Müslümanların Tarihi
Muaviye'nin Halifeliği
Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar:2016)
kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Muaviye’nin Siyasi Kişiliği ve Yönetim Anlayışı
Hz. Ali'nin en yakın siyasi danışmanı, dolayısıyla Muaviye'nin politik rakibi olan Abdullah b. Abbas, İdare konusunda Muaviye'den daha güzel birisini görmedim" sözüyle onun siyasetteki başarısını tespit ve takdir eder.
Benzer şekilde Hz. Ömer'in oğlu Abdullah da Muaviye'nin siyasetteki dehasını "Rasulüllah’tan sonra Muaviye'den daha iyi bir idareci görmedim" sözleriyle dile getirmiş, kendisine onun Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'den de mi daha iyi olduğu sorulduğunda ise "Onlar Muaviye'den daha hayırlı idiler, ama Muaviye onlardan daha iyi idareciydi" cevabım vermiştir.
Muaviye'nin insanlarla ilişki konusundaki prensibi paranın iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde ise kılıca teşebbüs etmemesi, kısacası elindeki imkanları doğru zamanda ve gerektiği şekilde kullanmasıdır. Dolayısıyla o, siyasi hayatında hiçbir zaman tek düze bir politika takip etmemiştir. Karşılaştığı problemlerde ilk çözüm olarak maddiyatı öne çıkaran Muaviye, bunu politik bir araç olarak sık sık kullanmıştır. O kadar ki, kendi taraftarları kadar muhaliflerine de mal dağıtma konusunda israf derecesinde cömert davranmıştır. Bu konuda kendisini eleştirenlere de "Meydana gelecek bir savaş, benim bu dağıttıklarımdan çok daha fazla maliyete sebep olur" şeklinde cevap vermiştir.
Muaviye politik mücadelesinde Emevi asabiyetini gizleyip Kureyş asabiyetini merkeze alırken, aynı zamanda Kureyş dışında kalan Arap kabilelerine hareketinde önemli derecede yer vermiştir. Gerek Kelbi gerekse Kaysi kökenli olsun Şam'da teşkil ettiği ve büyük kabile şeflerinin dahil olduğu bir istişare heyeti vasıtasıyla idaresi altındaki bütün Arapların desteğini almayı başarmıştır. Bütün bu uygulamalarıyla Muaviye, hem Hz. Osman döneminde etkisini göstermeye başlayan Kureyşli-Kureyşli olmayan Araplar mücadelesinin etkisini kendi tarafında en aza indirmiş, hem de bu iki esas Arap soyunun birliğinden elde ettiği sinerjiyle politik ve askeri gücünü en üst düzeye ulaştırmıştır.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Muaviye b. Ebu Süfyan, Emeviler hatta Kureyş kabilesi gibi o zamanın şartlarına göre dar kabile çerçeveli bir destekle sınırları sürekli genişleyen ve toplum yapısı da çeşitlenen bir ülkenin idare edilemeyeceğini fark etmiş, dolayısıyla yönetimini daha geniş toplum kesimleri üzerine kurmaya çalışmıştır.
Prof. Dr. Adnan Demircan'ın Emeviler (Beyan: 2017)
kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Muaviye Barışı
İslâm Dünyasında Siyasî Birliği Yeniden Tesis Etmesi
Muâviye, daha önce ikiye bölünmüş olan ve beş yıl iç savaşın devam ettiği İslâm dünyasını yeniden tek yöneticinin idaresinde birleştirmiştir. Bu sebeple Muâviye’nin Haricîler hariç ümmeti tek bir otorite altında topladığı yıl, “Birlik yılı” olarak anılmıştır.
Devletin Merkezini Suriye’ye Taşıması
Muâviye halife olduğunda, ilk üç halifenin merkez olarak kullandığı Medine’yi ya da Hz. Ali ve halefi Hz. Hasan’ın kullandığı Kûfe’yi değil, uzun yıllar vali olarak görev yaptığı Suriye eyaletinin merkezi olan Dımaşk’ı tercih etti.
Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar: 2016)
kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Muaviye’nin Haricilerle Mücadelesi
İktidara geldikten sonra Muaviye'yi bekleyen en önemli iç problem Hariciler ve Hz. Ali taraftarlarının oluşturduğu muhalefet hareketiydi. Halife bunu çözmek için her iki topluluğun da ana merkezi konumunda olan Irak'a kudretli ve olağanüstü yetkileri haiz valiler tayin etmeye karar verdi.
Hz. Ali'yle giriştiği mücadelesinde halifeyi meşgul ederek kendisine dolaylı yardımda bulunan Haricilerle ilk defa karşı karşıya gelen Muaviye, bu hareketi başlangıçta Suriye'den gönderdiği ordularla etkisiz hale getirmeye çalıştı. Ancak Şam orduları Hariciler karşısında başarılı olamadılar.
