Müslümanların Tarihi
Arap Irkçılığı ve Mevali
Prof. Dr. Adem Apak'ın Erken Dönem İslam Tarihinde Asabiyet (Ensar:2016)
kitabından kısaltılarak alınmıştır. Başlıklar bize ait...
Emeviler Döneminde Arap Irkçılığı
Arap toplumu, tarih boyunca çöl yaşamının ortaya çıkardığı sosyal bir model olan kabile sistemi içinde hayatını sürdürmüştür.
Emeviler döneminde asabiyet, şüphesiz İslam tarihinin hiçbir devrinde olmadığı kadar hadiseler üzerinde bariz etkinlik göstermiştir. Emevi devlet siyasetinin belirlenmesi ve yürütülmesinde, gerekse bunun sonucunda devletinin yıkılmasında Arap kabileleri arasındaki rekabetin, yani asabiyetin büyük payının olduğunu tespit etmek mümkündür.
Emeviler devleti sürecinde asabiyeti beş farklı boyutta ele almak mümkündür. Bunlar dar kapsamdan genişe doğru şöyle sıralanabilir:
-
Emevi Hanedanı iç mücadelesi,
-
Emevi-Haşimi mücadelesi,
-
Kureyş-Kureyşli olmayan Araplar mücadelesi,
-
Adnani-Kahtani mücadelesi,
-
Arap-Mevali mücadelesi.
Cahiliye döneminde kabileler küçük müstakil birlikler halinde yaşadıkları için kabile asabiyeti bazı durumlar hariç genelde kabile sınırını aşmıyordu. Ancak İslami dönemde yeni kurulan şehirler sebebiyle küçük kabileler menfaatlerini koruyabilmek için birbirlerine katılma zorunluluğu duymuşlar, beldeye intikal eden yeni göçmenler de belirli bir mahalle yerleşip bir idarecinin emri altında toplanarak güç ve asabiyetlerini birleştirmişlerdir. Siyasi olaylarda bağlandıkları kabile federasyonlarıyla ortak hareket etmeye başlamışlardır.
Bu dönemde kabile savaşları ve intikam mücadeleleri hem katılım hem de şiddet boyutunda en ileri dereceye ulaşmıştır. Öyle ki, artık savaşlar cahiliye devrinde olduğu gibi deve ve koyun sürüsü gasp etmek veya su-mera kavgaları sebebiyle değil, iktidara ulaşmak, geniş ve verimli topraklar kazanmak ve bol ganimet elde etmek hedefiyle gerçekleştirilmiştir. Bu savaşlarda cahiliye çağındaki kabile savaşlarıyla mukayese edilemez derecede insan zayiatı verilmiştir.
Prof. Dr. Adnan Demircan'ın İslam Tarihinin İlk Döneminde Arap-Mevali İlişkisi (Beyan: 2015)
kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Hz. Peygamber Döneminde Mevali
Hz. Peygamber döneminde gayrı Arap unsurlar anlamında mevalinin sayısı oldukça azdı. Ancak Hz. Peygamber, onları toplumun diğer bireylerinden ayırmadığı gibi kendilerini toplumun bir parçası olarak hissetmelerini sağlayacak şekilde onlara değer de veriyordu. Bu kişiler Resulullah’ın (s) Ashabı arasında İslamiyet’e hizmetleri ölçüsünde itibar kazanmışlar; kendilerine ırklarının farklılığından veya Cahiliye döneminden getirdikleri statülerinden dolayı herhangi bir ayrım yapılmamış; idari alanda onlardan istifade edilmiştir. Bunlara örnek olarak Bilal el-Habeşi ve Selman el-Farisi’yi zikredebiliriz.
Mevaliden olan kişiler, Allah Elçinin (s) döneminde birçok faaliyette yer almışlardır. İbn Habib, mevaliden Bedir savaşına katılan 21 kişinin adını zikretmektedir.
Raşid Halifeler Döneminde Mevali Sosyal Hayatta Mevali
Raşid Halifeler döneminde toplumda mevaliyi dışlayan yaygın bir uygulama yoktur. Halife Ömer, mevali ile Arap Müslümanlar arasında bir ayrım yapmaz.
