Müslümanların Tarihi
Suriyenin Fethi ve Sonuçları
Prof. Dr. Corci Zeydan'ın İslam Uygarlıkları Tarihi - 2.Cildinden (İleişim: 2015) kısaltılarak alınmıştır.
İslamiyet'ten Önce Şam ve Irak Bölgesinin Halkı
Bu bölgede yaşayan ahali, tarihin en eski devirlerinden itibaren diğer kavimlerin saldırılarına uğradıkları için ırkları, dinleri, ahlak, adet ve görenekleri de oldukça karışmış ve değişikliğe uğramıştır. Bölge halkının ilk sakinleri çeşitli Sami topluluklarından oluşuyorlardı.
Samîler üç büyük şubeye ayrılıyordu. İlki Aramîlerdir. Bunlar Irak ve Suriye’nin büyük bölümünde yaşayan kuzey Samî kabileleriydi. İkincisi İbranîlerdir. Üçüncüsü ise güneydeki Samî Arap kabileleri olup Arap Yarımadası ile Şam Çölü ve Arap Yarımadası’na komşu olan yerler ve Tur-i Sina Yarımadası'nda yaşıyorlardı:
-
Samî dilinin “Aramîler lisanı" adıyla bilinen şubesi olan Aramîler zamanla şöhret kazanmış, çeşitli kabilelere ayrılmışlardı. Bunların en önemlileri Mezopotamya bölgesi ve Irak'ta yaşayan Süryaniler ile Suriye'nin yukarı bölgelerini yurt tutmuş olan Keldanîlerdi.
-
Hz. İbrahim'in torunlarından ve kabilesinden olup Filistin’e yerleşen İbranîler de Aramîlerin şubelerinden biriydi.
-
Fenikeliler bu kabilenin bir alt grubu sayılır. İbranîceye yakın bir dil kullanmışlardır.
-
-
Araplar ise Samî dillerinden biri olan Arapçayı kullanıyorlardı.
-
Himyer ve Habeş dilleri, Arapçadan türemiş diller olarak kabul edilir.
-
Arap kabileleri arasında Şam bölgesine en yakın olanlar Nebatîlerdi. Rumlar, Şam bölgesini işgal ettiklerinde, Nebatîler bu bölgede önemli bir nüfus ve güç sahibiydiler. Bunlar Filistin'in güneybatısında Tur-i Sina Yarımadası’ndan Havran’a kadar uzayan bölgede yerleşmişlerdi. Kalıntıları bugüne kadar ulaşmış olan Petra harabelerinde pek çok nakışlı binalar ve yontulmuş heykeller eserler ortaya çıkarılmıştır. 105 yılında Romalılar bölgeye hakim oldu ve Nebatîleri boyunduruğu altına aldı. Milletleri ve tüm kuvvetleri perişan oldu. Sulta altına giren diğer kavimler gibi, Süryaniler veya Aramilerle kaynaşarak Suriye ve Filistin bölgesinin Sina Yarımadası'yla Fırat arasında, çöle komşu olan yerlere dağıldılar.
-
Arap Yarımadası halkını teşkil eden kavimler, Aramiler ile İbranîlerin kardeşi olan Sami kavimlerden meydana gelmiş olsa da yaşadıkları bölgenin çevresi çöllerle çevrilmiş olduğu için Şam ve Irak bölgesinde yaşayan hemcinslerinin karşılaştıkları hücum ve istilalardan uzak kalmışlardı. Asur, Yunan, Romalı ve diğerleri bu bölgeyi hakimiyetleri altına almayı başaramamış, her seferinde geri dönmek zorunda kalmışlardı.
-
Kısaca, söz konusu bölgeler tarihin en eski devirlerinden beri soy ve dil bakımından birbirlerine yakın olan Samî kavimlerin yaşadığı topraklardı. Bununla birlikte bu bölge coğrafi konumundan dolayı Hititler, Mısırlılar, Asurlular ve İranlılar gibi eski kavimlerin dikkatini çekmiş, birçok kez işgal edilmişti.
