top of page

Bilim ve Düşüncede Zirve: Me’mun (813-833)

Benson Bobric'in Halifenin İhtişamı (Doğan Egmont: 2016) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Me’mun’un Hilafetinin İlk Dönemi ve Yönetimin Farsların Eline Geçmesi (813-817)

Sonunda Me’mun meşru halife olarak iş başına gelmişti; ancak sarayın bir kısmı hâlâ ona karşıydı ve Arap duyarlılığının yerleşik olduğu Bağdat’ta karışıklık sürüyordu. Bu nedenle Memun imparatorluğu Acem tabanın bulunduğu yerden yönetmek için veziriyle birlikte Merv’de kaldı. Aynı zamanda dikkatlerini özellikle Şiiler ve Aleviler gibi belirli hizipleri yatıştırmaya verdiler.

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Üç yıla yakın devam eden mücadeleler sonunda Emin'in katli üzerine 813 yılında biat alarak halife oldu. Emin'e karşı yapılan iktidar savaşında önemli rolü olan Fazl b. Sehl, henüz yirmi sekiz yaşında olan Me’mun üzerinde büyük bir nüfuz kurmuştu. Bütün icraatında Araplara karşı cephe aldığı açıkça görülen Fazl, Me’mun'u, Bağdat'a gitmek yerine Horasan'ın merkez şehri Merv'de kalmaya ve ülkenin batı eyaletlerinin idaresini kardeşi Hasan b. Sehl'e bırakmaya ikna etti. 

Fars Etkisine Karşı Arap İsyanları

Me’mun, halifeliği aldıktan sonra veziri Fazl b. Sehl'in kardeşi Hasan b. Sehl'i bütün batı eyaletlerinin valiliğine tayin etmişti. Onun döneminde devletin yüksek kademelerine İranlı kişilerin getirilmesi, Arapların ekseriyetle bulunduğu batı eyaletlerinde birtakım isyanlara sebep oldu. Bunların en önemlilerinde biri de Halep merkezli olarak Cezire Araplarını etrafında toplayan Nasr b. Şebes'in 813 yılında gerçekleşen isyanıdır. Ayaklanmanın tehlikeli bir şekilde yayılması üzerine halife 815 yılında Tahir b. Hüseyin'i olayları bastırmak üzere bölgeye gönderdi. Rakka'da karargah kuran Tahir ile isyan lideri Nasr arasında yapılan savaşta Tahir mağlup oldu. Asiler bu başarıdan cesaret alarak Urfa'yı kuşattılar, ancak teslim alamadılar.
 

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi (Çağrı:1989) adlı kitabın 3. cildinden

kısaltılarak alınmıştır.

Babek’in İsyanının Başlaması (816)

İslam tarihinin mühim hadiselerinden birisi olan Babek’in isyanı ile ehemmiyet kazanmış olan Hurremiye’nin zuhuru hakkında iki fikir ileri sürülmektedir: 

  1. Abbasi ihtilalinin başarıya ulaşmasında baş rolü oynayan Ebû Müslim’in katli üzerine Ebû Müslim’in taraftarları olan İranlılar halifeye karşı isyan ettiler. Böylece Abbasiler’e karşı bir fırka ortaya çıkmış oldu. Bu görüşe göre, Hurremiye’nin Mazdek ve Mani dinleriyle alakası olmayıp, siyasi hadiseler neticesinde zuhur etmiştir. Başka bir deyişle Arap hakimiyetinden kurtulmak için bir nevi teşkilatlanmadır. 

  2. Hurremiye, İran'ın eski dinlerinin bilhassa Mazdek dininin bir nevi devamından başka bir şey değildir. İran’ın müslümanlar tarafından fethinden sonra, Arap hakimiyetini benimsemeyen İranlılar çeşitli sebeplerle ortaya atılmakta ve Araplara karşı mücadele etmekte idiler. Bu isyanların sebepleri arasında hiç şüphesiz İranlıların eski dinlerine bağlılığı mühim bir yer işgal etmektedir.

 

Makdisi onların inanışları hakkında şu bilgiyi vermektedir: 

«Bunlar muhtelif fırkalara ayrılmakla beraber, hepsi tenasuha inanmakta müttefiktirler. Onlar kitapları ve akideleri ne olursa olsun bütün peygamberlerin bir tek ruhtan mülhem olduklarım, vahyin hiç bir zaman kesilemeyeceğini kabul ederler. Şarap ve diğer alkollü içkileri içmek onlara göre her şeyden daha hayırlıdır. Kadınların rızası olduğu takdirde fuhşu ve sevk-i tabiinin emrettiği her arzuyu hoş karşılayıp bunlara müsaade etmektedirler. Dini sistemlerinin esasını nur ve zulmet kavramları teşkil eder. Ebû Müslim’e ve onun kızı Fatıma’ya sonsuz derecede hürmetkardırlar. Bu aileden gelenlere bağlılıkları bütün devirlerde devam etmiştir.»

