top of page

Hz. Ali’nin Taraf Olduğu Olaylarla İlgili

Mezheplerin Görüşleri

Hz. Ebû Bekr’in Halife seçilmesi

Hz. Ebû Bekr, Hz. Peygamber’in cenazesi kaldırılmadan Sa'ide oğullarının gölgeliğinde toplanan ve birkaçı dışında hepsi Medineli Müslümanlardan meydana gelen bir grup tarafından halife seçildi. Bu tercihte hem Arap örfünün hem de din anlayışının etkili olduğunu unutmamak gerekir.

Ensar, şehrin asıl sakinleri olarak Hz. Peygamber’in yerine birini seçmek üzere toplanmıştı. Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde, Hazrecli Sa‘d b. Ubade’ye biat edilmek üzereyken buraya geldiler. Yaptıkları konuşmalarla Ensar’ı ikna ettiler ve Hz. Ebû Bekr’in halife seçilmesini sağladılar.

Burada toplanan insanların, Hz. Ali’nin daha önce Hz. Peygamber tarafından halef ilan edildiği şeklinde bir malumatları olmadığı gibi akıllarının ucundan Hz. Ali’yi dışlama gibi bir düşünce de geçmemişti. Hz. Ali, Hz. Ebû Bekr’in seçilmesinden hoşnut olmadı ve tepkisini Haşim oğullarının temsilcisi olarak ifade etti; ancak görüşlerini Hz. Peygamber tarafından dinî veya siyasî halef tayin edildiği şeklinde bir delile değil, Hz. Peygamber’e akrabalığa dayandırdı. Bu da Arap örfüne uygun bir yaklaşımdı.

Hz. Ebû Bekr’in halife seçilmesi, özellikle Şiî ve Sünnîlerin farklı görüşler ileri sürdükleri önemli olaylardan biridir. Bu hususta Haricîlerin görüşleri, Sünnîlerin görüşleriyle paralellik arz eder.

Haricîler, Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer’in ümmetin rızasıyla hilafete geldiklerini kabul ederler. Onlara göre Hz. Peygamber’in, vefatından sonra yerine geçmek üzere herhangi bir kimseyi tayin ettiğine dair bir nas yoktur. 

Şiîlere göre Hz. Ali, Allah'ın emriyle Peygamber tarafından vasi tayin edilmiş; masum bir imamdır. İmamiyye Şîası, onunla birlikte diğer 11 imamı da masum kabul eder. Onlara göre Hz. Ali, gerek Kur’an’da geçen bazı ayetlerle, gerekse birçok hadisle Hz. Peygamber’in velisi ve vasisi olarak tayin edilmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber'den sonra imam olan odur. Hz. Peygamber’in Gadiri Hum’daki açık vasiyetine rağmen Müslümanların başına gelmesi engellenmiştir. Bu sebeple kendisinden önceki ilk üç halife gasıp ve yalancıdır. Onlara halife dense bile imam denemez.

Şiîler, Hz. Ali’nin halife olmasını engellemek ve Hz. Ebû Bekr’i halife seçebilmek için önceden bazı Sahabîler arasında gizli bir anlaşma yapıldığını savunurlar. İşbirliği içinde olan başka isimlerden söz edilmekle birlikte özellikle Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde arasında bir ittifaktan söz edilir. Onlara göre Hz. Ebû Bekr’in halife seçilmesi Kur’an’a ve Sünnete aykırıdır. Hz. Ebû Bekr ve arkadaşları, Hz. Peygamber’in teçhiz ve tedfinini yapmadan ve cenaze namazım kılmadan sırf dünyevî menfaatler uğruna ve liderlik sevdası yüzünden Sakîfe’ye gitmişlerdir. 

Sünnîler, Hz. Ali’nin hilafet hakkına dair ileri sürülen rivayetleri reddederler. Ensar’ın toplantısı, Muhacirlerden habersiz yapıldığı için Hz. Ebû Bekr de ancak toplantı yapılırken bu yeni gelişmeden haberdar oldu. Bunun üzerine Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde ile birlikte Ra'ide oğullarının gölgeliğine gitti. Ensar, Sa‘d b. Ubade'yi seçmek üzere görüşmeler yaparken, Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer’in ikna edici konuşmalarından sonra Hz. Ebû Bekr halife seçildi.