Ancak büyük İskender’in halefleri olan Yunanlıların kurdukları hükümetler kadar Suriye'de hiçbir devlet uzun müddet payidar olamamıştır. Yunan halkından birçok göçmen -özellikle Hıristiyanlığın doğuşundan sonra- bu bölgeye gelip yerleşmişti. Bununla birlikte Yunanlıların nüfuzu sadece sahil bölgeleriyle sınırlı kalmıştı.
Benson Bobric'in Halifenin İhtişamı (Doğan Egmont: 2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Bizans’ın Son Günleri
Bizans İmparatoru Herakleios 21 Mart 630’da birliklerinin başında, İsa’nın Gerçek Haç’ını dikmek için büyük Pers savaşlarından birinde Perslerden kısa süre önce geri aldığı Kudüs’e Altın Kapı’sından girdi. Mütevazı giysiler içinde Kutsal Kabir Kilisesi’nin yakınlarında atından indi ve yola yayan devam etti. Mutluluk gözyaşları döken binlerce Hıristiyan önünde eğilmiş ve yoluna güzel kokulu otların serpiştirildiği halılar serilmişti. “Bu tüm Hıristiyanlık için büyük bir zaferdi” ve hâlâ Kilise takviminde “Haçın Yükseliş Bayramı” olarak işaretlidir.
Ancak bunlar yaşandığı sırada, tarihin en tuhaf rastlantılarından biri olarak, Ürdün Nehri’nin ötesindeki bir imparatorluk karakolunun küçük bir Arap çetesinin saldırısına uğradığı haberi geldi. İmparator pek aldırış etmedi. Bununla birlikte, birkaç yıl içinde Filistin ve diğer birçok eyalet Roma egemenliğinden sonsuza kadar çıkacaktı.
636’da umursamadığı ilk Arap saldırısından tam altı yıl sonra, Herakleios’un muazzam birlikleri Suriye’deki Yarmuk Nehri’nin kıyılarında Halife Ömer’in kuvvetleri tarafından ezilecekti.
Stephan O'shea'nın İnanç Denizi (İstanbul Bilgi Ünv.: 2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Başlıklar bize ait...
Yermük: Tarihi Değiştiren Savaş
Savaşın Yapıldığı Yer
İki dinin Ortaçağ Akdeniz’ini ele geçirmek için ilk çekişmeye başladıkları yer, Yermük Nehri’ni çevreleyen plato, siyah bazalt kayalardan oluşan delik deşik bir arazidir. Yermük Nehri’nin oyduğu kanyonun kuzeyinde, pırıldayan toplarıyla Golan Tepeleri yükselir.
Ürdün-Suriye sınırını oluşturan Yermük Nehri’nin kanyonu, tarihi savaş alanının güneydeki sınırını çizen dramatik bir son noktadır. Yermük, gerçekten çağ açan bir olaya tanık olmuştur. Akdeniz uygarlığını kökten değiştirecek kanlı bir karşılaşma anı olmuştur bu.
Pers-Bizans Mücadelesinin Sonu
Hüsrev, Bizans’ın doğu topraklarının büyük kentlerini (Antakya, Halep, Şam, İskenderiye) yağma etmişti. Kudüs’te Kutsal Mezar Kilisesini ateşe vermiş, Hıristiyanlığın en önemli kutsal emanetlerinden bazılarını alıp götürmüştü. Bu kutsal emanetlerden olan Gerçek Haç, artık Pers hükümdarının hazinesindeydi. Perslerin hakareti, artık kişisel, siyasi ve ekonomik boyutu aşmıştı: Konstantinopolis’in Tanrısına küfredilmişti.
Bunun üzerine, Herakleios, 622 yılında büyük bir kuvvet topladı ve Boğaz’ı geçerek Pers İmparatorluğu’nu kendi evinde vurmak üzere yola çıktı. İki yüzyıldan uzun bir süredir ilk kez bir Bizanslı veya Romalı imparator ordularının başında savaşa gidiyordu. Bu olay bir dönüm noktası olarak algılandı ve halk tarafından çok takdir edildi; hele Herakleios, Anadolu’da bir zafer kazanıp sonra da İran topraklarında bulunan Zerdüşt dinine adanmış bir ateş tapınağını yakıp yıkarak Kudüs’ün intikamını aldıktan sonra coşku daha da arttı. Herakleios, uzun ve kanlı seferi boyunca art arda zaferler kazandı. 622 yılı o zamanın Bizanslıları tarafından herhalde umut vadeden yeni bir başlangıç olarak algılanmıştır.
