top of page

Emevi Asrının II. Yarısında Şiilik (700-750)
 

  • Hüseyniler

    • Zeynel Abidin (680-713)

      • Muhammed Bakır (713-733)

        • Cafer-i Sadık (733-766)

      • Zeyd b. Ali (713-740)

        • Yahya (?-743)

  • Hasaniler

    • Hz. Hasan (661,670)

      • Hasan el-Musenna (670-715)

        • Abdullah

          • Muhammed (Nefsü’s Zekiyye) (718-762)

          • Yahya

          • İbrahim

  • Hanefiye Kolu

    • Muhammed b. Hanefiyye (670-700)

      • Ebu Haşim (700-716)

  • Abbasiler

    • Ali (687-736)

      • Muhammed (736-743)

        • İbrahim (743-747)

        • Ebu’l Abbas (Seffah) (747,754)

        • Mansur (754,775)

 

Ferhad Daftary'nin İsmaililer (Doruk: 2002) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Hüseyni Kolu

Amcası Muhammed Hanefiye’nin Ölümünden Sonra Zeynelabidin (700-713)

Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin sessiz kalmaktaki ısrarını sürdürmüş ve kendisi için imamlık iddiasıyla ortaya çıkmamıştı. Ne var ki, İbn Hanefiye’nin ölümünden sonra Ali soyunun hayattaki en büyük erkeği durumuna gelen Zeynel Abidin, aile içinde daha etkin bir konuma sahip olmuştu. Ayrıca olarak kendisine Zeynel Abidin yani İbadet Edenlerin Süsü adım kazandıran (gerçek adı Ali’ydi) ünlü dindarlığı nedeniyle, başta Medine’nin sofu çevrelerinde olmak üzere, zaman içinde büyük bir saygı kazanmıştı. Fakat, her türlü siyasal etkinlikten uzak durduğundan ve zamanının çoğunu ibadetle geçirdiğinden bir izleyici topluluğu edinmemişti. Kerbela katliamından sonra otuz dört yıl yaşayan Zeynel Abidin, kuzeni ve rakibi Ebu Haşim’den kısa bir süre önce 714 yılında öldü. 

Muhammed Bakır (677-713, 733)

El-Bakır, zamanını İmami kolunun meşruiyetçi ilkelerini oluşturacak bazı düşünceler üzerinde çalışmakla geçiriyordu. Herşeyden önce, imamların tanrı vergisi özelliklerini ve işlevlerini açıklamakla uğraşmışa benzemektedir. Zeyd’in düşüncesine o denli yabancı bulunan, fakat sonraları hem On iki imamcılar hem de İsmaililerce benimsenecek olan, düşmanca "koşullar içinde kişinin gerçek inançlarını gizlemesi ve görünüşte bu inançların tersini açıklaması” anlamında takiyye ilkesini de onun getirdiği söylenir.
 

Prof.Dr. Mustafa Öz'ün İslam Mezhepler Tarihi (Ensar: 2012) kitabından kısaltılarak alınmıştır.
 

Zeynülabidin'in oğlu olan Muhammed el-Bakır Medine'de doğdu. Bakır lakabı ilmi yarıp derinliklerine ulaşan anlamındadır. Hayatının büyük kısmını Medine'de geçiren, babası Ali b. Hüseyin'den büyük ölçüde faydalanan Muhammed el-Bakır ayrıca çevresindeki Abdullah b. Ömer, Cabir b. Abdullah el-Ensari, Ebu Said el-Hudri, Said b. el-Müseyyeb ve Muhammed b. El-Hanefiyye gibi ilimle uğraşan sahabilerden doğrudan hadis nakletmiştir. 

Babasının ölümü üzerine (713) imamet görevini üstlenen Bakır, İlmi çalışmalarını sürdürmesi yanında, Emeviler'e karşı babasının uyguladığı sükunet politikasını izleyerek, onlara karşı isyan etmek yönündeki arzu ve düşüncelere karşı çıktığı gibi, dolaylı olarak da destek vermemiştir. Bu sebeple kardeşi Zeyd'in düşüncelerini tasvip etmediği, zaman zaman onu uyardığı da bilinmektedir. Kaynakların büyük bir alim olduğunda ittifak ederler.

Şii rivayetlerde Muhammed el-Bakır, şii dini ve hukuki öğretilerin başlatıcısı ve daha sonra oğlu Ca'fer'le birlikte İmamiyye Şiası'nın kurucusu olarak gösterilmekte, temel düşüncelerini formüle ettiği, imametin Hz. Peygamber'den Ali'ye, ondan da diğer imamlara nasla intikali, her imamın kendisinden sonraki imamı tayin ve tesbit edeceği, bütün imamların Fatıma neslinden geleceği, imamların özel bir ilme ve ümmet üzerinde mutlak otoriteye sahip bulundukları, imamın düşmanlarından beraet ve takiyyeye müsaade edilmesi gibi hususlar, Muhammed el-Bakır'a dayandırılmaktadır. 

Yaşadığı dönemde Mugire b. Said el-İcli, Ebu Mansur el-İcli, Cabir b. Yezidi el-Cu'fi ve Hamza b. Umare el-Berberi gibi aşırı kimselerle ilgisi bulunmadığını ortaya koymuş olan Bakır, kardeşi Zeyd'le iyi münasebetler içinde bulunmasına rağmen, onun imamet ve huruçla ilgili fikirlerini tasvip etmemiş, iyi bir hazırlık yapmadan Emevilere karşı çıkışının hiç bir fayda sağlamayacağını ısrarla belirtmiştir. Keza, kendisine sorulan bazı sorulara verdiği cevaplarda, Ehli beyt içinde günahı şirk kabul eden, ric'ate inanan, Ebu Bekir ve Ömer'e küfreden kimse bulunmadığını, onlara karşı sevgi duyduğunu, onlar için af dilediğini, beyan etmiş, Hüseyin'in intikamını almak bahanesiyle ortaya çıkan Muhtar es-Sekafi'yi yalancı bir kişi olarak vasıflandırmış, Mugire b. Said ve Beyan b. Sem'an gibi aşırı şiilerle de hiçbir bir ilgi ve irtibatının bulunmadığını ifade etmiştir. 

Medine'de 57 yaşında iken vefat etmiş, oğlu ve halefi Ca'fer es-Sadık tarafından Baki mezarlığında defnedilmiştir.
 