Hz. Ömer’in Halife Seçilmesi

Hz. Ebû Bekr, hastalığı sırasında ümmetin tekrar bir yönetim kriziyle karşı karşıya kalmaması için yerine Hz. Ömer’i istihlaf etti. Hz. Ömer, Müslüman olduğu günden itibaren bütün gelişmelerin içinde aktif olarak yer almıştı. Bu sebeple siyasî ve İdarî bir görev için akla gelebilecek birkaç isimden biriydi. 

Hz. Ebû Bekr, onu halife olarak yerine bırakmak istediğinde Muhacirlerin ileri gelenlerinden birçok kimseyle istişare etti. Genel kanı, Hz. Ömer’in bu görevin hakkım vereceği yönündeydi. Bununla birlikte sert mizacı sebebiyle tereddüt edenler de oldu. İlginç olanı Hz. Ali, görüşü sorulanlar arasında değildi. Hz. Ebû Bekr, belki de onun yaklaşımım bildiği için onun görüşünü sorma gereği duymadı.

Hz. Ali, Hz. Ebû Bekr döneminde olduğu gibi Hz. Ömer döneminde de yönetimden uzak kaldı. Bununla birlikte zaman zaman görüşü sorulan ve değer verilen insanlardan biriydi.

Hz. Ömer gerek fetihlerde gösterilen üstün başarı, gerekse ortaya koyduğu icraatlar sebebiyle İslam Tarihinde müstesna bir yere sahiptir. Bununla birlikte Hz. Ömer’i, hilafetin Hz. Ali’nin elinden alınmasının başlıca sorumlusu olarak görmeleri sebebiyle Şiîlerin onun hakkında iyi kanaate sahip olduklarım söylemek mümkün değildir.

Haricîlere göre Hz. Ebû Bekr’in vefatından önce yerine istihlaf ettiği Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekr gibi ümmetin kendisine verdiği yönetim işini en güzel şekilde yerine getirdi. Ümmetin imam olarak kabul ettiği Hz. Ebû Bekr tarafından vasiyet edilmesinde İslam’a aykırı herhangi bir durum yoktur.

Şiîler, Hz. Ebû Bekr’in hastalığı sırasında Hz. Ömer’i yerine tayin etmesini Hz. Ali’yi dışlamanın bilinçli bir yansıması olarak değerlendirirler. Böylece Hz. Ali, Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömer arasında devam eden işbirliği sayesinde bir kez daha halifelikten uzaklaşmış oldu. 

İlk iki halifenin meşruiyeti

İlk iki halifenin meşruiyeti hususunda Haricîler İle Sünnîler hem fikir iken Haricîler, Kureyşîlik şartını ve bu şartın delillerinden bir olan “İmamlar Kureyş'tendir” hadisini reddederler. Şiîler ise ilk üç halifenin kendilerine ait olmayan bir hakkı gasp ettiklerini savunurlar.

Haricîler, Hz. Osman’ın ve Hz. Ali’nin hilafeti hususunda diğer iki mezhepten ayrılırlar. Onlara göre Hz. Osman hilafetinin ilk altı yılında, Hz. Ali ise tahkime kadar meşru iken, bundan sonra işledikleri büyük günahlar nedeniyle kâfir olmuşlardır.

Sünnîler, Hz. Osman’ın mazlum olarak ve haksız yere öldürüldüğünü savunurlar. Haricîler ve Şiîler ise onun işlediği günahlar yüzünden öldürüldüğü görüşündedirler.

Hz. Osman’ın Halife Seçilmesi ve Dönemindeki Gelişmeler

Yaralanması üzerine Hz. Ömer, yönetimi kendisinden sonra birine bırakarak sorumluluğu taşımak yerine, altı kişilik bir şûra oluşturdu. Şûra üyelerinin hepsi Kureyş kabilesinin çeşitli kollarından geliyordu.

Hz. Osman görevi bırakmayı reddedince bir süre evinde kuşatma altında tutulduktan sonra evine giren isyancılar tarafından öldürüldü. 

