top of page

İsyanın Toplumsal ve Ekonomik Sebepleri

Adaletsiz Paylaşım

Hz. Osman döneminde ortaya çıkan iç karışıklıkların ana nedenlerinden biri ekonomiktir. Devletin uyguladığı ekonomik politikalar ile bunun ortaya çıkardığı gelir adaletsizliği bu sorunların esas nedeni olmuştur. Halifenin öldürülmesinde diğer sorunlardan daha etkin rol oynayan bu faktör, hiç şüphesiz fetih hareketlerinin getirdiği ganimetin adaletsiz dağıtımı sebebiyle ortaya çıkmıştır.

Hz. Ömer zamanında yapılan fetihler neticesinde birçok ganimet elde edilmiş, ata dağıtımı için “divan” sistemi oluşturulmuştu. Bu uygulamaya göre herkese eşit miktarda maaş verilmiyor, Hz. Peygambere yakınlık ve Müslümanlığa hizmet esas alınıyordu. Ancak Hz. Peygamber’in ve Hz. Ebu Bekir’in uygulamadığı bu eşitsizlik temeli üzerine dayalı sistemin oluşturduğu adaletsizliği, Hz. Ömer de itiraf etmiş, vefat ettiği sene bu uygulamayı kaldıracağım, herkese eşit ücret vereceğini söylemiş ancak ömrü vefa etmemişti.

Hz. Osman. Hz. Ömer’in kaldırmak istediği divan sistemini devam ettirdi. Divan, Hz. Osman döneminde İslam’a faydası dokunan kişilerin taleplerini günü birlik karşılayan hatta aşın talepleri karşılayamayan bir müesseseye dönüştü. Savaş meydanlarında meşakkatli bir hayata katlanan askerler ile zenginlik ve lüks içinde ihtişamlı bir hayat süren Kureyşli Müslümanlar arasında büyük dengesizlikler ortaya çıkmıştı. Çoğunluğu bedevilerden oluşan askerler kendileri savaşlara katılmış oldukları halde, elde edilen bol miktardaki ganimetin Kureyşli yönetici ve komutanlara tahsis edildiğini görüyorlardı. 

Bir tarafta hiç çalışmadan çok kazanan, diğer tarafta çalıştığı halde mal edinemeyen insanlar vardı. Servetin büyük bir bölümünün sahabenin ve Kureyş’in elinde yığılması, Ebu Zer’in uyardığı gibi isyana sebep olurdu ve öyle de oldu. Bu şekilde adaletsiz gelişen zenginlik, haklı olarak kıskançlıklara ve sonuçta isyanlara dönüştü.  Bu adaletsiz dağıtıma karşı ilk tepkinin fetihlerde büyük fedakârlık gösteren Bekr, Ezd, Rebia, Temim ve Küda gibi kabilelerden gelmesi dikkat çekicidir.

Sonuçta Mısır, Küfe ve Basra’da oturan fatihlere ait olması gereken gelirlerin, adaletsiz paylaşımı bu eyaletlerde huzursuzluğa sebep oluyor itirazlar yükseliyordu.  Sıkıntının giderilebilmesi için harp ganimetlerinin artması veya en azından devam etmesi gerekiyordu. Ancak özellikle doğuda yapılan fetihlerden elde edilen gelirlerin azalması, ordunun devamlı surette büyümesi ve toplanan vergilerin yeterli olmaması gibi amiller, bu döneme damgasını vuran ekonomik krizin temellerini teşkil etmişti. 

Bütün bunların dışında fetihlerin sona ermesi ile ganimetin azalması, ihtidalar sebebiyle cizye gelirlerindeki düşüş gibi durumlar sebebiyle ekonomik bir kriz söz konusuydu. Buna birde adaletsiz dağıtım eklenince sosyal patlamalara zemin hazırladı.