 

Ferhad Daftary'nin İsmaililer (Doruk: 2002) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Cafer-i Sadık (702-733,765)

El-Bakırın ölümüyle yandaşları çeşitli gruplara ayrıldılar.  Bakıriyye denen bir grup kendisinin Mehdi olarak geri dönüşünü beklerken, diğer bir grup Hasan soyundan Nefs el Zekiyye’nin çevresinde toplandı.  Bir grup ise, nass yoluyla imamlığa getirildiğine inandıkları el Bakır’ın büyük oğlu Cafer’in (sonradan ‘güvenilir’ anlamında el Sadık diye tanınacaktır) imamlığını tanıdı. Cafer’i destekleyen bu grup zamanla büyüdü.

Cafer’in ilk İslam tarihinin en fırtınalı yıllarını kapsayan ve otuz yıl süren imamlığı en iyi iki biçimde dönemde incelenebilir. Abbasilerin iktidarı almasından kısa bir süre sonrasına kadar giden ilk dönemde, Cafer’in imamlığı, diğer adayların ve giderek güçlenen Abbasi hareketinin gölgesinde kaldı. Kabaca ölümüne dek olan son on yılı kapsayan ikinci dönemde ise Cafer benzersiz bir konuma gelmişti. 

Cafer’in ilk yirmi yıllık imamlık dönemi

Cafer’in imam oluşuna dek, Zeyd b. Ali’nin başlattığı hareket iyice gelişmişti. Cafer, amcasına karşı babasının pasif tutumunu sürdürdü, hatta, kamu önünde kendisine açıkça saygı gösterdi.

Hemen ardından Zeyd’in yandaşlarından bir bölümü, kendisini terk ederek, Cafer’in tarafına geçtiler. Bir rivayete göre, Zeyd kendisini terk eden bu gruba hazırladığı isyanı desteklemeyi reddettikleri için ‘reddedenler’ anlamında ‘Ravafid’ adını verdi. Daha sonra aşağılama için diğer Şii grupları ve özellikle İmamiler için kullanılan Rafızi adlandırmasının bu olaydan kaynaklandığı söylenir. 

Muhammed el-Nefs el Zekiyye’nin hareketi de Cafer’in imamlığının ilk yıllarında hız kazanmıştı. Bu hareket, belirtildiği gibi baba tarafından Hasan’ın, annesi tarafından da Hüseyin’in soyundan gelen Muhammed’in babası Abdullah tarafından başlatılmıştı. Bu nedenle “saf kan” olarak adlandırılan Abdullah, Hasanilerin şeyhi durumundaydı ve tüm Ali soyundan büyük saygı görmekteydi. 718’de gerçekleştiği kabul edilen doğumundan itibaren beklenen Mehdi ilan ettiği oğlu Muhammed için büyük beklentileri vardı. Bu hareket belki de Ehli Beyt arasından çıkacağı beklenen Mehdinin peygamberle aynı adı (Muhammad bin Abdullah) taşıyacağı yönündeki yaygın bir inancın varlığından cesaret almıştı. 

Bu arada, Hişam’ın saltanatının son yıllarında, Emevi iktidarı çöküş belirtileri göstermeye başlamıştı. Değişen koşulların çok çabuk farkına varan ve yaklaşık elli yıldır her türlü açık siyasal eylemden uzak kalmış olan Şiiler, Kufe’de bir dizi ayaklanma çıkardılar. Organizasyon ve katılım yetersizliğinden bu ayaklanmaların tümü başarısızlığa uğradı. 

 

Julius Wellhausen'in İslamiyet'in İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet 

(Türk Tarih Kurumu: 1989) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Zeyd b. Ali

Hz. Ali’nin Fatıma’dan gelen nesli, İslamiyet’in emekli aristokratlarının şehri olan Medine’de yaşıyorlardı. Cezri, gayrı Arap hayalperest ve suikastçılarla işleri yoktu. 

Ailenin Hasan ve Hüseyin kolundan, Hüseyin, hukuku uğruna kanım akıtmış olduğu cihetle, ana kol sayılmaktaydı. Hüseyin’in halefi, Kerbela’da hayatı bağışlanmış olup o zamandan beri ateşten ürken Ali b. Hüseyin idi. Bunun oğulları arasında Zeyd ve Muhammed, sonra da Muhammed’in oğlu Cafer temayüz ettiler. 
 

 

Ferhad Daftary'nin İsmaililer (Doruk: 2002) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Zeyd, Mutezile olarak bilinen dinsel siyasal hareket ve düşünce okulunun saygın kurucusu Vasıl b. Ata’nın (öl. (748) yakın arkadaşıydı. İmamlık konusunu ikinci planda bırakarak ilgilisini teolojik konularda yoğunlaştırmıştı. Görünüşe göre Zeyd, İslam toplumunun başında adil bir imamın bulunmasının gerekliliğine ve adil olmayan imamın iktidarına son verilmesinin toplumsal bir görev olduğuna vurgu yapmıştır. Ayrıca, İslam’ın ‘iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek’ (el emr bi’l maruf ve’l nehy ‘en el münker) ilkesine de büyük önem vermiştir. Dahası, kabul görmek isteyen imamın iddiasını açıkça ilan etmesi ve gerekiyorsa kılıç elde savunması gerektiğini söylediği de rivayet edilir.

 

Prof. Dr. Sıddık Korkmaz'ın Şia'nın Oluşumu Hz. Ali'nin Vasilik Düşüncesi (İz: 2015) 

adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İsyanın Temelleri

Bu ayaklanmaların sebebi olarak gösterilen hadiselerden birisi Zeyd b. Ali ile Halife Hişam b. Abdülmelik'in, kökeni Hz. Ali'nin vakfı olan araziler üzerindeki anlaşmazlığın çözümü için bir araya geldikleri sırada yaşadıkları tartışmadır. Söz konusu anlaşmazlığın çözümü için Zeyd, Şam'a gider ve Halife'ye müracaat eder ancak önce kabul edilmez. Zeyd'in ısrarı üzerine Halife kabul eder ve saraya girip şikayetlerini anlatmak ister. Bu sırada Hişam onun sözlerini dikkate almadığı gibi, "Ey Zeyd senin hilafette gözünün olduğu söyleniyor, sen bir cariyenin oğlusun, bu görev sana göre değil." diyerek onu küçük düşürücü sözler söyler. Bunun üzerine sinirlenen Zeyd: "Sana yazıklar olsun! Allah’a yemin olsun ki, Hz. İshak da hür bir kadının oğlu idi. Allah, cariyeden olan Hz. İsmail'i seçerek Arapları onlardan kıldı. Allah'ın Peygamber’i Hz. Muhammed de onlardandı. Allah'tan kork ey Hişam!" diyerek cevap verir. Onun bu sözlerine kızan Hişam ise "Ayağa kalk ve dışarı çık!" diyerek onu kovar. Zeyd ise: “Çıkıyorum, öyleyse bundan sonra beni hoşlanmadığın bir şekilde göreceksin!" diyerek oradan ayrılır ve Kufe'ye gelerek halktan beyat almaya başlar.