Hz. Ömer’in mevali ile Arap Müslümanlar arasında bir ayrım gütmediğine dair ilginç bir örnek de bir keresinde Suheyb ve Bilal gibi mevaliden olan kimselere yanına girmeleri için izin vemesi ve Ebu Süfyan’ı bekletmesidir. Nitekim Ebu Süfyan kızarak Halife’nin onlara izin verdiğini, kendilerini ise kapıda beklettiğini söylemiş ancak arkadaşları tarafından susturulmuştur.
Hz. Ömer yaralandığı zaman, halife seçilinceye kadar Müslümanlara namaz kıldırmak üzere Suheyb er-Rumi’yi görevlendirmiştir. Vefat etmeden önce kendisinden birisini halife olarak önermesini istediklerinde “Ebu Huzeyfe’nin mevlası Salim hayatta olsaydı onu yerime halife olarak önerirdiö” diyerek mevali ile Arap Müslümanlar arasında fark gözetmediğini ortaya koymuştur.
Raşid Halifeler döneminde bir idari göreve gelebilmenin yegâne şartı liyakatti.
Raşid Halifeler döneminde, devlet gelirlerinin dağıtılmasında Resulullah (s) döneminde olduğu gibi, Arap olmayan Müslümanlara karşı bir ayrım yapılmamıştır. Bununla birlikte gelirlerin dağıtımında uygulama farklılığı vardı. Hz. Ebu Bekir, devletin gelirlerinden büyük küçük, hür köle, kadın erkek bir fark gözetmeksizin bütün Müslümanlara eşit pay dağıtmıştır.
Emeviler Döneminde Mevalinin Horlanması
Bedevi kökenli kabileler arasında, kabile mücadelesi ve kabile üstünlüğü anlayışı büyük oranda devam ederken Hz. Osman döneminde görülmeye başlanan ve Emeviler döneminde yaygınlaşan Arapların diğer milletlerden üstün olduğu görüşünü benimseyen bir zümre ortaya çıktı. Onlara göre Araplar fatih bir milletti ve hangi dine mensup olurlarsa olsunlar diğer milletlere mensup insanlardan, üstün idiler. Araplar mevaliye karşı iftihar etmeye başladılar. Böylece kabile üstünlüğünden ırk üstünlüğüne geçiş yapılmış oldu.
Prof. Dr. Corci Zeydan'ın İslam Uygarlıkları Tarihi -1.Cildinden (İleişim: 2004) kısaltılarak alınmıştır.
Emevilerin şovenizmi Arap olmayanları, özellikle de mevaliyi hor ve zelil görmelerine neden olmuştu. Ülkede bulunan diğer unsurlar da doğal olarak bu duruma üzülüyor ve yönetime soğukluk duyuyorlardı. Bu durum Emevilerin iktidarı kaybetmelerinin en önemli nedenlerinden biri olmuştur.
Emevîler Devleti, Abbasilerden yalnızca bir Arap Devleti, başka unsurlara küçümseyici bir bakışla bakan ırkçı bir devlet olmasıyla ayrılır. Müslüman olanlar bile Araplarca köle muamelesini görüyorlardı. Araplar o devirde İslam'a girmiş o kişilere “Mevalî" (azatlılar) adını verirler ve kendilerini bunlar üzerine velinimet kabul ederlerdi. Çünkü onları küfürden kurtarmışlardı. Onlarla bir safta, bir sırada yürümezlerdi.
Basit çöl yaşamı ve deve çobanlığından birkaç sene içinde birdenbire en yüksek noktaya ve makamlara yükselen Arapların tabir yerindeyse başları dönmüştü. Diğer ulusları aşağı görmeye başlamışlardı. Hem fikren hem de konum itibariyle kendilerini tüm milletlerden üstün ve farklı görmenin ötesinde, beden ve ahlak açısından da ayrıcalıklı sayıyorlardı. Bu nedenle, felç hastalığının da saf Arap kanını taşıyan kimselere isabet etmeyeceğine, aksi görülür ise hastalığa uğrayan kişinin kanının mutlaka anne tarafından Rum, Slav ve benzeri kanlara karışmış olduğuna inanıyorlardı. Emeviler devrinde Araplar arasında geçerli olan bu ırkçılık Arap soyunun mutlaka korunmasını diğer soylarla karışmasının engellenmesini gerektirmişti. Müslüman olmuş bir yabancı, vali bile olsa, soyu düşük bir Arap kızıyla bile evlenmesine izin verilmezdi.
