul edişi, Emevî-Hâşimî ilişkilerinin önemli bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Çünkü bu ailenin İslâm'ı kabul etmesiyle, kökü Câhiliye devrine dayanan ve İslâm döneminde de yaklaşık 20 yıl süren düşmanlığa geçici bir süre içinde olsa son verilmiş oluyordu.

Hz. Peygamber bazı kimselere, ‘imanlarını kuvvetlendirmek, İslâm'da sebatlarını sağlamak ve İslâm’a kalplerini ısındırmak gayesiyle’ Huneyn ganimetlerinden ihsanda bulunmuştur. "Müellefe-i Kulûb" adı verilen ve bu sıfatla Kur’an-ı Kerim'de zekâtın sarf edildiği yerlerden birisi olarak belirtilen bu zümreye Hz. Peygamber, Ebû Süfyan'ı da oğulları Muaviye ve Yezid'le birlikte dahil etmiş; yüzer deve ve kırkar ukiyye de gümüş vermiştir. Kendisine ve oğullarına yapılan bu ihsandan son derece memnun olan Ebû Süfyan: "Anam babam sana feda olsun! Seninle harb ettim, ne güzel savaşçıydın! Barış yaptım, ne güzel barışçısın! Allah seni hayırla mükâfatlandırsın!" diyerek Hz. Peygamberi övmüş ve memnuniyetini dile getirmiştir.

Bu suretle Ümeyye ailesinin Hz. Muhammed’e karşı yürüttüğü sert tutum, ileride onun ailesine karşı yeniden başlamak üzere, sona ermiştir. Kaynaklarımız Ebû Süfyan'ın bundan sonraki hayatı için "iyi bir Müslüman oldu" tabirini kullanmaktadırlar.

Ümeyye Oğullarının Yönetici Olarak Atanması

Hz. Muhammed Ümeyyeli yöneticileri Hz. Peygamber fethedilen şehirlere ve İslâmiyet’i kabul eden kabilelere yönetici tayin etmekteydi. Hicaz'ın ve Yemen'in büyük şehirlerinde ve aynı zamanda her büyük kabilede Hz. Peygamber tarafından tayin edilmiş yöneticiler görev yapıyordu. Bunların görevi, bulundukları yerde Hz. Peygamber'i temsil etmek, namazlarda imamlık yapmak, zekât ve cizye toplamaktı. Hz. Peygamber, yöneticileri belirli bir kabileden değil ehil kimselerden seçmeye özen gösterirdi. 

Hz. Peygamber Benî Ümeyye mensuplarından pek çok kimseyi yönetici tayin etmiştir. Hatta bu konuda ilk Müslümanlar arasından yer alanlarla, Mekke'nin fethi esnasında Müslüman olan Ümeyyeliler arasında herhangi bir ayırım yapmamıştır.

İbn Habîb Ümeyyeli yöneticilerden sekiz kişinin adını vermektedir. Bunlar Ebû Uhayha'nın dört oğlu Hâlid, Amr, Hakem (Abdullah) ve Ebân ile, Attâb b. Esîd, Velîd b. Ukbe, Ebû Süfyan b. Harb ve Yezîd b. Ebî Süfyan'dır. Bu şahısları Hz. Peygamber'in yönetici tayin etmesi, Benî Ümeyye'nin Mekke toplumunda tevârüs yoluyla komutanlık görevini üstlenmiş olmasından ve yazı bilen kültürlü bir aile oluşundan, özet olarak bu ailenin askerî ve idari tecrübesinin bulunmasından kaynaklanıyordu.

bottom of page