Tuleka ve Ahdas

Yetişen yeni nesil ile eski nesil arasındaki yaşantı farkı, dini, kültürel, sosyal ve siyasal alanda yaşanan değişim, sahabe toplumunun geri plana çekilmesi ve “Ahdas (yeni yetme)” denilen yeni neslin ortaya çıkışı Hz. Osman dönemi karışıklıklarının en önemli faktörlerinden sayılır. Yeni nesil, ilk Müslümanların bilincine yerleşen Müslümanlığı özümseyememişlerdi. Kısacası onların dini hassasiyetleri zayıftı. Güvercin uçurma eğlenceleri, atıcılık ve tavla oynama yaygınlaşmıştı. Bunun üzerine halife evlerden tavlaları toplatıp yaktırmış, güvercinleri kesmeyi emretmişti.  Nefis yemek kültürü yaygınlaşmıştı. Halife, toplumun bozulmasına karşı dikkatli davranmaya çalışıyordu. Ancak önceki halife ile arasında gerçekten de kişilik farkları vardı.  

Halifenin etrafında toplanan ve onu bozan grup ise “Tuleka" dediğimiz Mekke fethinde zorunlu olarak ve menfaat gereği İslamiyet’i seçmiş olup, İslami hassasiyeti yüksek olmayan kimselerdi. Bunlar Hz. Osman’ın ihtiyarlık ve akrabaya düşkünlük gibi zaaflarım rahatlıkla kullanıp haksızlıklara neden oluyorlardı. 

Sonuçta sahabe neslinin yeni nesil ile yer değiştirmesi süreci çok sancılı olmuş ve halifenin katli gibi İslam tarihi açısından hiç de hayırlı olmayan olaylar gerçekleşmiştir. 

Kabilecilik Problemi

Hz. Peygamber döneminde Araplar arasındaki kabile mücadeleleri, İslam'ın güçlenmesine paralel olarak azalmıştı. Ancak Hz. Peygamber döneminden sonra irtidat olaylarında ve sonraki bazı gelişmelerde kabilecilik anlayışının güç kazandığı görülmektedir. Hz. Osman dönemindeki fütuhatın bir önceki halifenin dönemine nispetle yavaşlamasından sonra kabileler arasındaki mücadelenin artması önemli bir problem olmuştur.

Fetihlerden sonra, yönetim ve ganimetin Kureyş’in elinde olduğunu ve kendilerinin ikinci planda kaldıklarını düşünen kabilelerin tepkileri artıyordu. Hz. Osman’ın katledilmesine sebep olan ayaklanmadaki katiller içinde bariz bir şekilde Kureyşli olan sadece Muhammed b. Ebi Bekir idi.Bu Kureyş’e tepkiyi gösteren önemli bir ayrıntıdır. Muhalifler özetle, “Savaşlarda hep biz vardık. Zaferlerin kazanılmasında en büyük pay bizim. Orduyu oluşturan ve kılıcı kullanan yine bizleriz. Fakat biz kendimizi idare edemiyoruz. Şehrimizin valisi, amili, muhasibi, komutanı biz değiliz. Bize hep Kureyş hükmetmektedir.” anlamında sözler sarf ederek tepkilerini ortaya koyuyorlardı.

Bu itirazı destekler mahiyette Abdülkays’tan Basra’lı birinin kendisini ikna etmeye çalışan Zübeyr b. Avvam’a, “Peygamber vefat edince içinizden birine biat ettiniz ve vallahi bize bu konuda bir şey sormadınız, yine de size razı olup uyduk. Sonra o da vefat etti ve içinizden birini halef bıraktı, bize bu konuda da bir şey danışmadınız, razı olup uyduk. Emir ölünce işi altı kişiye bıraktı, yine bize danışmadan Osman’ı seçip biat ettiniz." şeklindeki serzenişi, aslında bu kabilelerin başından beri merkezi hükümetle sorunları olduğunun göstergesinden başka bir şey değildi.  