Onun Emevilere karşı olan bu ayaklanmasında amca çocuğu olan Ebu Haşim ile yaşadığı, dedeleri Hz. Ali'nin mirası üzerindeki tartışmada haksız görülmesi ve Küfe valileri ile arasında geçen yolsuzluk iddialarına dayalı anlaşmazlığın etkisi de hesaba katılabilir. Söz konusu yolsuzluk iddiası Küfe valisi Yusuf b. Ömer ile eski İrak valisi Halid el-Kasri'nin arasında geçen tartışmada, Halid'in Zeyd b. Ali ile birlikte Beni Haşim'in bazı üyelerinden, daha önceden beytü'l-mal'den aldıklarım iddia ettiği alacağının olduğunu söylemesi, bunun üzerine Halife'nin, Halid ile Zeyd'i yüzleştirmek istemesi ve bu yüzleşmede Halid'in alacağının olduğunu söylemekten vaz geçtiği, bunun üzerine de valinin Beni Haşim'in üyelerini serbest bırakması meselesidir. Bu olaydan sonra Beni Haşim'in üyeleri Kufe'yi terk ederken Zeyd orada kalmış ve Emevilere karşı oluşan muhalefet duygusunun isyana dönüşmesinde, kendisinin borcunu inkar eden hırsız durumuna sokulduğu bu olayı da hatırlamıştır.
 

 

Julius Wellhausen'in İslamiyet'in İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet 

(Türk Tarih Kurumu: 1989) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İsyan

Eski valinin oğlu huzurunda eski ifadesini geri aldı ve onlar da Kufe’den Medine’ye döndüler; zadece Zeyd geri dönmedi. Şiiler ona asılmış, bekleyiş zamanının dolduğunu, Kufe’deki Emevi hakimiyetinin, az sayıda SuriyeIiye dayandığını söylemişlerdi. Zeyd bunlara inandı. 

Küfe’de ikameti on ay sürdü. Bu zaman içinde isyan hazırlıkları yaptı; Basra ve Musul’da da propaganda yaptırdı. 

Bu sırada vali nihayet Zeyd’in faaliyeti hakkında tam ve doğru bilgi elde etmeye muvaffak oldu. Daha sonra da Zeyd’in bu tutuklamalar sebebiyle ayaklanma tarihini öne ve almayı kararlaştırdığını haber aldı. Bunun üzerine Kufe’liler isyan tarihinden bir gün önce, salı günü, ana mescide çağrılıp burada kapatıldılar ve bir kaç Suriyeli askerle muhafaza altına alındılar. Anlaşıldığına göre bunlar, girişecekleri akılsızca hareketten böylece korunmuş olmaktan pek memnun kalmış idiler. 

Zeyd, salıyı çarşambaya bağlayan gece karanlığında, şiddetli soğuğa rağmen etrafına toplayabildiği 218 kişi ile mescitte muhafaza altında bulunan Kufe’lileri kurtarmak girişiminde bulununca bunlar yerlerinden kıpırdamadılar ve Zeyd de Hire’den üzerine 2000 Suriye’li gönderildiğini görünce, mescidin yanından ayrılmak zorunda kaldı. [iv]

Zeyd bizzat bir ok isabeti almıştı ve öldü. Zeyd, bir kanalın suyu boşaltılarak kanalın yatağına gömülmüş ve sonra da su tekrar kanala çevrilerek mezarı gizlenmiş idiyse de gömüldüğü yer ihbar olundu ve cesedi buradan çıkarıldı. Vücudu Kufe’de çarmıha gerildi ve Hişam’ın ölümüne kadar burada asılı kaldı. Kafası ise Dimaşk’a ve oradan da Medine’ye gönderildi.

 

Ferhad Daftary'nin İsmaililer (Doruk: 2002) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Muhtar’dan bu yana en önemli Şii eylemi olan ve Kerbela’dan sonra Ali soyundan gelen bir liderin doğrudan önderliğindeki ikinci ayaklanma olan bu hareket, hem Kufelilerin güvenilmezliklerini bir kez daha kanıtlayarak Zeyd’e söz verdikleri yüz bin kişilik gücü sağlamamaları, hem de Yusuf b. Ömer’in ayaklanma planını zamanında öğrenerek bastırmak için sert önlemler alması nedeniyle başarısızlığa uğradı. Zeyd ve onunla birlikte savaşan bir avuç sadık taraftarı, Suriye askerlerinin gerçekleştirdiği, büyük babası Hüseyin’in ölümünü hatırlatan trajik bir katliamda öldürüldüler.  

Prof.Dr.İbrahim Sarıçam'ın Emevî - Hâşimî İlişkileri (Türkiye Diyanet Vakfı: 2015) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Yahya b. Zeyd İsyanı (743)

Yahya b. Zeyd (716-743) Zeyd b. Ali'nin oğludur. O, babasının öldürülmesinden sonra Emevi valilerinin gözüne görünmemek için bir müddet burada gizlendi.  Arama çalışmaları azalınca babasının taraftarı olan bir grup insanla birlikte Horasan'a hareket etti. 

Yahya'nın Cüzcan'a gittiğini öğrenen Nasr b. Seyyar, Suriyeli ve Horasanlı askerlerden oluşan sekiz bin kişilik bir kuvveti onun üzerine sevketti. Üç gün süren savaşta Yahya'nın yanındakiler ve en sonunda alnına atılan bir okla kendisi öldürüldü. Başı Şam'da teşhir edilirken cesedi Cüzcan'da asıldı. 

Yahya'nın intikamını almak Ebu Müslim'e nasip oldu. Ebu Müslim Emevilerin sicil defterlerini ele geçirince Yahya'nın kimler tarafından öldürüldüğünü tespit etti. Ebu Müslim, Yahya'nın intikamını almayı kendisi için bir görev telakki etmiştir.

Zeyd b. Ali ve Yahya b. Zeyd'in öldürülmeleri, Abbasi propagandacılarına güzel bir fırsat verdi. Abbasi propagandacıları, özellikle Yahya’nın öldürülmesinden sonra Horasan'da Al-i Beyt'in intikamını almak üzere faaliyet yapma imkanını buldular. Yahya'nın öldürülmesi Horasanlılar üzerinde o derece tesir bıraktı ki, bölgede bu yıl içinde doğan çocuklara Yahya adı verilmişti. el-Mes'udi, onun kabrinin ziyaret mahalli olduğunu bildirmektedir.