İslam'ın Doğuşu
Eğer akıllarından gerçekten böyle şeyler geçirmişlerse, çok yanılmışlardı. Herakleios’un Bizans İmparatorluğu’nu kurtarmak ve yeniden canlandırmak için gerçekleştirdiği hücumun zamanlamasındaki kadar acımasız bir tarihi ironi zor bulunur. Aynı yıl, yani 622 yılı, Bizanslılar için çok daha ciddi bir tehdidin doğuşuna tanık oldu; bu öyle ciddi bir tehlikeydi ki, onunla karşılaştırıldığında Bizanslıların Perslerle olan büyük mücadeleleri ısınma hareketleri sayılırdı. O anda doğan kuvvet, Sasanileri gafil avlayarak iki onyıldan kısa bir sürede tarih sahnesinden silecek ve Bizanslılara sekiz yüzyıl boyunca rakip olacak bir ideoloji doğuracaktı. O yılın Eylül ayında, Arap yarımadasında, bir peygamberin, sayısı birkaç düzineyi aşmayan takipçileri Mekke’yi çevreleyen tepeleri gizlice aşarak kuzeydeki Yesrib’e doğru yola çıktılar. Yesrib, bugün Medine adıyla bildiğimiz bir vahadır. Hicret ediyorlardı. O sene, Müslüman takviminin birinci yılı olacaktı.
630 yılında, Mekke, bu dik başlı oğlunu tekrar bağrına bastı, onun önderliğini kabul etti. Yeni bir inancın coşkusuyla hareket eden yeni bir toplum (daha doğrusu yeni bir devlet) şekillenmeye başlıyordu. Herakleios ile Hüsrev’in ordularının savaşlarla birbirini tükettikleri, iki büyük imparatorluğun yıllarca süren muharebelerle sersemlemiş olduğu bir dönemde, dışarıdaki uçsuz bucaksız dünya onları bekliyordu.
Perslerin Yenilmesinden Sonra Bizans'ın Hataları
Bizanslılar bitkin düşmüşlerdi. Perslerle savaşlar iyi gidiyordu ama hazine tamtakırdı. 5. yüzyılda yaptırılmış olan azametli kara surlarının arkasında emniyette olan Konstantinopolis, Perslerin ve Avarların kuşatmalarına dayanmayı başarmış, Herakleios da o arada, başkentinin saldırıları geri püskürteceğinden emin, Hüsrev’e karşı üç ayrı orduyu birden koordine ederek Anadolu, Suriye ve Mezopotamya’da durmadan dolaşmıştı. Persler, Doğu Akdeniz şehirleri Bizanslılar tarafından tek tek geri alınırken elleri kolları bağlı seyrediyorlardı. 630’lu yıllar başlarken, Bizanslılar artık muzafferdi.
Herakleios, muzaffer olduğu zaman, ne affetti ne de unuttu: Perslerin tarafını tutmuş olanların hepsine korkunç cezalar yağdırıldı. Bu, Bizanslılarla onların tabiiyetinde olan Ortadoğu’nun Sami ırkından halklarının (yani Yahudiler ve monofizit Hıristiyanlar) arasının daha da bozulmasına neden oldu. Aynı zamanda, İmparatorluğun uzun yıllardır müttefiki olan ve nesiller boyunca Pers saldırılarına ve Bedevi akınlarına karşı Suriye’nin savunmasında Bizans adına görev yapan Arap savaşçı kavmi Gassaniler de Konstantinopolis’le anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Patronlarına karşı sadakatleri epey zedelenmişti.
