top of page

Emeviler Döneminde Tefsir

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nin Emeviler maddesinden kısaltılarak alınmıştır.

Emeviler zamanındaki tefsir çalışmalarına, ilmi faaliyetlerle görevli olarak veya başka sebeplerle önemli merkezlere yerleşen müfessir sahabiler öncülük etmiştir. Bu dönemde tefsir çalışmaları Mekke, Medine ve Kûfe’de yoğunluk kazanmıştır. 

Abdullah b. Abbas gibi ömürlerinin önemli bir bölümünü Emeviler zamanında geçiren ashabın genç nesline mensup müfessir sahabilerin tefsirle ilgili açıklamaları onların talebeleri tarafından kayda geçirilmiş, tabiinin ilk tabakasına mensup bu müfessirlerin tuttuğu tefsir notları bu alandaki yazılı çalışmaların ilk örneklerini teşkil etmiştir. 

Abdullah b. Abbas Emeviler devrinin en meşhur müfessirlerinin başında gelir. Mekke tefsir ekolünün kurucusu sayılan İbn Abbas “müfessirlerin sultanı” ve “Kur’an’ın tercümanı” diye anılmıştır. İbn Abbas’ın talebeleri Kur’an-ı Kerim’de karşılaştıkları bütün müşkülleri hocalarından sorup öğrenmişler, bu bilgilere kendi araştırmalarını da ilave ederek tefsir ilmine dair ilk eserleri ortaya koymuşlardır.

Taberi ve Sa‘lebi gibi daha sonraki dönemlerde yaşayan müfessirler Emeviler devrinde yazılan, ancak zamanla kaybolan tefsir kitaplarından önemli ölçüde istifade etmişlerdir. Günümüze ulaşan tefsir kaynaklarında yer alan malzemenin büyük bir bölümünün Emeviler devrinde yetişen müfessirlere ait olduğu veya onlar tarafından aktarıldığı görülmektedir.
 

 

Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu'nun Tefsir Tarihi (Fecr: 1996) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Sahabe Tefsiri ile Tabiîlerin Tefsirinin Mukayesesi

İslâm yayılmakta, genişlemesi devam etmekte, şehirler çoğalmakta ve gelişmekte, sahabe de ülkenin dört bir yanına dağılmakta idi. Artık sahabe devri sona ermiş, görev tabiîlere devredilmişti Bu arada, fitneler zuhûr etmeye başlamış, görüş ayrılıkları ortaya çıkmış, fetvalar çoğalmış meseleler artmış, bütün bunları halletmek için çareler aranmaya başlanmıştı. Bu arada tefsir, hadis ve fıkha âit bilgiler de toplanmaya başlanmıştı. Genellikle bu devirde tefsirle uğraşan kişilerin, hadis ve fıkıh sahasında da şöhret sahibi oldular.

Bu devrin müfessirleri, Kur'ân'ı anlamak için yine Kur'ân'a, sonra sahabenin Hz. Peygamber'den rivâyet ettiği hadislere ve daha sonra da sahabenin bizzat kendilerinin yapmış oldukları tefsirlere itimad etmişlerdir. Tâbiîler tefsirde buraya kadar takip ettikleri esaslarda, sahabe devri ile aynı usûlü paylaşmışlardır. Bu devirde tefsir için yukarıdaki asıllardan başka, kitap ehlinin kitaplarında gelen haberleri de aldılar. Allah'ın onlara içtihad yoluyla bahşettiklerini de ilâve ettiler. Bu konuda tefsir kitaplarında onlardan pek çok tefsir haberleri nakledildi ki, bunlar re'y ve içtihadlarına dayanmaktadır. 

Sahabe Tefsiri ile Tabiîlerin Tefsirinin Mukayesesi: 

  1. Sahabe devrinde, Kur'ân'ın bütününün tefsiri yapılmadı. Onlar ancak, muğlak, kapalı, zor olan âyetlerin tefsirini yaptılar İniş sebeplerine vâkıf oldukları âyetlerin iniş sebeplerini anlatma suretiyle, hükümle sebepler arasında münasebet tesis ederek âyetleri açıklığa kavuşturdular. Tâbiîler devrinde ise, tefsir hareketi, Kur'ân'ın bütün âyetlerine teşmil edilir duruma gelmeye başlamıştır.