İslâm dini, azatlıların konumunu diğerlerinden farklı görmediği halde Emeviler Arap soyundan olmadıktan için mevaliye hakaretle bakma bir gelenek haline getirmişlerdi. Bunun etkisiyle halk mevaliye kız vermekten, onunla evlilik bağı kurmaktan kaçınıyordu. Arap kabileleri arasında mevali ile hısımlık bağı kuranlar horlanıyor, dışlanıyor ve hakarete uğruyorlardı. Bu anlayış halkın zihninde sabit bir fikir haline gelmişti. O yüzden mevali de bir Arap kızıyla evlenmeye cesaret edemez olmuştu.
Arap Irkçılığına Karşı Mevali Tepkisi
Genel olarak mevali Emeviler devrinde karşılaştıkları zulüm ve hakaretten dolayı intikam almak amacıyla devlet aleyhinde faaliyet gösteren hemen herkese kolaylıkla katılabiliyorlardı. Emeviler onların bu halini gördükçe kendilerinden iyice nefret etmişlerdi.
Emeviler bu hususta haddi aşmış, Arap olmayan milletlerin kalplerini kırmışlar ve kendilerinden uzaklaştırmışlardır. Bir süre yeni dinin getirdiği atmosfer içerisinde idare edilen bu halk, daha sonra toplum içerisindeki düşük konumlarından dolayı kendilerine yapılan fena muamele ve kötü yönetimden şikâyete başlamışlar, Hz. Ali taraftarları olarak, Emeviler aleyhine ayaklananlarla, Hariciler gibi diğer muhalif gruplara destek olmaktan geri kalmamışlardır.
Mevalinin sayısı fetihler sonucunda hızla artmıştı. Her sınıftan halk esir sahibi oluyordu. Esirlerden meziyet gösterenler veya bir sebepten dolayı azat olursa “mevali- azatlı” hükmüne girerdi. Mevali yaptıkları hizmetle Arapları memnun ettiklerinden, kendilerine riyaset ve siyaset dışında hemen her türlü işte, sanayide, ziraatta ve bilimsel çalışmalarda onları görevlendirmişlerdi. Şair, şarkıcı, kâtip ve devlet sekreteryasının özellikle mevaliden olmasının nedeni de bu uygulamalardı.
Hz. Ali döneminde savaşlara katılan mevalinin Araplara oranı beşte birdi. Daha sonra Emeviler zamanında azatlıların sayısı çoğalmış, Arapların miktarını geçmişti. Bununla beraber Emeviler mevaliyi tahkir ve hakaretten geri kalmazlardı. Mevali ise bu alçaltıcı muamelelere karşı sabır ve tahammül gösteriyor veya bu hakaretlere hedef olmamak için Emevilerin sözünün geçmediği uzak bölgelere göç ediyorlardı.
Mevali İslâm topraklarının genişlemesine paralel olarak, her geçen gün hızla çoğalıyordu. Emevilerin Arap ırkçılığının bir gereği olarak mevaliye karşı olan taassupları hatta maaş ve ganimet hisselerinden pay ayırmaksızın kendilerini piyade olarak savaşlarda en ağır şartlar altında kullanmaları, idareye karşı mevaliyi nefret ettirmiş, Emeviler aleyhine Şiî ve Haricilerle işbirliğine gitmişler, hilafet iddiasıyla isyan eden muhaliflerin en büyük destekçileri olmuşlardı. Bu yüzden Emevilere karşı ayaklanan herkes mevaliyi kendileri için hazır bir destek kuvveti olarak kabul ediyordu.
Irak’ta Hz. Hüseyin’in katillerinden intikam almak amacıyla isyan ettikten sonra Muhammed bin el-Hanefiye adına hilafet mücadelesine başlayan Muhtar, mevali ve kölelerle beraber Emevilerin aleyhinde savaşan en ünlü komutanlardan biriydi. Kendisi Irak mevalisini atlara bindirince efendilerinin kötü muamelelerinden intikam alma hisleriyle dolmuş birçok mevali, gönüllü olarak koşup geldikleri gibi efendilerinden kaçmış olan ve bazıları Emevilere karşı hissettikleri kin ve nefretten dolayı İslâm’ı terk eden birçok köle de çevresinde toplanmıştı. Bu nedenle Muhtar’ın ordusunda bulunan mevali orduda yer alan Arapların sayısından birkaç kat fazlaydı. Bunlar daha önce de açıkladığımız üzere, özel bir biçimde bir intikam ve kin duygusuyla savaşlarda Araplardan daha çok yarar ve cesaret göstermişler, bu uğurda en fazla zayiatı vermişlerdi. Hicri 67’de patlak veren savaşta Muhtar’ın ordusu 6 bin kayıp vermişti ki bunların yalnızca 700'ü Arap, diğerleri ise mevalidendi. Muhtar bu sayede Hz. Hüseyin’in intikamını almaya muvaffak olmuş, katillerini katletmişti. Muhtar mevaliden ordu oluşturarak zafer kazanmış ilk komutandı. İşte bu başarı mevaliye devlet aleyhinde ayaklanma konusunda cüret verdiğinden ve devleti hafife aldığından, devlet düşmanı olanlara arka çıkmaya başlamışlardı.