Toplum kabilesel çekişme zemininde büyüyen bir toplumdu. Birbiriyle kan davası olmayan kabile neredeyse yok gibiydi. İslam bunları ortadan kaldırmış ve din kardeşliğine çağırmıştı. Hz. Peygamber ve İlk halife döneminde bu tür kabile çatışmalarının ön plana çıkmasına büyük ölçüde izin verilmemişti. Oysa Hz. Osman’ın kabilesini öncelemesi toplumda küllenmiş kavgaları yeşertti. 

Mevali ve İntikam Duygusu

Müslümanların fethettikleri yerlerde yaşayan milletlerin, Müslümanlardan intikam alma düşünceleri ve bu çerçevede yürüttükleri faaliyetler önemli bir olaydır.

Hz. Ömer döneminde başlayıp Hz. Osman döneminde hızla devam eden fetihlerde, birçok topluluk devletin tebası haline gelmişti. Bu fetihler sonucunda, devlet içinde zimmi konumuna düşen Bizans ve Sasani İmparatorluğu’nun eski tebaları İslam'ın yayılmasından itibaren, -açıktan olmasa da- devletin gizli muhalifleri olmuşlardı. Fetihlerin durmasıyla bu geniş halk kitleleri, geçmişte sahip oldukları servet ve refahı aramışlar, karşı karşıya kaldıkları bu durumun nedenlerini, sonuçlarını, getirdikleri ve götürdüklerini sorgulamaya başlamışlardı. Şehirlerde bulunan halkın bir kısmının Müslüman olmaması veya yeni dinlerini benimseyememeleri, sosyal hayatta bir değişimi, daha açıkçası bir bozulma sürecini beraberinde getirdi. 

Bu bağlamda fetihlerin en yoğun yaşandığı yer olan İran bölgesi örneği üzerinden konuyu izah etmek istiyoruz: Arap- İran ilişkileri, eskiden beri İranlıların kendilerini Araplardan üstün görme esası üzerine kurulmuştu. Arapları aşağılıyorlar, onları yönetilmesi gereken bedeviler olarak tahkir ediyorlardı. Sasanilerin ünlü komutanı Rüstem’in, Kadisiye savaşı öncesi, yapılan görüşmeler sırasında Müslüman elçilere karşı Arapları kastederek sarf ettiği tahkir edici sözleri, İranlıların Araplara karşı nasıl bir zihni durum içerisinde olduklarını onlardaki İslam öncesinden gelen bakış açısını göstermesi açısından önem arz etmektedir.

Küçük gördükleri Arapların, gözlerinde büyüttükleri kendi imparatorluklarını 5-10 yılda yerle bir edip İran’ın önemli şehir merkezlerini ele geçirmeleri İranlılarda bir şok meydana getirmişti. Onlar bu mağlubiyeti hazmedememişlerdi. Zira kendileri Araplara hâkim bir zümre iken, bir anda mevali olmuşlardı. Yönetici iken, yönetilen konumuna düşmüşlerdi.

Araplar tarafından ülkelerinin istila edilmesi sonucu, İranlılar Arap fetihlerini kin ve nefretle karşıladılar. Savaş meydanında yenilen İranlılar zamanla İslam’ı benimseseler de bu yeni güce (Araplara) karşı tepkilerini değişik boyutlarda sürdürmeye devam ettiler.

Ülkelerinin yönetiminin ellerinden çıkmasına içerleyen İran toplumu, Hz. Ömer'in yapmaya çalıştığı şekilde, Müslüman topluluklarla uyum içerisinde bir hayata hazırlanmaları gerekirken, iktidarın Hz. Osman zamanında Emevilerin eline geçmesi ile muhalif bir tavır sergilediler. Mevalinin çoğunluğunu İranlılar oluşturuyordu. Bu dönemde halife ve valileri mevaliye önem verip, onların öfkelerini azaltacaklarına, bunun aksini yaptılar. Bu icraatlarının başında da bunlara “mevali” adı altında ayrımcılık muamelesi yapmaları gelmektedir. Araplardan sonra İslam’a ilk giren topluluk olması cihetiyle, bunlar toplum içerisinde Arapların dışında ikinci büyük topluluğu oluşturuyor ancak bu insanlar adeta ikinci sınıf Müslümanlar olarak görülüyorlardı. 