Muaviye bunun üzerine Haricileri bizzat Iraklılar eliyle etkisiz hale getirmeye karar verdi. Bu amaçla ilk olarak hilafeti devraldığı Hz. Hasan'a müracaat ederek kendisinden yardım istedi. Ancak ondan "Ben ehli kıbleden olanlarla savaşmak isteseydim, ilk önce senden başlardım. Ben ümmetin birliği ve kanının akmasının engellenmesi için savaşı terk ettim" cevabını aldı.
Bu konuda ısrarlı girişimlerini sürdüren Muaviye, Haricilere karşı önemli sayıda Iraklının desteğini almayı başardı. Halife, bu mücadelede Iraklılardan istifade edebilmek için, bir taraftan onları imamlarını katledenlere karşı savaşmaya teşvik ediyor, diğer taraftan da isteğini yerine getirmezlerse maddi imkanlardan mahrum bırakmakla, asileri itaat altına almadıkları takdirde maaşlarım kesmekle tehdit ediyordu. Muaviye'nin klasik "havuç ve sopa" siyaseti netice verdi. Nitekim kısa süre sonra Iraklılar yakın zamanda imamlarını öldüren Hariciler üzerine amansız saldırı başlattılar.
Neticede Emevi yönetimi aynı anda hem Irak'ta ortaya çıkan problemi yine Iraklılar eliyle çözmüş, hem de kendisine karşı birleşme ihtimali olan iki grubu birbirine kırdırmak suretiyle muhalefetin daha da zayıflamasını sağlamıştır. Muaviye'nin bu siyasetinin farkına varan Hariciler, kendilerine saldıran Hz. Ali taraftarını "Sizler ne yaptığınızın farkında mısınız? Bize niye saldırıyorsunuz. Muaviye bizim de sizin de düşmanınız değil mi? Bırakın bizi, sizlerle değil, sizin de düşmanınız olanlarla savaşalım. Eğer üstün gelirsek, sizi de düşmanınızdan kurtarmış oluruz. Eğer onlar bizi yok ederlerse, bu defa siz bizden kurtulursunuz. Her iki halde de siz karlı çıkarsınız" sözleriyle iknaya çalışmışlarsa da Hz. Ali taraftarlarının kendilerine karşı savaşmalarına engel olamamışlardır.
Muaviye Dönemi Fetih Hareketleri
Hz. Ebu Bekir döneminde başlatılan İslam fütuhatı, Hz. Osman'ın son dönemi ile Hz. Ali'nin halifeliği esnasındaki iç çekişmeler sebebiyle sekteye uğramıştı. Kufe'de Hz. Hasan'dan biat alarak Müslümanları tek bir yönetim altında birleştiren Muaviye göreve gelmesiyle birlikte bir taraftan Hariciler ve Hz. Ali destekçileri gibi yönetim muhalifleri ile mücadele ederken, diğer taraftan da hızlı bir şekilde fetih faaliyetleri başlattı. Bu sayede hem yeni bölgeler Müslümanların idaresine geçmiş, hem de toplumun dikkati bir ölçüde iç politikadan dışarıya yöneltilerek muhalefet büyük oranda zayıflatılmıştır.
Muaviye dönemindeki fetihler üç cephede gerçekleşmiştir. Bunlardan ilki Bizans idaresi altında bulunan Anadolu ve Ermenistan topraklarıdır. Halife kuzey ve kuzey balı seferlerinde özellikle Suriyeli askerleri istihdam etmiştir. Muaviye döneminde Irak askerlerinin yönü ise Horasan ve Sind topraklarıdır. Bu süreçte hedef alınan üçüncü bölge ise Mısır ordusunun sorumluluğuna verilen Kuzey Afrika'dır.
Prof. Dr. İbrahim Sarıçam'ın Emevi-Haşimi İlişkileri (Türkiye Diyanet Vakfı: 2015) kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Hilafetin Geçişinden Sonra Emevi-Haşimi İlişkileri
Hilafetin Muaviye'ye teslimi üzerine Hâşim oğulları Kûfe'yi terk ettiler ve Medine'ye taşındılar; Abdullah b. Câfer, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Medine'ye yerleştiler. Muaviye Beni Hâşim'i kontrol altında bulundurmak maksadıyla valilerini kendi kabilesi olan Beni Ümeyye'den seçiyordu.