Prof. Dr. Adnan Demircan'ın İslam Tarihinin İlk Döneminde Arap-Mevali İlişkisi (Beyan: 2015)
kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Şuubiyye Hareketi ve Mevali
Şuubiyye hareketi, şiir ve nesir yoluyla Araplarla mücadele etti. Bu durum Emevilerin son otuz yılından itibaren görülmeye başlandı. Bu mücadele, Abbasiler’in ilk asrında çeşidi alanlarda etkisini gösterdi.
Şuubiyye içerisinde en etkili olan millet İranlılar olmuştur. İlk dönemlerde baskı olmadan Müslüman olan ve Araplar tarafından küçümsenen İranlılar, kendi milli özelliklerini ön plana çıkarmakta gecikmediler. Dahası yukarıda anlatıldığı gibi Emevilerin kendilerine karşı takındıkları tavra tepki göstererek ortaya çıkan dini siyasi hareketlere katılmaktan geri durmadılar. Özellikle Şiilik, onlar arasında değer gördü. Herhalde İranlıların Şiiliğe ve Ehli Beyt’e karşı duydukları bu sıcak ilginin sebeplerinden biri, Hz. Hüseyin’in son Sasani hükümdarı Yezdecird’in kızı ile evlenmesi olmuştur.
Toplumda Mevalinin Ağırlığı
Mevalinin orduya iştiraki çok ise de Emevi tarihi boyunca Araplar, ordunun belkemiğini meydana getirmişlerdi. Emeviler döneminde Araplar genellikle siyaset, idarecilik ve askerlik meslekleriyle uğraşmayı tercih ederlerdi. Yerli ahali tarımla uğraşmaya, inşaatçılık, çiftçilik, doktorluk, öğretmenlik gibi meslekleri icra etmeye devam etti; bu arada fatihler için gemiler inşa etmek ve gemicilik hizmeti vermek gibi resmi görevlerde de bulundular. Bunun nedeni, Arapların bu alanda çalışmayı hakir görmeleri, dokumacılık gibi bazı mesleklere tepeden bakmaları yahut gerekli eğitimden yoksun olmalarıydı.
Kaynaklar, mevalinin ticaretle iştigal ettiğini açık olarak zikretmektedir. Ticaretle uğraşmalarından dolayı mevaliden bazıları büyük zenginlik elde etmişlerdi.
Arapların yerleşik hayatın gerektirdiği bazı meslekleri hakir görmeleri Cahiliye döneminde de kendini gösterir. Bedeviler tarım ve el sanatlarıyla uğraşmaktan nefret edip bunlarla uğraşanları küçük gördükleri gibi, bu kimselere kız da vermezlerdi. Nitekim ziraatı Yahudilerden öğrenen Medineliler, çevredeki Arap kabileleri tarafından küçük görülüyorlardı ve onları küçümsemenin bir ifadesi olarak kendilerine “Nebatiler” deniyordu.
Emeviler döneminde düzenli ordulardaki askerlerin dışında kalanlara maaş verilmemeye başlanınca ve sınır bölgelerinde basit çarpışmalar dışında fetihler durunca Araplar ticaret, ziraat ve çeşitli zanaatları icra etmeye başladılar.
İslami İlimler ve Mevali
Emeviler döneminde mevali ilimlerin gelişiminde etkin rol almışlardı. Arapçayı sonradan öğrendikleri halde Arap dili dahil pek çok alanda söz sahibi olan mevalinin bu konuma gelmesinin sebebi ne olabilir? Sebep ne olursa olsun ilimle uğraşan kimselerin çoğunun, alim Sahabilerin yanında bulundukları ve onların terbiyesinden geçtikleri hususu göz ardı edilmemelidir.
