top of page

Muaviye'nin İsyanı ve Sıffin Savaşı

 

Muaviye Kimdir?

Prof. Dr. Adnan Demircan'ın Ali-Muaviye Kavgası (Beyan: 2015) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Muaviye’nin babası, Ebu Süfyan’dır. Hz. Peygamber’e karşı çıkan bir ailenin mensubudur. Ailesinin iki önemli özelliği, ticaretle uğraşmaları ve -özellikle de Haşimoğullarının zayıflamasıyla birlikte artan- Mekke’deki siyasal güçleriydi. Bundan dolayı Muaviye, siyaset ve ticaretle uğraşan bir ailede doğup büyüdü. Hendek savaşına, müşriklerin safında katılmıştır. Başka çareleri kalmadığı için Mekke’nin fethinde Müslüman olanlardandır. Babası da bu sıralarda Müslüman olduğunu açıkladı. 

Muaviye, Mekke’nin fethinden yaklaşık iki yıl sonra vefat eden Hz. Peygamber’le uzun süre birlikte olamadı. Kaynaklarımızda Muaviye’nin katiplik ya da vahiy katipliği yaptığına dair rivayetler mevcuttur. Muhtemelen Hz. Peygamber, Muaviye’yi birkaç kez yazışmalarda istihdam etmiş; ancak bu görevlendirme bazı kaynaklara vahiy katipliği yaptığı şeklinde geçmiştir.

Muaviye’nin yıldızının parlaması, İslam hakimiyetinin Arap yarımadasının dışına yayılmasından sonraya tesadüf eder. Fetih hareketlerinin başlamasıyla birlikte Ebu Süfyan’ın çocukları, cihat çağrısına olumlu cevap verdiler. Başlarda fetih hareketlerini yürüten ordunun içinde bir birlik komutanı ve daha sonra Ürdün valiliği yapan Muaviye’nin, siyasette etkin rol oynaması, Amvas vebasından kısa bir süre sonra Şam valiliğine tayin edilmesiyle başlamıştır.

Amvas vebasından önce, başarılı bir komutan olan Muaviye’nin ağabeyi Yezîd b. Ebî Süfyan, Şam’da valilik yapıyordu. Bölge komutanı Ebu Ubeyde b. El-Cerrah da dahil pek çok seçkin insan bu veba sırasında yaşamını yitirdi. Hz. Ömer, salgın geçtikten sonra bölgeye gelerek yeni atamalar yaptı. Takdiri ilahi Muaviye’yi böyle bir ortamda Şam valisi olarak karşımıza çıkardı. Arap dahilerinden birisi olarak zikredilen Muaviye, kısa sürede başarılı bir yönetim oluşturdu. Babasının ticaretle uğraşmasından ve Suriye’ye ticarî seferler düzenlemesinden edindiği tecrübeyi de kullanarak burada kaldığı zaman içinde kendisini daha da geliştirdi ve kısa sürede bölgeye hakim oldu. 

Hz. Ömer’in vefatından sonra hilafete geçen Hz. Osman, Muaviye’nin hakimiyet alanını genişleterek yetkilerini artırdı. Hz. Osman’ın asiler tarafından öldürülmesine kadar Şam’da güçlü bir vali olarak görev yaptı. Hz. Osman döneminde daha da güçlenmesi, kendisine serbest hareket etme olanağı verdi. Nüfuzu, Suriye ve Filistin’i içine alacak şekilde genişledi. 

Hz. Ömer zamanında Muaviye, Halife’den çekindiği için ona danışmadan önemli kararlar alamazdı. Muaviye’nin Müslümanlarca eleştiri konusu olan kimi davranışları, Hz. Ömer döneminde başlamıştı. Onun, Ashab’ın birçoğunun mütevazı yaşam tarzından farklı bir hayat sürme eğilimi vardı. Belki de bunu gördüğü için Hz. Ömer onun için, “Arapların Kisrası” sözünü kullanmıştı.

Kaynaklarda Muaviye’nin insanları idare etmede engin bir bilgiye, deneyime ve yeteneğe sahip olduğu ifade edilir. O, koşullara göre siyaset geliştiren ender siyasetçilerden biridir. Muaviye, parayı kullanabildiği yerde konuşmaya, konuşmayı kullanabildiği yerde kırbaca, kırbacı kullanabildiği yerde kılıca ihtiyaç duymadığını söyler. İdaresinde tatlı sert olması, onun siyaset anlayışının önemli bir göstergesidir. 

