top of page

Ebu'l-Abbas’ın Hilafeti (749-754)

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Ebu Müslim’in Ortadan Kaldırılması (756)

Abbasi ihtilali denildiğinde akla ilk önce şüphesiz Ebu Müslim gelir. Ebu Müslim'in yaptığı katkılarla Abbasi devletinin kuruluşunda kilit rol oynaması, aynı zamanda onun sonunu da hazırlamıştır. Çünkü bu özelliği, devletin kurulmasından hemen sonra kendisiyle Abbasi halifeleri arasında karşılıklı rekabete, akabinde güven bunalımına, ardından da iktidar çekişmesine sebep olmuştur. 

Ebu Müslim, başlangıçtan itibaren Abbasilere son derece bağlıydı. Ne var ki, elde ettiği zaferlerden dolayı zamanla kendine güven duygusu artıyor, iktidarın kendisine olan borcunun farkında olarak gurura kapılıyordu. Bu durumu kısa süre içinde fark eden hanedan mensupları, onun kendileri aleyhine dönmesinden endişe etmeye başladılar ve iktidarlarının istikbali adına ondan kurtulmaya karar verdiler. Çünkü onun ne kadar usta bir teşkilatçı ve başarılı bir asker olduğuna yakinen şahit olmuşlardı. İktidar ailesi içinde Ebu Müslim'e en fazla kin duyan kişi ise Mansur'du.  

Mansur, Ebu Müslim'in adeta iktidar ortağı gibi davrandığını görmeye başladığında kardeşi halife Ebu'l-Abbas'ı sürekli olarak onun aleyhine kışkırtmayı sürdürdü. Ancak Ebu Müslim Horasan'da bulunduğu sürece, halifenin ona herhangi bir şey yapması mümkün değildi. Bu sebeple onu Horasan'dan çıkarıp, Irak'a getirmek için birtakım planlar yapmaya başladılar. Bu amaçla halife, bir taraftan Ebu Müslim'i Irak'a davet ediyor, diğer taraftan da çeşitli makam vaatleriyle Ebu Müslim'in adamlarından onu Irak'a gitmesi için ikna etmelerini istiyordu. Bu girişimler bir süre sürede sonuç verdi. Çünkü Ebu Müslim hac niyetiyle Horasan'dan ayrılmaya ikna edilmişti. Ebu'l Abbas, Horasan'dan hareket eden Ebu Müslim'e yanına beş yüz kişiden fazla asker almamasını emretti. Fakat Ebu Müslim'in herhangi bir suikasttan emin olmadığını bildiren mektubu üzerine, onun ancak bin kişiyle başkente gelebileceğini bildirdi. 

Hac mevsimi geldiğinde Ebu Cafer ile Ebu Müslim yola çıktılar. Onlar Hicaz'da hac vazifesini ifa ederken halife Seffah’ın ölüm haberi geldi. Bunun üzerine Ebu Müslim, Mansur'a biat ederek kendisine hizmet etmeye hazır olduğunu bildirdi. Hac dönüşünde ister merkezde kalıp ona hizmet edeceğini, isterse Horasan'a gidip orada görev üstlenebileceğini bildirdi.

Ebu Müslim'in, merkeze ulaşmasından bir gün sonra halifenin emriyle kendisini yargılamak üzere bir mahkeme kuruldu. Bu mahkemede davacı olan şahıs, yani halife aynı zamanda mahkemenin de başkanıydı. Üstelik henüz yargılama başlamadan önce, verilecek olan hüküm belli gibiydi. Çünkü Mansur, daha mahkeme safhasına geçmeden bir gruba salonda gizlenmelerini ve ellerini çırptığı zaman ortaya çıkarak Ebu Müslim'i öldürmelerini emretmişti.