 

Julius Wellhausen'in İslamiyet'in İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet 

(Türk Tarih Kurumu: 1989) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Zeyd, büyük babası Hüseyin gibi ve aynen onun başına geldiği şekilde öldürülmüştü. Ancak onun ölümü de kendisine sadakat andı içmiş, fakat yeminini tutmamış olanlardan hiç olmazsa bazılarının pişmanlığına sebep oldu. Bunlar, onun şahsına bağlı taraftarları oldular ve kendilerine Zeydiye adını verdiler.
 

 

Ferhad Daftary'nin İsmaililer (Doruk: 2002) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
 

Zeydiler, onun ölümünden sonra, Nefs el Zekiyye, Yahya’nın kardeşi İsa b. Zeyd (öl. 783) ve daha sonra Ahmed b. İsa (öl 861) ve imam olarak tanıdıkları diğerlerinin çevresinde toplandı.

 

Hasani Kolu

Nefsü’s Zekiyye (718-762)

Hişam’ın 743’teki ölümüyle Emevilerin çöküşü hız kazandı. Hakim olan kargaşa ortamı Küfe ve başka yerlerdeki Şiilere halifeliği yıkmak için daha cüretkar girişimlerde bulunma cesareti vermişti. Haşimi oymağının Medine yakınlarındaki Abva’da 744 yılında yaptıkları toplantıda Abdullah el Meht, bütün oymağı halifelik için en uygun aday olarak gösterdiği oğlu Nefs el Zekiyye’ye boyun eğmeye ikna etti. Abbasi soyunun başı İbrahim b. Muhammed ve geleceğin ilk iki Abbasi halifesi olacak olan kardeşleri Eb’l Abbas ile Ebu Cafer de isteksizce de olsa boyun eğenler arasında bulunuyordu. 

Nefs el Zekiyye’yi Haşimi soyunun halife adayı olarak kabul etmeyen tek kişi Zeyd’in ölümünden sonra Hüseyni kolunun en saygın üyesi durumuna gelmiş olan imam Cafer’di. Kendisini açıkça zamanın meşru imamı olarak gören Cafer’in yalnızca Hasani kuzeninin değil, Ali soyundan hiç kimsenin halifelik (ve aynı zamanda imamlık) iddiasını kabul edemeyeceği açıktır. 

Haşimilerin birliğini sağladıktan sonra, Nefs el Zekiyye ile kardeşi İbrahim, Mutezililerle Zeydilerin çoğunun yanı sıra birçok Gulat grubunun da desteğini aldıkları etkin bir kampanya başlattılar.  Ancak gerekli örgütlülük ve öngörü yeteneğinden yoksun olan bu hareket, Abbasilerce kolayca denetim altına alındı ve daha sonra da ezildi.
 

 

Ferhad Daftary'nin Şii İslam Tarihi (Alfa: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Hanefi Kolu

Muhammed b.Hanefiyye’nin Ölümünden Sonra (700-716)

Muhammed Hanefiye'nin 700'de ölümü üzerine Keysaniyye, en az üç gruba bölündü:

Bir grup Hanefiyye’nin ölümünü inkar etti ve Mehdi olarak tekrar ortaya çıkıp, daha önce adaletsizlik ve zulüm dolu olan dünyayı adaletle doldurmasını bekledi. 

Hanefiyye'nin ölümünü kabul eden ikinci grup, Hanefiyye'nin taraftarlarıyla birlikte dirilip yeryüzüne adalet yerleştireceğini savunuyordu.  

Hanefiye’nin izleyicilerinin çoğunluğu onun ölümünü kabul etmiş ve yeni imam olarak, bu makama kendisi tarafından bizzat atandığına inandıkları büyük oğlu Ebu Haşim Abdullah’a bağlanmışlardı. Bu, muhtemelen bir başka önemli Şii kavramı olan nass prensibinin, yani imamın bir önceki imamın kesin atamasıyla belirlenmesi geleneğinin başlangıcıydı. Kuzeni Zeynel Abidin’den birkaç yaş genç olan Ebu Haşim, böylelikle, Şii çoğunluğunun imamı oldu. 

Ebu Haşim

Ebu Haşim ve Haşimiyye diye anılan izleyicilerinin öğretileri hakkında kesin bilgi yoktur. Yalnızca, Muhtar hareketi ile Haşimiye arasında bir sürekliliğin bulunduğu düşünülebilir. Ayrıca, Haşimilerin Kufe’deki merkezlerinden hareketle, özellikle Horasan mevalisi olmak üzere, imparatorluğun başka eyaletlerinde de taraftar kazandığı bilinmektedir. 

Ebu Haşim gizli bir devrimci Şii hareketin örgütlenmesinde aktif rol oynadı ve onun taraftarları, Haşimiyye, o zamanın Şia'sının çekirdeğini oluşturmaktaydı. Küfe'de üslenen Haşimiyye'nin diğer bölgelerden, özellikle Horasan mevalisinden taraftar topladığı da bilinmektedır.

 

Prof. Dr. Sıddık Korkmaz'ın Şia'nın Oluşumu Hz. Ali'nin Vasilik Düşüncesi (İz: 2015) 

adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Ebu Haşim'in vefatını takip eden yıllarda ortaya çıkan gali hareketler tarafından vasiyet fikri ile ilişkili olarak dile getirilen iddiaların onun üzerinde odaklanmasının sebebi, kendi döneminde Alioğulları içinde yaşça en büyük olması, Hz. Fatıma nesline mensup olmaması ve Abbasilerle geliştirdiği ilişkiden kaynaklanmaktadır. Abbasi Devleti'nin kuruluşuna kadar olan bu süreçte, meydana gelen siyasi hareketlerin çoğunda Beni Haşim'in özne değil, hep birer nesne konumunda olduğu dikkat çekmektedir. 