Mevali, Hz. Ömer döneminde savaşlarda Araplarla aynı maaşı alırken, şimdi aynı savaşlara katıldıkları halde Araplarla aynı maaşı alamıyordu. Hz. Ömer kendi döneminde Arap olmadıkları için maaşları verilmeyenlerin olduğunu duyduğu zaman buna çok sert tepki göstermişti. 

Bütün bu gruplar Hz. Osman’a karşı gelişen muhalefete destek oldular. Bunlar Müslüman toplumun bünyesi içine katılıp adaletli bir şekilde İslam potasında eritilemedi. Tam tersine dışlanmaları, tepkiselliklerini artırdı ve sonuçta önü alınamayan problemlerin oluşmasına zemin hazırladı. Bu durum onların hem Hz. Osman hem de sonraki süreçteki bütün kargaşanın baş aktörü olmalarına neden oldu.

Bedevilik-Hadarilik

Kırsal kesimde yaşayan insanlar, doğal şartlar gereği daha sert karakterli olurlar. Soğuk dağ ortamlarında veya çöllerde hayat mücadelesi verirler. Bu da onların karakterlerinin sert, aceleci ve haşin olmasına sebep olur. 

Çölden gelip Hz. Peygamber’e kaba davranıp, “Ey Muhammed! Çık dışarı!" diye bağıranlara hitaben Kur'an, "(Resulüm!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir” demek suretiyle bu psikolojiye temas etmektedir. Bu bağıranlar kendilerine göre normal bir şey yapmaktadırlar. Ancak bu yaptıklarının kaba bir şey olduğunu bilmemektedirler. 

Şehre ve şehirde yaşayanlara karşı düşmanlık, Mekke’de ortaya çıkan ve yine Medine’de davetine devam eden Hz. Peygamber’e ve davasına karşı da sürmüştür.

İslam’ın bölgeye hakim olmasına direnemeyen ve Hz. Peygamber'in davasının zafere kavuşması karşısında menfaat elde etmek isteyen bedevi gruplar, Hz. Peygamber ile beraber hareket etmeye başlarlar. Ancak bu noktada bile Hz. Peygamber'e en kaba hareketleri yapmaktan çekinmezler. Ganimet elde etmek amacıyla onunla beraber katıldıkları Mekke fethi ve Huneyn savaşı sonrasında Hz. Peygamber’in ganimetleri dağıtmayı geciktirmesi sebebiyle onu sıkıştırarak, “Allah’tan kork!’’ demeleri üzerine Hz. Peygamber’in, “İçinizde Allah’tan en fazla korkmaya layık insan ben değil miyim?” demek zorunda kaldığım ve bunları verdiği mallarla susturduğunu biliyoruz.  

Bedevi gruplar Hz. Peygamber’in vefatını fırsat bilip anında anlaşmaları bozdular. Hatta Medine’yi yağmalayacak noktaya geldiler. Ancak ilk halifenin kararlı tutumu ve sahabenin ona verdiği destekle tekrar hizaya getirildiler.

İşte sürekli sorun çıkaracağı anlaşılan bu bedevi problemini halletmek isteyen Hz. Ömer, bunları çölden alıp kuzeye yerleştirmeyi düşündü. Öncelikle bunlardaki coşkun bedevi taşkınlığını savaşlar yoluyla fütuhata çevirmeyi başardığı gibi aynı zamanda bunların çöle dönmesine izin vermeyerek Küfe, Basra ve Fustad gibi garnizon şehirlere yerleştirip savaşa devam etmelerini böylece onlarda bulunan enerjinin faydalı bir yola kanalize edilmesini istiyordu. Bu plan gereği bedeviler iyi maaş ve ganimet tutkusuyla askere yazılıyor ve çölden garnizon şehirlere doğru göç ediyorlardı.