Halife Mansur, mahkemeyi başlattıktan sonra Ebu Müslim’i pek çok konuda suçladı. Ancak Ebu Müslim, her suçlamaya mantıklı cevaplar veriyordu. Üstelik devlete karşı vermiş olduğu hizmetler karşısında böyle meseleler yüzünden sorguya çekilmesine çok hayıflandığını belirtip teessüflerini bildirdi. Ancak halifenin kendisi hakkında kesin kararını vermiş olduğunu fark edince, son bir şans olarak ondan özür dileyerek bağışlanmasını sağlamaya çalıştı. Ancak Mansur, bu harekete daha da sinirlendi. Planladığı gibi ellerini çırpınca gizli odada beklemekte olan görevliler ortaya çıkarak Ebu Müslim'i öldürdüler. 

Ebu Müslim'in İntikamını Alma Girişimleri

Mansur döneminde Ebu Müslim'in katli sebebiyle bilhassa Horasan bölgesinde onun intikamını alma amaçlı pek çok isyan meydana gelmiştir. Bu girişimler, aynı zamanda eski İran inançları da kullanılarak dini bir veçheye büründürülmüştür. Nitekim daha sonra ortaya çıkan Hürremiler ve Batıniler gibi fırkalar, hareketlerinde genel olarak Ebu Müslim'den ilham almışlardır. 

Esasında gerek Emeviler, gerekse Abbasiler devrinde İran'da devlete karşı patlak veren ayaklanmaların temelinde Farslar'ın Araplara karşı duydukları kin ve düşmanlığın yanı sıra onların İslam dinini kabul etmelerine rağmen etkisinden kurtulamadıkları eski inançlarına dönüş arzusunun yattığı açıktır. 

Mansur zamanında İslam İmparatorluğu'nun doğu eyaletlerinde, bilhassa Horasan'da bir türlü sükunet temin edilemedi. Zira, bölgede yönetime karşı hareketler birbirini takip ediyordu. 

Şii İsyanları

Hz. Ali taraftarları, Abbasilerin hilafeti ele geçirip Emevi devletinin enkazı üstünde devletlerini kurmaları üzerine, Abbasoğulları’nın kendilerini aldattığını ve esas kendileri daha layık oldukları halde, hilafeti onların ele geçirdiklerini düşünmeye başladılar. Bu yüzden başlangıçtan itibaren yönetime muhalefet ettiler. Yeni yönetime de daha önce Emeviler'e baktıkları gibi baktılar. Buna bağlı olarak hilafetteki haklarına ulaşmak için devamlı mücadele içinde oldular. 

Halife Ebu Cafer Mansur, bir taraftan Horasan'da çıkan isyanları bastırmak için çaba sarf ederken, diğer taraftan da iktidarı için tehlikeli bir rakip gördüğü Ali evladı ile meşgul olmak durumunda kaldı. Hz. Ali evladı ise Emeviler'le yapılan mücadelelerde büyük kayıplar vermişler, zulüm ve işkencelere maruz kalmışlardı, ihtilalin başarıya ulaşmasında taraftarlarının büyük payı olmasına rağmen, yeni iktidar tarafından da yönetimden uzak tutulmuşlardı. 
 

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi (Çağrı:1989) adlı kitabın 3. cildinden

kısaltılarak alınmıştır.

Abbasî ihtilâli esnasında bu ailenin en mutebariz siması Hz. Hasan soyundan gelen Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye idi. Hatta ihtilâl hazırlığı sırasında Mansur’un da dahil olduğu bir gurup Muhammed’e bîat etmişlerdi. İşte Mansur’un uykularım kaçıran zât bu idi. Mansur, halife olur olmaz Medine’de toplanmış olan Ali evlâdına hissedilir derecede baskı yapmaya başlamıştı. Onun, görünürde hiçbir sebep yokken bu şekilde baskı yapması Muhammed’i kuşkulandırmış ve mukabil tedbirler almaya sevk etmiştir. 