Zaman karşı konulmaz bir şekilde Yermük Savaşı’na doğru akarken, Bizanslıların kendilerini neyin beklediği konusunda hiçbir fikirleri yoktu. Tıpkı geçmişte Romalıların yaptığı gibi, rakipleri olan imparatorluğu dize getirmişlerdi ve şimdi barış zamanının normal faaliyetleri olan ticaret, av, hipodrom yarışları ve (tabi) mezhep kavgalarına kaldıkları yerden devam etmeye hazırdılar. Onlar için doğudaki tek tehdit olan Persler etkisiz hale getirilmişlerdi. 630 yılında, Herakleios, Perslerden kurtarılmış olan Gerçek Haç’ı Kudüs’e geri getirdi, Kutsal Mezar Kilisesi’ni yeniden yaptırdı ve adeti olduğu üzere Celile’deki Yahudilerin kılıçtan geçirilmelerini emretti.
Arap Tehdidinin Ortaya Çıkışı
Herakleios’a, Kudüs’ü ziyareti sırasında Ürdün’ün güneyinde ufak bir çatışmadan söz edilmiş olabilir. O sene, bir Bizans-Gassani müfrezesi bir Arap akıncı kolunu yenip geri püskürtmüştü. [Mute]
Hz.Peygamber’in 632’de Medine’de ölmesinden sonra, Müslüman ümmetinin önderliğine Ebu Bekir seçildi. Halit bin Velit, kabilelere tek tek boyun eğdirdi. Bu savaşlardan çıktığında, çok kabiliyetli bir komutan olarak kendini kabul ettirmiş bulunuyordu. O andan sonra ona Seyfullah (Allah’ın Kılıcı) denmeye başlandı ve Doğu’da Mezopotamya’nın içlerine doğru yapılacak saldırının önderliğine o getirildi. Seferin amacı, zaten yıkılmak üzere olan Sasanileri devirmek, daha doğrusu, Sasanilere karşı Herakleios karşısında aldıkları yenilginin ardından başlayan ayaklanmalardan yararlanmaktı.
Fethin Başlaması
Halife Ebu Bekir, dünya tarihini değiştirecek bir karar daha aldı: Bizanslılarla savaşılacaktı. Aslında, Ebu Bekir, sadece Muhammed’in vasiyetini yerine getirdiğini söylüyordu. Güney Ürdün’e akın yapılması emrini veren Peygamber değil miydi? Mazeret bulmaya gerek yoktu. Zayıflık ve bölünme sezilmiş; gerekli güç ve motivasyon toplanmıştı; ve zenginlikler bizi kim alacak der gibi önlerinde duruyordu. Nihayet, 634 yılında Müslümanlar Filistin’e doğru harekete geçtiler.
Bu ilk seferin başında olan Amr bin As, Gazze yakınından hücum etmeye karar verdi. Dathin vahasındaki çatışma, itiş kakıştan öte bir şey değildi ama orada Müslümanların kazandığı zafer Bizans Ortadoğu’sunu şok etmeye yetti. Onyıllarca süren savaşlardan sonra Persler daha yeni defedilmişken, bu sefer, Araplar aniden fatih kalıbına girmişlerdi. Filistin’in büyük malikanelerinin köylüleri kaçmaya başladılar, şehirler sığınmacılarla doldu. Ürdün platosunda, Müslüman orduları hiçbir engelle karşılaşmadan etrafı talan ettiler.
Savaş Öncesi Gelişmeler
Herakleios, Humus’taki sarayından, Pers savaşlarında bulunmuş bir komutan olan kardeşi Theodotos’a, büyük bir orduyla güneye gitmesini ve masmavi bir gökyüzünden düşen bir yıldırım misali ortaya çıkan bu hiç beklenmedik düşmanı karşılamasını emretti. O sırada Medine’de ölüm döşeğinde olan Ebu Bekir de Halit bin Velit’e, Irak’taki harekatı bırakıp doğru Filistin’e gitmesini söyledi. İşte bu emir, bütün dengeleri değiştirecekti.
