top of page

Dinden Dönme Hadislerinde Kabilecilik 

 

Prof.Dr.Âdem Apak'ın Erken Dönem İslâm Tarihinde Asabiyet (Ensar: 2016) 

kitabından kısaltılarak alınmıştır. Başlıklar bize ait.

Müslümanların ilk halifesi yönetime gelir gelmez, başka bir büyük problemle yüz yüze geldi. Bu problem, dini görünümlü olmakla birlikte esasında siyasi ve iktisadi sebeplerden kaynaklanan irtidat hadiseleridir ki, bunlara "ridde olayları”, hareketi bastırmak amacıyla düzenlenen askeri faaliyetlere de “ridde savaşları” adı verilmiştir. 

Ridde kelimesi lügatte bir şeyden dönmek, vazgeçmek, yüz çevirmek, reddetmek, gidilen yoldan geri dönmek anlamlarına gelir.  Istılahi olarak iman ettikten sonra İslam dininden dönmek anlamında kullanılmıştır.

Kabileler genel olarak irtidat hadiselerine katılmakla birlikte, onlardan bazı kollar İslam üzere sebat etmişlerdir. Arap yarımadasında bütün olarak Müslümanlıklarından vazgeçmeyenler ise Medineli Ensar ile birlikte Kureyşliler ve Taif’te bulunan Sakif kabilesi olmuştur.

Dinden Dönenler İslam’ı Red mi Ettiler?

İrtidat edenlerin bir kısmı yalancı peygamberlerin etrafında toplanıp ona tabi olarak İslam dairesi dışına çıkarlarken, diğer bir kısmı ise İslam’a bağlılıklarını beyan ederek Müslümanlıkta daim olacaklarını, ancak zekât vermeyeceklerini ilan etmişlerdir.

Hz. Ömer başta olmak üzere ashabtan bazıları, diğer dini görevleri yerine getirmeyi kabul etmekle birlikte zekât vermekten kaçınanlara karşı hoşgörülü davranılmasını istediklerinde, halifeden “Allah’a yemin ederim ki, namaz ile zekâtın arasını ayıranlara karşı savaşacağım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Onlar Rasulüllah’a verdikleri zekât hayvanının başına bağlanan ipi dahi bana vermekten çekinirlerse, yine onlarla savaşırım” cevabını almışlardır. Bunun üzerine halifenin emriyle Müslümanlar derhal harekete geçerek irtidat hadiselerini bastırma ve yarımadayı Müslümanların siyasi hakimiyetine alma faaliyetlerini başlatmışlardır.

Neden Dinden Döndüler?

İslam dini, tebliğe başlandığında özellikle Mekke’de büyük bir tepkiyle karşılaşmış Müslümanlar, neticede bütün siyasi ve askeri mücadelelerden başarıyla çıkıp Mekke’yi fethederek yarımadanın en büyük siyasi gücü haline gelmişlerdir. Bu güç karşısında en çok direnen Kureyş başta olmak üzere bazı Arap kabileleri sırasıyla Müslüman olduklarını açıklamaya başlamışlar, bazıları da siyasi varlıklarını korumak için İslam’a boyun eğmek zorunda kalmışlardır. İslam’a girişleri üzerinden çok az bir süre geçmiş olan bu kabilelerin dini inanışları içselleşme aşamasına ulaşamamış, yüzeysel derecede kalmıştır.

İrtidat eden kabilelerin büyük çoğunluğu çok kısa süre önce elçiler yılında 8 (630-631) gerçekleşen ziyaretler neticesinde ve temsilciler vasıtasıyla Müslümanlıklarını ilan etmişlerdi. Bu durum, gerçek bir İslamlaşmadan ziyade boyun eğiş ve siyasi bağlılık anlaşması niteliğinde kabul edilmelidir. Dolayısıyla bu kabilelerin üyeleri, gerçek anlamda Müslüman olmak yerine, Medine devletinin vatandaşlığı şeklindeki hukuki konuma erişen siyasi ve sosyal/kültürel nitelikli Müslümanlar haline gelmişlerdir. Nitekim çöl Araplarının şekli iman konumunu Kur’an’ı Kerim şu şekilde açıklar:

"Bedeviler, inandık dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama boyun eğdik deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir”.

Beni Temim elçileriyle Hz. Peygamber’e (sav) gelerek Müslüman olduğunu ilan eden Uyeyne b. Hısn irtidat hadisesine katılmasının ardından Medine’ye esir olarak getirildiğinde niçin dinden döndüğü kendisine sorulduğu zaman, “Allah’a yemin ederim ki, bir an olsun bile iman etmedim” cevabını vermiştir.