Medine valisi, halifeden aldığı emirle yavaş yavaş Ali evlâdını tevkif etmeğe ve bu suretle herhangi bir ayaklanmayı önlemeye çalışıyordu. Bunun üzerine ailenin lideri durumunda olan Muhammed ve İbrahim valinin eline geçmemek için gizlenmek zorunda kaldılar. Artık Medine’de kalmanın tehlikeli olduğunun farkına varan Muhammed ve kardeşi, bu şehri terk ederek Yemen ve Sind bölgelerine gittiler. Devamlı olarak yerlerini değiştiriyorlar ve bu suretle halifenin takibinden kurtuluyorlardı. 

Bu kovalamaca 762 yılına kadar devam etmiştir. İki kardeşin bir türlü yakalanamaması ailelerine karşı halifenin tutumunun oldukça sertleşmesine sebep oldu. Ali evlâdı mensuplarından birçoğu yakalanarak Kûfe’de hapis edildiler. Kaynakların verdiği bilgiye göre Mansûr’un Kûfe’de hapsedilenlere yaptığı işkenceye Emevîler devrinde rastlanmamıştır.  

Bu takip ve işkenceye artık tahammül edemeyen Ali taraftarları 762 yılında isyan ettiler. Hapishaneleri basarak taraftarlarını ve Ali evlâdından mahpus olanları kurtardılar. Bir taraftan da bu isyana, bizzat halifenin tutumu sebebiyle mecbur olduklarına dair Maliki mezhebenin kurucusu meşhur Malik b. Enes’ten de fetva aldılar. 

İsyanların Başlaması ve Bastırılması

Muhammed b. Abdullah, Medine ve Mekke’yi kısa zamanda kendi tarafına kazanarak halktan halife sıfatıyla biat almaya başladı. Kardeşi İbrahim ise bu sırada Basra’da bulunuyordu. O da ağabeyini takip ederek isyan etmekte gecikmedi. 

Mansur, önce daha tehlikeli gibi görünen Muhammed üzerine Horasanlı ve Suriyeli birliklerden meydana gelen bir ordu gönderdi. Muhammed, Hz. Muhammed (s.a.v.) ’in yaptığı gibi şehrin etrafına hendekler kazdırarak Medine’de savunmaya geçti. Fakat bu hendekleri geçmek İsa’nın birlikleri için zor olmadı. Muhammed, sokak muharebelerinde kahramanca dövüştü ve öldü. Böylece Ekim 762 tarihinde Medine’deki isyan bastırılmış oluyordu. 

Muhammed gailesini hallettikten sonra oradaki birlikler Basra üzerine yöneldi. Şubat 763 tarihinde Küfe yakınında yapılan savaşta İbrahim de öldürüldü ve isyan bastırıldı.
 

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Ali Taraftarlarının İsyanı

Ali ailesi içlerinden birinin artık Müslümanların ulu önderi haline gelebileceğinden umudunu kesmiş durumdaydı. Aile, “Kuran, adalet ve Müslümanların eşitliği üzerine” bir toplum kurma davalarının boş olduğunu, iktidarın Emeviler yerine sadece Peygamber’in amcası soyundan gelenlerin eline geçtiğini çok çabuk kavradı. Yeni kurulan devlet de tıpkı Emevi yönetiminde olduğu gibi, laik karakterliydi. Devrim başarılamamıştı. 
 

Başarıya daha yakın isyanlar Muhammed Nefs ez-Zekiye (Ruhu saf Muhammed) ve kardeşi İbrahim’in çıkardıkları isyanlardır. Ali’nin oğullarından Hasan’ın soyundan gelen Muhammed, uzunca bir yeraltı faaliyeti sonrasında 762 Eylül’ünde isyanı başlatır ve Medine’yi ele geçirir. Bu olayı, “tilki ininden çıktı” biçiminde yorumlayan Mansur, Muhammed üzerine 4000 kişilik bir ordu gönderir. Muhammed birlikleri savaşı kaybeder, kendisi de öldürülür. Fakat bu olaydan iki ay sonra, bu kez Muhammed’in kardeşi İbrahim, çevresine toplanan yandaşlarıyla Basra’da bayrak açar. Mansur bu isyanla başa çıkmakta oldukça zorlanacaktır; politik yeteneği yanında savaş taktiği ve strateji bilgisini seferber eder, sonunda Küfe güneyindeki savaşı kazanır, 763 Şubat’ı sonlarında gerçekleşen bu savaşta İbrahim yaşamını yitirir. Sonuçta Şiilerin uzun şehit listesine iki isim daha eklenmiştir. 
 