634 yılı baharının son günlerinde, Halit ve adamları, Irak’tan ayrılıp büyük bir hızla en kestirme yoldan Filistin’e geçtiler. Bunun için, Suriye çölü gibi bir cehennemi aşmaları gerekmişti. Çölün aşılması, efsane olmuştur. Çölün yakıcı topraklarından bu yıldırım gibi geçiş her ne şekilde başarılmış olursa olsun, Halit’in ordusu sonunda kendini Filistin veya Ürdün’de değil, güneybatı Suriye’de, Şam’dan sadece bir günlük mesafede buldu. Halit, hiç vakit kaybetmeden Busra’yı kuşatıp ele geçirdi. Bizanslıların eskiden beri talan akınları başka bir şeyden anlamaz bildikleri Araplar, bir imparatorluk kentini ele geçirmişlerdi. Hem de güney Filistin veya Ürdün’deki bir sınır kenti de değil; düpedüz Suriye’deki bir kentti bu. Herakleios, şahsının tehlikede olduğunu hissederek, kuzeye, hem Anadolu’ya hem de denize yakın olduğu için daha güvenli olan Antakya bölgesine çekildi. Halit ise güneye gitti. Amr ile buluşarak, Theodoros’un ordusunu karşılamak üzere toplanan kuvvetlerin başına geçti.
İlk ciddi çarpışma, 30 Temmuz 634 günü, Beytüllahim’in yaklaşık 20 km batısında olduğu sanılan Ecnadeyn adlı yerde oldu. Muharebenin ayrıntıları hakkında bilgiler bölük pörçük olmakla birlikte, Müslümanlar ezici bir zafer kazandı. Yenilgiye uğrayan Theodoros, itibarını kaybetmiş bir insan olarak Konstantinopolis’e gönderildi.
İstilacılar, izleyen bütün yıl boyunca Ölü Deniz yakınlarında yaptıkları bir dizi savaştan zaferle çıktılar. Sonunda, büyük kuvvetlerle Suriye’ye girdiler ve bu ülkenin en önemli şehirlerini zapt etmeye başladılar. Bu çok eski çöl “limanları”, doğudan gelen kervanların Akdeniz dünyasına giriş yaptığı bu ileri karakollar, hakimiyete açılan kapının anahtarlarıydı. Güneyden kuzeye tespih taneleri gibi dizilen bu sofistike ticaret merkezleri (Şam, Humus, Hama, Halep), Konstantinopolis’in denetiminden çıkmaya tehlikeli bir şekilde yakın görünüyorlardı. Surların gerisine sığınmış Bizans tebaası Suriyeliler, Bizans hakimiyetindeki statükoyu sorgulamaya başlamışlardı. Bu istilacı Müslümanlar ibadet özgürlüğü vaat etmiyorlar mıydı? Onlar da kendileri gibi Sami ırkından değiller miydi? Bizanslılar fahiş vergiler alıyordu; üstelik, vergileri ödeseniz bile, hiçbir zaman sizi rahat bırakacaklarından da emin olamıyordunuz. Müslümanların idaresinde ise, ağır vergiler ve tiranlık sürecekti ama, hiç olmazsa havralara ve monofizit kiliselerine dokunulmayacaktı.
Herakleios, kan dökmekle ve intikam almakla geçirdiği yıllarda ektiklerini biçiyordu. Şam düştü. Sonra Humus. Eyaleti sarmış olan yılgınlığı hissederek, kararlı bir hamle yapmaya karar verdi. Anadolu’dan asker toplanarak ordular kuruldu, Ermenistan’dan savaşçılar getirtildi. Kıyıların çoğunluğu Rum olan şehirlerinden malzeme ve daha fazla adam istendi. Uzun yıllardan beri Konstantinopolis’in müttefikleri olan Gassani Arapları kuvvetlerini bir araya getirdiler. Bizans İmparatorluğu, bütün savaş yorgunluğuna rağmen, sözünün geçtiği yerlerin genişliği ve dünyada eşi olmayan ihtirasıyla Romalıların varisi olmaya hâlâ layık olduğunu gösteriyordu. Davetsiz misafirlere karşı bütün gücünü ortaya koymaya hazırdı.