Hadis ve Mevali
Mevalinin hadis ilmine katkıları inkâr edilemez. Daha erken devirlerden itibaren mevalinin hadis rivayetinde tartışmasız etkisi görülmektedir. Mevalinin etkisini daha iyi gösterebilmek için hadisle iştigal eden meşhur alimlerden birkaçının adını burada zikretmemiz uygun olacaktır:
-
Mekke alimlerinden
-
Abdullah b. Abbas'ın mevlası İkrime el-Berberi (723)
-
Ata b. Ebi Rebah (732)
-
İbn Cüreyc (767)
-
-
Medine alimlerinden
-
Ata b. Yesar (721),
-
Süleyman b. Yesar (725),
-
İbn Ömer’in mevlası Nafi (735)
-
-
Yemen alimlerinden
-
Ma'mer b. Raşid (770),
-
Tavus b. Keysan (724);
-
-
Basra alimlerinden
-
Zeyd b. Sabit'in mevlası Hasan el-Basri (728)
-
Enes b. Malik’in mevlası Muhammed b. Şirin (729)
-
-
Kûfe alimlerinden
-
el-A‘meş (7B5);
-
adları zikredilebilecek kişilerden sadece bir kaçıdır.
Fıkıh ve Mevali
Daha önce isimlerini hadisçiler arasında zikrettiğimiz bazı kimseler, aynı zamanda fıkıhçıdır.
-
Medine’de
-
Süleyman b. Yesar (725)
-
-
Mekke’de
-
Ata b. Ebi Rebah (732),
-
Mücahid (721),
-
İkrime (767);
-
-
Basra’da
-
Hasan el-Basri (728),
-
Muhammed b. Şirin (729)
-
-
Kûfe’de
-
Said b. Cübeyr (714),
-
Kadı Şureyh (695)
-
-
Şam’da
-
Mekhul (734);
-
-
Mısır’da
-
el-Leys b. Sa‘d (781);
-
-
Yemen’de
-
Tavus (724).
-
Hanefi mezhebinin kurucusu, Ebu Hanife (767) de zikredilmesi gereken mevali alimlerindendir.
Emeviler döneminde diğer ilim dallarında olduğu gibi fıkıhta da mevalinin etkisi görülmektedir. Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’in, mevalinin fıkıhtaki etkinliğini ifade etmek üzere şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Abadile (Abdullah isimli Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr b. El-As şeklinde zikredilen devrinin önemli alimleridir) öldükten sonra Medine hariç her tarafta fıkıh, mevalinin elindeydi. Yüce Allah, Medine’yi öteki beldelerden ayırarak ona Kureyşli bir fakih nasip etti. Medine fakihi Sa‘id b. El-Müseyyeb, tartışmasız Arap kökenlidir.”
Kıraat ve Mevali
Yedi kıraat imamından üçü mevalidendir:
-
Asım (745)
-
Hamza ez-Zeyyat (773)
-
Ali b. Hamza el-Kisai (805)
Tefsir ve Mevali
Emeviler döneminde tefsir alanında çalışmalar yapan önemli simaların büyük bir kısmı mevalidendir. Daha önce de hadisçilerden bahsederken bazılarının isimlerini zikrettiğimiz
-
Ata b. Ebi Rebah,
-
Tavus b. Keysan,
-
Mücahid,
-
Sa‘id b. Cübeyr,
-
İkrime,
-
Vehb b. Münebbih
-
Vasıl b. Ata
mevali müfessirlerdendir.
İtikadi Mezhepler ve Mevali
Çeşidi milletlere mensup insanların Müslüman olması aynı zamanda farklı kültürleri ve inançları da Müslüman Araplarla tanıştırdı. Bu durum, elbette bazı inanç tartışmalarının ortaya çıkışını ve mezheplerin doğuşunu hızlandırdı.
Hariciler’in çıkardığı isyanlara mevali iltifat etti. Şüphesiz mevalinin, mezheplerin ortaya çıkışına katkıları sadece mezhep mensupları tarafından girişilen isyanlara katılma şeklinde olmadı. Esasen akidevi problemlerin ve fıkhi meselelerin de gündeme getirilmesinde ve tartışılmasında mevalinin etkisi olmuştur. Mesela Şia düşüncesi Fars kökenli mevali tarafından önemli destek gördü. Muhtemelen Farsların soya dayalı iktidar anlayışları önemli ölçüde Şia’da itikadileşerek hayatiyetini devam ettirdi. Bununla birlikte Şia’nın İranlıların mezhebi olduğu algısı, tarihi süreçten beslenerek, ama bugünkü durum sebebiyle ortaya çıkmıştır. Tarihte bütün Farisilerin Şii olduklarını söylemek mümkün değildir. Kavmiyetçilik ruhu, mevali arasında özellikle de İran’daki Farisi mevali arasında etkili oldu. Bu ruh, eski İran'ın bazı fikirlerini ve inançlarını dirilten problemler doğurmuştur ki bunlara zaman zaman İslami bir kılıf da giydirilmiştir.