Hz. Ali’nin Torunları Arasında Çekişme ve Hüseynilere Karşı Ebu Haşim-Abbasi Birlikteliği

Hz. Fatıma neslinden gelen ve yaşça en büyük durumda bulunan Zeyd b. Ali ile Hz. Ali'nin nesli içinde en yaşlı konumda bulunan Ebu Haşim, dedeleri Hz. Ali'nin mirası konusunda ayrılığa düşmüşler ve Medine kadısına başvurmuşlardı. Kadı, meseleyi Ebu Haşim lehine sonuçlandırınca; Zeyd, nesepçe ondan daha üstün olduğu gerekçesi ile Halife Hişam b. Abdulmelik'e gitmiş, halife'nin yanında Ebu Haşim'i, Muhtar es-Sakafi'nin adamlarından zekat topladığı iddiası ile zor duruma sokmaya çalışmıştır. Bu iddiaları doğru kabul eden halife, Ebu Haşim'i Şam'a götürmüş ve orada hapsettirmiştir. Ebu Haşim hapisten Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in tavassutu ile çıkmış ve bundan sonra Medine ya da Küfe yerine Şam'da kalmaya karar vermiştir. Daha sonra da Abbasi Hareketi'nin merkezi durumunda bulunan el-Humeyme'ye gitmiş, davetin başlatıcısı olan Muhammed b. Ali ile temasa geçmiştir. 

Ebu Haşim Humeyme'de kaldığı süre içinde, Muhammed b. Ali'ye Kufe'yi merkez edinmesini tavsiye etmiştir. Kufe'de kendisinin taraftarları ve dostları olduğunu, davetin etkisiz kalabileceği Şam bölgesinden vazgeçmesini, Horasan'a açılmasını ve oraya "Al-i Muhammed" adına davette bulunmak üzere davetçiler göndermesini teklif etmiştir. Bununla birlikte onun ölümünden sonra ortaya çıkan bazı fırkalara Ebu Haşim ile aralarında bir ilişkinin olduğunu ileri sürdüklerini de görmekteyiz.

İslam Mezhepleri Tarihi'nden (Anadolu Ünv.: 2010) kısaltılarak alınmıştır.
 

Hicri birinci asrın sonlarına doğru Ebu Haşim, herhangi bir rakibi olmadığı için, neredeyse tüm Şia’nın imamı konumuna gelmiştir.

Onun etrafında toplanan bazı gruplar da onun Humeyme’de, Peygamber’in amcası Hz. Abbas’ın torunlarından Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas’ı vasi tayin ettiği şeklindeki bir iddia ile bu hareketin içinde yer almışlardı.
 

 

Ferhad Daftary'nin İsmaililer (Doruk: 2002) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
 

Ebu Haşim’den Sonra (716- 733)

Ebu Haşim 716’da, Filistin ile Arabistan arasında bir sınır köyü olan Humeyme’de öldü. Ebu Haşimin ölümü üzerine takipçileri dört ana gruba bölündüler. 

Beyaniyye

Gruplardan biri, İslamiyet’in başlamakta olan ikinci yüzyılının Şiiliğin tanrısal kurtarıcı beklentilerinin gerçekleşmesinin dönüm noktası olacağı inancıyla, Ebu Haşim’in ölmeyip gizlendiğini, çok yakında Mehdi olarak yeniden ortaya çıkacağı inancını benimsedi. Adı geçen Beyan b. Sem’an, birçok aşırı fikir yaymanın yanı sıra, Tanrının doğası üzerine spekülasyonlarda da bulunuyor ve kaba bir insan biçimcilikle, Allah’ın nurdan oluşmuş bir insan olduğunu öne sürüyordu. Daha sonra Beyaniyya diye anılacak olan grubu oluşturan izleyicileri, önceleri Ebu Haşim’in Mehdi olarak döneceğine inanıyorlardı. Sonradan, Ebu Haşim’in ‘Tanrı adına Beyana peygamberlik bağışladığına inanmaya başladılar, bazıları ise, Beyan’ın rolünün peygamberlik değil imamlık olduğunu kabul ediyordu. 

Ebu Haşim’in Küçük Kardeşi Ali’ye Biat Edenler

Bir ikinci grup, soyundan erkek bırakmadan ölen Ebu Haşim’in kendi yerini alacak olan imam olarak küçük kardeşi Ali’yi atamış olduğunu savunuyordu. Bu grup, önce İbn Hanefiye oğlu Ali’yi, onun ardından da onun oğlu Hasan’ı, ardından da onun oğlu Ali ve torunu Hasan’ı imam olarak kabul etti. Bu grup imamlığın yalnızca İbn     Hanefiye soyuna ait olduğu ve Mehdi’nin bir gün bu imamlar içinden geleceği görüşündeydi.  

Abbasilere Katılanlar

Haşimıyye’nin büyük çoğunluğu, kendisinin ölümünden sonra, imam olarak, peygamberin amcası Abbas’ın torununun çocuğu, Muhammed’i tanıdılar. Bu grup, Ebu Haşim’in ölümünden kısa bir süre önce, imamlığı sözü edilen kişiye vasiyet ettiğini savunuyordu. Ancak, Muhammed o tarihte henüz küçük olduğundan, vasiyet, Abbasi ailesinin reisi ve Ebu Haşim’in öldüğü evin sahibi olan babası Ali b. Abdullah’a (öl.736) emanet edilmişti. Muhammed’in ölümü üzerine (743) bu gruptakiler, ilk iki Abbasi halifesinin kardeşi olan oğlu İbrahim’in imamlığını kabul ettiler. Haşimiyye adıyla tanınmaya devam eden, daha sonraları hakkında fazla şey bilinmeyen mezhep lideri Abdullah Ravendi’nin adıyla, Ravendiyye olarak da tanınan bu cemiyet, Abbasilerin iktidarı almasına dek, aşırılıkçı Şiilerin çoğunluğu tarafından desteklenmişti. 

Ebu Haşim’in Abbasi Muhammed b. Ali lehine vasiyeti konusu, yüzyıllar boyunca pek çok tartışmaya yol açmıştır. Bazı bilginler, bu vasiyet konusunun normalde Ali soyunu destekleyen Şiileri kendi saflarına çekmek için doğrudan doğruya Abbasiler tarafından uydurulduğunu, hatta, Ebu Haşim’in iddia edildiği gibi, Emevi halifesi Süleyman’ın emriyle değil, aslında Abbasiler tarafından zehirlenmiş olabileceğini öne sürmüşlerdir. Diğer taraftan, Cahen ve Lewis gibi bazı çağdaş araştırmacılar, haklı olarak, bu vasiyetin doğruluk derecesini belirlemenin, mümkün olabilse bile, can alıcı önemde olmadığını belirtmişlerdir.  Tartışmasız gerçek, Ebu Haşim’in partizanlarının çoğunluğunun bağlılıklarını Abbasilere yönelttikleri, daha da önemlisi, bu yönelmeyle Abbasilerin Haşimiyye cemiyetini ve propaganda örgütünü devraldıklarıdır. Kısacası, bu tarihi vasiyetin gerçek olup olmadığından çok, ondan nasıl yararlanıldığı konusu önemlidir. Çünkü, en sonunda Emevileri devirmekte Abbasilerin elindeki en etkili silah Haşimiyye cemiyeti olmuştur.