Prof. Dr. Corci Zeydan'ın İslam Uygarlıkları Tarihi - 2.Cildinden (İleişim: 2015) kısaltılarak alınmıştır.

Mansur Döneminde Şia

Hiç beklemedikleri zulümlerle karşılaşan Ali yandaşları Emeviler devrine rahmet okumaya, o devrin geri gelmesini arzulamaya başlamışlardı. Rivayete göre, Muhammed bin Abdullah, Mansur’a karşı hilafet mücadelesine kıyam ettiğinde bir şairin ağzından Emeviler hakkında bir mersiye işitince ağlamaya başlar. Amcası kendisine, “Abbasiler aleyhinde kıyam edip onlardan intikam almak istediğin halde Emeviler için ağlamak da ne oluyor? diye sorunca Abdullah da “Amca! Gerçekten Emevilerden gönlümüz yaralanmıştı. Halbuki Abbasilerde onlardan daha fazla Allah korkusu yoktur. Fazla olarak Abbasiler bize karşı Emevilerden daha çok borçluydular. Emevilerin birtakım güzel huylan, faziletleri ve karakterleri de vardı. Mansur’da bunların hiçbiri yoktur,” diyerek, Ehl-i Beyt'e karşı yapılan Emevi zulmünü Abbasi zulmünden daha hafif gördüğünü söylemekten kendini alamaz. 

Geçen zaman ve tecrübe, devlet ve hâkimiyetin Hz. Ali evladının istediği gibi Raşid Halifeler dönemindekine benzer bir biçimde, diyanet, salah ve takva üzerine bina olunamayacağını, oysa Şia'nın ölçüsünün bunlar olduğu ve bu yüzden başarılı olamadıklarını göstermişti. Aynı şekilde, Muaviye'nin saltanatı ancak deha, zekâ ve hile ile ele geçirdiğini, Abdülmelik b. Mervan'ın da ancak kan dökerek ve şiddet kullanarak hâkimiyetini sürdürdüğünü kendilerine öğretmişti.
 

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Suriye

Suriyelilerin Şam’ı yeniden imparatorluğun başkenti görme umutları ortadan kalkmıştı. Şamlıların duygularını iyi kavrayan Mansur, bu fırsatı değerlendirerek Suriye’deki gerilimi yumuşatmasını bildi; eski hanedana hizmet etmiş asi birlikleri cezalandırma yoluna gitmedi, ordu önderlerini yerlerinde tuttu, hatta bazılarını daha yüksek makamlara getirdi, bu birlikleri imparatorluğun Bizans sınırlarını korumakla görevlendirdi. Mansur bu tavrıyla hem imparatorluğun büyük bir eyaletinin düşmanlığını önlemiş oluyor, hem de uzun vadede bir tehlike oluşturabilecek Horasan güçlerine karşı bir ağırlık oluşturuyordu.
 

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Emevi Endülüs Devleti’nin Ayrılması (755)

Abbasi katliamından kurtulan halife Hişam'ın torunu Abdurrahman b. Muaviye, öncelikli olarak kendisine Kuzey Afrika'da bir sığınak aradı ise de bulamadı. Bunun üzerine o dönemde karışık bir vaziyet arz eden Endülüs'e geçmeye karar verdi. Kendisine bağlı olanlarla birlikte (755) yılı Eylül ayında Endülüs'e ulaştı. 
 