  2. Sahabe devrinde Kur'ân'ın manâlarını anlayışta ihtilaflar çok değildi. Tâbiîler devrinde ise, ihtilaflar çoğalacaktır.

  3. Ayetler etrafında mezhep ihtilafları hemen hemen hiç yok gibidir, Halbuki daha sonraki devirde, âyetler etrafındaki mezhebi ithilaflar, çoğalmıştır. Meselâ, Hasen el-Basrî ve Katâde'nin tefsirlerinde görülen kader meselesi etrafındaki münakaşalar gibi.

  4. İlk devirde tefsir hadis ilmi içirişinde mütaala edilecektir. Daha sonra ise, tefsir her nekadar hadis rivâyeti şeklinde yapılıyorsa da, müstakil kitaplar da meydana getirilecektir.

  5. İlk devirde kitap ehline müracaat azdır. Bundan sonraki devrede kitap ehline müracaat çoğalacaktır. İsrâilîyattan pek çok şey tefsire girmiştir. Bu da kitap ehlinden İslâm'a girenlerin çokluduğundan ve tâbiîlerin onlardan kolaylıkla dinleyebilmelerinden ve onlardan almış olmalarındandır.

 

Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu'nun Kur'an Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller

(Ankara Ünv.: 1960) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Tefsirde Mevalinin Ağırlığı

Bir taraftan arap olmayan müslüman unsurların islamiyeti öğrenme iştiyakı, diğer taraftan Kureyşin ve diğer arapların idarecilikle iştigal edip, diğer sabalarda çalışmayı hakir görecek dereceye ulaşmaları sebebiyle, ilim ve bilhassa tefsir sahasında temayüz eden şahsiyetlerin Arap olmadıklarını görülür. 

Fütuhattan sonra muhtelif şehirlere dağılan sahabe, oralarda ilmi hareketlere başlamış, onlardan ekseriya arap olmayanlar ilim almıştı, bunların çoğu mevali ve evladları idi.

Abdurrahman ibn Zeyd’den şöyle bir haber zikretmektedir:

“Abadile (Abdullah ibn Abbas, Abdullah ibnu’z-Zübeyr, Abdullah ibn Amr ibni’l-As, Abdullah ibn Ömer) vefat ettikten sonra, fıkılı bütün beldelerde mevalide idi. Mekke ehlinin fakihi Ata ibn Ebî Kabah, Yemen ehlinin fakihi Tavus, (Ö.724), Yemame ehlinin fakihi Yahya ibn Kesir (ö. 746), Basra ehlinin fakihi el-Hasen el-Basri, Kufe ehlinin İbrahim en-Nahaî (Ö.714), Şam ehlinin ki Makhul (ö.731), Horasan ehlinin fakihi de Ata el-Horasani (Ö.750) idi ki bunların hepsi mevali idiler. Bu arada yalnız Medine ehlinin fakihi olan Saîd ibn el-Musayyib Kureşyten idi .”
 

 

İslam Tarihi El Kitabı'ndan (Grafiker: 2013) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Tefsire Farklı Kültürlerin Gözüyle Bakılması

Mevalî denilen bu kimselerin İslam dinine girmelerinden önce bir dinleri ve kültürleri vardı. Müslüman olduktan sonra eski din ve kültürlerinin etkisinde kalarak İslam’ı Araplardan farklı bir şekilde anlamışlar, bu anlayış farklarından dolayı da tefsirde bazı önemli hareketler ortaya çıkmıştır. 

Tabiiler zümresi sahabeden duyduklarını nakletmişler, duymadıkları ve işitmedikleri hususlar da ise kendi içtihatlarına başvurmuşlardır. Onlar re’y ile yaptıkları tefsirlerinde, sadece kendi fikirlerini beyan etmemişler, aynı zamanda yaşadıkları toplumun fikrî tasavvurlarını, yaşayışlarını, adet ve gelenekleri ile birlikte yansıtmışlardır. 