Prof.Dr.Mehmet Azimli'nin Hz.Ali (Ankara Okulu: 2015)

kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

Muaviye’nin İsyanı

Cemel Savaşı'ndan yedi buçuk ay sonra Hz. Ali, asıl gündemi olan Muaviye konusuna döndü. Muaviye, Hz. Ali’nin Şam’a valiyi yoldan geri çevirtmiş ve Şam halkını da Hz. Osman’ın kanlı gömleği ve Naile’nin kopmuş parmaklanın sergileyerek halifeye karşı kışkırtıyordu.   

Cemel Savaşı Hz. Ali’nin imajına büyük zarar vermişti.    Sonuçta Muaviye Cemel’de potansiyel iki halife adayı olan Talha ve Zübeyr’den hiç uğraşmadan kurtulmuş oldu ve bu ikisinin Hz. Ali'ye karşı mücadelesinden dolayı kendisinin haklılığına inananlar çoğalmaya başladı, eli güçlendi. Ayrıca yıllardır valilik yaptığı Şam'da oluşturduğu ve yüz bin kişiye ulaştığı söylenen ordunun sahibiydi. Tek eksiği Hz. Ali’ye karşı diğer öncü sahabilerin desteği idi ki bunu da Cemel Savaşı’nda dolaylı olarak elde etmişti.

Mektuplaşmalar

Muaviye, Hz. Ali’nin haklılığım ispat için sürekli kendisine Muhacir ve Ensar’ın biat ettiğini öne sürmesinden dolayı Medine’deki Muhacir ve Ensar’ın önde gelenlerinden Abdullah b. Ömer, Sad b. Ebi Vakkas, Muhammed b. Mesleme gibi tarafsız kalan öncü sahabilerle mektuplaşıp onların desteğini aradı. Onlara kendi pozisyonunu anlatıp ısrarla Hz. Osman’ın kanını dava ettiğini belirtiyor, kendileriyle ortak hareket etmek istediğini bildiriyordu. Ancak muhatapları çağrıya ilgi göstermediler.

Muaviye’nin yönetimin şûraya bırakılması yönündeki teklifine karşı Sad b. Ebi Vakkas, “Hz. Ömer'in şûrasının, Kureyş’ten hak edenlerden oluştuğunu" belirttikten sonra, “Ali’de olan bizde yoktu, bizde olan ise Ali'de vardı. Talha ve Zübeyr keşke evlerinde otursalardı, Aişe’yi yaptıklarından dolayı Allah affetsin.” şeklinde cevap vererek Muaviye’yi bir anlamda terslemişti.  İbn Ömer ise Muaviye’nin henüz açıklamadığı esas gayesini anlamış ve “Sen kim hilafet kim, sen tuleka’dan birisin!” şeklinde cevap vererek Muaviye'nin gizlediği gündemini ifşa etmişti.  Ensar ileri gelenlerinden Muhammed b. Mesleme ise Muaviye’ye gönderdiği mektupta, “Sen dünyayı ve hevanı isteyen bir adamsın, Osman'ı diriyken yalnız bıraktın, ölü iken yardım ediyorsun” diyordu.

Bu noktada Hz. Ali ile Muaviye arasında da bir dizi mektuplaşma gerçekleşmiştir. Bu süreçte Hz. Ali gönderdiği mektuplarda rakibini biata çağırırken, Muaviye ise onu Hz. Osman öldürüldüğünde sözlü veya fiili olarak halifeyi desteklememekle suçlamakta ve katilleri ordusunda barındırdığını söyleyerek katillerin kendisine teslim edilmeleri halinde biat edeceğini ifade etmekteydi. 

Muaviye gönderdiği mektupların birinde, “Ey Ali! Benim pek çok faziletim var. Benim babam cahiliyye döneminde liderdi. İslamiyet döneminde de ben yönetici oldum. Ben, Rasülullah’ın akrabası, müminlerin dayısı (ablası Ümmü Habibe dolayısıyla) ve vahiy katibiyim.” diyordu.

Hz. Ali ise, cevabi mektubunda şöyle diyordu: “Ey ciğer yiyicisinin oğlu! Sen faziletlerinle Ali'ye karşı övünüyor musun? Peygamber Muhammed, benim kardeşim ve kayınpederimdir, şehidlerin efendisi Hamza amcamdır. Sabah akşam meleklerle birlikte uçan Cafer kardeşimdir. Muhammed'in kızı zevcemdir. Onun cam benim canımla, onun kanı benim kanımla birbirine karışmıştır. Muhammed’in iki torunu. Fatıma’dan doğmuş olup benim çocuklarımdır. Hanginiz benim kadar ondan nasip almışsınız? Küçücük bir çocuk olup ergenlik çağma erdiğim zaman sizden önce İslam'a girmiştim.”

Doğrusu her iki mektubun da İslam’ın ortaya koyduğu ilkeler açısından değer ifade etmediği aşikardır. İslam, soy, sop, nesil, kabile açısından bütün üstünlükleri ortadan kaldırmıştır.