Babek’in isyanından evvelki hayatı kesin olarak bilinmemektedir. 816 yılında isyan etti. Kendisine karşı gönderilen halifenin birliklerini birbiri arkasından mağlup eden Babek, faaliyetlerinde daha cüretkar hareket etmeye ve Müslümanları imhaya başladı. 

Me’mûn hilafetinin son devresinde Anadolu’yu fethetmek gayesini ön plana aldığı için bilhassa 830 yılından itibaren devletin askeri kuvveti daha ziyade Anadolu’ya yöneltildi. Bu yüzden müzminleşmiş olmasına ve büyük tehlike arz etmesine rağmen Babek’e karşı harekatın tavsatıldığı anlaşılmaktadır. Abbasi imparatorluğunun bu en şaşaalı ve kuvvetli devrinde bir bölge ihtilalinin yirmi yıl sürebilmesi, bunu devletin çok tehlikeli addetmemiş olması ile izah edilebilir.
 

Benson Bobric'in Halifenin İhtişamı (Doğan Egmont: 2016) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Fetret Devri: İki Halife (817-819)

817 ilkbaharında Memun bir imam olarak saygı duyulan Ali el-Rıza’yı tahtın vârisi ilan etti; siyah olan resmi Abbasi bayrağının rengini (Şiilerin geleneksel rengi) yeşile dönüştürdü, Ali el-Rıza’yı kendi kızı ile evlendirdi; ikisinin adına sikkeler bastırdı. 

Bağdat’ta Sünni Arap milliyetçiler -bazı Abbasilerle birlikte- çılgına döndüler. Temmuz 817’de bir hizip olarak birleştiler; Memun’un tahttan indirildiğini ilan edip Harun’un üvey kardeşi İbrahim el-Mehdi’yi (şair, gurme aşçı ve halk ozanı) tahta geçirdiler.  

İbrahim doğru kişi değildi. Harun’a yakın olmakla birlikte muteber bir devlet adamı veya lider değil, iyi yaşamayı seven bir sanatçıydı. Siyahi Afrikalı ten rengi nedeniyle “Zenci halife” olarak tanınan İbrahim Bağdat’ta hanedan soyundan bir hükümdar arayanlar açısından en fazla göstermelik bir liderdi. Bu uzun sürmedi. Dikkate değer hiçbir yeni politika uygulamadı ve Memun’un onu savaşmadan tahttan indireceği açığa çıkar çıkmaz kaçıp saklandı.
 

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Memun, Ali yandaşlarıyla olan ezeli savaşa acaba bir son vermek istemiş midir? Yoksa bu grupla ilgili uzunca bir süredir olumlu kişisel düşünceleri mi su yüzüne mi çıkmıştır? Her ikisi de olabilir. 817 yılının ilkbaharında herkesi şaşkınlığa uğratan bir karar alır: Şiilerin Ali’nin on ikinci ardılları üzerine kurulu imamlık sistemine göre sekizinci imam olan Ali Rıza’yı kendinden sonra veliaht tayin eder. Abbasilerin siyah rengini bırakıp, Şiilerin yeşil rengini kullanmaya başlar. Ali, halife kızlarından Ümmü Habibe’yle, oğlu Muhammed de yine halife kızı Ümmü el-Fadıl’la evlenir. Memun’un amacı Peygamber ailesinde birliği sağlamak ve hilafet makamını sağlam temellere oturtmaktır ama beklediği gibi olmaz. 

Bağdat bir kez daha karmaşaya yenik düşer. Yaşayan Abbasi önde gelenleri Memun’un yetersizliğini ilan etme ve Harun Reşid’in yakınları arasından bir halife seçme karan alırlar. İlk olarak Mehdi oğullarından Mansur’un üzerinde durulur. Mansur yapılan teklifi reddeder. Ardından Mehdi’nin diğer oğlu İbrahim halife ilan edilir. 24 Temmuz 813 günü Bağdat Büyük Camisi’nde adına hutbe okunur. İmparatorluğun başında yine iki halife vardır.