Muaviye, Beni Hâşim mensuplarını son derece değerli hediyelerle elde etmeye muvaffak oldu. Daha henüz Hz. Hasan'la sulh akdi yapılmadan önce onun öncü kuvvetleri komutanı Ubeydullah b. Abbas'a 1 milyon dirhem vadederek kendi safına çekmeyi başarmıştı. Bizzat Hz. Hasan'a vermiş olduğu paralar son derece yüksek meblağa ulaşıyordu. Muaviye'nin hilafeti istikrara kavuşunca Abdullah b. Ca'fer, Abdullah b. Abbas, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin onun yanına sık sık gidiyor ve bu son ikisi onun verdiği hediyeleri kabul ediyorlardı. Hz. Hasan vefat ettikten (650) sonra da Hz. Hüseyin'in Muaviye'nin yanına gidip geldiği ve Muaviye'nin ona ikramda bulunduğu görülmektedir. Hz. Hüseyin'in Muaviye ile iyi ilişkileri Yezid'in veliahtlığına karşı çıkmasına kadar devam etmiştir.
Muaviye'nin dostları, bazı ihsanlarının büyüklüğü karşısında hayretlerini ifade ettiklerinde o "bir harp bundan daha fazlasına mal olur" diyordu.
Muaviye devrini Emevi-Hâşimi mücadelesi açısından kısmi bir yumuşama dönemi olarak değerlendirmek mümkün ise de bu dönemdeki Emevi-Hâşimi ilişkilerinde Mekke'nin fethinden hemen sonraki gibi bir yumuşamanın mevcut olduğunu görmek mümkün değildir. Her şeyden evvel Hâşim oğulları Muaviye döneminde siyasi bakımdan sindirilmiş bulunuyorlardı ve idarede söz sahibi değillerdi. Onlar Muaviye tarafından ordu komutanlığı, valilik, âmillik ve hac emirliği gibi askeri ve siyasi görevlerde istihdam edilmemişler, sade bir vatandaş olarak köşeye çekilmişler ve idare için zararsız bir hale gelmişlerdi. Şayet fiili bir isyana teşebbüs ederlerse bunun Muaviye tarafından acımasız bir şekilde cezalandırılacağını biliyorlardı. Ayrıca Hâşim oğullan böyle bir teşebbüs gücünü kendilerinde göremiyorlardı. Hz. Ali gibi hem askeri yönü hem cesareti ve hem de itibarı yüksek bir Hâşiminin Muaviye'ye karşı kesin bir başarı elde edemeyişi; Hâşim oğullarının Muaviye karşısında yılgın vaziyete düşmesinde rol oynamış olmalıdır.
Bütün bunlara ilaveten Hicaz ve Irak halkı, Peygamber ailesi olmaları hasebiyle Beni Hâşim'e saygı ve itibar gösteriyorlardı; ancak Muaviye'nin ordusuyla sonuna kadar savaşacak derecede birlik oluşturup Beni Hâşim'in peşinden gidecek bir yapıya sahip değillerdi. Hz. Hasan Muaviye'ye hilafeti teslim ettikten sonra kendisine “seni bu işe götüren sebep ne idi?" diye sorulmuş; Hz. Hasan da şu cevabı vermiştir:
"Dünyadan hoşlanmıyorum. Küfe halkının da kendilerine güvenilemeyecek ve güvenenin de zarar göreceği bir topluluk olduğunu gördüm. İki adam görmedim ki birinin görüş ve arzusu diğerininkine uysun. Onlar ihtilaf ehlidirler. Ne hayırda birleşebiliyorlar ve ne de şerde. Babam onlardan çok zarar gördü. Keşke benden sonra onları ıslah edecek biri olsaydı. Harap olmaya namzet bir belde."
Prof. Dr. Adnan Demircan'ın Emeviler (Beyan: 2017)
kitabından kısaltılarak alınmıştır.
İslam Dünyasında Saltanatın Başlaması
Muâviye’nin önemli icraatlarından biri oğlu Yezîd’i veliaht olarak görevlendirmesidir. İslâm dünyasında hanedan sisteminin başlangıcı olan bu atamadan sonra iktidar, belirli ailelerin dinde bir mülk haline geldi. Bu sebeple önemlidir.
Kuvvede muhtemeldir ki Muâviye oğlu ile ilgili kafasında uzun süre düşündüğü bu planı Hz. Hasan’ın vefatına kadar hayata geçilmemiş; onun vefatından yaklaşık bir yıl sonra konuyu gündeme getirmiştir. Sonraki dönemlerde Hz. Hasan’ın Muâviye ya da Yezîd’in içinde olduğu bir organizasyonla hanımı tarafından zehirletilerek öldürüldüğü şeklinde bazı iddialar ortaya atılmışsa da bunlar, spekülasyondan öteye gitmez.