Bir grup Ebu Haşim’in Abbasi akrabasın kendi halefi olarak şahsen atadığını savundular. Bu grup Haşimiyye olarak anılmaya devam edildi ve daha sonra Abbasiyye de denildi. Ebu Haşim'in Abbasiler lehine vasiyetinin sahiciliği, yüzyıllar boyunca sorgulanmıştır. Bununla birlikte şu gerçek yerli yerinde duruyor: Bu imamet transferiyle birlikte Abbasiler, Emevileri devirmeyi başaran Abbasi hareketinin başlıca aracı olarak işlev görecek Haşimiyye'nin parti ve propaganda örgütlenmesini miras aldı. 

Abdullah İbn Muaviye’ye Biat Edenler

Son olarak, Cafer’in torun çocuğu Muaviye’nin özel taraftarları olan bir başka ayrılmış grup vardı. Cafer, oğlu Abdullah ve torunu Muaviye, Şiiler arasında büyük saygı görürlerdi ancak Talibi ailesinin Caferi koluna bağlı olan bu kişilerin çevresinde özel bir yandaş grubu toplanmamıştı. Ebu Haşim’in ölümünden sonra belli bir Şii topluluğu, onun imamlığı, uzak kuzeni İbn Muaviye’ye vasiyet ettiği, ancak, yaşı küçük olduğundan vasiyetin yerine getirilmesinin Salih b. Müdrik adında tanınmış bir Şii’ye emanet edildiğini savundular. 

Her parti kendi adayının gerçek hak sahibi olduğu iddiasıyla Ebu Haşim’in vasiyeti üzerinde tartışmaya girişti. Sonunda, anlaşmazlığın çözümü için güvenilir liderlerinden Ebu Riyah’ın hakemliğine başvurmak üzerinde anlaştılar. Ebu Riyah’ın Abbasiler lehine karar vermesi üzerine İbn Muaviye’nin destekleyicilerinin çoğunluğu, ondan koparak, Abbasi yandaşları arasına katıldılar.  

Emevi iktidarının sonlarına doğru, radikal Şiiliğin çoğunluğunu oluşturan bu grupların bazıları başarıyla yürütülen Abbasi hareketinin çekimine kapılmışken, diğerleri Abbasi devriminden sonra, Cafer Sadık’ın imamlığından sonra biçimlenen çeşitli Şii hizipleri içinde eridiler.

 

Prof. Dr. Adem Apak'ın İslam Tarihi (Ensar: 2017) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Abbasi Kolu

Muhammed b. Ali (Abdullah b. Abbas’ın Torunu)

Humeyme'de Emeviler'e karşı isyan hareketi başlatmaya karar veren ilk kişi olarak Abbasi ailesinden Ali b. Abdullah'ın oğlu Muhammed kabul edilir. Kaynaklarda onun, sabırlı bir kişiliğe sahip olup, aynı zamanda mantıklı ve uzak görüşlülüğü ile tanındığı rivayeti vardır. 

Bu andan itibaren İslam tarihindeki siyasi mücadelenin belki en eski ve en ince propaganda faaliyeti de burada başlamış oldu. Humeyme, ihtilal düşüncesinin oluştuğu ve isyan hazırlıklarının yapıldığı merkez halini aldı. 

Humeyme'yi ihtilal merkezi olarak belirleyen Muhammed b. Ali, Horasan'ı ise propaganda sahası olarak tespit etti. Bu hususta Horasan'ın tercih edilmesi anlamlıdır. Zira burası Emevi devletinin kuruluşundan itibaren Arap kabileleri arasındaki asabiyet kavgalarının alanı olmuş, ayrıca bölgenin başkent Dimaşk'a uzaklığı da ihtilalciler için büyük bir avantaj teşkil etmiştir. Bütün bunların yanında Horasan'da Emevi devletine kin besleyen pek çok mevalinin bulunması da hareketin diğer bir güvencesini oluşturmuştur. Emevi yönetimine karşı muhalefetin merkezi olan Küfe ise Horasan ile Humeyme arasında irtibatı sağlayan bir üs vazifesi görmüştür. 

Abbasi propagandası Kûfe'de başladı. (718). 725-26 yılında Horasan istikametinde birçok dai görevlendirildi.
 

 

Doğuşundan Günümüze İslam Tarihi (Çağrı: 1989) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Humeyme ise sakin görünüyordu. Abbasî ileri gelenleri mescitlerde, camilerde ibadetle meşgul oluyorlardı. Namaz ve takva en açık özellikleriydi. Propogandayı Küfe ve Horasan’daki taraftarları vasıtasıyla yürütüyorlardı. Humeyme’deki liderler, hicrî ikinci asrın başlarında davetçiler ve yetkili vekiller tayin etmek, onların faaliyetlerini düzenlemek suretiyle işe başladılar. 

Humeyme'de işleri Muhammed b. Abdullah b. Abbas plânlayıp yürütüyordu. Daîler ve nakibler gönderiyor, Kûfe’de işlerin nasıl gittiğini, Horasan’da ne olup bittiğini Humeyme’den takip ediyordu. Muhammed, Emevîler’i kendisinden kuşkulandırmadan ve etrafa bir şüphe kokusu yaymadan işine devam etti. 743’te vefat etti.
 

 

Prof. Dr. Adem Apak'ın İslam Tarihi (Ensar: 2017) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İmam İbrahim ve Ebu Müslim’in Görevi Almaları

745 yılında İmam Muhammed b. Ali vefat edince, yerine vasiyeti gereği oğlu İbrahim geçti. İbrahim ilk iş olarak Horasan'da gelişmekte olan ihtilal faaliyetini hızlandırmak adına Ebu Müslim'i mukaddes ailenin vekili sıfatıyla Horasan'a gönderdi.

Ebu Müslim Horasani'nin Abbasi davetine katılmasıyla birlikte hareket potansiyelden eylem safhasına geçmiştir. Bu safha ise Emevi saltanatının çöküşü ile sona eren kesintisiz savaşlar dönemidir.
 

 

Doğuşundan Günümüze İslam Tarihi (Çağrı: 1989) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İşleri oğlu İbrahim üzerine aldı. Başlattıkları davet, durmaksızın yürüyordu. Bu sırada Emevî hilâfetine Mervan geçmişti. 

