top of page

Mısır'ın Fethi

Prof. Dr. Corci Zeydan'ın İslam Uygarlıkları Tarihi - 2.Cildinden (İleişim: 2015) kısaltılarak alınmıştır.

Fetihten Önce Mısır’da Sosyal Yapı

Diğer milletlerle Şam ve Irak halkına oranla daha az karışmış bulunan Mısır bölgesi, yine de firavunlar zamanından önceki devirlerde bile birbirini takip eden göçlere yurtluk yapmaktan kurtulamamıştı. Göçmenler zenginleşip servet sahibi oluncaya kadar geçici bir süre oturmak amacıyla gelir, ancak bölgeye bir kez yerleşip de geçimini sağladıktan sonra çoğunlukla ana yurtlarına geri dönmezlerdi. MÖ 2310 tarihinde Mısır'ı zapt edip on yedinci sülaleyi kurarak iki yüz altmış yıl bölgede hüküm süren Arap ve Amelika kabilelerinin reisleri Hiksoslar ile İslam'dan önce Mısır’ı istila eden İranlılar, Yunanlılar, Romalılar döneminde olduğu gibi bu göçmenler birkaç yüzyıl ikamet ettikten sonra yerli halkla kaynaşır ve yavaş yavaş asıllarını kaybederlerdi.

Üç yüz yıl boyunca Mısır’da hüküm süren Batlamyuslar döneminde birçok Yunanlı bölgeye göç etmişti. Çoğunlukla askerlik, ticaret ve hükümet memuriyetlerinde görev alan bu göçmenler, İskenderiye ve diğer büyük şehirlerde ikamet ederdi. Mısır’da altı asır boyu hüküm süren Romalılar zamanında da yönetici sınıf ile onlara bağlı olan grup, yerli halktan ayrı yaşamış, Şam bölgesinde olduğu gibi kale veya büyük şehirlerde yaşamayı tercih etmişti. 

İslamiyet'in zuhur ettiği dönemde Mısır halkı iki sınıftan oluşuyordu. Birincisi Romalılar, bir başka deyişle Rumlardır. Rumların başkenti; İskenderiye şehriydi. İkincisi Kıpti olan yerli halktı. Bunların içine Yunan, Roma, Şam, Irak, Nube ve Afrikalı olup ticaret veya bir başka amaçla Mısır’a göç edip zamanla çoğalanların oluşturduğu halkın bir kısmı da karışmıştı. Yöneticilerle halk arasında dini bir farklılık da ayırıcı bir unsurdu. Zira Rumlar hükümdarın mezhebi olan Melekilere mensup oldukları halde yerli halk olan Kıptiler, Yakubi mezhebine bağlıydılar.

 

Stephan O'shea'nın İnanç Denizi (İstanbul Bilgi Ünv.: 2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır. 
Başlıklar bize ait...

Mısır’ın Fethi

Yermük’ten sonraki fetih asrı, antik dünyanın en zengin eyaletinde başladı. Mısır, insanın gözlerini yuvalarından oynatacak cinsten bir ganimet, bırakın Arap yarımadasının Hicaz’ının çorak topraklarından çıkmış bir savaşçıyı, herhangi bir istilacının başını döndürecek bir gıda ve kazanç kaynağıydı. Müslümanlar, 610 yılında (Hz. Muhammed’e ilk vahyin indiği yıl) İskenderiye’nin Ortodoks patriğinin hazinesinde 4-5 ton altın gibi akla sığmaz bir servetin bulunduğunu belki bilmiyorlardı, ama aralarındaki gezgin tüccarlar Nil’in Hediyesi’ndeki bolluğu kendi gözleriyle görmüş, bu eyaletin nehrin yukarı mecralarındaki zümrüt ve altın madenleriyle bin yıldır yaptığı ticareti duymuş olmalıdırlar.

Mısır’a yapılacak hücumun önderliğine Amr Bin As getirilmişti. Amr, 634 yılında Gazze yakınlarındaki Datin vahasında Bizanslılara karşı İslâm’ın ilk zaferini kazanan kişiydi. Amr Yahudiye’deki mülkünden dört bin atlıdan oluşan bir sefer kuvvetinin başında Negev çölüne girdiğinde, İbrahim’in çocuklarının bir kere daha birbirine girecekleri belli oldu. Hedefinin muazzamlığı düşünülürse, bu çelimsiz bir orduydu; ancak, Hıristiyan Bizans’ın bu en büyük eyaleti, geçmişte nadiren fethedilmeye bu kadar müsait olmuştu. 

