Müslümanların Tarihi
Kabile Yapısının Fitne Olaylarındaki Rolü
Hz.Ali ve Muaviye’nin Yanında Savaşanlar
Kureyş Arap ikilemi, Ali ile Muaviye arasındaki çatışmada da belirleyici oldu. Kureyş’in başında Muaviye vardı. Araplara gelince, Ali’nin saflarındaki büyük çoğunluk onlardan oluşuyordu. Çünkü onun yanında, gerçekten çok az sayıda Kureyşli savaşıyordu.
Rebia, Ali’ye içten bağlı kabilelerin başında geliyordu, onu çok övüyordu. Kendisi ile Yemenli kabileler arasında, İslam’dan önce var olan ittifakı canlandırmaya çalışıyordu. Ali’nin saflarında yer alan en önemli Yemenli kabileler Kinde, Buceyle, Buamdân, Has’am ve Ezd idi.
Muaviye’nin ordusuna gelince, temelde, İslâm’dan önce göç ederek özellikle Suriye’ye yerleşmiş olan Yemenli kabilelerden oluşuyordu. Daha önce işaret ettiğimiz gibi, bunların en belirgini, Kelb kabilesiydi. Yemenli kabilelerden sonra, Suriye’deki Mısırlı unsuru temsil eden Kays kabileleri, özellikle de Emevilerin büyük Irak valilerinin mensup olduğu Sâkif kabilesi gelir.
Hz. Ali’nin Ordusu İçinde Kabile Mücadeleleri
Ali bin Ebi Talib, Rebia ile Yemenli kabileler arasında Kureyş’e karşı bir ittifak kurmak suretiyle, ordusu içinde bir ölçüde uyum sağlamaya çalıştı. Ancak o, saflarındaki Yemenli unsur ile Mudarlı unsur arasında birlikte yaşama ve yardımlaşma anlayışını kabul ettiremedi. Bu, hezimetinin sebeplerinden biri oldu. Gerçekten de Ali bin Ebi Talib tarafının ünlü hakem (tahkim) olayı dolayısıyla bölünmesi, esasen bu tarafın karşı karşıya olduğu kabile çelişkileriyle ilgilidir. Bu çelişkilere hâkim olmak ve onları gidermek, ancak hileci bir siyasi dehayla olabilirdi, bu da Ali bin Ebi Talib’in niteliklerinden değildi.
Çelişkiler Ali bin Ebi Talib’in Muaviye’yle savaş için Suriye’ye gitme kararı vermesiyle birlikte belirmeye başladı. Gatafân ve Temim’den (ikisi de Mudar’dandır) pek çokları Ali’nin huzuruna girdi ve şunları söyledi:
“Ey müminlerin emiri! Biz sana öğüt için geldik; kabul et. Bir görüş benimsedik, onu reddetme. Biz seni ve yanındakileri düşündük: Dur gitme, bu adamla yazış, Suriyelilerle savaş için acele etme. Yemin olsun ki, karşılaştığımızda ne biz ne de sen kimin üstün geleceğini, kimin geri döneceğini bilmiyoruz.”
Ali’nin yandaşları ki bunlar Yemenlidir bunu duyunca, hemen karşılarına çıktılar ve onları Muaviye’yle yazışmak ve onun hesabına çalışmakla suçladılar. Bu öğüt vericiler, kavimlerinden bir grupla yola çıkıp, Muaviye’ye gittiler. Ama onlar Muaviye’nin yanında savaşmadılar. Bunun ötesinde, her iki grupta da yer almadılar. Ali’ye, Muaviye’yle savaşa girmemesi için öğüt veren bu kişilerin tutumu, ancak ve ancak, Muaviye’nin saflarında yer alan Mudar’dan (Gatafân ve Temim) amca oğullarıyla savaşmak istemeyişleriyle açıklanabilir.