Haricîler, Hz. Osman’ın seçilme süreciyle ilgili gelişmelerin, yukarıda anlatıldığı şekilde meydana geldiği hususunda Sünnîlerle paralel görüşlere sahiptirler. Dolayısıyla Hz. Osman’ın meşruiyeti hususunda herhangi bir tereddüdü kabul etmezler. Onları asıl ilgilendiren Hz. Osman’ın hilafeti döneminde ortaya koyduğu icraatlardır. Haricîler, Hz. Osman dönemini ikiye ayırırlar. Hilafetinin ilk altı yılında istikamet üzere olduğunu, seleflerinin uygulamalarına uygun icraatlarda bulunduğunu, ancak ikinci altı yıllık dönemde bazı hatalar yaptığını, dinde bidatler çıkardığını, bunun üzerine Medine’ye gelen Müslümanlar tarafından öldürüldüğünü söylerler. İşlediği günahlar nedeniyle öldürüldüğünü kabul ettikleri için sonraki yıllarda da bu katli savunmaya devam etmişlerdir. Hz. Osman onlara göre işlediği günahlardan dolayı cehennemdedir. 

Haricîlere göre Müslümanlar, kendi aralarındaki kararsız ve şüpheci bir kısım halk tarafından telkin edildiği gibi Hz. Osman’ın katline karşı değillerdi. Hz. Osman gizlice öldürülmedi. Evi bir aydan fazla muhasara edildiği halde Medine’deki Müslümanlar buna müdahale etmediler.

Şiîler, Hz. Ömer’in halifenin belirlenmesini bir şûraya havale etmesini şiddetle eleştirirler. Onları ilgilendiren şey, Irak sahibi olan ve başından beri hakkı gasp edilen Hz. Ali’nin, hakkı hususunda kendisiyle asla denk olmayan insanlarla bir tutulup altı kişiden biri durumuna getirilmiş olmasıdır. Onlara göre şûra üyelerinden Hz. Ali dışında kalanlar, halifeliğe liyakatli kimseler değildi. Bu sebeple Hz. Osman’ın halife olması, Hz. Ali’nin mağduriyetine sebep olan gelişmenin devamıdır. Öte yandan Abdurrahman’ın inisiyatif üstlenmesinden sonra Hz. Ali, haksızlığa uğratılmıştır. Yapılan açık haksızlığın farkında olan Hz. Ali, ümmetin ihtilafa düşmemesi için kendi hakkı hususunda susma yolunu tutmuştur. Ancak onun susması hak sahibi olduğu gerçeğini değiştirmez.

Hz. Osman döneminde ortaya çıkan sorunların sorumluluğu konusunda Haricîlerle Şiîler arasında görüş yakınlığı olduğu görülmektedir. İki mezhep mensupları da ortaya çıkan kargaşanın sorumlusu olarak Hz. Osman’ı, Ümeyye oğullarını ve Hz. Osman’ın valilerini görmektedir. Neticede siyasî sorumluluk Hz. Osman’a aittir. Hz. Osman, muktedir bir yönetici olmadığı gibi akrabalarım koruyan, yaptıkları haksızlıklara göz yuman bir yöneticiydi. Bunlardan başka birçok alanda yanlış icraatlar ve uygulamalar ortaya koymuştu. Bu sebeple eleştirilere ve ölümüyle neticelenen şiddetli bir muhalefete maruz kaldı.

Hz. Ali, bu süreçte onu defalarca uyardığı halde sözünü dinletemedi.

Hz. Osman’m öldürülmesi hadisesinde Hz. Ali’nin takındığı tutum hususunda Şiî kaynaklarda farklı anlatımlar mevcuttur. Bir genelleme yapacak olursak Şiîler, Hz. Osman’ın öldürülmesinde Hz. Ali’nin aktif bir rol oynadığı görüşünü kabul etmeseler de Hz. Osman’ın öldürülmeyi hak edecek bidatler ortaya koyduğu hususunda Haricîlerle benzer bir görüşü paylaşırlar. Hz. Osman döneminde ortaya çıkan muhalefetin, onun ve valilerinin dinî prensipleri çiğneyen sorumsuzca uygulamalarından kaynaklandığım söylerler.