Son Savaşa Hazırlık
Bizanslılar, 636 yılı Temmuz ayı geldiğinde güney Suriye’de toplanmış bulunuyorlardı. Ana müstahkem ordugahları, batı Golan’da, bir derenin yanına kurulmuştu. Hıristiyan askerlerinin Müslümanların iki hatta belki üç katı fazla sayıda olmaları mümkündür. Herakleios, olayları uzaktan izlediği Antakya’daki karargahından, komutanlarına, her zamanki Bizans taktiklerini uygulamaya başlamaları talimatını verdi: karşı tarafın komutanlarını satın almaya, rüşvetle kandırmaya, ayartmaya çalışacaklardı. Bu, her ne kadar makbul bir taktik gibi gözükmese de aslında, kan dökmeden zafer kazanmayı sağlayabildiği için gayet insani bir çözümdü.
Müslümanlar oyuna gelmediler. Rüşvetler reddedildi, dil dökmelere kulak asılmadı. Bu taktiklerin Sonucu, olsa olsa, Gassanilerin ve Bizans’ın Hıristiyan Araplardan olan başka müttefiklerinin kafalarının karışması olmuştur: rüşvet tekliflerini bu kadar kesin reddettiklerine göre bu insanlar kim bilir nasıl yüce bir gaye için savaşıyorlardı? Firar etmenin veya karşı tarafa geçmenin arkasında yatan dinamik her ne olursa olsun, 636 yılının yazı ilerlerken, gayet açık görülüyordu ki, sarsılmaz bir dürüstlük sergileyen Araplar, beklendiği gibi çölün içinde eriyip gitmemiş, tersine, güç kazanmışlardı. Bizanslılar ise, Suriye’nin bu kısmı uzun zamandır kendi toprakları olduğu halde, kendilerini düşman topraklarında bulunan bir ordu gibi hissetmeye başlamışlardı. Şam’la ikmal yolları güvenilirliğini kaybetmişti. Şam’ın Hıristiyan Arap valisi, imparatorluğun doymak bilmez ordusuna zahire yetiştirmeye çalışmaktan bıktığını bağıra bağıra söyleyip duruyordu.
Savaşın Başlaması
15 Ağustos günü işaretler verildi. Her iki taraftan teke tek dövüş için savaşçılar meydana çıktılar, kayalık arazi üzerinde birbirlerine yaklaştılar. Yoldaşları örme zırhtan ve sertleştirilmiş deriden üstlüklerini giyerlerken, onlar ölümüne tek teke dövüştüler. Öğle olduğunda muharebe başlamıştı. Yermük’teki bu çağ açıcı savaş, altı gün sürecekti.
Bizanslılar işlerin aleyhlerine döneceğine pek ihtimal vermiyorlardı. Ciddi bir sayı üstünlüğe sahiptiler ve komutanları arasındaki meşum husumetlere rağmen, savaş alanlarında zaferlerle dolu uzun ve şanlı bir geçmişleri vardı. Onlar Romalıydılar, Araplar ise, onların gözünde hâlâ ayak takımıydı.
Muharebenin bu ilk günü boyunca bütün plato sayısız şiddetli çarpışmaya sahne oldu. Her iki taraftan da onlarca komutan göğüs göğse çarpışmalara bizzat katıldılar. Karanlık çöktüğünde, sonuç, kanlı bir berabereydi. Ne bir karış toprak kazanılmış ne bir karış toprak kaybedilmişti.