Hz. Ali’nin Stratejisi ve Ortaya Çıkan Sorunlar
Ali bin Ebi Talib, bu sorunu, aynı kabilenin hem kendi hem Muaviye’nin ordusu içinde yer alması sorununu yenmeye çalıştı. Savaş planını, ordusundaki her kabilenin, Muaviye’nin ordusundaki amca oğlunun karşısında yer alması temeline oturttu. Saflarındaki Ezd’e, “Muaviye’nin saflarındaki Ezd karşısında yer alın”, Has’am kabilesine “Has’am kabilesinden olanlar karşısında yer alın!" dedi. Irak’taki her kabileye, Suriye halkından olan kardeşinin karşısında yer almasını emretti. Ancak, bir kabileden Suriye’de oturan yoksa, onu orada oturan öteki kabileye yöneltti. Bu planın hedefi, Muaviye ile arasındaki çatışmanın, ordusunu oluşturan kabileler arasındaki bir çatışmaya dönüşmesinden kaçınmaktı. Çünkü, Ali’nin saflarındaki Ezd’liler, sözgelimi Muaviye’nin saflarındaki Has’amlılarla savaşsaydılar, Ali’nin saflarındaki Has’amlıların Muaviye’nin saflarındaki adamlarının lehine çalışmayacağını hiçbir şey garanti edemezdi. Böylece çatışma, onunla Ali’nin saflarındaki Ezd arasındaymış gibi olurdu.
Ancak, Ali’nin kendi tarafındaki kabilelerin savaşmasından kaçınma temeline oturan bu plânının bir yandan olumsuz etkisi de vardı. Her kabile kendisini kardeşiyle savaşır görmüştü. Uğrunda savaştıkları dava, onları doğrudan ilgilendirmeyen ve kabile muhayyilesinde temeli bulunmayan siyasi bir davaydı. Tam tersine, içlerinden biri, Yemen’den veya Rebia’dan ise, kendi kendine şöyle düşünebilirlerdi: Ali ve Muaviye, Kureyşlidir. Hangisi üstün gelirse gelsin, iktidar Kureyş'in olur. Bu duygu, özellikle Ali’nin saflarına hâkim oldu. Çünkü Muaviye’nin safları, birbirine daha tutkundu, ordusu profesyonel bir orduya çok benziyordu. Birbiriyle çekişen kabilelerden oluşan Ali’nin ordusu ise, öz kardeşleriyle savaşmakla yükümlü tutulduklarını fark ettiğinde de, vicdani parçalanma durumuyla karşı karşıyaydı. Bu anlamda, şu olay anlatılır: Ezd önderlerinden biri, Ali kendilerini Muaviye’nin saflarındaki kardeşleriyle savaşmakla yükümlü tutunca, şunları söyledi:
“Bizim, kavmimize, onların bize karşı yönlendirilmesi, büyük yanlıştır, önemli beladır. Yemin olsun ki, ellerimizi ellerimizle kesiyoruz. Kanatlarımızı kılıçlarımızla kırpıyoruz. Biz topluluğumuzla yardımlarsak ve onlara içten davranmazsak, küfre düşeriz. Eğer böyle savaşırsak, şerefimizi ayaklar altına almış, ateşimizi söndürmüş oluruz.”
Şu olay da anlatılır: Iraklı Has’am kabilesinin önderi Ebu Ka b öldürüldüğünde, Muaviye’nin saflarındaki katili, kendini ağlayıp sızlamaktan alamadı. Şunları söylüyordu:
“Ey Ebu Kâ’b, Allah sana rahmet eylesin. Bir kavme itaat uğrunda seni öldürdüm. Sen benim en yakınlarımdan, en sevdiklerimden biriydin. Galiba Kureyş bizi oyuncak edinmiş.”
Hakem Kararına Kabilelerin Tepkisi
Bunun için, “Allah’ın kitabının hakemliği” önerisinin, insanlar kendilerini her iki taraf arasındaki ilişkinin sabah-akşam özellikle sürdüğü, her kabilenin öteki saftakiyle bir araya gelip ölülerini topladığı, yaralılarını tanıdığı vb. dramatik durumlarda gördüklerinde doğduğunu benimseyen görüşü tercih etmekten insan kendisini alamıyor.
Kaldı ki çatışmadan kaçınmak için “hakeme gitme” (tahkim), eski bir Arap geleneğidir. Arap kabileleri, zincirleme öç alma olayları yüzünden bitmez tükenmez savaşlardan kaçınmak için hakemlere başvururdu.
Her halükârda, tarihen sabit olan Ali bin Ebi Talib’in saflarındaki geniş bir kesim, daha başlamadan önce savaştan kaçınmak istiyordu. Savaşın sona erdirilmesini de ya dini dürtüyle (Müslüman, Müslüman kardeşini öldürüyor), ya da açıkladığımız üzere kabile dürtüsüyle isteyenler hep olmuştur.