Kur’an-ı Kerîm’in içindeki kısa ve kapalı olarak zikredilen bazı kıssaların etrafında ortaya çıkan boşluklar, diğer mukaddes kitap mensuplarına müracat ve onların kitaplarından alınan tamamlayıcı malumat ile doldurulmaya çalışılmıştır. Bilhassa Benî Kaynuka’ kabilesinden olup, Hz. Peygambcr’in vefatından iki sene önce Müslüman olmuş olan alim Abdullah b. Selam (Ö.663), Yemen Yahudilerinden olup müteakiben Müslüman olan Ka’bu’l-Ahbar (Ö.652) ve İsrailî rivayetlerin en mühim kaynağı olarak kabul edilen Vehb b. Münebbih (Ö.728) ve aslen Bizanslı olan Abdulmelik b. Abdülaziz b. Cüreyc (Ö.767) -ki Taberi Hıristiyanlığa dair haberlerde sık sık ona atıfta bulunmaktadır- gibi dönemin ünlü simalarından olup Yahudi ve Hıristiyan kültürüne dair pek çok malzemenin tefsir kanalıyla İslam kültürüne dahil edilmesinde rol oynamışlardır.
 

 

Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu'nun Tefsir Tarihi (Fecr: 1996) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Tefsir Medreseleri ve Müfessir Tâbiîler

Çeşitli şehirlere ve beldelere giden sahabe, Hz. Peygamber'den hıfzettiklerini de götürmüşlerdi. Onlar gittikleri yerlerde öğretmen olmuşlar ve etraflarına pek çok meraklı kimseler toplanmıştı. Tâbiiler ilim medreselerinin teşekkül etti. Bunların öğretmenleri sahabe, talebeleri ise tâbiiler olacaktır. 

Bu medreselerden Mekke, Medine ve Irak'ta bulunanlar tefsir ilminde şöhret kazandılar. 

Mekke Medresesi

Bu medresenin kurucusu ve başkanı, tefsir ilmindeki kabiliyet ve bilgisi müsellem olan Abdullah b. Abbas'tır. Talebeleri tabiilerdir. Ondan işittiklerini daha sonrakilere nakletmişlerdir. 

Tefsir ilminde şöhret kazanan talebeleri: 

  • Said b. Cübeyr (Ö. 714),

  • Mücâhid (Ö. 721),

  • İkrime (Ö. 723),

  • Atâ b. Ebî Rabah (Ö. 732)

  • Tâvûs b. Keysan (Ö. 724)

 

Sa'id b. Cübeyr (Ö. 713)

îbn-i Abbas'ın en meşhûr talebelerinden olan ve ilk tefsir kitabını te'lif ettiği söylenen Sa'id b. Cübeyr, tabiî âlimlerinin en önde gelen simalarından biri olup siyâsî mücadelesi ve tefsir ilmindeki yeri ile tefsir tarihinde mümtâz bir mevki işgal eder. 665 yılında Kûfe'de doğdu. 

Sa'id b. Cübeyr'in îbn-i Abbas'dan sonra en çok ilim" aldığı ve istifade etiği kimse Abdullah b. Ömer (Ö. 74/693) dir. Sa'id b. Cübeyr'in, gerek hadis mecmualarındaki ve gerekse tefsirdeki, îbn-i Ömer'den naklettiği rivayetleri incelenecek olursa, bu âlim sahabenin, talebesi üzerinde daha ziyade fıkhı meselelerde tesirli olduğu görülür.

Çeşitli kimselerden ilim alan Sa'id b. Cübeyr, îslâmi ilimler alanında kendini yetiştirdikten sonra, Kûfe'de, talim ve tedris faaliyetine başlamış ve fetvalar vermiştir. O sadece İlmî faaliyetlerle iktifa etmemiş, devlet idaresinde de görev almıştır. Başlangıçta onun Emevî hanedânı ve onların Küfe valisi olan Haccâc ile aralarının iyi olduğu anlaşılmaktadır. Sa'id b. Cübeyr'i, Haccâcın meclislerinde, onun sorularını cevaplandırırken görmekteyiz.