Prof. Dr. Adem Apak'ın Ana Hatlarıyla İslam Tarihi-3 (Ensar: 2016)
kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Velid'in Veliahd İlan Edilmesi
Yezid, Muaviye'nin Şam valiliği esnasında Kelb kabilesine mensub Meysun ile evliliğinden dünyaya gelmiş oğludur. Bir bedevi olması sebebiyle şehir hayatına alışamayan annesiyle birlikte babası Muaviye'nin kontrolünden uzak bir şekilde serbest bir hayat yaşadı. Onun çölde kabilesi arasında edindiği ve daha sonraki hayatında da sürdürdüğü bazı alışkanlıklar Müslümanların şiddetli tenkidine maruz kalmıştır.
Oğlu hakkındaki söylentileri fark eden Muaviye, toplum nazarında itibar kazandırabilmek için onu hac emiri olarak görevlendirmiş, ayrıca İstanbul muhasarasında yardımcı ordunun komutanlığına getirmiştir.
Muaviye oğlunun veliahd olarak tayin edilmesi kararını açıklamadan önce Müslümanların yeniden ihtilafa düşmemesi ve kan akıtılmaması için yerine birinin tayin edilmesi gerektiği fikrini yaymaya çalıştı. Bu konuda politik alt yapıyı oluşturduktan ve belli bir kamuoyu desteği temin ettikten sonra da veliahd olarak oğlu Yezid'in adım gündeme getirdi. Muaviye'nin bu kararına başta Şam'daki kabileler büyük oranda destek verdiler. Esasında bölgeye çok eski dönemde yerleşmiş bulunan Yemen Arapları, Bizans'a bağlı olmaları sebebiyle hanedanlık sistemine yabancı da değillerdi.
Valilerinin özel gayretiyle Kûfe ve Basralılar da halifenin kararına onay vermiş göründüler. Muaviye'nin destek alamadığı tek bölge olarak Hicaz kaldı. Bunda Şura'nın terk edilmek suretiyle Sahabe uygulamalarının dikkate alınmaması, Yezid'in halk içinde şuyu bulan şahsi özellikleri kadar, Hicaz Araplarının tarihlerinde saltanat uygulamasına şahit olmamaları, hatta bu sistemi temelden reddetmelerinin de etkisinin olduğu unutulmamalıdır. Bilindiği gibi, İslam öncesi dönemde Arap toplumunda kabile, zenginlik ve şeref gibi şahsi meziyetleri ile tanınan ve kendilerine şeyh, reis veya seyyid adı verilen kişiler tarafından idare ediliyordu. Ferdiyetlerine ve özgürlüklerine aşırı düşkünlükleri sebebiyle çöl Arapları, hiç bir zaman kral yetki ve otoritesine sahip kişiler tarafından yönetilmeye razı olmamışlar kabile reislerini diğer üyelerden üstün veya kutsal özellikleri olan şahıslar olarak değil, eşitler arasında birinci olarak kabul etmişlerdir.
Muaviye, oğlunun veliahdlığı konusunda Şam ve Iraklılardan genel destek aldıktan sonra Medine'ye giderek bu hususta sahabe çocuklarını ikna etmeye çalıştı. Ancak Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Ebu Bekir, Abdullah b. Ziibeyr ve Abdullah b. Abbas gibi şehir önderleri bu hareketin istişari hilafetin terk edilmek suretiyle yönetim sisteminin saltanata dönüşmesine sebep olacağını ileri sürerek Yezid'in veliahd ilanına karşı çıktılar. Daha sonra da baskıdan çekinerek Medine'yi terk edip Mekke'ye gittiler.
Muaviye Medine'de bir müddet daha kaldıktan sonra Mekke'ye gitti. Burada hac görevini yerine getirmesinin ardından ashab çocuklarına tekrar Yezid'in veliahdlığına razı olmaları çağrısında bulundu… Muaviye bunun üzerine muhataplarına halka hitaben bir konuşma yapacağını, konuşmasına herhangi bir şekilde itiraz eden olursa onun boynunu vurduracağı tehdidinde bulundu. Ardından da mescidde hutbeye çıkıp ashab çocuklarını işaret ederek "Bunlar Müslümanların ileri gelenleri ve en hayırlılarıdırlar. Onlara danışmadan hiçbir şey yapılamaz. Onlar şimdi Yezid'e biat etme konusunda razı olmuşlardır. O halde siz de Allah'ın adıyla biat edin" çağrısında bulundu. Herhangi bir itirazın olmaması üzerine Mekkeliler de Yezid'e biatlerini açıkladılar.
Muaviye, bir takım dünyevi teklifler yanında nihayet tehdit yoluyla da olsa Mekke'de oğlu adına biat prosedürünü tamamlamış oldu.