Ertesi sabah, Bizanslılar, Müslümanlar namazdayken tekrar hücum ettiler. Bu alışılmadık düşmanları hakkında bu kadarını öğrenmişlerdi artık. Öyle görünüyor ki, bir noktada, Halit’in ve diğer komutanların ordugahları, özellikle de muharebe meydanının kuzey kesiminde olanlar, Bizanslılar tarafından ele geçirildiler. Bizanslılar, planlanmış bir çevirme stratejisiyle Müslümanların önce sol kanadını, sonra da sağ kanadını gerilettiler. Müslüman tarafındaki eli silah tutan herkes kendini toplayıp Bizans piyadelerinin ve atlılarının saldırılarına karşı koymaya başlamış olmalıdır. Gerileyemezlerdi çünkü çölden başka çekilebilecekleri bir yer yoktu. Büyük bir ihtimalle, Halit’in aslında son derece riskli olan stratejisi, ancak Bizanslılar yorulma veya dağılma belirtileri gösterdikleri zaman saldırıya geçilmesini öngörüyordu. Arapların, sayıca üstün düşman karşısında yorulma veya dağılma lüksü zaten yoktu. Kanlı kilitlenmenin dört veya beşinci günü Halit’in nihayet zamanın geldiğine kanaat getirdiği yönünde genel bir mutabakat vardır.
Bizans Yenilgisinin Şekillenmesi
Halit, atlılarını ihtiyat kuvveti olarak Müslüman saflarının arkasında tutmuştu ve onları kullanmak için tam da bu anı bekliyordu. Ziller vuruldu, savaş çığlıklarıyla yer gök inledi ve Halit, süvarileriyle aradaki boşluğa daldı. Çoğu Gassani olan şaşıran Bizans süvarileri, kuzeye doğru, el Cabiya’ya ve onun ötesindeki lav alanlarına kaçmaya başladılar. Müslüman süvari hücumu, bütün kuvvetiyle sol yanları tümüyle saldırıya açık hale gelmiş olan Ermeni piyadelerini vurdu. Kılıç ve mızraklı süvariler dalgalar halinde gelerek içlerine daldıkça, Ermeni piyadeleri gerilediler. Henüz barutun kullanılmadığı o günlerde, her deve veya at süvarisinin hayallerini süsleyen bir üstünlük durumuydu bu. Bizans hatlarının solu ile ortasının bir kısmı hemen hemen tümüyle imha edildi.
Ama, o gün bir başka sürpriz daha olmasaydı, Bizans Ortadoğu’su yine de kurtulabilirdi. Küçük bir süvari birliği bir tepeciğin arkasına veya çukurluk bir yere saklanmış emir bekliyordu. Bekledikleri emir nihayet gelince, atlılar gizlendikleri yerden çıktılar ve rüzgar gibi batıya yöneldiler. Bağırış çağırışların ve kargaşanın arasından dörtnala geçerek düşman hatlarının arkasındaki boşluğa daldılar. Hedefleri, Ayn Dakar’daki köprüydü. İşin kalanını, şaşkınlık ve moral bozukluğu bitirdi. Müslüman atlıları, bir anda bu hayati yapıyı ele geçirmiş, böylece, etrafı sarılmış Hıristiyan askerlerinin ordugahlarına dönmek için kullanabilecekleri en iyi kaçış yolunu kontrolleri altına almışlardı.
Bozgun
Halit, Bizanslıların durumunu daha da zorlaştırmak için, düşmanı çeviren süvarilerin arkasına piyade birlikleri kaydırmıştı. Böylece, muharebe cephesinin Ayn Dakar’ın ötesinde kalan kuzey kısmı da imparatorluk güçlerine kapanmış oluyordu. Derenin geçit verdiği yere giden uzun geri çekilme hattı, artık binlerce Müslüman savaşçı tarafından kesilmişti. Dolayısıyla, Bizans ordusu, kitle halinde, platonun güney batı tarafında sıkıştı. Vakusa’daki kampa dönmek için, dere vadilerinin uçurumlarından inip sonra tekrar tırmanmak, hatta belki dik yamaçlarından şansını denemekten başka çare yoktu.
Felaket tam bir bozguna dönüştü. Bizanslıların sığınabilecekleri bir ordugahları bile kalmamıştı artık. Ordugahın ele geçtiği haberi ön saflara ulaştı. Muharebenin son günü geldiğinde, artık Bizans orduları dehşete kapılmış bir kalabalıktan başka bir şey değildi; güneşin ilk ışıklarının aydınlığında, düşe kalka bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorlardı. Bazıları oldukları yere çöküp sonlarının gelmesini beklediler. Bazıları, çılgın itiş kakışın içinde yere düşüp ayaklar altında ezilerek öldüler. Bazıları, umutsuzca karşı koymaya çalıştılar. Müslümanlar onları kuzeyden ve doğudan sürerek Yermük’ün uçurumuna gitgide daha fazla yaklaştırıyorlardı. Esir alınmıyor, ele geçen öldürülüyordu. Binler, belki de on binler hayatını kaybetti.