Devlet adamlığından çok müzisyen ve şarkıcı olarak ünlü İbrahim’in halife seçilmiş olması oldukça yadırganacak bir durumdur. Büyük sanatçı, Harun’un sofra arkadaşı, zevk adamı ve olağanüstü savurgan yapısıyla devlet işlerine uygun olmadığı gibi, karşı karşıya olduğu zor günlere hiç de uygun biri değildir. İbrahim çözümü de bir işe yaramamıştır. Bunu herkes görüp bilmektedir ama bir tek Me’mun durumun farkında değildir.
 

Prof. Dr. Corci Zeydan'ın İslam Uygarlıkları Tarihi - 2.Cildinden (İleişim: 2015) kısaltılarak alınmıştır.

Me'mûn’un bu kararını Bağdat'takiler işitir işitmez, tüm Haşimilerle onların yandaşları birlikte ayaklanmışlar, Ali Rıza'nın veliahtlığını tanımadıklarını ilan etmişler ve “Hilafet Abbasilerden alınamaz,” diyerek, yapılan biatın Fâzıl bin Sehl’in tertip ettiği bir fitne olduğunu ilan etmişler, nihayet Me’mun’un da hal'ine karar verip, yerine amcası İbrahim bin Mehdi'yi oturtarak kendisine “mübarek” lakabını vermişlerdi. 

Bağdat'ta patlak veren olaylardan bütünüyle haberdar olan Ali Rıza ise kendisi yüzünden olayların bu feci noktaya ulaşmasını vicdanına sığdıramamış, bizzat Me’mun'un huzuruna çıkarak Bağdat'ta cereyan eden olayları, İbrahim Mehdı'nin halife ilan edilmiş olduğunu anlatmıştı. Me'mûn bu sözlere inanmamış, “İbrahim'i benim yerime geçici olarak vekil koymuşlar. Fâzıl bana böyle söyledi,” demişti. Ancak Ali Rıza, “Fâzıl size yalan söylemiş!” deyince Me'mûn Fâzıl'ın bu konudaki oyununu anlamış, onun öldürülmesini vacip görmüş, görevlendirdiği adamlarla Serahs’ta hamamda bulunan Fâzıl’ı ansızın öldürttükten sonra katillerini de güya onun intikamını alıyormuş gibi idam etmişti.  Daha sonra Ali Rıza’ya yapılan biatı tekrar düşünmeye başlamış, sözünden dönmeyi içine sindiremediği gibi böyle bir karar halinde Horasanlıların isyan etmeleri ve kendisini öldürmelerinden de korktuğu için gadr ve itlaf politikasına sapmaya lüzum görmüş, görevlendirdiği bir adam aracılığı ile zehirli üzüm yedirerek Ali Rıza’yı da öldürmüştü.
 

Andre Clot'un Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi (Tarih Vakfı Yurt:2007) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Me’mun Bağdat’a dönmek zorundadır, barışı bir tek o sağlayabilecektir. Generalleri de Ali Rıza’nın söylediklerini onaylayınca 818 yılının başlarında Merv’den ayrılır. Birkaç hafta sonra, Fadıl bin Sehl öldürülür; herhalde Me’mun’un emriyle öldürülmüş olmalıdır. Daha sonra halife, sık sık mola vererek Altı ay sonra Tus’a ulaşır, Harun Reşid’in mezarı başında dua okur. Ali Rıza, işte burada ölür; kimileri üzümü fazla yedi de ondan öldü derken, kimileri de üzümü Me’mun’un zehirlediğini ileri sürerler. Fakat Fadıl bin Sehl ve Ali Rıza’nın ölümleri, ne olursa olsun, halifenin işine yarar: Halk tarafından sevilmeyen vezir ortadan kalkmış, Ali taraflısı politika bir yana bırakılmıştır.

O ana kadar sessizce Rakka’da bekleyen Tahir, Bağdat üzerine yürüme emri alır. 10 Ağustos 819 tarihinde, neredeyse halifeyle aynı anda, Bağdat’a girer. Harun Reşid öleli hemen hemen on yıl olmuştur.
 

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İktidarı Ele Alması (819-833)

Me’mun'un Bağdat'a ulaşmasından önce kendisine bağlı komutanlar, İbrahim b. Mehdi'yi hilafetten çekilmeye mecbur bırakmışlardı. Dolayısıyla kolayca Bağdat'a gelen halife kendisine kırgın olan ailesinin ve halkın gönlünü kazanmak maksadıyla Abbasilerin nefret ettiği yeşil rengi terk ederek siyah renge itibarını iade etti. Daha önce İbrahim'e biat etmiş olanları da bağışladı. 
 