Buna karşılık, Ali’nin saflarında, savaşın sürdürülmesi için baskı yapan, çeşitli değerlendirme ve çıkarların yönlendirdiği başka topluluklar daima olmuştur. Birinci anlayışın baskısı altında Ali, hakeme başvurmayı kabul edince, başlarında Eş’as bin Kays ve Malik el-Eşter’in yer aldığı Yemenli kabile reisleri, hakem olarak kendisini temsil etmesi için bir Yemenli olan Ebu Musa el-Eş’ari’yi istemişlerdir. Ali, Ebu Musa el-Eş’ari’nin, Muaviye’nin temsilcisi Amr bin el-As ölçüsünde dahi olmadığı gerekçesiyle itiraz edip, İbn Abbas’ın temsilciliğini önerince, Eş’as bin Kays ona, İbn Abbas ile Amr bin el-Âs’ın Mudarlı oldukları, Mudar’dan iki kişinin bu iş konusunda karar vermelerini asla kabul etmeyeceği biçiminde cevap verdi. Ali, Amr bin el-Âs’ın dehasıyla Ebu Musa el-Eş’ari’yi alt edeceği endişesini dile getirince, Eş’as ona şu cevabı verdi:
“Biri Yemenliyken hoşlanmadığımız bir karar vermeleri, ikisi Mudarlıyken hoşlandığımız karar vermelerinden bizim için daha iyidir.”
Ali bin Ebi Talib’in taviz vermekten ve Ebu Musa el-Eş’ari’yi tayin etmekten başka çaresi yoktu.
Eş’as bin Kays, hakemlik yazısıyla Ali’nin karargâhında dolaşmaya başlayınca, “insanlar”, yani kabile önderleri, “hakemlik olayı”nın Yemenlilerin savı olduğunu anladı. (Rebiadan) Bedr, (Mudar’dan) Temim kabilesinin tepkisi, hakeme gitmenin iptaliydi. Eş’as’ın karşısına. Temim oğullarından bir grup çıktı, içlerinden biri ona şunları söyledi:
“Yüce Allah’ın işi (emr) konusunda, insanları hakem yapıyorsunuz. Hüküm ancak Allah’ındır.”
Kılıcım çekti, Eş’as a vurdu. Devesi isabet aldı, Eş’as üstündeyken kaçmaya başladı. Eş’as’ın kavmi bu durumu görünce ona yardıma koştular. Ali’nin saflarında, Temim oğulları ile Yemenliler arasında Temim oğullarının büyükleri müdahale edip, Eş’as ve kavmine özür belirtmeseydiler, neredeyse çatışma çıkmak üzereydi.
Haricilerin Ayrılması
Hakem olayından sonra, Ali’nin ordusu, Küfe ye kargaşa içinde ve bölünmüş olarak girdi. Ali’yle birlikte dostça Sıffin’e gittiler, ama düşmanca ve kin kusarak döndüler. Hakem olayı duyuluncaya dek Sıffin’deki karargâhlarından ayrılmadılar. Bundan sonra bütün yolu tuttular; bağrışıyorlar, sopalarla birbirine vuruyorlardı. Hariciler (bu olaydan sonra Harici adını alanlar) şöyle dediler:
“Ey Allah’ın düşmanları! Yüce Allah’ın emri konusunda zaaf gösterip, hakem mi tayin ettiniz?”
Ötekiler (hakeme gitmeye zorlayanlar) ise şöyle dedi:
“İmamımızdan ayrıldınız, topluluğumuzu böldünüz.”
Ali, Kûfe’ye girince, onunla gelmediler. Harûraya gittiler, on iki bin kişi orada kaldılar. İçlerinden biri, şöyle seslendi:
“Savaş emiri Şebes bin Rib’i et-Temimi’dir, namaz emiri Abdullah bin el-Kevva el-Yeşküridir. İş, fetihten sonra şûra iledir. Bey’at, yüce Allah içindir, iyilik emredilecek, kötülük önlenecektir.”
