Müslümanların Tarihi
Büyük Fetihler ve Bunların Sosyo-Politik Sonuçları
Prof. Dr. Muhammed Abid Cabiri'nin Arap-İslam Siyasi Aklı (Kitabevi:2001) adlı
kitabından kısaltılarak alınmıştır. Başlıklar bize ait.
Tüm Arapların Savaşa Davet Edilmesi
Ebu Bekir, Müsenna bin Harise’yi Irak’ta tek başına bırakarak, Suriye’deki orduları Halid bin Velid’le destekledi. İranlılar, birliği sağlamaya çalıştılar. Müsenna bin Harise, Ebu Bekir’den yardım istedi. Yardım gecikince, Medine’ye bizzat geldi. Ebu Bekir’e, “savaşabilecek durumdaki pişmanlık göstermiş ridde ehlinden yardım istemesi için” izin vermesini önerdi.
Bundan önce Ebu Bekir, fetih için sefere katılmaya yalnızca güvendiği, yani irtidat etmemiş kabileler için izin veriyordu. Çünkü bu konuda güven içinde değildi. Araplar, herhangi bir anda başkaldırabilirdi.
Ebu Bekir, Müsenna henüz Medine’deyken vefat etti. Müsenna, Irak’a döndü.
Ömer işbaşına getirilmişti.
Irak’taki Arap ordularının komutanı, Müsenna bin Harise’nin, İranlıların Yezdicerd çevresinde birleştiğini ve Sevad halkının sözünden döndüğünü bildiren mektubu gelince, Ömer şöyle dedi:
“Yemin olsun ki, Acem hükümdarlarını Arap hükümdarla vuracağım.”
Ömer, valilerine şunu yazdı: “Araplar, yardım edebilecek, at, silah ve görüş sahiplerini bırakmayıp oraya göndermelidir.” Bu Kadisiye savaşına hazırlık içindi.
Her yandan koşarak geldiler. Onları Suriye ve Irak’a gönderdi.
Ganimetin Artan Önemi
Ömer bin Hattab döneminden itibaren, “ganimet”in büyük bir etkisi olacaktır. Bunun birinci sebebi şudur; bu kez askere alınanlar, içlerinde irtidat etmiş, dönüp silah gücüyle Müslüman olmuş, “imanın henüz kalplerine gireceği” ölçüde yeterli zaman geçmemiş kişiler de bulunmak üzere, Arap kabile topluluklarıdır. İkinci sebep ise, şudur: Irak ve Suriye’den başlayarak, “büyük fetihler”in ganimetleri, Arap kabilelerinin yarımadada savaş yoluyla elde etmeye alıştıklarından, sayı ve nitelik açısından tamamen farklıdır. Bu kez durum, çoğunlukla deve ve koyunlardan oluşan “kabile” mülkleri değil/köklü uygarlığa sahip büyük devletlerin hazineleriyle, kentlerin yığdıklarıyla, tarla ve bahçelerin gelirleriyle, davar bir yana, altın ve gümüş gibi taşınır mallarla ilgilidir.
“Ganimet”, yalnızca fetih için askere alınan ve “çevre”de (etraf) oturan kabilelerin nasibi değildi, merkezin de ganimetten payı vardı. Bunun oranı, beşte birdi. Halife, bu harcamayı kendi kararına göre yapardı. İleride göreceğimiz üzere, halifeden halifeye farklı yorum ve uygulamalar varsa da “sabit olan”, beşte birin zorunlu olarak “merkez”e, Medine’ye gelişidir. Irak, Faris (İran), Suriye, Mısır ve Afrika ganimetleri açısından beşte bir, hiç de az değildir.
“Ganimet”in gerçekten büyük bir etkisi vardı. Dolayısıyla, Arapların ve Müslümanların dini ve tarihi muhayyilemizde “erdemli devlet”i yansıtan Hulefa-i Raşid’in çağının tanık olduğu siyasi olaylardaki temel rolü dikkate alınmalıdır.
Kabile Yapılarının Ön Plana Çıkması
Fetih için askere alınan kabileler, yanlarında erkekler, kadınlar, çocuklar ve köleler olduğu halde, Arap yarımadasındaki vatanlarından, fethedilen bölgelerde yerleşmek için savaş cephelerine doğru göç ediyorlardı. Yerleştikleri yerler ya bu maksatla kurulan Küfe, Basra ve Kayravan gibi kentler, ya da Mısır ve Suriye’de olduğu gibi mevcut kentlerin kenarlarındaki karargahlardı. Daha sonra yerli, halkla karıştılar. Bu şekilde topluca ve kısa süre içinde, İbn Haldun’un deyimiyle, göçebeliğin (bedeviliğin) sertliğinden hadariliğin (uygarlığın) yumuşaklığına geçtiler.