Benson Bobric'in Halifenin İhtişamı (Doğan Egmont: 2016) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Bu arada Menüm üvey annesi Zübeyde ve geçici halife olan amcası İbrahim ile barış yapmaya hazırdı. İbrahim Me’mun’un insafına sığındı; Zübeyde nazik bir konuşma yaparak halife olan bir oğlunu kaybetmekle birlikte yine halife olan diğer oğlu Me’mun’u kazandığını söyledi. “Bu nedenle kaybını kazancımdır” dedi. Me’mun bu jesti kabul etti ve serveti ile itibarını kendisine iade etti. Bundan sonra Zübeyde’nin ölünceye kadar görkemli bir emeklilik hayatı yaşadığı anlaşılıyor. 

Me’mun’un saltanatı başarılı oldu. Yeni bir refah, ihtişam ve şöhret dönemini müjdelercesine eski vezirinin yeğeni ile muhteşem bir törenle evlendi. Düğün eğlenceleri boyunca her biri dokuz yüz kilo ağırlığında muazzam amber mumlar geceyi gündüze çevirdi. Konuklara kavun büyüklüğünde misk toplan dağıtıldı, her birinde bir emlakin, kadın veya erkek kölenin veya gıpta edilen başka bir ödülün yazılı olduğu küçük kâğıtlar vardı. Bir altın tepsiden altın bir tahtta oturan soylu çiftin başından aşağı bin inci döküldü. Zübeyde, bu evliliği kabul ettiğini ve onlara duyduğu sevgiyi gösteren yeni bir jestle gelme elmas ve yakut düğmeleri olan ve Emevi halifelerinden birinin eşine ait olan bir hanedan ceketi hediye etti.
 

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Mısır'da Kabile Savaşları

Emin ile Me’mun arasındaki hilafet mücadelesi, ülkenin diğer bölgelerinde olduğu gibi Mısır'da da birtakım karışıklıkların çıkmasına zemin hazırladı. Burada eskiden beri devam eden Mudar ve Yemen kabileleri arasındaki rekabet, yeni durumda Emin'i destekleyen Mudarlılar ile Me’mun'u halife olarak kabul eden Yemenliler arasında fiili bir çatışmaya dönüşlü. Hilafet mücadelesinin sona ermesiyle bölgede kısmi sükunet sağlanır gibi olduysa da, Endülüs Emevi melikinin 814 yılında İspanya'dan çıkardığı Kurtuba ahalisinden on beş bin ailenin Mısır'a gelişi, bölgede yeni bir çatışmalara sebep oldu. Endülüs'ten gelenler, önce İskenderiye civarında oturan Yemenli Arap kabilelerinden himaye istemiş, fakat bir müddet sonra iç savaşın karışıklıklarından istifadeyle müstakil hareket etmeye başlamışlardı. Bir süre sonra sığınmacılar, İskenderiye'yi de ellerine geçirmeye muvaffak oldular. Arap kabileleri arasında gerçekleşen bu mücadelelere yerli Kıpti halk da iştirak edince, Mısır valisinin 820 yılında vefatından sonra yerini alan oğlu Ubeydullah vaziyetten istifadeyle hükümet merkezi ile alakasını keserek Bağdat'a vergi göndermemeye başladı.

Mısır'da meydana gelen bu hadiseler üzerine halife Me’mun, bölgedeki kontrolü yeniden temin etmek maksadıyla sorumluğu Abdullah b. Tahir'e verdi. 825 yılında Mısır'a hareket eden Abdullah, aynı yıl içinde hem Endülüslülerin elinden İskenderiye'yi geri almış, hem de asileri mağlup ederek liderleri Ubeydullah’ı kendisinden eman istemeye mecbur bırakmıştır. (826) 

Halifenin Abdullah b. Tahir'i bölge valiliğinden alıp Babek'e karşı savaşmak gayesi ile Azerbaycan valiliğine tayin etmesi üzerine, 828 yılında Mısır'da Yemen-Mudar çatışması yeniden baş gösterdi. Me’mun bu defa Tahir'in yerine Mısır valiliğine, kendisinden sonra halife olacak kardeşi Mu'tasım'ı tayin etti. Mu'tasım, bölgede sükuneti sağladı. Bundan iki yıl sonra, aşağı Mısır ahalisi yönetime karşı yeniden ayaklanma başlattı. Me’mun bu gelişme üzerine Mısır'a gönderdiği Türk komutanlarından Afşin'in gayretleriyle Kıptiler'in mukavemetini kırmayı başardı. Böylece Me’mun döneminin sonuna doğru Mısır'da sükunet yeniden tesis edilmiş oldu. (832). 