Gerçekten de özellikle yeni Müslüman olan ve merkezden çok uzaklarda yaşayan kabileler, İslam dinini özümseme ve inançlarını sağlamlaştırma imkânı bulamamışlar; Hz. Peygamber’in (sav) vefatıyla birlikte dini kolayca inkâr edip yalancı peygamberlerin peşine takılmışlardır.

Ridde hadiseleri genelde dini görünüm arz etse de aslında siyasi nitelikli hareketlerdir. Kaldı ki, olaylarda rol oynayan sahte peygamberler de esasında dini kimlikli şahıslardan ziyade, kendi kabileleri adına Medine hakimiyetine baş kaldıran kabile reisleriydiler. Onların peygamberlik iddiasında bulunmaları ise aslında insanları kendilerine daha çabuk bağlama amacına yöneliktir.

Dinden Dönen Liderlerin Gücü ve Özellikleri

Peygamber olduğunu söyleyen Esvedu’l Ansi, Tuleyha, Secah ve Müseylime birer münzevi dini şahsiyet değil, siyasi sorumluluk makamında olan kabile şefleridirler. Bunlardan Esved, kısa zamanda Güney Arabistan’ı kontrol altına alabilmiş, Secah ve Tuleyha Müslümanlar üzerine akınlar yapabilecek askeri güce erişmiş, Müseylime ise Yemame topraklarında o dönem şartlarında muazzam bir güç olarak görülebilecek 40 bin askere komuta etmiştir. Ayrıca sahte peygamberlik iddiacılarının etraflarında toplanan Arapların büyük bir kısmı onların peygamber olduklarına inanmıyor, sadece siyasi kimliklerini dikkate alıyor bu sayede Kureyş otoritesinden kurtulmak istiyorlardı.

Ridde Savaşları[1]

Dinden Dönme Olaylarının Arkasındaki Arap Kabileciliği

İrtidat hadiselerinde etkin olan siyasi sebepten asıl maksat, kabile asabiyetidir. Başlangıçtan beri Arap Yarımadasındaki kabileler hep siyasi bağımsızlık içinde yaşamışlar, başka milletler bir tarafa, kendi ırkdaşları olan diğer kabilelerin otoritesini dahi kabul etmemişlerdir. Gerek ferdi gerekse kabilevi bireycilik ve bağımsızlık Arabın en bariz özelliğidir. Bu sebeple bedevi toplumdan bir devlet organizasyonu safhasına geçememişlerdir.

Arap Yarımadasında bunu ilk kez başaran ve Arapları kabile toplumundan organize devlet toplumu seviyesine çıkaran Hz. Peygamber’di (sav). Mekke’nin fethiyle birlikte Müslümanların siyasi hakimiyetini kabul etmek zorunda kalan kabileler, Medine’nin siyasi otoritesine boyun eğmeyi bir zaruret görerek Müslümanların siyasi birliğine dahil olmuşlardır.

Kabile asabiyeti düşüncesiyle Allah Rasulü’nü (sav) bir peygamber değil, Kureyş hakimiyetinin ve otoritesinin bir sembolü olarak gören Arap kabileleri, onun vefatıyla birlikte Kureyş’e karşı çıkmak, iktidar hususunda onunla yarışmak için Kureyş’e boyun eğmeyeceklerini ilan etmişlerdir.  

İrtidat hadiselerinde kabile asabiyetinin etkisini Talhatü’n-Nemri’nin Müseylime’ye söylediği şu sözler açıkça ortaya koyar:

“Senin yalancı olduğuna şehadet ederim. Fakat Rebia oğullarından olan bir yalancı, bizim için Mudarlıların doğru olan peygamberinden daha iyidir.”

Yemame savaşında esir düşen askerlere niçin Müseylime’ye tabi oldukları sorulduğunda “Biz, sizden bir peygamber olduğu gibi bizden de bir peygamber olsun istiyorduk” cevabını vermişlerdir.

Kureyşliler Neden Dinden Dönmedi?