Ne var ki, Bizanslıların kâbusu daha bitmemişti. Erkenden firar ederek ya da grup halinde savaşa savaşa kendilerine yol açarak savaşın kanlı finalinden kurtulmayı başaranlar, şimdi kuzeye, memleketlerine doğru gidiyorlardı. Muzaffer Müslümanların savaş ganimetlerini paylaşmak için ölüm tarlalarında oyalanacaklarından emindiler. Ama bu da ölümcül bir yanlış hesaptı. Karşılarındakinin ne kadar disiplinli bir güç olduğunu gene anlayamamışlardı. Müslümanlar muharebe alanından ayrılarak takibe başladılar. Suriye’nin büyük kısmını ve bugünkü Lübnan’ı koskoca bir insan avı sahnesine dönüştürdüler. Geri kalanlara daha Şam’ın epeyce güneyindeyken yetiştiler ve hepsini öldürdüler. Geri çekilen askerler Bekaa Vadisi’nde kılıçtan geçirildiler. Halit, Yermük’ün yüzlerce kilometre kuzeyindeki Humus’u baskınla ele geçirdi. Müslümanlar kovalamalarını daha da kuzeye kadar sürdürdüler, Suriye uygarlığının beşiği Asi Vadisi’ne girdiler, oradan, Halep’in ötesinde Anadolu’nun yakınlarına kadar geldiler. Çılgınca bir hızla yol alan muzaffer atlılara, önlerine çıkan kasaba ve şehirler aynı hızla birer birer teslim oldular. Bizans Suriye’si için ikinci bir muharebe asla olmayacaktı. Her şey Yermük’te bitmişti.
Savaşın Sonuçları
Tahminlerin çoğuna göre, 900 yılına gelindiğinde Suriye’de nüfusun çoğunluğunun dini İslam olmuştu.
Yermük, Akdeniz’deki Hıristiyan hegemonyası için sonun başlangıcı demekti ama, aynı zamanda yeni bir şeyin de başlama noktasıydı. 638 yılının Palmiye Pazar’nda, Halife Ömer, daha sekiz yıl önce Herakleios’un alayının geçişine tanık olmuş aynı sokaklardan geçerek Kudüs’e girdi.
Bu topraklar artık Dar’ül İslam’ın, İslam yurdunun, yani barış ülkesinin bir parçasıydı. Dar ül Harb, yani savaş ülkesi ise, hâlâ Rumların elindeydi.
Bizans ordularından geriye ne kaldıysa Toros Dağları’nın gerisine çekilerek Anadolu’nun, yani antik çağların Küçük Asya’sının, engebeli arazisine sığındılar. Herakleios Antakya’dan yıkılmış bir insan olarak ayrıldı. Perslerden kurtardığı imparatorluk, çölden çıkan bir yıldırımla parçalanmıştı.
20. yüzyılın başlarında yazan bir tarihçi antikiteye ağıt yakıyordu:
“On yüzyıl sonra, bir Arap palasıyla, her şey bir günde çöktü: Yunan dili ve düşüncesi, batılı hayat tarzları, her şey duman oldu. Bu topraklarda, bin yıllık tarih sanki hiç olmamışçasına silindi. Bu bin yıl, batının bu doğu toprağında en küçük bir kök salmasına bile yetmemişti. Yunan dili ve sosyal adetleri, sadece dış yüzeyi kaplayan bir tabaka, yüze oturmayan bir maske olmuştu. Nil kıyılarından Hindukuş’a kadar kurulmuş ve gelişmiş bütün Yunan kentleri, Yunan sanat ve felsefesinin gerçek veya görüntüdeki etkileri, hepsi rüzgar gibi geçip gitmişti.”