 

Prof. Dr. Adem Apak'ın İslam Tarihi (Ensar: 2017) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Horasan'da ihtilal hazırlıkları tamamlandıktan sonra 15 Haziran 747 tarihinde İmam İbrahim'in gönderdiği siyah bayrak açılmak suretiyle Abbasi faaliyeti resmen başlatılmış oldu.
 

 

Doğuşundan Günümüze İslam Tarihi (Çağrı: 1989) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İmam İbrahim’in Öldürülmesi

Mervan’ın görevlendirdiği adamlarından bir kısmı, Ebû Müslim el-Horasanî'den İmam İbrahim’e mektup götüren bir elçiyi huzuruna getirdiler. Mektupta Ebû Müslim, İmam İbrahim’e kendine ait haberler bildiriyor ve durumunun ne olduğunu anlatıyordu. 

Mervan, Dımaşk’taki valisine bir mektup gönderdi. Ona, Humeyme’ye gidip İbrahim’i yakalayarak kalabalık bir gurup içinde kendisine göndermesini emrediyordu. Velid, Mervan’ın emrini yerine getirdi. Vali, İbrahim, kasabanın mescidinde otururken yanına geldi. Etrafı sarılıydı. Onu yakaladı ve halifenin emrini uyguladı. (749) 

İbrahim, sonunun nereye varacağını anlamıştı. Kardeşi Ebu’l-Abbas’ı imam tayin etti ve ona Kûfe’ye gitmesini söyledi.

 

Ferhad Daftary'nin İsmaililer (Doruk: 2002) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
 

Diğer

Gulat

Diğer taraftan, İran ve Maveraünnehir’dekiler, birbirinden farklı çeşitli mezheplerle birleştiler. Beyaniyye ve Harbiyye gibi erken Şii gruplan benimsedikleri serbest dinsel düşünceler nedeniyle, sonradan Galiya ya da Gulat olarak adlandırıldılar. 

Gulat’ın yaydığı ilk dönem fikirlerinin ortak özelliği, insanüstü nitelikler atfettikleri imamlara duyulan abartılmış saygıydı. Bu konuyu ele alan yazarlar, Şii Gulat’ın kökenini Ali’nin hayranı Abdullah b. Seba’ya götürürler.    Ancak çağdaş araştırmacılar, bu suçlamanın sonradan yakıştırıldığını düşünmektedirler.  Her durumda, olasılıkla ilk iki halife (Ebu Bekir ve Ömer) hakkındaki saygısız iddialarından ötürü, Ali’nin emriyle Medain’den sürülmüştü. Sebaiyye’den geriye kalanlar, sonradan Kufe’deki Muhtar hareketine katılmıştır. Bu durum, Muhtar’ın partisi Muhtariyye’ye bazı kaynaklarda, neden Sebaiyye denildiğini de açıklar. 

Ebu Haşim’in ölümünü izleyen, İslamiyet’in ikinci yüzyılının ilk bölümünde, çok sayıda kişinin imamlık iddiasıyla ortaya çıkmasının da etkisiyle, Şiiler, bağlandıkları kişilere göre daha da bölündüler. Bu koşullar altında gerçek imamın kim olduğu tartışma konusu olunca, birbiriyle ilişkili olsalar da ayrı yapılarını koruyan Şii grupları, bağlandıkları imamların gerçek hak sahibi olduklarını, bunların yalnızca Ali ya da Haşimi soyundan gelmeleriyle açıklamak dışında, başka kanıtlarla da meşrulaştırmaya gerek duydular. Aynı imam tarafından atandığını öne süren birçok iddiacının yanı sıra, atama yetkisine sahip olan imam hakkında bile görüş birliğine varılamadığı bu dönemde, imamın bir önceki imamın kişisel atamasıyla belirlenmesi demek olan nass ilkesi nesnel bir ölçüt olma niteliğini yitirmişti. 

Bunun sonucunda, daha radikal Şiiler, özellikle de çoktan beri imamlara insanüstü özellikler atfetme geleneğini başlatmış olan Gulat kuramcıları, imamın kimliği ve otoritesi hakkında daha da serbest düşünmeye başladılar. Bu yol açılınca, kısa zamanda, Tanrı, ruh, ölümden sonrası gibi daha geniş dinsel konularda da kurgu yapar oldular. Bu kurgular sonucu, Gulat, İslam’da bilinmeyen birçok yeni görüş daha geliştirdi. 

Gulat’ın birçoğu, Allah’ın özünün (zat) kendini değişik biçimler ve varlıklar olarak ortaya koyan tanrısal bir ruh ya da ışık olduğunu öne sürdüler. Sonuçta, tanrısal özün, özellikle imamlar olmak üzere, insan vücuduna girdiği, ya da bu vücutta yeniden doğduğu (hülul) inancına vardılar. Bundan başka, Allah’ın iradesinin zaman içinde değişebileceğini (beda) de kabul ettiler. Bu görüş, ilk kez, tahminlerinin (kehanetlerinin) boşa çıkmasını akla uygun hale getirmeye çalışan Muhtar tarafından ortaya atılmıştı.

Tanrı’nın Muhammed’den sonra da başka aracılar ve elçiler yoluyla insanlığa seslenmeye devam edebileceği görüşünü ortaya attılar. Bunun için, İslam’ın yerine yeni bir din getirmeyeceklerini kabul etmekle birlikte, imamlarına peygamberlik özellikleri atfettiler. Gerçekten, aşırı Şiilerin kurguları içinde merkezi yeri, kendileri bunu doğrudan teşvik etmese de imamlar alıyordu. İmamın otoritesini haklılaştırmak için ortaya atılan birçok Şii düşüncesine göre, imam tanrıyla özel bir ilişkiye sahipti. Bazıları hülul yoluyla tanrısal ruhun imamda ortaya çıktığına inanırken, diğer bazıları imamı Allah’ın emrinde dünyada hüküm süren ikinci dereceden bir tanrı olarak kabul edecek   kadar ileri gidiyorlardı. Daha da genel olarak, imama peygamberlik atfetmeyen Gulat bile, onun, en azından tanrısal bir yol göstericilik ve koruma altında olduğuna inanıyordu. Sonuçta, imamların, günahtan arınmıştık ve yanılmazlık (isma) gibi bazı tanrı vergisi özellikleri olduğu kabul ediliyordu. 

İslam Mezhepleri Tarihi'nden (Anadolu Ünv.: 2010) kısaltılarak alınmıştır.
 