Yine O'nun, halife Abdulmelik'in rüyalarını yorumladığını da müşahede etmekteyiz . Abdulmelik'in isteği üzerine, Sa'id b. Cübeyr tarafından yazılıp halifeye gönderildiği söylenen tefsirinin bu yıllarda yazıldığı söylenebilir. 

Haccâc, Sa'id b. Cübey'ri 699 yılında îbnu'l Eş'as ordusu ile birlikte, ordunun iâşe işlerini görmesi vazifesiyle Sicistan'a göndermişti . Bu fetih hareketlerinde Îbnu'l-Eş'as'ın, Kuteybe b. Müslim ve Muhammed b. Kasım es-Sakafî kadar başarılı olamaması sebebiyle, Haccâc tarafından kumandanlıktan azledilmesiyle başlıyan kanlı mücâdelede, Sa'id b. Cübeyr, Îbnu'l-Eş'as tarafında kalmıştı. Hz. Hüseyin'in Kerbela'da uğradığı acı akıbet, Mekke'nin tahribi ve Abdullah b. Zübeyr'in şehid edilmesi, Emevilerin koyu Arap milleyetçiliği, mevâliyi hakir görmeleri, Arap olmayan unsurlara zulmü, elde edilen ganimetlerden, arabm dışında olanlara, haklarını vermemeleri gibi hâdiseler de, Sa'id b. Cübeyr'in bu karşı çıkma hareketinde rol oynadığı muhakkaktır. 

Sa'id b. Cübeyr, Haccâc ile İbnu'l-Eş'as arasında cereyan eden Deyru'l-Cemâcîm savaşma katılmış, Îbnu'l-Eş'as’ın askerinin arasına girerek onları teşvik etmiş, Îbnu'l-Eş'as’ın mağlûp oluşundan sonra İsfahân tarafına doğru kaçmış, sonra Azerbeycan'a gelmiş, oradan da umre için gitiği Mekke'de yerleşmişti . Harameyn Emiri bulunan Ömer b. Abdilaziz, Haccâc'm zulmünden kaçanları himaye etmekte idi. Sa'id'de bu bakımdan Mekke'de yerleşmişti. Haccâc'ın şikayeti üzerine Ömer b. Abdilaziz görevinden alınmış ve yerine Halid b. Abdillah el-Kasrî valiliğe tayin edilmişti. Halife el-Velid'in emri üzerine yeni vâli, Mekke'de gizlenenleri yakalatmış ve Haccâc'a göndermişti. Kaynaklarda, onun Haccâc’ın huzurunda, Haccâc'ın zulmüne ve Emevilere karşı olan mücadelesinin hikâyesi çeşitli şekillerde anlatılmaktadır.

Nihayet 713 senesinde 49 yaşında iken Vâsıfta şehid edildi.

Sa'id b. Cübeyr, Kur'ân'ın tefsirine taraftar olan tabiilerdendir. Bu hususta kendisinden " Kuranı okuyup da onu tefsir etnıiyen, sanki âmâ gibidir" sözü rivayet edilmektedir . Bu bakımdan o, Kur'ân'ı Kur'ân'la, Kur'ân'ı sünnet ile ve sahabenin sözleriyle tefsir etmiş, nüzûl sebeblerinden, nâsih ve mensûhtan faydalanmış, haber bulamadığı noktalarda da dil bilimlerinden istifade yoluna gitmiştir. Hatta, kendi re'yi ile yaptığı tefsirlerde, muhatabı ikna etmek için, sözlerini yeminle teyid etmektedir. 

Mücâhid (Ö.722)

Mücâhid, Tâbiî âlimlerinin en sağlamlarından, müfessir, kâr'i bir zâttır. Ömer b. Hattâb'm hilâfeti zamanında, 21 senesinde doğmuş ve 83 yaşında iken 722 yılında, secdede iken Mekke'de vefat etmiştir. 