Türk Nüfuzunun Temelleri

Me’mun'un hilafeti döneminde, Türklerin askeri açıdan devletin önemli bir gücü haline gelmeye başladıklarına şahit olunur. Bunda Abbasilerin ilk asrındaki siyasi ortam ve halifelerin toplumu oluşturan unsurlar arasındaki denge politikası yürütmelerinin etkisi büyüktür. Ebu Müslim olayı, Bermekiler'in tasfiye edilmeleri, Emin ile Me’mun arasındaki çatışmalar, Abbasilerin hem Arap hem de Fars unsuruna karşı güvenlerini sarsmıştı. Bilhassa Emin ile Me’mun arasındaki iktidar mücadelesinde iki Fazl'ın (Fazl b. Sehl ile Fazl b. Rebi) şahsında tecessüm eden Arap-Fars kavgasının devlete ciddi boyutta zararlar verdiğini açıkça görmüş olan Me’mun, iki unsurdan her birinin idarede etkin olması durumunda halife olarak rahat yönetim sergileyemeyeceğini açıkça anlamıştır. Eğer şartlar bu şekilde devam ederse, devlet içinde Arap-Fars çekişmesi daha da etkisini artıracak, Emin-Me’mun mücadelesinde Me’mun'un yanında yer alan ve güçlerini daha da artıran İranlılar, idarenin kontrolünü tamamen ellerine geçirerek yönetimi kendi istekleri doğrultusunda yönlendireceklerdi. Bu sebeple Me’mun, Arap ve Fars unsurları arasında denge sağlayabilecek, kendisinin de iktidarına destek alabileceği üçüncü bir etnik grup olarak Türkleri devlet idaresine dahil etmiştir.  

Me’mun'un Türkler'i devlet yönetiminde istihdam etme siyasetinin başka sebepleri de zikredilebilir: Bu dönemde Abbasi hanedanı iyice politize olmuş, lüks ve zenginliğin nimetlerine dalmıştı. Bu sebeple fütuhat gerçekleştirmek bir yana, fethedilmiş bulunan toprakları korumak için isteksiz davranan İranlı ve Arap askerlerin yerine halifelere kayıtsız bağlılık gösteren, Müslümanlar arasında yakın geçmişte gerçekleşen hadiselerle hemen hiç ilişkisi bulunmayan yetenekli bir orduya ihtiyaç duyuyordu. Me’mun'un bilhassa Horasan'da bulunduğu esnada yakından tanıma imkânı bulduğu Türkler, bu beklentiyi en iyi şekilde karşılayabilecek unsur görünüyordu. Askerlik kabiliyetleri en üst düzeydeydi. Onlar siyasi entrika ve saray kavgalarının değil, savaş meydanlarının maharetli askerleriydiler.  Me’mun, bütün bu özellikleri sebebiyle Türklere bilhassa halifeliğinin son yıllarında askeri birlikler arasında yer vermeye başladı. Kısa süre içinde sayısı sekiz-on bini bulan Türkler arasında gelecekteki siyasi hadiselerde rol oynayacak komutanlar da yetişti.

Mutezile ve Halku’l Kur’an Tartışmalarının Başlaması

Me’mun döneminde yönetimin önemli meselelerden biri de "Halku'l-Kur'an" (Kur'an'ın yaratılmış olup olmadığı) meselesidir. Başta Ahmed b. Ebu Duad olmak üzere Mutezile mezhebi mensupları, Me’mun'un da desteğiyle bu konuyu muhaddislerle sert bir şekilde tartışmışlardır.

İki taraf arasındaki fikri mücadele bu şekilde sürüp giderken, halife Me’mun ilim adamları arasında gerçekleşen bu tartışmaya taraf olmuş, kendisi mutezili düşünceyi benimsedikten sonra otoritesini kullanmak suretiyle insanları Kur'an-ı Kerim'in mahluk olduğunu ikrara zorlamıştır. Birçok alimin onun karşısında yer alması üzerine de kendi görüşünü kabul ettirmek için zor kullanma yoluna gitmiştir. Çünkü halife bu meseleyi İslam inancının temel meselesi addediyor, Kur'an'ın mahluk olduğunu kabul etmemenin, dinden çıkmak anlamına geleceğini düşünüyordu. Kendisini de müminlerin emiri olmak sıfatıyla halkı bu tür batıl bir inançtan sakındırmakla görevli sayıyordu. 