Vali başlangıçta ciddiye almadığı için ona karşı hususi bir tedbir düşünmedi. Abdurrahman, (756) Kurtuba'yı zapt ederek emirliğini ilan etti. Buna karşılık Abbasi Halifesi Mansur, Endülüs'ü tekrar merkezi idareye bağlamak amacıyla birtakım teşebbüslere girişti ise de bu konuda istediği neticeyi elde edemedi. Üstelik "Böyle azılı bir düşmanla benim arama denizi engel koyduğu için Allah'a şükürler olsun. Kureyş'in şahini elbette Abdurrahman'dır. Asya ve Afrika çöllerinde yalnız başına yıllarca dolaştıktan sonra kadere meydan okuyan ve yanında bir avuç adamla bir denizi aşarak bilmediği bir ülkeyi ele geçiren odur" sözleriyle siyasi rakibini takdirle anmıştır.  
 

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi (Çağrı:1989) adlı kitabın 3. cildinden

kısaltılarak alınmıştır.

Kuzey Afrika’da Berberi-Harici İsyanları (761-786)

Emeviler tarafından bu bölgenin valiliğine tayin edilmiş olan Abdurrahman b. Habib, iktidar değişmesine rağmen mevkiini koruyabilmişti. Saffah’la iyi geçinen Abdurrahman, onun emriyle Emevi ailesi mensuplarından eline geçirdiklerine en ağır cezayı vermekten geri durmamıştır. Fakat Mansur’un halife olmasından sonra merkez ile olan iyi münasebetleri bozuldu. 

Halifenin toplanan vergileri istemesine karşılık Abdurrahman, bunlarla bir donanma kurduğunu belirterek gönderemeyeceğini bildirdi. Mansur, ona çok ağır bir mektup yazınca Abdurrahman, onun namına hutbe okutmaktan vazgeçti. Bu sefer de kendi ailesinden bazıları ona karşı ayaklandılar ve onu öldürdüler. Abdurahman’ın oğlu Habib babasının intikamını almak için amcalarıyla mücadeleye girişti ve onları mağlup ederek Kayrevan’ı ele geçirdi.
 

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Halife Mansur, Kuzey Afrika'daki istikrarsızlığa son verebilmek amacıyla Muhammed b. Eş'as el-Huzai'yi bölge valiliğine tayin etli. (761).  Muhammed, gerçekleştirdiği başarılı seferler sonucunda sırasıyla Trablusgarp ve Kayravan'ı Berberiler'den geri aldı. Kısa süre içinde de Atlas dağlık bölgesi hariç olmak üzere bütün Kuzey Afrika'ya hakim oldu. 

Rüstemiler Hanedanının Kurulması

Bu sırada Kayravan muhafızı olan Abdurrahman b. Rüstem, Muhammed'e karşı koyamayarak Kayravan'dan ayrılmış ve Tahert'e çekilmişti. Abdurrahman b. Rüstem, burada Harici Rüstemiler hanedanının kuruluşunu gerçekleştirdi. (762) 

Harici Tehlikesinin Büyümesi

Abdurrahman b. Eş'as'ın Afrika'daki valiliği (765) yılına kadar devam etti. Onun görevden ayrılmasından sonra Haricilerin tehlikeli bir şekilde gelişmelerine engel olunamadı.  Kısa süre sonra başka Berberi kabilelerinin ayaklanmalarına karşı güç yetiremedi. Kayravan yeniden Haricilerin eline geçti. (770).
 

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi (Çağrı:1989) adlı kitabın 3. cildinden

kısaltılarak alınmıştır.

K.Afrika’da Kontrolün Sağlanması

Halife Mansur, Yezid b. Hâtim’i Afrika valiliğine getirdi ve yanma kuvvetli bir ordu verdi. Halife Mısır’a kadar onunla beraber geldi. Aynı zamanda donanma da onunla beraber Afrika sahillerini takip ederek ilerliyordu. 771 yılında Kayrevan Hariciler’in elinden alındı. Bundan sonra Yezid b. Hâtim, yürüyüşüne devam ederek isyan etmiş olan bütün Berberi kabilelerini ezdi ve çok kan döktü. Berberiler, onun elinden kurtulmak için merkezi Afrika’ya doğru kaçmak zorunda kaldı. Sert ve enerjik tutumu ile Afrika’da sükûneti sağlamış olan Yezid b. Hâtim, 786 yılma kadar valilik yapmıştır. 
 