Sünnîler, Hz. Osman’ın iktidara geliş sürecini hemen hemen yukarıda tarih kaynaklarından yararlanarak özetlemeye çalıştığımız gibi anlatırlar. Orta yolu tercih eden bir yaklaşım olarak Abdurrahman b. Avf’ın Hz. Osman’ı tercihinde herhangi bir art niyet aramazlar.

Öte yandan Sünnîler, Hz. Osman’ın hilafetinin son yıllarından alevlenen muhalefetin haklı gerekçelere dayanmadığını, Hz. Osman’a yöneltilen suçlamaların hepsinin ya yalan ya da suç oluşturmayan haksız eleştiriler olduğunu savunurlar. Sünnîler, Hz. Osman’ın suçsuzluğunu savundukları gibi Hz. Ali’nin asilerle ilişkisini de reddederler. 

Neticede Sünnîler, Ashabm ileri gelenlerinden ve hayatlarında Cennetle müjdelenen on Sahabîden biri kabul edilen Hz. Osman’a yöneltilen eleştirileri kabul etmezler. Ayrıca ona karşı gelişen muhalefetin arkasında Abdullah b. Sebe gibi Yahudi kökenli hainleri aramayı tercih ederler.

Hz. Ali’nin Halife Seçilmesi

Hz. Ali, Hz. Osman’ın öldürülmesinden birkaç gün sonra tam bir kargaşa ortamında halife seçildi.

Hz. Osman öldükten sonra muhalifler, Medinelilere yeni bir halife seçmeleri hususunda baskı yaptılar. Zira ortaya çıkan siyasî boşluğun iyi sonuç doğurmayacağını anlamışlardı. Rivayet edilenlere bakılırsa Mısırlılar Hz. Ali’yi, Basralılar Talha’yı ve Kûfeliler Zübeyr’i destekliyorlardı.

Baskıların artması üzerine birkaç Medineli Müslümanın da içinde bulunduğu bir grup, Hz. Ali’ye giderek halife olmasını teklif ettiler. Hz. Ali, haklı olarak tereddütlerini dile getirdi. Ancak ona ısrar edilince de teklifi kabul etti. Hz. Ali’ye evinde yapılan bu biatten sonra mescitte genel biat yapıldı. Medinelilerin ekseriyeti Hz. Ali’ye biat ettikleri halde Muhacirlerden ve Ensar’dan bazı kimselerin biat etmediğini görüyoruz.

Haricîler, Hz. Ali’nin halife seçilme yönteminde herhangi bir sakınca görmedikleri gibi onun meşru bir halife olarak göreve başladığından kuşku duymazlar. Hz. Ali halife olduğunda bir nutuk irat ederek Hz. Osman'ın beytülmalden sarf ettiği her şeyi müsadere etme ve yine onun hatalı tarzda yaptığı her şeyi düzeltme hususunu üzerine aldığım bildirdi. 

Sünnîlere göre Hz. Ali, önce kendisine yapılan teklifi reddetti. Ancak asilerin, yeni bir halife seçilmemesi durumunda ahaliyi öldürmeye başlayacaklarım söylemeleri üzerine birkaç Sahabî Hz. Ali’ye giderek halife olmasını istediler. Hz. Ali teklifi kabul edince kendisine evinde biat edildi. Daha sonra da mescitte genel biat yapıldı.

Üzerinde kısaca durmak istediğimiz bir konu da Talha ve Zübeyr’in biati meselesidir. Kaynaklarda Talha ve Zübeyr’in halife olarak düşünülen isimler arasında oldukları zikredilir.

Haricîler ve Şiller, Talha ve Zübeyr’e karşı katı tutum takınmakta hemfikirdirler. Onlara göre bu iki zat Medine’de biat ettikleri halde daha sonra Mekke’ye giderek baskı altında biat ettiklerini açıklamışlardır. Onlara yönelik bir baskı yapılmadığını Sünnîler de kabul ederler. Ancak Medine’deki genel havaya bakılırsa Talha ve Zübeyr’in Hz. Ali’nin bilgisi dışında asiler tarafından uyarılmış olabilecekleri, tehditlere ve hatta psikolojik baskıya maruz kalmış olabileceklerini söylemek yanlış olmasa gerektir.