Abdullah b. Abbas'dan tefsir rivayet edenlerin en meşhuru ve en sağlamı Mücâhid idi. Bundan dolayı eş-Şâfi'î ve el-Buhârî ona itimad ettiler. Buhârî'nin Sahihinin tefsir kısmında Mücâhid'den nakledilen pek çok tefsir rivayetine rastlanır. Bizzat kendisi, Kur'ân'ı baştan sona kadar İbn-i Abbas'a üç kere arzettiğini, her âyetin üzerinde durarak, onun kim için nerede ve nasıl nâzil olduğunu sormuş  ve âyetlerin manasını öğrenmişti.  

Bütün bu tenkidci âlimlerin şahadetlerinden de anlaşıldığına göre, tefsir ilminde onun yüce bir mevkiî vardır. Yukarıdaki rivayetlerden ve münekkidlerin tenkidlerinden anlaşılacağı üzere, onun bize kadar ulaşmayan bir tefsir kitabına sahib olduğunu söyleyebiliriz. Katade onu, tefsirde yegane otorite olarak tanır ve ondan rivayet edilen tefsir kitabının da en sahih kitaplardan olduğunu söyler .  

Mücâhid'in lehine olan bu sözlerin hâricinde, bazı şeyleri Kitap Ehlinden sormuş olması bakımından tefsirinden çekinilmek icâp ettiğini söyleyenler de vardır. Ebû Bekir b. Ayyâş, “A'meş'ten, Mücâhid'in tefsirinden niçin çekindiklerini sordum. Bana cevap olarak, “o, kitap ehlinden soruyordu,” dedi.”  

Mücâhid hocası İbn-i Abbas'ın tefsire âit rivayetlerini nakletmekle kalmamış, îbn-i Abbas'ın tefsir etmediği âyet ve kelimeleri de tefsir edip açıklığa kavuşturmuştur. Naklî rivayetler arasında büyük bir yekûn teşkil eden Mücâhid'in tefsir haberleri, genellikle âyetlerdeki garip ve anlaşılması zor olan kelimeler etrafında dolaşmaktadır. Bizzât kendisinin "Arap dilinde bilgin olmayan kimsenin, tefsir yapmasının helâl olmayacağını" söylemesi , O'nun bu yöndeki kâbiliyetine bir işaret sayılabilir. O halde Mücâhid'i tefsir ilminde, Kur'ân'ın garib kelimelerini açıklayan, sahabeden sonra gelen, ilk Arap lugatçısı olarak ele alabiliriz. 

Mücâhid'in bazı Kur'ân âyetlerini, âyetin zâhir manasından uzak bir anlayışla tefsir ettiğini ve aklın hürriyetini geniş bir şekilde kullandığını müşahede etmekteyiz. O sadece îbn-i Abbas ve diğer sahabeden nakletmekle kalmamış, dinî noktai nazara uygun olup olmadığını fazla düşünmeye ihtiyaç duymadan, yaşadığı cemiyetin akliyat ve temayüllerini aksettirecek görüşler ortaya çıkarmıştır. 

Tefsirde İbn Abbas ekolünün en ünlü kişisi addedilen Mücâhid'i, Re'y ekolünün ilk mensublarından biri olarak kabul edebiliriz.  

Mücâhid, hocaları olan Ibn-i Abbas ve İbn-i Ömer gibi hareket ederek, sonradan İslâm'ın içinde husule gelen iç harplere iştirak edip kan dökmeyi kerih (çirkin) görmüştür.

Mücâhid, tefsir ilmindeki metodu ile, dinî meseleleri araştırması, re'ye yer vermesi, kelimelerin lugavî izahları, eski Arap eyyamı, onların din ve örfleri hakkında verdiği bilgilerle âdeta tâbiîlerden olan tefsircilerin orjinal temsilcisi olarak ortaya çıkmaktadır.

İkrime (Ö. 725)

Mekke ekolünün en mühim mümessillerinden ve İbn-i Abbas'ın öğrencilerinden biri de îkrime'dir. îbn-i Abbas'ın mevlâsıdır. Aslı Mağribli bir Berberidir . Basra’da Hasîn el-Anburî'nin kölesi iken, îbn-i Abbas, Alî b. Ebi Tâlib'in valisi olarak Basra'ya geldiğinde, Hasîn tarafından îbn-i Abbas'a hediye edilmişti. 