 

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma'nın Abbasiler Dönemi. (Beyan: 2008) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Mansur, İlim ve Alimler

Halife Mansur, ilim ve nüfuzunu takdir ettiği Ebu Hanife'yi Devletin Kadısı yapmak istedi. Ebu Hanife, kendisine yapılan bu teklifi kabul etmedi. Kaynaklar Halife Mansur’un, bu yüzden Ebu Hanife’ye otuz kırbaç cezası bile verdiğim, hatta daha sonra pişman olarak ona otuz bin dirhem vermek istediğini, fakat imam Âzam’ın bunu kabul etmediğini zikrederler. 

Ebu Hanife'nin bu tavrına karşı, Mansur onu hapse attı. Fakat Halife Mansur'un, Ebu Hanife'yi hapse atmasının esas sebebi, onun bu tavrından ziyade, Mansur'a karşı huruc etmiş olan Hz. Ali'nin torunlarını gizliden gizliye desteklemesiydi.
 

Benson Bobric'in Halifenin İhtişamı (Doğan Egmont: 2016) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Mansur, şimdiye kadar Medine’de Emeviler’e karşı bir sapan taşı olmuş olan hadis ve fıkıh alimlerinin sarayına getirtti; bunların hayâl ettikleri teokratik ideal gerçekleşmişti çünkü iktidar yine, Peygamber sülâlesinden olanların ellerine geçmişti. Henüz yaşamakta olan her iki eski fıkıh okulunun kurucuları kuşkusuz alevi duygularla dolu bulunuyorlardı. Hanefi fıkhının kurucusu Ebu Hanife, Kabil’in fethi sırasında yakalanıp efendisi tarafından azad edilmiş bir kölenin torunu idi. Bu kabilenin mevlâsı olarak Kûfe’de kişisel özgürlük içinde ipek ticareti yaparak yaşadı. Zeyd b. İbrahim’in Basra’daki ayaklanmasını desteklemiş ve 767 yılında Bağdad’ta vefat etmişti. 

Çağdaşı Medine’de maliki mezhebini kurmuş olan Malik b. Enes’i, zaten Ali sülalesi taraftan olarak tanıyoruz; kendisi, alevi isyanlarının bastırılmasından sonra, bu sebeple değnekle dövülme cezasına çarptırılmış görünüyor. Bununla beraber daha sonraki halifeler, Malik b. Enes’e karşı büyük bir saygı beslediler; hatta Harun er-Reşid ölümünden az evvel bir hac sırasında kendisini ziyaret etti. 

Malik b. Enes’in müridleri maliki mezhebini özellikle kuzey Afrika’da ve İspanya’da yaydıkları sırada, Hanefiler Bağdad’da merkezi hükümetin hizmetine girdiler. İlk olarak Ebu Yusuf kadi ul-kudat sıfatıyle, Ebu Hanife mezhebine resmî bir mevki kazandırdı; sonra, daha evvel Emevî yönetiminin uygulamasından çıkardığı sonuçları göz önüne alarak, el-Mehdi’nin bir kâtibinin yazdığı bir eser gibi, o da Harun er-Reşid için, harac’a dair önemli bir eser vücuda getirdi.
 

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Mansur döneminde İlmi ve kültürel faaliyetler de himaye görmüş, onun destekleriyle Sanskritçe, Süryanice, Kıptice ve klasik Yunanca'dan çeşitli eserler tercüme edilmiştir. 

Yine bu dönemde hadis, fıkıh, tefsir gibi dini ilimler bağımsız birer bilim dalı haline gelmiş, hadiste tedvin ve tasnif faaliyetleri hız kazanmıştır. İbn İshak meşhur eseri Kitabü'l-Meğazi'sini halife Mansur'un isteği üzerine yazmıştır. Ayrıca bu dönemde nahiv ve Arap diline dair çeşitli eserler kaleme alınmıştır. Akli ve nakli ilimlerde büyük bir gelişme olmuş, bu alanlarda çok sayıda alim yetişmiş, onlar tarafından eserler telif edilmiştir. 