 

Amr b. As

Amr b. As, Hz. Osman tarafından azledildikten sonra Filistin taraflarına çekilmiş ve elinden geldiğince herkesi halifeye karşı isyana teşvik etmişti. Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberini aldığı zaman, “Siba vadisinde olduğum halde onu ben öldürdüm.” demişti.

Yeni halifenin Talha veya Ali olacağı konusunda tereddütü vardı. Hz. Osman'ın katledilmesinden sonra bir süre eski halifenin mağduru olarak yeni halifeden teklif bekledi. Ancak Hz. Ali’nin Amr b. As hakkındaki görüşü hiç de iyi değildi. Nitekim ona gönderdiği mektupta çok ağır ifadeleri vardı.

Cemel Savaşı’nın sonuna kadar bekleyen Amr’ın gidebileceği ve beraber çalışabileceği Muaviye dışında kimse kalmamıştı. Bu sebeple Amr, bir müddet sonra öldürülmesi için teşviklerde bulunduğu Hz. Osman adına ortaya çıkan ve onun kanını dava eden Muaviye’nin yanına gitti. 

Muaviye, onun durumunu biliyordu. İsteseydi onu Hz. Osman'ın katline yardım ettiği gerekçesiyle öldürtebilirdi. Ayrıca Hz. Ömer döneminde Kıbrıs'ın fethini isteyen Muaviye'ye duyduğu kıskançlıkla halifeyi uyarıp engel olan Amr idi.  Bütün bunlara rağmen Muaviye, Amr’ın dahiliğine muhtaç idi. Muaviye halife olmak istiyor, Amr ise azledildiği Mısır valiliğine dönmek istiyordu. Bu sebeple menfaat birlikteliğinde buluşacaklardı.

Şam’a Yürüyüş

Hz. Ali, mektuplaşmalardan bir sonuç çıkmayınca valilerine haber göndererek sefer için bölgelerinde hazırlık yapılmasını emretti. Müslümanlar arasında gerçekleşecek bu savaşa Kufe'dnı katılmak İstemeyenler bulunmaktaydı. Sıffin’e gitmek üzere hazırlık yapıldığı sırada İbn Mesut'un öğrencileri ve kurradan yaklaşık 400 kişilik bir grup, savaşın meşruiyeti konusunda şüphe içinde olduklarını söyleyerek, hudut boylarında savaşmaya gönderilmeyi talep edince cihat için sınır boylarına gönderildiler.

Muaviye ise öncelikle Bizans’ın saldırılarından emin olmak amacıyla yüklü bir miktarda para ödemek karşılığında onlarla barış anlaşması imzaladı.  Böylece kuzey sınırlarını güvenceye almış ve Hz. Ali’ye karşı hazırlıklara başlamış oldu.  Ayrıca bölgeye hakimiyeti bulunan Suriye liderleriyle ittifaklar gerçekleştirdi.

Prof.Dr.Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam tarihi-2 (Ensar: 2016)

kitabından kısaltılarak alınmıştır. Başlıklar bize ait...

Sıffin Savaşı

Savaşa Doğru

Irak ordusu Şam'a doğru harekete geçti.  Hz. Ali'nin üzerlerine gelmekte olduğu haberini alan Muaviye de Şam'dan Irak istikametine doğru yola çıktı.

Iraklılar ve Şamlılar Mayıs 656’da Sıffin denilen yerde karşı karşıya geldiler. 

Görüşmelerden bir sonuç alınamayınca çarpışmalar başladı. İlk çatışmalar Zilhicce ayı boyunca devam etti. Bu saldırılar daha çok rakibi psikolojik olarak yıpratma amaçlı küçük hamleler şeklinde gerçekleştiriliyordu. Zira her iki taraf barış umudu taşıyordu.

Muharrem ayının girmesi barış çabalan için bir fırsat oldu.  Hz. Ali bundan istifadeyle Muaviye'ye yeni bir heyet göndermeye karar verdi. Ancak Muaviye ikinci görüşmede de Hz. Osman'ın öldürülmesine yardımcı olan birine itaat etmeyeceklerini, Hz. Ali'nin, selefini öldürmemiş olduğu iddiasını reddetmediklerini, fakat onun halifenin katillerini barındırmaya devam ettiğini söyledi. Bunun ardından da katiller kendilerine verilmedikçe itaat çağrışma olumlu cevap vermeyeceğini bildirdi.

