top of page

Sahabe Döneminde Hadis

 

Prof. Dr. Musa Bağcı'nın'ın Hadis Tarihi-İlk Üç Asır (Ankara Okulu: 2009) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Sahabenin Hadis Rivayetinde İhtiyatlı Davranması

Sahabenin içerisinde hadis rivayetinde son derece ihtiyat sahibi kimseler vardır. Bunlardan Abdullah İbn Abbas’ın, hadis rivayetinden şüphe duyduğu kimselerden yüz çevirdiği ve onların rivayetlerine değer vermediği bazı rivayetlerden anlaşılmaktadır.   

Bazı sahabiler Hz. Peygamber’in kendisine yalan isnad eden kimseye vâdettiği tehditten sakınarak rivayetten çekinmişlerdir. Nitekim Enes b. Mâlik (ra) şöyle der: “Hata etmekten korkmasaydım, Rasulullah (sav)’dan duyduğum her şeyi rivayet ederdim." Başka bir rivayette ise şöyle der: “Nebi’nin şöyle buyurmuş olması beni sizlere çok hadis rivayet etmekten alıkoyuyor:

"Kim kasten benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerini hazırlasın."

Buhâri'deki rivayete göre Abdullah b. ez-Zubeyr babasına falanın filandan yaptığı gibi senin de Rasulullah tan bir şey rivayet ettiğini işitmiyorum, acaba neden?" diye sormuş, o da cevaben: "Bilmiş ol ki Hz. Peygamberin yanından hiç ayrılmadım. Hep beraber bulundum. Lâkin ‘men kezebe aleyye felyetebevve’ mak'adehu mine'n-nar.' buyurduğunu kendisinden işittiğimden dolayı susuyorum." demiştir.

Abdullah b. Mes'ud (ra) da hadis rivayetini azaltıyor ve lafızlar konusunda dikkatli davranıyordu. Amr b. Meymun şöyle rivayet etmektedir: Perşembe akşamlan İbn Mes’ud'un yanına gelirdim. Asla “Rasulullah buyurdu ki” dediğini duymadım. Bir akşam “Rasulullah şöyle buyurdu” diye rivayete başladığı zaman vücudunu bir titreme aldı. Ona baktım, gömleğinin düğmeleri çözülmüş vaziyette ayakta duruyordu. Gözleri dolu dolu olmuştu ve boyun damarları şişmişti, sonra şöyle dedi: "Buna yakın, buna benzer, yaklaşık olarak, bunun gibi.” İbn Mes’ud, “Her duyduğu şeyi rivayet etmesi, kişiye günah olarak kafidir.” derdi. Avn b. Abdillah, Abdullah b. Mes'ud’un Rasulullah’tan rivayet ettiği hadisini saydığını ve bunun elli kusur civarında olduğunu söylemektedir.

Sâib b. Yezîd, Ebû Said el-Hudrî ile birlikte Medine'den Mekke’ye gittiğini ve ondan bir tek hadis rivayet ettiğini işitmediğini belirtmektedir. Şa’bî’nin ise İbn Ömer ile bir sene beraber oturduğu ve hiçbir hadis naklettiğini işitmediği rivayet edilmiştir.

İmran b. Husayn (ra) da hataya düşmemek için çok hadis rivayet etmekten kaçınan sahabîlerden biridir. Mutarrif b. Abdillah’ın (ö. 95) rivayetine göre İmran b. Husayn şöyle demiştir:

Vallahi eğer istesem, iki gün arka arkaya hiç durmadan hadis rivayet edebilirim. Lâkin beni bundan alıkoyan şudur: Ashabtan bazıları benim gibi hadisleri işittiler, benim gibi hadislere şahit oldular. Birçok hadis rivayet ediyorlar, fakat bu hadisler onların rivayet ettikleri gibi değildir. Ben de onların karıştırdıkları gibi karıştırmaktan korkuyorum. Sana şunu söyleyeyim ki, onlar hataya düşüyorlardı fakat bunu kasten yapmıyorlardı.

İbnu'l-Kayyım'ın nakline göre sahabe. Rasuhılah'tan rivayet etmekten çekiniyor ve bu onların gözünde büyüyordu. Bundan dolayı ziyade ve noksan korkusuyla rivayeti azaltıyorlardı. Hz. Peygamber den defalarea duydukları şeyleri rivayet ediyorlardı. Kesin olarak duymadıklarını tasrih etmiyorlar ve "kale Rasulullah” da demiyorlardı.