Ahmed b. Hanbel (Ö. 855) ve diğer bazı Ehl-i Sünnet alimleri önceleri bu tartışmadan uzak durdular. İmam Malik (Ö. 795), Müslümanların akidesini bozmak ve fitneye sebebiyet vermek için ortaya atılan bu meselenin arkasına takılıp cedelleşmenin manasız olduğunu söylerken, İmam Ahmed b. Hanbel bu konuda konuşmayı bid'at sayıyordu. Ancak sonuçta Ahmed b. Hanbel, Cehm b. Safvan'ın (Ö. 746) yaygınlaştırmaya çalıştığı fikri şiddetle reddetmiş ve Allah kelamının mahluk olamayacağını söylemiştir. Kur'an’ın mahluk olduğunu iddia edenleri zındık olarak nitelendiren Ahmed b. Hanbel, yönetimin bütün şimşeklerini üzerine çekmiştir.  Gerçekten de Mutezile'nin saraya kadar götürüp benimsettiği Kur'an'ın yaratılmış olduğu düşüncesi, başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere birçok Ehl-i Sünnet aliminin baskı görmesine, ardından da işkenceye tabi tutulmasına sebep oldu. Bazı kaynaklar, bu alimlerin ölünceye kadar dövülmesinin Me’mun'un ölümünden sonra olduğunu söylerlerse de Me’mun'un, kardeşi Muttasım'a Kur'an'ın mahluk olduğu fikrine karşı çıkanları cezalandırmasını tavsiye ettiği, onun da bu emri yerine getirdiği bilinmektedir.  Bu durum, Mütevekkil dönemine kadar devam etmiştir.
 

 

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma'nın Abbasiler Dönemi. (Beyan: 2008) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Halife Me’mun, Mutezile mezhebini adeta Devletin resmi mezhebi olarak kabul ederek, Müslümanların, özellikle alimlerin, bu mezhep ilkelerini benimsemelerini zorunlu kıldı. Bu yetmiyormuş gibi, insanları Mutezile mezhebinden imtihan etmeye başladı.  Bu görüşlerini gerçekleştirmek için, bütün valilerine genelgeler göndererek, ulemayı toplayıp Mutezile mezhebi ve itikadına göre imtihan etmelerini emretti. 

Bunu müteakip, Mutezile mezhebini yerleştirmek için baskıyı artırdı ve Kur’an’ın mahluk olup-olmadığı hakkında birçok yersiz münakaşaya, ve münazaralara sebebiyet verdi. Me’mun, bu hareketi o kadar ileri götürdü ki, “Kur’an mahluk değildir” diyenleri müşrik sayıyor ve valilerine böyle düşünenlerin kafalarının kesilerek kendisine gönderilmesini emrediyordu.
 

Benson Bobric'in Halifenin İhtişamı (Doğan Egmont: 2016) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Avrupa ile İlişkiler

Memun ve Emin halifeliğin kontrolü için savaşırlarken ikisi de Bizanslılar veya Franklarla ilgilenmedi. Aslında kaygılanacakları çok fazla şey yoktu, çünkü Bizanslıların morali kendi başlarındaki belalar yüzünden bozuktu ve Charlemagne sahneden çıkmak üzereydi. 809’da altmış dört yaşındayken topraklarını üç oğlu -Pepin, Louis ve Charles- arasında bölüştürmüştü. Fakat Pepin ve Charles kısa süre içinde öldüler ve geride yalnızca Louis (bundan sonra Dindar Louis olarak adlandırıldı) kaldı.

Kendi sorumluluğuna verilenlerin yönetimi konusunda Emin ne kadar savurgan ve umursamazsa Louis de o kadar sofu (ya da âciz) olduğunu gösterdi. Buna rağmen resmi bir törenle Charlemagne’in duası eşliğinde krallıktan imparatorluğa terfi etti. 

Charles kırk yedi yıl saltanat sürdükten sonra yetmiş iki yaşındayken geçirdiği zatürre sonucu sarayında öldü. Kendi döneminden sonra silah zoruyla oluşturduğu birlik dağılmış ve Avrupa kıtası bir kere daha anlaşmazlıklar nedeniyle paramparça olmuştur.
 

Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2017) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Bizans İle Mücadele (830-833)

Me’mun'un halifeliğinin son devresini Bizans ile yaptığı harpler işgal eder. Bundan önceki dönemde her iki devlet de iç problemler ile uğraştıklarından, yaklaşık yirmi beş yıl birbirleriyle ciddi bir hesaplaşmaya gidememişlerdi.

Halife Me’mun, Anadolu'ya gaza maksadıyla 830 yılında Bağdat'tan hareket ederek Musul-Urfa-Antakya ve Tarsus üzerinden Bizans topraklarına girdi. Halife bu yılın Eylül ayının başlarında Tarsus'a, oradan da kışı geçirmek için Dimaşk'a döndü. Aynı yıl içinde halifenin oğlu Abbas da Malatya taraflarında fetihler gerçekleştirmiştir. 

Ertesi yıl ilk hücum Bizanslılardan geldi. İmparator Tarsus civarına ulaştı. Burada karşısına çıkan İslam kuvvetlerini mağlup edip yedi bin esirle geri döndü. Me’mun, gelişmeyi haber alınca derhal harekete geçerek Anadolu'ya girdi. Sefer yaklaşık üç ay kadar devam etti. Bu süre içinde halife, Ereğli üzerine yürüdü. Daha önce Harun Reşid tarafından (805) yılında zapt edilmiş bulunan ancak kısa bir müddet sonra yeniden Bizanslıların eline düşen bu mühim kale Me’mun'a teslim oldu. Halife daha sonra oğlu Abbas ile kardeşi Mu'tasım'ı ayrı ayrı kuvvetlerin başında Anadolu'nun muhtelif bölgelerine gönderdi. Halifenin oğlu Abbas bu dönemde Niğde, Haşin ve Ahrab kalelerini aldıktan sonra, karşısına çıkan Bizans ordusunu kesin bir yenilgiye uğrattı. 

Me’mun, 832 yılında Mısır isyanını bastırmak üzere, Şam'dan Mısır'a hareket etti. Burada isyancıları etkisiz hale getirdikten sonra Şam'a dönerek derhal yeni sefer hazırlıklarına başladı.  

İdaresinin son yılında (833) oğlu Abbas'a Tuvana'nın imarına memur ederek oraya Müslüman ahaliyi yerleştirmesi talimatını verdi. Halifenin bu seferleri, gerçek bir fetih faaliyeti olarak düşündüğü anlaşılmaktadır. Me’mun'un kardeşi Ebu İshak'a, oğlu Abbas'a ve Bağdat'ta yerine bırakmış olduğu İshak b. İbrahim'e bulundukları bölgelerden asker toplamaları hakkında emirler vermesi, onun daha büyük çapta harekata girişmek fikrinde olduğunu gösterir. Ancak bu hedefi gerçekleştirmeye halifenin ömrü vefa etmedi. Onun ani ölümü, Anadolu şehirlerine Arapları iskan gayesinin tahakkukuna mani oldu. Halife, imparatorun elçisine son kez red cevabı verdiği Pozantı suyu kenarındaki ordugahında ateşli bir hastalıktan sonra vefat etti. (833) 47 yaşındaydı. 

Kişiliği

Me’mun, Abbasi halifelerinin en parlak simalarından birisi kabul edilir. Tarihçilerden birçoğuna göre, onun şahsi liyakati olmasaydı, zamanındaki olaylar Abbasi Devleti'ni sarsar, belki de devlet dağılıp çökme tehlikesiyle karşı karşıya gelirdi. 

Me’mun'un siyasi hayatı, babası Harun Reşid'in siyasi hayatıyla büyük benzerlikler arz eder. Harun Reşid, halifeliğinin büyük bir kısmım Bermekiler'in kontrolü altında geçirmiş, onun idaresi sembolik boyutta kalmıştır. Halife ancak vezir ailesini yönetimden uzaklaştırdıktan sonra otoritesini kazama, bağımsız siyaset uygulayabilmiştir. Benzer şekilde Me’mun da başlangıç aşamasında veziri Fazl b. Sehl'in kontrolünde kalmış, sürekli olarak onun telkin ve tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmiştir. Onun gerçek anlamda otoritesine kavuşması, Fazl'ın ortadan kaldırıldığı 818 yılından itibaren mümkün olmuştur. 