Abdullah b. Abbas, Âişe, Ebû Hureyre, Abdullah b. Ömer'den rivâyet etti.

Sallâm b. Miskîn, Câbir b. Zeyd ve Katâde "İkrime tefsirde insanların en âlimi idi", demektedirler. Sa'id b. Cübeyr'e senden daha âlim bir kimse bilirmisin diye sorduklarında, İkrime diye cevap vermişti . Yine kendisinin iki kapak arasındaki Kur'ân'ı tefsir ettim , gibi ifadelerinden jde anlaşılacağı üzere ve Sa'id b. Cübeyr'in de onu öğmüş olması, onun tefsirdeki yerini göstermiş olur.

Birisi Sa'id b. Müseyyeb'e bir âyet hakkında sorunca, Kur'ân'dan bana bir şey sorma, soracağın şeyi, İkrime’yi kastederek, “kendisine hiç birşeyin gizli olmadığını zannedene, sor” derdi. İkrime aleyhine söylenen sözlerin, onun hâricilerin görüşünü savunmuş olmasından ileri geldiği zikredilir. İbn-i Hallikân "O, hâricilerin görüşüne sahip olduğundan, insanlar onun hakkında dedikodu yaptılar" demektedir. ez-Zehebi ve diğerleri, onu hâricilerin, Harûriyye, Sufriyye ve hattâ îbâdiyye kollarına mensubiyetine delâlet eden rivayetleri zikreder. 

Ölümü hakında ihtilaf edilmiştir. Kızından rivayet edildiğine göre 80 yaşında 105 senesinde vefat etmiştir.

Daha önce haklarında bilgi verdiğimiz Sa'id b. Cübeyr ve Mücâhid ile muâsır ve aynı ekolün mensubu olan İkrime de bu iki şahsın taşıdığı tefsir özelliklerini taşıyacaktır. Garib ve anlaşılması güç olan kelimelerin izahında, müphemâtı açıklama hususunda, bazı fıkhı meselelerde ve naklî tefsirin diğer hususlarında, îkrime'ye Taberi Tefsiri'nde veya diğer naklî tefsirlerde sık sık rastlamak mümkündür. 

Hakkındaki bazı haberlere rağmen, İkrime'yi rivayetlerinde emin, öğrenme hırsına mâlik, Allah'ın Kitabını anlayışı tam, İbn-i Abbas'ın ilmine mirasçı olan bir şahsiyet olarak görebiliriz. 

Atâ b. Ebi Rabâh (Ö. 732)

Tâbiilerin önde gelenlerinden ve İbn-i Abbas'ın talebelerinden biri olan Atâ b. Ebî Rabâh 647 senesinde Yemen'de doğdu. Mekke'ye gelerek îslâm'i ilimleri öğrendi ve meşhûr bir kimse oldu. 732 yılında 88 yaşlarında iken vefat ettiği söylenir.

Atâ, Mekke'de Benû Fihr'in mevlâsı idi. Hz. Osman'ın hilafetinde doğduğu ve onun katlini hatırladığı söylenir. Anne ve babasının siyâhi olması sebebiyle Atâ b. Ebî Rabâh'ta saçları kıvırcık bir siyâhi idi. Hayatının sonlarına doğru da kör olmuştu. Mekke'ye çok küçük yaşta gelmiş, orada pek çok sahabeden ilim almıştır . Bizzat kendisi, sahabeden 200 kişiye ulaştığını söyler. 

Atâ b. Ebî Rabâh'ın ilim kabiliyetini, onun fıkıh, verâ ve fazilet yönünden önde gelen sika bir tabiî olduğunu hemen herkes kabul etmektedir. îbn-i Cüreyc, mescid 20 sene Atâ'ya yatak oldu. O namaz yönünden insanların en iyisi idi, demektedir . Hocası İbn-i Abbas'ın "Ey Mekke ahâlisi yanınızda Atâ gibi şahıs varken, niçin benim etrafimda toplanıyorsunuz" dediği rivayet edilir. 