Irak elçilerinin karargahından ayrılmasının ardından Muaviye de halifeye bir heyet göndermeye karar verdi. Heyet başkanı Habib b. Mesleme halifenin huzurunda şöyle bir konuştu:

"Osman, hidayet yolundaki bir halifeydi. Allah'ın kitabıyla amel etti, Allah'ın emrine bağlı kaldı. Siz onun hayatını uzamış gördünüz ve vefatının geciktiğini düşündünüz, sonra da öldürdünüz. Eğer onu öldürmediğinizi iddia ediyorsan katilleri bize teslim et, onları öldürelim. Daha sonra da yüklenmiş olduğun bu emirlikten vazgeç ki, Müslümanlar şura ile başlarına gelecek kişiyi seçsinler."

Habib b. Mesleme'nin burada dile getirdiği görüşler, Mua viye'nin halifeyle mücadelesindeki asıl niyetini açıkça ortaya koymaktadır. Elçi, Hz. Ali'den katillerin kendilerine teslim edilmesini istedikten sonra, Müslümanların yeni yöneticilerini şura ile seçmeleri teklifinde bulunmuştur. Bu ifadeler, Şamlıların katillerin kendilerine teslim edilmesiyle yetinmeyeceklerini, onların artık halifenin meşruiyetini tartışma konusu yapmaya başladıklarını göstermektedir. Daha önceki dönemde suçluların yönetim tarafından cezalandırılması veya kendilerine teslim edilmesi halinde Hz. Ali'ye biat edeceğini bildiren Muaviye, bu defa katiller teslim edilse de biate yanaşmayacağını, yerine yeni bir halifenin seçilmesi gerektiğini söylüyordu. 

Prof.Dr.Mehmet Azimli'nin Hz.Ali (Ankara Okulu: 2015)

kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

Savaşın Başlaması

Görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca savaş başladı. 

İki orduda karşılıklı akrabalar ve sahabiler yer alıyordu. 

Nihai savaşa geçildi. Iraklıların saldırılarını iyice artırması üzerine iki ordu arasında çok şiddetli bir savaş başladı. Iraklılar Şamlıları bulundukları hattın gerisine çekilmeye zorlamışlar ve nihayet Muaviye’nin çadırının yakınlarına kadar ulaşmışlardı.

Hz. Ali’nin ordusundaki Yemenlilerin liderlerinden Eşas, savaştaki can kayıplarından kaygılı idi. “Bu savaş, Arapların sonunu getirecek, şeref ve haysiyetimizi bitirecek.” diyordu. Savaş ilerleyip Irak tarafındaki Eşter komutasındaki grup zafere yaklaşınca Amr b. As'ın hile yaparak “Mızraklara mushaf sahifelerini takalım ve Ali ordusunu Kur’an’ın hakemliğine çağıralım.” önerisinin uygulamaya konmasıyla Şam ordusunun kurtuluşu gerçekleşti. Mushaflara takılan Kur’an’a çağrı, Irak ordusunu etkilediği ve Hz. Ali’nin ordusunda karışıklık meydana getirdiği için, Iraklıların üstünlüğü ile devam eden savaş neticeye ulaşamadan sona erdi.

Hz. Ali’nin savaşa devam ısrarı ve “Ey Allah’ın kullan! Düşmanınıza karşı savaşmaya devam edin. Ben Muaviye’yi, Amr'ı, İbn Ebi Muayt’ı, Habib’i, İbn Ebi Serh’i ve Dahhak'ı çok iyi tanıyorum. Onlann din ile ve Kur'an'la ilgileri yoktur. Ben onlan sizden daha iyi bilirim, çünkü çocukken beraber olduk ve büyüdükten sonra da beraber vakit geçirdik. Onlar çocukken de son derece kötü idiler, şer İdiler. Size yazıklar olsun, aldanmayasınız! Vallahi bu Kur’an sahifelerini sırf sizi aldatmak ve size tuzak kurmak için havaya kaldırmışlardır.” şeklindeki sözleri ordusunu savaşa teşvik için yetmedi.

Sonuçta ikilemde kalan Hz. Ali, savaşı sona erdirip hakem olayına razı oldu. 

Ölü Sayısı

Hz. Ali'nin ordusunun sayısı konusunda 50, 90, 100 bin gibi abartılı sayılar mevcuttur. Yine Muaviye’nin ordusu için de 70, 100 bin gibi sayılar aktarılır. Bu rakamların çokluktan kinaye olduğu aşikardır. İki ordu sayısı 70 biner kişi veya toplamda 100 bin civarında olduğu görüşleri İleri sürülse de Hz. Ali’nin daha önce Cemel için Kufe’dcn ne kadar zorlukla asker tedarik ettiğini biliyoruz. Bu sebeple bu sayıların abartılı olduğunu söyleyebiliriz.

Kayıplara gelince; Şamlıların 45, Iraklıların ise 25 bin, toplamda 70 bin kayıp verildiği zikredilir. Sonuçta iki ordunun sayısı net olmadığı gibi savaş sonunda öldürülenlerin de sayısı net değildir.

bottom of page