Me’mun'un icraatında babasına benzer yönler olduğu gibi, ondan ayrıldığı tarafları da vardır. O, insanlarla yakın ilişki kurması, kendisini sevdirmesi, cömertliği ve hayırseverliği ile babasını andırıyordu.  Fakat o, uzak görüşlülüğü, işleri suhuletle ve gizlilikle yürütmesi noktasında babası ile taban tabana zıt bir görünüm arz ediyordu. Me’mun, meselenin çözümünü zamana yayar, acele etmez, önünü ve arkasını iyice düşünürdü. Ayrıca karşı karşıya kaldığı meseleleri şiddet ve aleniyetle değil, suhulet ve gizlilikle çözmeyi tercih ederdi.  

Kültürel Atılım

Selefleri Mehdi ve Harun Reşid devrinde daha ziyade dil ve edebiyatla sınırlı kalmış bulunan kültür faaliyeti, Me’mun un şahsiyetini belirtir bir şekilde müspet ilimler ve felsefe sahasında da kendini göstermiş, bu sayede kültür tarihi bakımından etkileyici ve sürekli neticeler doğuran yeni düşüncelerin İslam alemine girmesi temin edilmiştir. Halifenin özel himayesiyle Bağdat'ta tesis edilen Beytü'l-Hikme, kütüphanesi ve rasathanesi büyük bir bilim merkezi halinde faaliyet göstermiş. 
 

 

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma'nın Abbasiler Dönemi. (Beyan: 2008) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Küçük yaşta ilmi tedrisata verilen Me’mun, devrinin birçok meşhur aliminden ders okumuştur. Fıkıhta, Arap edebiyatında, tarihte kendisini yetiştiren Me’mun, büyük yaşlara gelince, Müslümanlar arasında yaygınlaşmaya başlayan felsefe okuyarak o dalda meşhur oldu. Onun felsefe ile bu kadar yakından ilgilenmesi de kendisini Mu’tezile’ye yaklaştırdı.

Abbasoğulları içerisinde ilme en çok değer veren ve bu konuda kendisini de yetiştiren Halife, Me’mun’dur. Onun saygı gösterdiği bu ilim, kendisini gerçekten Halifelere, devlet başkanlarına yakışan makamlara getirmiş, haklı olduğu ünü sağlamıştı. O, ilimde olduğu kadar, siyasette ve askeri sahadaki bilgisiyle de meşhurdu. 
 

İslam Tarih ve Medeniyeti. (Anadolu Ünv.: 2013) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Me’mûn Abbâsî halifeleri arasında ilme verdiği değerle ayrı bir yer tutar. Dönemindeki siyasi çalkantılara rağmen Me’mun İlmî ve kültürel faaliyetlere olabildiğince destek vermiştir. Halife Mansur döneminde başlayan Yunanca gibi kadim medeniyetlere ait eserlerin Arapçaya tercüme faaliyeti hızlanmıştır. Kendinden önceki yıllarda daha ziyade din bilimleri, dil ve edebiyatla ilgili çalışmalar ağırlıklı olarak yer tutarken, onun devrinde felsefe ve tabii bilimler alanında çalışmalar başlamış, adeta İslâm rönesansının başlangıcı olmuştur. Kindî gibi İslâm filozofları Harezmî gibi bilginler ilk çalışmalarını Me’mun devrinde yapmışlardır. Bağdat onun döneminde dünyaca ünlü bir ilim ve kültür merkezi haline gelmiş Beytü’lhikme, kütüphaneler ve rasathanesiyle bilime önemli katkıda bulunmuştur. 

Onun son yıllarında Abbasî ve Bizans kuvvetleri arasında savaşlara rağmen karşılıklı elçilik heyetleri ve hediyeler gönderildiği ve İlmî alanda iş birliği yapıldığı bilinmektedir.  

Me’mûn’un imparatora mektup yazıp eski Yunanca yazmalardan bir kısmını Bağdat’a göndermesini istediğini, önceleri buna yanaşmayan imparatorun daha sonra bu isteği kabul ettiği kaydedilir. Bunun üzerine halife Haccâc b. Yûsuf b. Matar, Yuhannâ b. Bıtrîk ve Yuhannâ b. Mâseveyh gibi ilim adamlarını Bizans’a gönderip oradan getirilen felsefe, matematik, tıp ve mûsikiye dair eserlerin Arapça’ya çevrilmesini istemiştir. Me’mûn dünyaca ünlü matematikçi Leon’u ülkesine getirtmek için çalışmış, ancak imparator buna izin vermemiştir. Tarihçilerin âlim, filozof, zeki, ilme değer veren bir hükümdar olarak nitelendirdikleri Me’mûn’un saltanat devri yıpratıcı olaylara rağmen İslâm tarihinin en parlak dönemlerinden biri olmuştur.
 

bottom of page