Sahabenin Rivayetleri Azaltma Konusundaki Çabaları

Abdullah b. Zubeyr zamanında Mekke kadısı olan İbn Muleyke mursel rivayetlerinin birinde şöyle demektedir: Ebû Bekir (ra), Hz. Peygamber’in vefatından sonra insanları topladı. Ve “Rasulullalı'tan ihtilaflı hadisleri rivayet ediyorsunuz. İnsanlar sizden sonra daha şiddetli ihtilaflara duçar olacaktır. Rasulullah’lan bir şey rivayet etmeyiniz. Her kim sizden bunu talep ederse, bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı vardır, deyiniz. Onun helalini helal, haramını haram kabul ediniz."  ez-Zehebî, bu rivayeti verdikten sonra şu değerlendirmeyi yapmaktadır. Bu mursel haber, Ebû Bekir’in sorgulayıcı tavrına delalet etmektedir.

Hz. Aişe'nin şu haberi de çok hatanın vuku bulması endişesiyle Hz. Ebu Bekir’in rivayeti azaltmayı telkin etmektedir: “Babam, Hz. Peygamber’e ait 500 kadar hadisi topladı. Aradan bir gece geçip sabahladığı zaman bana “Yanındaki hadisleri getir." dedi. Ben de ona hadisleri getirince onları yaktı. Ve şöyle dedi:

“Bu hadisler senin yanındayken ölmekten korktum. Ola ki kendisine itimat ettiğim ve güvendiğim bir adamdan almış olduğum bu hadisler, o adamın bana rivayet ettiği gibi olmaz da ben de bu sorumluluğu üzerime almış olurum."

Hz. Ömer ise aynı şekilde çok rivayet eden veya hüküm bildiren bir hadis nakledip bunu Rasululah’tan işittiğine dair bir şahit getirmeyenlere sert davranırdı. O, ashaba, az rivayette bulunmalarını emrederdi. Bunu insanların rivayeti çoğaltmaması, münafıkların, Tacirlerin ve (cahil) bedevilerin hadislere yabancı şeyler karıştırmaması ve uydurma rivayetlerin ortaya çıkmaması için yapıyordu.

İbn Kesir, es-Sâib b. Yezîd’den şöyle nakleder: Ömer b. Hattab’ın Ebû Hureyre’ye şöyle dediğini işittim: “Ya Rasulullah’tan hadis rivayet etmeyi terkedeceksin, yoksa seni Devs bölgesine sürerim." Hz. Ömer, Ka’bu’l-Ahbar’a da: “Ya hadis rivayet etmeyi bırakırsın, yoksa seni Kırade bölgesine sürerim.” demiştir. İbn Kesir şöyle der: Bu rivayete konu olan halifenin Ömer olması gerekir. Zira o insanların hadisleri yerli yersiz kullanmalarından endişe ediyordu. Çünkü insanlar hadislerin içindeki ruhsatlan konuşuyorlardı. İçlerinden biri hadisleri çoğalttığı zaman muhtemelen bazı galat ve hatalara düşebilir ve insanlar da onu başkalarına aktarabilirdi.

Said b. Amr, Hz. Aişe'nin Ebû Hureyre’ye şöyle dediğini nakletmektedir: “Rasulullah'tan ne kadar çok rivayet ediyorsun. Şüphesiz sen Rasulullah’tan duymadığımız şeyleri rivayet ediyorsun. Ebû Hureyre ise ona şu cevabı vermiştir: Ayna ve kına seni meşgul ederken, beni meşgul etmemiştir.

Sahabenin Hadisleri Tahkiki Meselesi

Sahabe, başkalarından haberleri kabulde son derece ihtiyatlı davranmışlar, Hz. Peygamberden rivayet etmeden önce, kelimelerin manalarını değiştirmek korkusuyla hadisin sıhhatini tespite çalışmışlardır. Bundan dolayı gerek dört halifenin gerekse diğer bazı sahabilerin hadisleri kabulde son derece dikkatli ve çekinceli oldukları müşahede edilmektedir. Özellikle dört halife zamanında Rasulullah'ın hadisleri kendilerine rivayet edildiği zaman onları hemen kabul etmemişler, başka sahabilerin rivayetiyle o hadisin sıhhatini araştırıp tekit yoluna gitmişlerdir. Sahabilerin yapmış olduğu bu faaliyet cerh ve ta’dilin ilk nüveleri olarak kabul edilebilir.

Burada şu hususu belirtmekte yarar vardır, Hadis rivayetinde sahabenin birbirlerini eleştirirken hadis nakleden sahabîlerin yalancılığından şüphe etmeleri söz konusu değildir. Onların hadis rivayetindeki ihtiyatı ve titizliği daha ziyade sahabenin zabt açısından bazı kusurlara maruz kalabileceği endişesidir.