Daha önceden Sebeiyye’de mevcut olmasına rağmen, özellikle İbnü’l Hanefiyye ve oğlu Ebu Haşim’den sonra ortaya çıkan ve ğulat (aşırılar) olarak isimlendirilen fırkaların ileri sürdüğü aşırı düşünceler, Şiiliğin teşekkül sürecinde önemli bir yere sahiptir. Daha sonra İmamiyye’nin bir kısmını süzgeçten geçirerek kabul ettiği bu görüşler; 

  • İlahi ruhun Hz. Peygamber’e, sonra da Ali ve evlatlarına hulul ve intikal etmesi,

  • Allah’ın kula, kulun da Allah’a benzemesi (teşbih),

  • Allah’ın bir şeyi bilmezken daha sonra bilmesi (hudusü’l-ilm)

  • Bir şeyin iyi yahut kötü olarak ortaya çıkacağını bildirmişken aksinin zuhur etmesi (beda),

  • Peygamberliğin sona ermeyeceği, zaman içinde imametin peygamberliğe dönüşeceği, imamların Peygamber’in vasisi olup nübüvvet otoritesine sahip bulundukları, gaybı bildikleri,

  • Bir kısmının ölmeyip gözden uzaklaştıkları ve tekrar dönecekleri (rec‘at),

  • Ruhların bir bedenden diğerine intikali (tenasüh/ruhgöçü),

  • Dini nassları bir gerekçeye dayanmaksızın batıni anlamda tevil ve onlardan kastedilmeyen başka anlamlar çıkarma, bu yöntemle haramı helal, helali de haram sayma ve ibadetlerin farziyetini kaldırma (ibaha)

 

gibi, İslam toplumunca tasvip edilmeyen ve çoğu sahih İslam inancına ters konular üzerinde yoğunlaşmaktadır.
 

 

İslam Mezhepleri El Kitabı'ndan (Grafiker: 2016) kısaltılarak alınmıştır.

 

Prof. Dr. Sıddık Korkmaz'ın Şia'nın Oluşumu Hz. Ali'nin Vasilik Düşüncesi (İz: 2015) 

adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Vasilik Düşüncesi Taşıyan İsyanlar

Muğire b. Said Hareketi (737-738)

İlk Şii hareket olarak değerlendirebileceğimiz hareket Muğire b. Said hareketidir. Muğire b. Said 737-738’lerde ayaklanmıştır. Muğire'nin sihirle uğraştığı, ölüleri diriltebileceği iddiasında bulunduğu nakledilmektedir. 

Muğire b. Said hareketi ve onun etrafında yer alanlarla birlikte vahiy algısının, mehdilik, vasilik ve imamet algısının yavaş yavaş ıstılahı nitelik kazandığını, Ebu Bekir ve Ömer’in Ali’nin hakkını gasp ettikleri fikrinin berraklaşmaya başladığını söylemek mümkündür. 

Ebu Mansur el-'Icli Hareketi (738-744)

İlk Şii hareketler kategorisinde değerlendirilebilecek bir diğer olay da Ebu Mansur Hareketi’dir. Ebu Mansur 738-744’lerde Irak valisine karşı ayaklanmıştır. Kendisinin mevali olduğu tartışılabilirse de taraftarları arasında çoğunluk mevalidendir. Ebu Cafer Muhammed b. Ali’nin kendisini “vasi” tayin ettiğini, onun ölümünden sonra imam olduğunu iddia ettiği, Tanrı’nın kendisini göğe çıkararak başını okşadığı ve “benden tebliğ et” dediği kaynaklarda yer almaktadır. 

 

Ferhad Daftary'nin İsmaililer (Doruk: 2002) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İbn Muaviyye İsyanı (744)

Emevi döneminin geniş anlamıyla Şii nitelikte olan son başarısız ayaklanması Ali’nin ağabeyi Cafer’in soyundan gelen, İbn el Muaviye’nin hareketidir. Kendi aşırı Şii taraftarlarına sahip olan İbn el Muaviye, çok sayıda Şii ve Şii olmayan grubun desteklediği daha geniş bir toplumsal hareketin başına geçmişti.  Kûfe Şiileri o zaman için kentte konuk olarak bulunan İbn el Muaviye’yi, ayaklanmaya davet ettiler. Ancak, 744’te İbn Muaviye isyan hareketini başlatınca Kufeliler her zamanki güvenilmezliklerini bir kez daha ortaya koydular. Yalnızca, izleyicileri arasındaki Zeydiler, İbn el Muaviye’in Kufe’den serbestçe çıkış hakkı almasına dek, birkaç gün boyunca cesaretle çarpıştılar. Sonuçta, Ibn el Muaviye Kufe’den serbestçe çıkma izni aldı ve İran’ın batısına çekildi. Burada, kısa bir süre sonra, özellikle Fars mevali arasında daha geniş bir yandaş kitlesi bulacaktı. İbn el Muaviye 745’te merkezini Fars eyaletine taşıdı ve buradan birkaç yıl boyunca İran’ın büyük bölümünü yönetti. 

Hareketin en önemli özelliği, birbirinden çok farklı grupların bir bileşimi olmasıydı. Bu koalisyon, mevalinin dışında birçok Şii grubunu, birçok Hariciyi, önemli sayıda Abbasi’yi, hatta, yönetimden hoşnut olmayan bazı Emevileri de kapsıyordu. 748’de; o arada Suriye ve Irak’ta egemenliğini pekiştirmiş olan ve artık dikkatini uzun zamandır Emevilerin denetiminden çıkmış olan doğu eyaletlerine yöneltme fırsatını bulan II. Mervan’ın gönderdiği güçlü bir ordu tarafından yenilgiye uğratıldı. Düşmanlarından kaçarak Horasan'da sığınak arayan İbn Muaviye bir yıl sonra burada, belki de Abbasilerin zaferinin baş mimarı olan Ebu Müslim’in emriyle, arkadaşları tarafından öldürüldü.
 

Kummi'nin belirttiğine göre Abdullah b. Muaviye'nin taraftarları ruhların tenasühüne inanmaktadır. Onlara göre, Allah'ın ruhu Hz. Adem'e geçmiş, daha sonra bütün peygamberler bu ruhu Hz. Muhammed'e ulaştırıncaya kadar ilah olmuşlardır. Daha sonra bu ruh, Hz. Muhammed'den Hz. Ali'ye, ondan Muhammed b. el-Hanefiyye'ye, ondan sonra oğlu Ebu Haşim'e ve en son olarak da Abdullah b. Muaviye’ye geçmiştir.

Bu fikirlerin özellikle Abdullah'ın nesli ile ilgili bilgileri göz önünde bulundurduğumuzda, ona izafe edilen fırka ile ilişkilendirilen fikirleri, şahsma izafe etmek mümkün görünmemektedir.

bottom of page