Ebû Hanife "Atadan daha faziletli bir kimseye rastlamadığını", Muhammed b. Abdillah da "Atadan daha hayırlı bir müftü görmediğini, meclisinin zikir meclisi olduğunu, orada iftira yapılmadığım ve sorulan suallere en güzel cevaplar alındığını" söyler. Evzâ'i, Atâ herkesin râzı olduğu bir insan olarak öldü, derken; Seleme b. Küheyl, İlmi Allah rızâsı için isteyen üç kişiden başka kimseyi görmediğini, onların da, Mücâhid, Atâ ve Tâvus olduğunu, söyler. Birisi İbn-i Cüreyc'e, şu iki siyah! olmasaydı, bizim için fıkıh olmıyacaktı, demiş; O iki kimsenin de Mücâhid ve Atâ olduğunu söylemiştir. 

Onun tefsir sahibi bir kişi olduğunu kaynaklar zikretinektedirler. Fakat tefsiri elimize ulaşmış değildir. 

Medine Medresesi

Bu devirde sahabe her nekadar çeşitli şehirlere ve bölgelere dağılmış ise de, pek çok sahabe Medine'de kalmış, oradaki gençlere Allah'ın kitabını ve Resulünün sünnetini öğretmişlerdi. Medine'de de bir tefsir medresesi teşekkül etmiş, pek çok tâbiî de orada talebelik yapmıştır. 

Bu medresenin başında da Ubeyy b. Ka'b'ın bulunduğunu söyleyebiliriz. En meşhûr talebeleri: 

  • Ebû'l-Âliye er-Rİyâhi (Ö. 708),

  • Muhammed b. Ka'b el-Kurezî (Ö 736),

  • Zeyd b. Eşlem (Ö. 753)  

 
Irak Medresesi

Bu bölgeye pek çok sahabi gelmiş ve Iraklılar onlardan İslâmî ilimleri ve tefsiri almışsa da, bu medresenin ilk üstadlık payesi Abdullah b. Mes'ud'a verilmiştir. Hz. Ömer devrinde, Ammar b. Yâsir Kûfe'ye vâli olarak gönderildiğinde, onunla birlikte Abdulah b. Mes'ud da muallim ve vezir olarak gönderilmişti. Tefsir alanında otorite olan tâbiilerden pek çok kimselerin bu medresede yetişti. Bu medresenin tefsir ilminde şöhret kazanan şahsiyetleri:

  • Alkame b. Kays (Ö. 682),

  • Mesrûk b. el-Ecda' (Ö. 683),

  • Esved b. Yezîd (Ö. 694),

  • Mürre el-Hemadânî (Ö. 709),

  • Âmir eş-Şa'bî (Ö.721),

  • Hasen el-Basri (ö 728),

  • Katâde b. Diâme (Ö. 735),

  • İbrahim Neha'î (Ö.714)

 

İbn-i Mes'ud bu medreseye, şer'î bir delinin bulunmadığı yerde re'y ve kıyasa müracaat ederek hükme varma esasını getirmiştir. Bu husus fıkhî meselelerde olduğu gibi, tefsir hareketlerinde de görülür, İşte îbn-i Mes'ud'un bu medreseye verdiği ve onun özelliğini teşkil eden husus re'y ve kıyasa gereken önemi vermeleridir. Şüphesiz Irak, Hicaz'a nispetle problemleri bol olan bir bölge idi. Hükme bağlanması gereken bir çok meseleler re'y ve kıyasla halledilmesi gerekiyordu.
 

 

İslam Tarihi El Kitabı'ndan (Grafiker: 2013) kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İlk Tefsirler

Emevîler döneminde ilk tefsir yazanın mevalidcn Saîd b. Cübeyr olduğu zikredilmektedir. Abdülmelik’in isteğiyle yazmış olduğu tefsir günümüze kadar ulaşmadığı için, tefsirinin kaynakları ve metodu hakkındaki malumat daha sonra yazılmış olan tefsirlerdeki rivayetlerden öğrenilmektedir. 