Bugün metodik şüphe olarak isimlendirdiğimiz ve kendisinde şüphe bulunmayan doğrulara ulaşıncaya kadar mevcut doğrularımızı şüphe ve ihtiyatla karşılamak şeklinde tanımlayabileceğimiz bu tutumu sahabenin kendi aralarında sergiledikleri görülmektedir. Şimdi örneklerle konuyu izah etmeye çalışalım.

Hz. Peygamberden sonra hilafete geçen Hz. Ebû Bekir, kendisine nakledilen haberleri kabulde ihtiyatlı davranan ilk kişi olarak kabul edilmektedir. Rivayete göre, bir nine Hz. Ebû Bekir’e, mirastan kendisine düşen payı sorduğunda. O: "Seninle ilgili Allah’ın kitabında bir şey bulamıyorum. Rasululullah'ın da bu konuda bir şey zikrettiğini bilmiyorum.” dedi. Sonra ashaba bunu sordu. Muğire kalktı ve “Hz. Peygamber, nineye altıda bir (1/6) verdi.” dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir. “Yanında şahidin var mı?” diye sordu. Muhammed b. Mesleme şahitlik yapınca, Hz. Ebû Bekir bu hükmü uyguladı.

Hz. Ömer'in de haberleri tahkik konusunda aynı tutumu izlediği görülmektedir. Ebû Musa el-Eş’arî, Hz. Ömer'e kapının arkasından üç kez selam vermiş; izin verilmeyince dc geri dönüp gitmiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer arkasına takılıp neden gittiğini sormuş, o da Rasulullah’ın “Sizden birisi üç kez selam verdiğinde izin verilmezse dönüp gitsin" dediğini nakletmiştir. Bu olay üzerine Ömer, “Buna delil getir ya da sana yapacağımı bilirim”, diyerek Ebû Musa’yı tehdit etmiştir. Ebû Musa, yüzü sararmış bir vaziyette sahabîlerden bir grubun yanına gelmiş, ne olduğu sorulunca olup biteni anlatmıştır. Ardından da “Bunu işiteniniz var mı?” diye sorduğunda, onlar da “Hepimiz işittik” deyip şahitlik yapması için onunla birini göndermişlerdir. 

İbn Hibban, Hz. Ömer'in Ebû Musa’yı rivayetinde itham etmediğini ve rivayet ettiği şeye bir delil talep ettiğini ifade etmektedir. Zira Ömer hadis rivayet etmenin zor bir iş olduğunu insanlara öğretmek için bu konuda sıkı davranıyordu. Ta ki onlardan sonra Hz. Peygamber'in söylemediği şeyleri söylemeye ve ona yalan isnadında bulunmaya kimse cesaret etmesin.

Umeyye ed-Damrî'nin nakline göre bir gün Hz. Ömer ona uğradığında bir peştemal için pazarlık yapıyordu. Hz. Ömer “Ne yapıyorsun?" diye sordu. O da “Bunu satın alıp tasadduk etmek istiyorum" dedi. Ve onu satın alıp ailesine hediye etti ve şöyle dedi: “Hz. Peygamber’den işittim, şöyle buyuruyordu: “Onlara verdiğiniz şeyler sadakadır.” Hz. Ömer: “Buna şahitlik edecek biri var mı?" diye sordu. Ardından o, Aişe'ye gitti ve kapının arkasında durdu. Aişe “Kim o?" diye sordu. “Ömer” dedi. Aişe: "Seni buraya getiren nedir?” dedi. O da Rasulullah (sav)'in şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Kadınlara verdiğiniz şeyler sadakadır.” (Bu doğru mudur?) Hz. Aişe de “Evet" dedi.

Abdullah b. Ebî Bekir'in naklettiğine göre, “Mescidin kıble tarafında Abbas'a ait olan bir ev vardı. Mescid insanlara dar gelmeye başlayınca, Hz. Ömer onu satın almak istedi. Ancak Abbas buna razı olmadı ve konuyla ilgili hadisi söyledi. Bunun üzerine Hz. Ömer “Söylediğin hadis için delil (şahit) getir.” dedi. Bunun üzerine bazı sahabîler delil aramaya başladılar ve Ensardan bir grupla karşılaştıklarında meseleyi anlattılar. Onların “Biz de bunu Hz. Peygamber'dcn işittik." demeleri üzerine Hz. Ömer, “Dikkat edin ben sizi itham etmiyorum, ancak emin olmak istiyorum.” dedi.