Amr ve Müslümanları, 639 yılının Aralık ayında Sina’yı geçerlerken, Konstantinopolis’in insafsız vergilerinden bıkmış, mutat din kavgaları yüzünden kendi içinde bölünmüş Mısır halkının bezgin bir ruh hali içinde olduğunu gördüler. Mısırlı Hıristiyanların (bunlara Kıpti denmektedir) büyük çoğunluğu, 451 yılında Kalkedon (Kadıköy) Konsilinde alınan kararı kabul etmemişlerdi. Kalkedon Konsilinde, doğu Hıristiyanlığını çeşitli hiziplere bölecek olan kader belirleyici bir kararla, Ortodokslar, İsa’nın biri insan biri Tanrı olmak üzere iki niteliği olduğunu ilan etmişlerdi... Kıptiler, dünya görüşlerinde militanca bir monofizitliği (yani İsa’nın sadece Tanrı olduğu görüşünü) muhafaza ettiler ve başta bulunanların vergi toplayıcılarına ne kadar sövüyorlarsa, aynı yöneticilerin Ortodoks veya “Kalkedon” Hıristiyanlığına da o kadar yürekten söver oldular. 

Amr, akıllıca davranarak, Mısır’da Hıristiyanlar arasındaki kırgınlıkların oluşturduğu bataklıkta yürümeyi başardı. 640 yılının Temmuz ayına gelindiğinde, savaşa savaşa ülkenin içlerine kadar ilerleyerek, Firavunların eski başkenti Memphis’in hemen aşağısında bulunan ordugah kenti Babil’in kapılarına dayanmıştı. Bu güçlü müstahkem mevki sonbahar ve kış boyunca Arap kuşatmasına dayanmayı başardı. İmparatorluğun en zengin eyaleti saldırıya uğramaktayken, Bizans başkenti karışıklıklar içindeydi. 

Amr bin As, 9 Nisan 641 günü Babil’i zapt etmeyi başardı. Sonra, dikkatini, Büyük İskender’in kurduğu, Yunan Uygarlığının Akdeniz’deki en parlak merkezi olan metropole çevirdi. İskenderiye, her ne kadar şanlı bir geçmişe sahip olsa da şimdiki haliyle fazla dayanabilecek gibi görünmüyordu. Mısır’ın yaklaşık 600.000 nüfuslu başkentinin teslim olması artık mukadderdi. 

642 yılı Eylül’ünde, Rumlar gemilerine binip gittiler ve Amr ile ordusu hiçbir direnişle karşılaşmadan şehrin kapılarından girip şehri teslim aldılar. Müslüman yönetimi altında yüzyıllar geçtikten sonra yine bir monofizit tarafından yazılmış bir tarih:

“Öc Alan Tanrı... hakim oldukları her yerde kiliselerimizi ve manastırlarımızı canavarca yağma eden ve bizi insafsızca mahkum eden Rumların yaptıkları kötülükleri görünce, bizi kurtarmaları için güneyden İsmail’in oğullarını getirdi.” 

Amr, vergilerini ödedikleri müddetçe Hıristiyanları kendi aralarındaki kırgınlıklarla baş başa bırakmayı tercih etti. Bir ananeye göre, bundan böyle İskenderiye’den Konstantinopolis’e gönderilmeyecek olan muazzam servet hakkında Halife Ömer’e şunları yazdı: “Medine’ye öyle uzun bir deve kervanı göndereceğim ki, ilk deve oraya vardığında sonuncusu daha buradan yola çıkmamış olacak.” Kervanın kalkış noktası, Greko-romen Babil ile Firavun kenti Memphis’in arasında, Nil’in bir delta oluşturmak üzere kollara ayrıldığı noktada kurulacak olan yeni bir kent, Fustat olacaktı. 

Irak’ta yeni kurulmuş olan Basra ve Kûfe kentlerinde olduğu gibi, şehir planında, tarıma elverişli topraklarla çölün sınırında kurulu, etrafı çevrili bir Arap-Müslüman yerleşimi bulunacaktı. Müslüman savaşçılar ve göçmenler, kabilelere göre bölgelere ayrılmış konutlarında oturacaklar, yerli halkın emeğiyle geçineceklerdi. Yerli halk ne inançları yüzünden zulüm görecek ne de İslâm’a dönmeye teşvik edilecekti.  

Amr, Fustat’ı kurmasından sadece 3 yıl sonra, tekrar Yahudiye, Beerşeba’daki köşesine çekilmeye zorlandı. Halife Ömer, bir Pers köle tarafından öldürülmüştü. Medine’de bir önde gelenler kurulu tarafından onun yerine seçilen Osman bin Affan, Mısır’da muhtemel bir rakiple uğraşmaya vakti olmadığını hemen belli etti. Amr azledildi ve onun yerine yeni halifenin akrabalarından biri vali tayin edildi. 