Kabilelerin ya kendilerinden ya da en güçlü aşiretten birini başkan kabul ettiklerini göz önüne alırsak, bu Hariciler esasen (reisleri Şebes bin Rib’i et-Temimi olan) Temim ile (Rebia kabilelerinin en güçlüsü Bekr’e mensup Yeşkur’lu Abdullah bin el-Kevva önderliğindeki) Bekr'dendir. Bu yüzden, onlar hakkında Ali bin Ebi Talib “Bekr ve Temim’in bedevileri” demiştir. Bir de buna Haricilerin birkaç önderini çıkaran Hanife oğullarını eklersek genel olarak, yarımadanın doğu kabilelerinin Ali bin Ebi Talib’ten ayrılmış olduklarını, yanında Ömer bin Hattab zamanında fetih için askere alındıktan sonra Küfe'de yerleşmiş çoğu Yemen kabilelerine mensup “Küfe halkının kalmış olduğunu söyleyebiliriz. Bunlara binlerce “Ensar”ı, zayıf (ezilen) insanları, küçük kabile mensuplarını eklemeliyiz. İşte bunlar, Yemenli kabilelerin yanında, Ali’ye destek vermişlerdir. Hepsi birden “Şia” adını alır.
Havarice (Hariciler) gelince, onlarla Ali bin Ebi Talib arasındaki kesin “boşanma”, Nehrevan’da kendileriyle savaşmaya mecbur olunca gerçekleşmiştir. İçlerinde kimi önderlerinin de bulunduğu pek çok kişi öldürüldü. Bunlar, Havâric ile Ali ve daha sonra Şia’nın arasını ebediyen açan “şehitler” oldular. Havâric, “şehitler”inin intikamını alacak, ilk kurban da Abdurrahman bin Mülcem tarafından hicri 40. yılın 17 Ramazan’ında komploya uğrayan Ali bin Ebi Talib olacaktır.
Muaviye’nin Durumu Fırsata Çevirmesi
Muaviye, Ali’nin askerleri arasındaki “iç savaş”la meşgul olmasını çok iyi değerlendirdi. Daha önce Ali’ye bağlı olan Mısır’ı, Amr bin el-As eliyle istila etti. Ali, Muaviye’nin kendisini çevreden sardığını hissedince, Kays bin Ubâde el-Ensâri komutasında büyük bir ordu hazırladı. Ali’nin komploya uğraması, bu ordu hareket etmek üzereyken gerçekleşti.
Hz. Ali’nin Şehit Edilmesinden Sonra Hz. Hasan’ın Tutumu
İnsanlar, (özel olarak bu ordunun komutanı olan) oğlu Hasan’a halife olarak bey’at etti. “Hasan, savaşmayı uygun görmüyordu. Muaviye’den kopartabildiğince kendine bir şeyler almak, sonra da cemaate (birliğe) girmek istiyordu. Hasan, Kays bin Sa’d’ın kendi görüşüne katılmadığını öğrendi, onu görevden aldı, yerine Ubeydullah bin Abbas’ı komutan yaptı.
Abdullah bin Abbas, Hasan’ın Muaviye’den kendisi için bir şeyler almak istediğini öğrenince, Muaviye’ye sığınma hakkı (eman) ve aldığı mallara kendini ortak yapmasını istediği bir mektup yazdı. Muaviye bu şartı kabul etti.
Bundan sonra, böyle bir orduda ve bu gibi şartlarda ortaya çıkabilecek durumları kolayca kestirebiliriz. Muaviye’nin ordusuyla birlikte geldiği haberi alındığında, Hasan ve ordusu, Medain’deydi. Muaviye’nin istihbaratının Hasan’ın ordusu arasında hemen çıkardığı yaygara “Kays bin Sa’d öldürüldü, dağılıp kaçın biçimindeydi. İnsanlar inanılmaz bir kolaylıkta bunu kabul etti. Kaçtılar, Hasan’ın (a.s.) eşyasını yağma ettiler. Altındaki bir sergiyi çektiler.
Hasan (a.s.) işin kendinden gittiğini görünce, barış istediğini Muaviye’ye bildirdi. Muaviye, iki temsilci gönderdi. “Hasanla, Küfe beytülmalindeki seçtiği beş milyonluk malı almak üzere” anlaştılar. Bazı kaynaklara göre, iş (iktidar), Muaviye’den sonra Hasan’ın olmak üzere anlaştılar. Başka kaynaklara göre, “Muaviye’den sonra iş, Müslümanlar arasındaki şûra ile yürütülecektir.”
Muaviye’nin Halife Olması
Böylelikle insanlar, Muaviye’ye itaat etmiş oldular. Muaviye, Kûfe’ye girdi, “insanlar” ona bey’at etti. Böylelikle yeni bir devlet, “siyasi mülk (saltanat)” devleti doğmuş oldu.