Kişiliği

Mansur, Abbasi halifelerinin büyüklerinden, bilgili, akıllı, ileri görüşlü, vakar ve güzel ahlak sahibi bir kimseydi. Abbasi devletinin temelini güçlendiren halife şüphesiz Mansur dur. Öyle ki, onun kurmuş olduğu sistem, uzun yıllar ayakta kalmayı başarmıştır.

Abbasiler devletinin en güçlü halifelerinden olan Mansur, aynı zamanda çok yönlü bir alim ve şair olarak da tanınmıştır. Onun mantık, felsefe, aritmetik, geometri, astronomi, tıp ve tarihe yakın ilgi duyduğu bilinmektedir. Yine kayıtlarda akıllı ve ileri görüşlü bir hükümdar olan Mansur'un güzel ahlakıyla da tanındığı bilinmektedir. Sıkı İktisadi politika uygulaması sebebiyle cimrilik ithamına maruz kalmıştır.  Ayrıca işçi ve sanatkarların ücretlerinin hesaplanmasında çok hassas davrandığından "metelik babası" lakabıyla tanınmıştır.

Kaynaklarda Mansur'un söz söylemekteki fesahati ve maksadını açık olarak anlatmasıyla ilgili pek çok örnek vardır.
 

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi (Çağrı:1989) adlı kitabın 3. cildinden

kısaltılarak alınmıştır.

Heybet, cesaret, düşünce ve uzak görüşlülük bakımından Abbasi halifelerinin en seçkini olan Mansur, bu devletin gerçek manada kurucusu durumundadır. Henüz Saffah’ın hayatta olduğu dönemde bile onun güçlü bir desteği ve yardımcısı idi. Yönetimi üstlendiği zaman da karşısına çıkan büyük problemleri şahsi yetenekleri, sayesinde çözerek, devletin temelini sağlamlaştırmış ve rayına oturtmuştur. 

Mansur, içki içmez ve içkiyi sofrasına koydurmazdı. Gelip sarayda şarkı söyleyen kadınların arasına da çıkmazdı. Bu şarkıları dinlemek istediği zaman, araya bir perde koydurur hem kendisiyle perde arasında hem de perde ile şarkıcılar arasında yirmişer arşınlık mesafe bıraktırırdı.
 

Benson Bobric'in Halifenin İhtişamı (Doğan Egmont: 2016) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Ölümü

Mansur yirmi iki yıl saltanat sürdükten sonra, 21 Ekim 775’te, güçlü atı Mekke yakınlarındaki sarp bir dağ eteğinde tökezlediğinde atından düştü ve altmış beş yaşındayken öldü. Bazıları sağlığının zaten bozulmaya başladığını ve doktorunun onda ölümcül bir hastalığın belirtilerini gördüğünü söylüyor.

Bir gün kendisine vezir olarak hizmet eden Rabi bin Yunus’a danışırken ona, “Of Rabi! ölüm olmasaydı dünya ne kadar tatlı olurdu” dedi. Rabi, “Bunun yerine, ölüm olmasaydı dünya bu kadar tath olmazdı” demeniz gerek diye cevap verdi. Halife, “Niçin?” diye sordu. “Eğer ölüm olmasaydı bu tahtta oturuyor olmayacaktınız.” Halife, “Doğru” dedi. Yıllar sonra, ölüm yaklaşıp işlediği bazı günahların korkusuna kapıldığında Mansur ona, “Of Rabi! Önemsiz bir rüya uğruna öteki dünyayı feda ettik!” dedi. 

Bu rüyanın vadesi dolduğunda, cenazesine yapılabilecek bir hakaret girişimini engellemek amacıyla Mekke yakınında kazılan yüz mezardan birine gömüldü. Mezarı kumlar içinde sonsuza kadar kayboldu.
 

bottom of page