İrtidat hareketleri dini nitelikli görünmekle birlikte aslında Kureyş hakimiyetine karşı siyasi isyan anlamına geldiği için, Kureyşliler irtidat hareketlerine katılmamışlar, üstelik bu hareketleri bastırmak için en ön saflarda yer almışlardır. Halbuki Hz. Peygamber (sav) ve ilk Müslümanlar ile en fazla Mekkeliler mücadele etmişler, İslam’ın yayılmasını engellemek için en çok onlar gayret göstermişlerdir. Üstelik yakınları olan pek çok kişi Müslümanlarla yapılan savaşlarda öldürülmüşlerdi. Bütün bunlardan dolayı İslam’a karşı intikam gereğince aslında Mekkeliler’in düşmanlık yapmaları ve eski dinlerine dönmeleri gerekirdi. Ancak Arap Yarımadasında binlerce insan İslam’dan ayrıldıklarını ilan ederken, ayrıca uğruna kan döktükleri putların Kabe’den sökülmesinin üzerinden de fazla bir zaman geçmemiş olmasına rağmen, onlardan hiç kimse dinden dönmemiştir.

Mademki diğer kabileler İslam’a boyun eğmeyi Kureyş’e boyun eğmekle bir tutuyorlar, öyleyse buna karşı dine sahip çıkmak da Kureyş’in görevidir. İslam Kureyş’e hem siyasi hem de İktisadi gelecek vadediyordu. Bu nedenle kalpleri İslam’a tam ısınmamış olsa da yeni Müslüman olmuş veya kendisini dine girmek zorunda hissetmiş Kureyşliler irtidat hareketlerine iştirak etmemişlerdir.

Mekke’nin fethinden sonra gerçekleşen Huneyn Savaşında Müslüman ordunun bir ara bozguna uğradığı haberi alınınca Ebu Süfyan’ın bir anlık sevincini gören Saffan b. Ümeyye’nın sözleri onun dinden ziyade asıl olarak Kureyş’in siyasi konumunu öncelediğini açıkça ortaya koyar: “Ağzın toprak dolsun, Hevazin’den birine göre Kureyş’ten bir adamın beni terbiye etmesi benim için daha hayırlıdır."

Kureyş içinde özellikle ilk Müslümanların da irtidat hadiseleri sürecinde Ebu Süfyan gibi düşündüklerini ileri sürmek haksızlık olur. Bizim burada niye dinlerinde sabit kaldılar dediklerimiz, dine girişlerinin üzerinden çok fazla bir zaman geçmemiş, gönülleri İslam’a henüz ısınamamış, başka bir ifadeyle Müslümanlara boyun eğmek zorunda kalmış olan Kureyşli tuleka grubudur.  

Kureyş içinde gönlü gerçekten İslam’a ısınmadığı halde, irtidat etmeyenlerin hallerini, Mekke döneminde kendisi dine girmemesine rağmen yeğeni Hz. Muhammedi (sav) savunan Ebu Talib ve Haşimiler’in tutumuna benzetilebilir. Nasıl Ebu Talib ve Haşimoğulları’ndan diğer Müslüman olmayanlar, peygamberliğine inanmasalar da sırf kendilerinden olduğu için Hz. Peygamberi (sav) himaye ederek bu uğurda her türlü sıkıntıya katlanmışlarsa, Kureyşliler de irtidat hadiseleri esnasında Hz. Peygamber (sav) sırf kendilerinden (Kureyş) olduğu için, onun dininden ayrılmamışlardır.

Dinden Dönme Hadislerinin Sağladığı Fayda

İrtidat hadiseleri sadece Kureyş içinde bir bütünlük meydana getirmekle kalmamış, halife seçimi esnasında iktidar mücadelesine girişmeleri sebebiyle aralarında kırgınlık meydana gelen Ensar ile Muhacirun’u da bir araya getirmek suretiyle onların hadiseler karşısında ortak hareket etmelerini sağlamıştır. Dolayısıyla halife seçimi esnasındaki kabilevi bölünme görüntüsünün ortadan kaldırılmasında ridde hadiselerinin dolaylı olarak toparlayıcı rol oynadığı ifade edilebilir. Gerek Hz. Ebu Bekir, gerekse Hz. Ömer, ridde hadiselerini bastırıp Arabistan’da siyasi birliği teşekkül ettirdikten sonra, bu birliği sürdürebilmek için İslamiyet’i çok sathi ve zoraki benimsemiş olan Arap kabilelerini, kendi aralarında mücadele etmeye fırsat vermeden komşu ülkelere seferlere yönlendirmişlerdir. Yeni askeri faaliyetler de bölünmelere engel olmuştur.

 

Kaynaklar

[1] İslam Kültür Atlası. İsmail Râci el-Fârûkî.  İnkılap:1991

bottom of page