îbn Cübeyr’in dışında, Ata b. Ebî Rabah’ın, yine Kur’an’ı bir bütün olarak baştan sona tefsir eden Mukatil b. Süleyman’ın (ö. 767) ve Amr b. Ubeyd (ö. 760)’in hocası Hasan el-Basrî’den bir Kur’an tefsirine sahip olduğu zikredilmektedir. 

Sa’îd b. Cübeyr, Mücahid ve İkrime’nin tefsirlerinin de Kur’an’ın bütününü kapsamadığı ifade edilmektedir.

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nin Emeviler maddesinden kısaltılarak alınmıştır.

Dil ve Kıraat Çalışmaları

Nahiv Çalışmaları. Arap olmayan Müslümanların Arapçayı öğrenmekte karşılaştıkları güçlükler ve farklı lehçelere sahip Arap kabilelerinin bir arada yaşamaları gibi sebeplerle ortaya çıkan i‘rab hataları nahiv çalışmalarını önemli bir ihtiyaç haline getirmiştir. Ancak bu çalışmaların en önemli sebebi Kur’an-ı Kerim’i dil hatalarından koruma gayreti olmuştur. Nahiv ilminin temelleri, Emeviler döneminde insan unsurunun ırk, din ve dil bakımından çok karışık olduğu Basra’da Ebü’l-Esved ed-Düeli ve talebeleri tarafından atılmıştır. Basra şehri Emevilerin son zamanlarına kadar bu ilmin de yegane merkezi olarak kalmış, burada yetişen alimlerden bazılarının çalışmalarıyla Kûfe nahiv mektebi teşekkül etmiştir.

Hz. Ali’nin yakın dostlarından olan Ebü’l-Esved Kur’an metnine ilk defa harekeleri gösteren işaretleri koymuştur. Arap dil biliminin temelini atan, metodunu belirleyen alim olarak kabul edilen Ebü’l-Esved’in başlattığı çalışmaları talebeleri devam ettirmiştir. Bu çalışmalar genellikle Kur’an ve kıraatle ilgilidir. Ebü’l-Esved’in yetiştirdiği nahivcileri ilk sıralarında, benzer harfleri birbirinden ayıran noktaların mucidi Nasr b. Asım el-Leysi, kıraat ilminde ilk telif sahibi olarak kabul edilen Yahya b. Ya‘mer gibi isimler gelmektedir. 

Hz. Osman tarafından istinsah ettirilen Kur’an nüshaları, kıraat vecihlerini iyi bilen alimler vasıtasıyla büyük merkezlere gönderilmiş ve yine onlar tarafından okutulmuştur. Bu görevliler ve kıraat vecihlerini bilen diğer alimler bulundukları merkezlerde kıraat ilminin öncüleri olmuşlar, bunlar sayesinde Kur’an-ı Kerim bütün okunuş farklılıkları da muhafaza edilerek Hz. Peygamber’e nazil olduğu şekliyle gelecek nesillere aktarılmıştır. [iii]

Emeviler döneminde yetişen kıraat alimleri ilim halkalarında hocalarından dinledikleri kıraat vecihlerini sistemleştirmeye başlamış ve bu suretle kıraat ilminin gelişmesine büyük katkıda bulunmuşlardır. Bu dönemde çok sayıda kıraat alimi yetişmiş, bunlardan bazıları ilmi mesailerini tamamen Kur’an’ın okunuşuna hasretmişlerdir.

Esasen kıraat ilmine ait ilk eserler Emeviler döneminde yazılmaya başlanmış, pek azı zamanımıza ulaşabilen bu eserler daha sonraki çalışmalara kaynak teşkil etmiştir. Yine ilk defa bu dönemde Kur’an metnine nokta ve harekeler konmuş, mushaf cüzlere, ta‘şir ve tahmislere ayrılmıştır. Ayetlerin sayısına ve durak yerlerine ait ilk eserler de aynı dönemin alimlerince telif edilmiştir.

bottom of page