Toplanma merkezleri veya bu amaçla kurulmuş Basra ve Küfe gibi kentler, çeşitli kabilelerin “semtler”inden ibaret olmuştur: Her semtte, bir kabile veya aralarında kan veya ittifak bağı bulunan kabileler topluluğu vardı. Böylelikle, Ömer devrinden itibaren Arap kabileleri, Cahiliye dönemindeki küçük kabile birimlerinin yerine geçen büyük kabile kütleleri oluşturarak yeni yerleşim yerlerinde ve beldelerde toplanmaya başladı. Kabilelerin bu güçler dengesi arzusu, her kabilenin kollarını tek bir sancak altında toplanmaya yöneltmişti.
Kabile bağlarını ortaya çıkarma ve yoğunlaştırmada Ömer bin Hattab tarafından maaş divanı kurulmasının ve insanların buradaki dizilişlerinin bu konuda küçümsenmeyecek bir rolü vardı. Maaş düzeninin belirlenmesi, insanların kabilelerine ve köklerine göre tasnifini gerektirmiştir. Soy bilginleri köklerine ve asıllarına göre neseplerin yazımı ve kabilelerin tasnifine çalışmıştır. Bu yazımın, kabilelerin nesepleriyle ilgilenme ve yazımı için titizlik gösterme konusunda etkisi olmuştur. Bu da nesebini belirlemeye, onunla övünmeye, soy ve yakınlık bağının bir araya getirdiği kabilelere meyletmeye yol açmıştır.
Şam-Irak Farklılaşmasının Kökenleri
Yarımadanın doğusunda Katar’dan Irak’ın kuzeyine kadar olan bölgede oturan Rebia kabileleri, büyük bir kabile kütleleşmesi oluşturarak, bütünüyle Irak cephesine yönelmiştir. Cahiliye döneminden beri çoğu Yemen kökenli Arap kabilelerinin konakladığı Suriye’ye gelince…Yemen’den askere alınan kabilelerin hedeflediği yön olmuştur.
Çekişme ve anlaşmazlık Irak ve Suriye arasında yoğunlaşıyordu. Irak’ta, coğrafi yakınlıkları dolayısıyla, Rebia ve Temim başat olmuştu.
Suriye’de ise başatlık etkinliği veliahd Yezid’in kendilerine mensup annesiyle evlenmiş olan Muaviye döneminde güçlenen “Kelb”in başında yer aldığı, İslam’dan önce Suriye’ye yerleşmiş olanların liderliğinde Yemen kabilelerinindi. Buradaki çekişme, Yemenli Kelb ile Mudarlı Kays arasındaydı.
Rebia Irak’ta tek başına olmadığı gibi, Yemenliler de Suriye’de yalnız değildi, yanında Hevazin (Sakif de onlardandır); Gatafan ve Suleym gibi Kays kabileleri de vardı.
Mısır’a gelince, fetih hareketine katılan, sonra orada yerleşen Arap kabilelerinin çoğu, Yemen kabilelerindendi.
Irak ve Şam arasındaki “kabile” düzlemindeki ayrılık yönlerinden birisi, Iraktaki kabilelerin, Küfe ve Basra’da onlu düzende dağıtılmalıdır; “Her kabile veya aynı kökenden gelen kabilelerden bir zümre, tek onda bir oluşturur. Taktik açısından kabilelerin bu düzeni, askerlerin hızla toplanmasına, maaş ve ganimet dağıtımının kolaylaşmasına yardım ediyordu. Ama buna karşılık, kabile asabiyeti güçlendi. Çünkü, anlaşmazlığın dayandığı biricik ilke, “kabile”ydi.
Suriye’ye gelince, fetih için askere alınan ve Arap yarımadasından gelen kabilelerin dağıtımında, başka bir düzen, “ecnad” (askeri birlikler) düzeni izlenmiştir. Arap orduları, Suriye’nin başlıca kentlerine yakın yerlerde karargah kuran birlikler halinde dağıtılmıştır. Her ordu (ecnad), oluştuğu kabilelere değil, bulunduğu yere nisbet ediliyordu.