Hz. Ali’nin bu konudaki tavrı da kendi ifadesiyle şöyledir:

“Hz. Peygamber'den bir hadis işittiğim zaman, Allah faydalandırmayı dilediği şeyle beni faydalandırır. Rasulullah'ın ashabından biri bana hadis rivayet ettiği zaman ise yemin etmesini isterim. Allah'a yemin ederse onu tasdik ederim.”

Hz. Aişe sahabe arasında hadisleri tetkikte tahkik metodunu en fazla kullanan ve bu konuda öne çıkmış kadın sahabilerden bindir. Hz. Aişe Miraç gecesinde Hz. Peygamberim Rabbini zahiri olarak gördüğü şeklindeki hadisi Allah'ın "Gözler onu idrak etmez, o gözleri idrak eder."sözüne dayanarak reddetmiş ve kim Muhammed’in isra gecesinde Rabbini gördüğünü iddia ederse, Allah'a büyük bir iftira etmiş olacağını ifade etmiştir. Burada Hz. Aişe'nin hadis metnini değerlendirirken Kur'an’a arz metodunu uyguladığı görülmektedir.

Bu örnekler sahabe arasında cerh ve ta’dil faaliyetinin uygulandığını göstermektedir. Onlar bir hadisin sahihini sakîminden ayırt etmek için, başka bir ifadeyle naklin sıhhatini tespitte hiçbir zaman birbirlerini eleştirmekten çekinmemişlerdir. Zira onların tek gayesi din olarak kabul ettikleri hadisin sıhhatini tespit etmektir. Dolayısıyla cerh ve tadil konusunda ilk araştırma ve soruşturma yapan sahabedir. 

Hadis Ravilerinin Sayısı

Ebu Zur'a, Mekke ile Medine ahalisi ve bu iki yer arasındakiler, A’rabîler ve Peygamberle veda haccınca şahit olanlardan müteşekkil 114 bin kişinin Hz. Peygamber’i gördüğünü ve ondan işittiğini ifade etmektedir.  İmam eş-Şafiî ise Hz. Peygamber’i gören ve ondan rivayet eden sahabenin sayısının 60 bin olduğunu söylemiştir.

Her ne kadar kaynaklarda bu rakamlar zikrediliyorsa da daha sonraları meydan getirilen tabakât müelliflerinin, isimlerini ve tercemelerini tespit edip verebildikleri ortalama sahabi sayısının 10 bini geçmediği de bir gerçektir.

Rakamlara bakarak bütün sahabîlerin hadisle uğraştığını düşünmek elbette mümkün değildir. Ayrıca bunların hepsinin hadisleri alma ve nakletmede aynı bilgi ve kabiliyette olduklarını ileri sürmek de makul değildir. Her dönemde olduğu gibi sahabe toplumunda da her fert yapabileceği işe yönelmiş, kabiliyeti nispetinde kendisini o işin yürütülmesine hasretmişti. Sahabeden bazıları -ki bunların sayısı oldukça azdır- kendilerini ilme vermişler ve hadis rivayetiyle uğraşmayı meslek hâline getirmişlerdir.

Bütün sahabîlerin hadislerini el-Musned adlı eserinde naklettiğini söyleyen Ebu Abdurrahman Bakî İbn Mahled hadis rivayet eden takriben 1300 sahabinin ismini zikretmiştir.  İbnu’l Cevzî’nin aynı kitaba istinaden verdiği sahabi sayısı ise 1060’tır.  Bunlardan 1000 kadarının en fazla ikişer hadis rivayet ettiği göz önünde bulundurulursa geride kalan 300 sahabînin kısmen hadis rivayetiyle meşgul oldukları söylenebilir. Fakat bu 300 kişiden yalnız yedi kişinin 1000'in, yalnız dört kişinin 500 un ve yalnız 27 kişinin de 100’ün üstünde hadis rivayet ettikleri düşünülürse 38 sahabînin 100 un üstünde hadis ezberlemek suretiyle kendilerini gerçekten bu işe vermiş oldukları ileri sürülebilir. 

Bu yedi kişiden en çok rivayet eden sahabî 5374 hadisiyle Ebu Hureyre’dir.

Abdulalh b. Ömer İbnu’l-Hattab 2630 hadisle ikinci sırada yer alır. 

Enes b. Mâlik 2286 hadis rivayet etmiştir.

Hz. Aişe 2210 hadisiyle Enes’i takip eder.

Abdullah b. Abbas İbnu’l-Cevzî’ye göre 1660 hadis rivayet etmiştir.

İbn Abbas'tan sonra 1540 hadisle Cabir b. Abdillah ve 1170 hadisle de Ebu Said el-Hudrî gelir. 