Haricîler, Hz. Ali’nin icraatlannı tahkimden önce ve tahkimden sonra olmak üzere iki kısma ayırırlar. Buna göre Hz. Ali, tahkimi kabul edinceye kadar isabetli icraatlar ortaya koydu. Ancak talikimi kabul etmekle Allah’ın işine insanları karıştırdığı için yoldan saptı.

Hz. Ali’nin icraatları konusunda Şiîlerle Sünnîlerin görüşleri arasında bir paralellik olduğunu söylemek yanlış değildir. Bununla birlikte Sünnîler Cennetle müjdelenen Sahabîlerden biri olarak kabul ettikleri Hz. Ali’nin icraatlarının isabetli oluşunun kaynağım masum olmasında aramazlar.

Özetle, Hz. Ali’nin hilafete gelişi ve meşruiyeti hususunda mezhepler arasında görüş farklılığı yoktur. Üçü de Hz. Ali’nin meşru halife olduğunu kabul ederler.

Hz. Ali’nin Muhaliflerinin Durumu

Hz. Ali’ye karşı çıkan muhalifleri hakkında önemli görüş aykırılıkları olduğu müşahede edilmektedir. Ona karşı Cemel’de savaşan Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr, Şiîler ve Haricîler tarafından meşru bir halifeye karşı ayaklandıkları için tekfir edilirken, Sünnîler onların iyi niyetlerle ve ıslah amacıyla Basra’ya gittiklerini, arzu etmedikleri halde savaşa girdiklerini, Talha ve Zübeyr’in savaş meydanından ayrılmak istediklerini ve Hz. Âişe’nin daha sonra pişman olduğunu defalarca söylediğini ifade ederler.

Muhaliflerinin durumu hakkında Sünnîler arasında farklı görüşler vardır. Bazıları, onların yaptıklarının ictihad olduğunu söylerken, bazıları hata etmiş olmakla birlikte fasık sayılamayacaklarını ifade ederler.

Sıffîn savaşında Hz. Ali’ye karşı savaşan Muâviye ve adamları hakkında da mezhepler arasında temel görüş farklılıkları vardır. Şiîlerle Haricîler, Hz. Ali’ye karşı savaşan Muâviye ve adamlarını tekfir ederken, Sünnîler onların hatalı olmakla birlikte tevil nedeniyle savaştıkları için tekfir edilemeyeceklerini söylerler.

Haricîler, tahkimin kabulünden sonra Hz. Ali’nin Harura’da Haricîlere tahkimden vazgeçeceği sözü verdiğini söylerken, Sünnilerle Şiiler böyle bir söz verildiğinden bahsetmezler.

Tahkim’de Kim Haklı

Haricîler, savaş sürecinde Hz. Ali’nin haklılığını savunurlar. Ancak Şamlıların Kur’ân’ın hakemliğine davetini kabul etmesini yanlış bulurlar. Tahkimnamenin hazırlanması sürecine katılmayan Haricîler, orduların savaş alanından ayrılmasından sonra Hz. Ali’nin yanından ayrılarak Harura’ya gittiler.

Hâricîlere göre Hz. Ali, onların yanına giderek tahkimin yanlış olduğunu kabul etmiş; bundan vazgeçeceğini söyleyerek onlan Kûfe’ye gitmeye ikna etmişti.  Kûfe’ye gittikten bir süre sonra Hz. Ali hakemini gönderince kandırıldıklarını söyleyerek ona yaptıkları biati reddettiler ve kendilerine yeni bir lider seçtiler. Ardından da Küfe’den ayrılarak Nehrevân’a gitmeye karar verdiler. Bu arada diğer yerlerdeki arkadaşlarına haber göndererek Nehrevân’a gelmelerini istediler.

Haricîler, tahkimi kabul ettikten sonraki icraatları sebebiyle Hz. Ali’yi ve taraftarlarını tekfir ederler ve Cehennemde olduklarını söylerler.

Şiîler, Ali-Muâviye arasındaki mücadelede Hz. Ali’nin haklılığından kuşku duymadıkları gibi Muâviye ve onu destekleyenlerin asi olduklarını savunurlar.

Prof. Dr. Adnan Demircan'ın Ali Dönemi ve Ehl-i Beyt (Beyan: 2015) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

bottom of page