Jean-Paul Rouv'un Dinlerin Çarpışması (Kabalcı: 2012) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Bir Başka Gözden Mısır’ın Fethi

Mısır sadece iç güvenliği sağlamaya yönelik olarak küçük çaplı bir orduya sahipti ve yaklaşık on ya da yirmi yıl kadar önce (619-629) Perslerin işgaline uğramış olmasına karşın büyük bir istilacı güce karşı koyabilecek durumda değildi. Mısır’da o dönemde yaşayan halk Arapların Kıpti (kopt) olarak adlandırdığı eski Mısır halkı İznik Amentüsü’nü kabul etmediği için vergilerin ağırlığı ve dinsel baskı altında ezilmekteydi. Bir arada yaşadıkları Yunan yerleşimlerinin de etkisiyle Yunanlılardan nefret etmekteydiler. Bu nedenle de Arap işgaline çok direndikleri söylenemez. 

Amr, Mısır sınırına, 639 Aralık ayında yaklaşık 3.000 ila 4.000 civarında askerle dayanır. Bugün Süveyş Kanalı’nın doğusunda bulunan eski Pelusium’u ele geçirir ve 640 yılının Temmuz ayında Bizanslıları Heliopolis’te bozguna uğratacağı, ek kuvvetlere kavuştuğu Fayum’a doğru yürür. Ardından daha sonra Kahire’nin üzerinde yükseleceği yerin çok yakınlarındaki Babil Kalesini kuşatır. Bunun üzerine, Konstantinapol adına Mısır valiliği görevinde bulunan Patrik Mukavkıs, antlaşmanın daha iyi olacağını düşünerek, hazırlamış olduğu barış antlaşmasını Heraclius’a imzalatmak üzere yol koyulur. Ancak zorlukların üstesinden gelmeye alışık olan İmparator Heraclius, Mukavkıs’ın anlatmış olduğu durumun ciddiyetini kavramaya yanaşmamış ve antlaşmayı imzalamayı reddetmenin yanı sıra patriği bozguncu, hatta hain olmakla suçlamıştır. Kısa bir süre sonra da ölünce (11 Şubat 641) Mukavkıs’ın eli boş kalmıştır. Babil kapılarını Araplara 6 Nisan’da açmış ve galip ordu şehre kamp kurmuş ve Fustat’ta gelecekte Kahire olacak şehrin temellerini atmıştır. Böylece Yukarı Mısır yolu Araplara açılmış olur. Bu yolu kullanan Araplar, Mısır’daki Monofizit piskoposluğun bağlaşığı olmaya devam ettikleri halde aslında tamamen kendi içinde kapalı bir yaşam süren Nubiya ve Etiyopya Hristiyanlarını tamamen yalıtırlar. 

Artık geriye Büyük İskender’in temellerini attığı, Doğu’nun büyük metropolü, Roma lmparatorluğu’nun en önemli ikinci şehri İskenderiye kalmıştır. Barış umudu suya düşen Mukavkıs bu şehri 642 yazında teslim edecek, Bizanslılar da deniz seferiyle şehri boş yere yeniden ele geçirmeye çalışacaklardır (645-646). Mısır’ın tamamen ele geçirilmesi Arapların sadece üç yılını almıştır. 

Ama yine de bu başarının önemini görmek gerekmektedir. Çöllerinden henüz çıkan bu barbarlar, belli bir kültürel geçmişe sahip olmayan bu insanlar, on yıl içinde dünyanın en eski ve önemli uygarlıklarını Suriye, Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarını ele geçirmişler ve işgallerini İran topraklarına da yaymaya başlamışlardır. Bu daha önce görülmüş, işitilmiş bir başarı değildir. 

Yahudiler, Araplarla tam bir ittifak içinde olmuşlardır. Kiptiler, Araplardan iyi muamele görürler ancak büyük ister istemez büyük bir kültürel baskı altına girerler. Arapça 709’dan sonra resmi dil olur ve Kıpti dili devlet belgelerinden 719’dan itibaren kaybolur.  Kıpti dili, her ne olursa olsun, bir süre sonra yerel bir dil olmaktan çıkar ve kaybolmaya yüz tutar; sadece dinsel ayinlerde kullanılan bir dil haline gelir. Hıristiyanların, Mısır’da, Haçlı Seferleri’nin ardından, nüfusun %10’nundan fazlasını temsil ettiği söylenmektedir.

bottom of page