Sahabenin Adaleti (Güvenilirliği) Meselesi

Sahabe nesli, kültürümüzün en önemli bir parçasıdır. Bu nesil, İslâm ümmeti içinde vahiy metinlerinin ve Hz. Peygamber (sav)'e ait sünnet/hadislerin sonraki nesillere naklini gerçekleştiren en önemli halkadır. Bu nedenledir ki Elıl-i Hadis ve alimlerin cumhuru sahabenin tamamının adil olduğunu savunmuşlardır. Nitekim el-Amidî (631/1233 imamların çoğunun sahabenin adilliği hususunda hemfikir olduklarını belirtmektedir. O, bu konuda farklı görüşleri vermekle beraber tercih edilen görüşün imamların cumhurunun görüşü olduğunu ayet ve hadislerle delillendirmektedir.

Sahabenin adaletini savunan bütün alimler Kurandan ve hadislerden sahabeyi öven ve metheden bazı ayet ve hadisleri delil getirmektedirler. Burada dikkat çekilmesi gereken husus şudur: Kuranda sahabenin üstün ve erdemli tavırlarını öven pek çok ayet vardır. Bununla birlikte Kur'an’da onların hatalı ve günah içeren tavırları da eleştirilmektedir. Aynı şekilde hadisler içerisinde sahabeyi metheden rivayetler olduğu gibi, onlar hakkında olumsuz bazı tasvirleri içeren hadisler de bulunmaktadır. 

Ayetler ve Hz. Peygamber’e isnad edilen sözler, usulcülerin tanımladığı evsafa sahip sahabenin dinin yayılması ve kuvvetlenmesindeki rolünü ve onların davranış bakımından ortaya koydukları fazilet ve üstünlüklerini ortaya kovmaktadır. Sahabeden kastın Hz. Peygamberle uzun süre birlikte bulunmuş, onun etrafında kenetlenen, ona son derece saygı duyan, yardım eden ve ona indirilen vahye uyan kimseler olarak kabul edilmelidir.

Ehl-i Hadis’in, “sahabî adildir" derken mutlak anlamda doğrudur, hata etmez ve masum olduğu şeklinde aşırıya kaçtıkları görülmektedir. Her ne kadar onlar bu mutlaklık ve nesnellik olgusunu açık bir şekilde zikretmemiş olsalar bile, sahabenin cerh ve ta’dil faaliyetinden muaf tutulmalarına bakılarak onların mutlak bir adalete sahip olduklarının zımnen ifade edildiği söylenebilir. 

Sahabenin adaleti konusundaki bakış açımızı şu şekilde ifade edebiliriz: Usulcülerin tanımladığı şekliyle sahabe yani seferde ve hazarda Hz. Peygamberle birlikte uzun süre arkadaşlıkta bulunan, ondan vahiy alan, şeriatı, hükümlerini ve İslâm'ın edeplerini öğrenen: ondan bilgi almış ve ona ittiba etmiş olan, ona saygı gösteren, ona vardım eden, kısacası, örfî anlamda Hz. Peygamber (sav) ile sohbetiyle maruf ve meşhur olan kimseler için adalet hükmü geçerlidir. Bu vasfa sahip insanların Hz. Peygamber adına yalan uydurması mümkün değildir. Bu vasfı taşıyanlar ancak adil olarak kabul edilebilir. Bu da mutlak anlamda bir adalet olmayıp davranışlarının geneli itibariyle dininde adi ile mevsuf rivayetinde sıdk ile maruf olmasıdır. Bu da onların hiçbir hata, kusur ve günahlarının olmadığı anlamında değildir. Dolayısıyla Ehl-i Hadis’in tarif ettiği anlamda Hz. Peygamber’i bir an dahi olsa gören ve Müslüman olarak ölen her bir kimseyi mutlak anlamda adil olarak kabul etmek mümkün değildir. Nitekim Hz. Ali (ra) bu türden sahabilerin rivayetini kabul etmekten imtina etmiştir.

O, Ma'kıl b. Sinan'ın Hz. Peygamberden rivayet ettiği bir hadisi: 'Topuğuna bevleden bir bedevinin rivayetini alıp, Allah’ın kitabını ve Rasulü’nün sünnetini terkedemeyiz.” diyerek reddetmiştir. Burada Ma’kıl b. Sinan’ın Hz. Peygamberden rivayette bulunmuş bir sahabî olduğunu belirtmek gerekir. Ancak o, Hz. Peygamberle sohbetiyle maruf ve meşhur olmuş biri değildir.

bottom of page