Mutezile
Mutezile’nin kurucusu kabul edilen Vasıl b. Ata (132/749), Basra’daki mevalidendir. Vasıl’ın kendisinden ayrıldığı hocası Hasan Basri de mevalidendir. Mutezile mezhebinin diğer kurucusu sayılan Vasıl’ın arkadaşı ve Hasan Basri’nin bir başka öğrencisi Amr b. Ubeyd de mevalidendir.
Mutezile mezhebinin doğduğu bölgenin mevalinin çokça bulunduğu bir bölge olması ve mezhebin tartışma konusu yaptığı problemlerin genellikle Arap olmayan unsurların İslam’a girmesinden sonra ortaya çıkması, bu mezhebin oluşumu aşamasında mevalinin etkisinin fazla olmasını kaçınılmaz kılmıştır. Diğer taraftan, İslam düşmanı unsurların bazı gayrı İslami fikirleri İslam’a sokmak için ortaya koydukları çabalar, yeni mühtedileri daha çok etkisi altına almış; bu durum, sapık birçok fırkanın doğuşunu kolaylaştırdığı gibi, akılcılığı ön plana çıkaran ve felsefeye daha yakın bir yerde duran Mutezile mezhebinin doğuşuna da tesir etmiştir.
Mutezile mezhebini doğuran amillerden bahsedilirken şunlar da söylenmiştir: “Hz. Peygamberin vefatından sonra İslam dini Arap yarımadasının dışına çıkmış; kısa bir müddet içinde birçok yerler fethedilerek İslam dünyasına katılmıştır. Fethedilen bu yeni ülkeler, çeşitli kültür ve inanışlara sahip bulunuyordu. İslam’ın kültür dairesine giren bu yeni kavimlerin Müslümanlığı kabul edeni de etmeyeni de eski inanış ve düşünüşün tesirinden kurtulmuş değildi. Yahudi, Hıristiyan, Zerdüşt, Seneviyye (dualist) vesair zümrelerin İslam dünyası içinde yaydıkları İslami esaslara aykırı görüşlere karşı çıkabilmek için kuvvetli bir cedel kabiliyetinin yanında hasmının silahını kullanabilecek geniş bir kültüre de sahip olmak gerekiyordu. Halbuki zamanın selef cereyanı bu işin üstesinden gelebilecek durumda değildi. İşte Mutezile’nin ortaya çıkış amillerinden biri de bu olmuştur.”
Cehmiyye
Cehmiyye fırkasının kurucusu Cehm b. Safvan (745), Ezd kabilesinden azadlı köledir.
Celim’in ilk defa Horasan ve Tirmiz civarında yaymaya başladığı te’vil, İlahi sıfatlar, kader, rü’yetullah, ahiret halleri gibi başlıca kelam meseleleri hakkındaki görüşleri, ciddi tartışmalara konu olmuştur. Cehmiyye mezhebini meşhur eden görüşleri, “İnsanın ne iradesi ne de bir fiili vardır” görüşüdür.
Cebriyye
Cebriyye düşüncesini, yani kullara ait fiillerin Allah tarafından yaratıldığı, onların gerçek anlamda bir fiile sahip olmadıkları ve cebir altında bulundukları düşüncesini ilk defa Ca‘d b. Dirhem ileri sürerek Şam bölgesinde yaymıştır. Ca'd’ın mevaliden olduğunu yukarıda belirtmiştik. Cebriyye’nin fikirlerinin başta Muaviye b. Ebi Süfyan olmak üzere Emevi halifelerince de desteklendiği söylenir.
Kaderiyye
Kaderiye’nin kurucusu olarak Ma‘bed el-Cüheni ve Gaylan ed Dımaşki gösterilir. Gaylan ed-Dımaşki’nin babası, Hz. Osman’ın azatlı kölesiydi.