İlk başta hedefin tutturulduğu söylenebilir. Bu gruplar eski şehirlerden uzak tutulup yeni garnizon şehirlere yerleştirildiler. Böylece şehirlilerle bir mücadele içine girmelerine engel olundu. Yeni kurulan şehirlerde elde edilen ganimetlerle bunlar şehirleştirilmeye (medenileştirilmeye) çalışıldı. Ancak doğalarındaki haşinlik henüz sönmemiş bu gruplar. Hz. Osman dönemi problemlerinin kaynağı olacaktır. 

Hz. Ali’nin daha sonraları savaşmak zorunda kaldığı Haricilerin de ağırlıklı olarak taşra Arapları (bedeviler) olduğu bilinmektedir.

Arapların bedevi hayattan medeni hayata geçme süreçleri bazı problemlerin ortaya çıkmasının önemli nedenlerindendir. Sonuç olarak Hz. Osman dönemi olaylarının gelişmesinde çölden çıkıp gelen ve her şekilde doğasında şehirliyi düşman gören bedevi unsurların etkisi olduğunu söylememiz gerekir.

Prof.Dr.Mehmet Azimli'nin Hz. Osman (Ankara Okulu: 2015)

kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

Prof. Dr. Mehmet Mahfuz Söylemez'in Güç ve İktidar: Kûfe'de İktidar Mücadelesi (Düşün:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır. 

Ekonomik Kriz

  1. Hz. Osman'ın hilâfetinin ikinci altıncı yılma gelindiğinde fetihler ulaşılabilecek son noktaya vardığı için ganimet gelirleri ortadan kalktı. Böylece garnizona sıcak paranın girmesi durdu; dolayısıyla yüksek bir hayat standardı yakalamış olan mukâtilenin/sava- şanlann bunu sürdürebilmeleri bir yana, hayat mücadelesi verir duruma düşmelerine de sebep oldu.  Bilindiği gibi paranın yalnız mübadele aracı olarak kullanıldığı ekonomilerde, para ile ifade edilmekte olan tüm fiyatlar, onun arzındaki artış ya da azalışlarla orantılı olarak yükselecek veya düşecektir. Para stokunun düşmesi, temsil ettiği satın alma gücünün azalması anlamına gelmektedir. İşte bu sebepten do-layı Kûfe'de savaşan unsurların alım gücünün düşmesi, piyasanın daralmasına yol açtığı için sadece mukâtileyi değil, esnaf ve tanm üreticilerini de oldukça zor dururumda bıraktı. Esnaf malını döndü- remezken, tanm üreticisi ise hedef kitlesinin fakirleşmesi ile malının fiyatını düşürmek zorunda kaldığından zarara uğradı. Öte taraftan gelirlerinin büyük bir kısmını humusun oluşturmakta olduğu devlet de fetihlerin durması sebebiyle zarara uğradı.

  2. Bu dönemde devlet yeni fethedilen bölgelerden gelir elde edemediği gibi oralarda asker olarak bulunmakta olan insanlara atalar vermek ve o ülkeleri yaşanabilir hale getirmek için, büyük harcamalar yapmak durumunda da kaldı.

  3. Bir süre sonra buna ihtida hareketlerinin artması ile cizye gelirlerindeki ciddi düşüş de eklendi.

  4. Hz. Osman'ın bazı valileri cizye ve haraç gelirlerini Medine'ye göndermiyorlardı. Yeni bir donanma kuracağını gerekçe gösteren Muaviye b. Ebî Sufyan, Medine'ye vergi göndermeyenlerin başmda geliyordu.

  5. Bunun yanında Hz. Osman döneminde devlet, beyan edilen mallardan zekât almış, beyan edilmeyen malların zekâtlarını ise mükellefin kendisine bırakmıştır. Böylece yukarıdaki gelirlerin yanında zekât gelirlerinde de büyük bir düşüş yaşanmıştır.

  6. Bu dönemde haraç gelirlerinde de düşüş yaşanmıştır. Zira gelirlerdeki düşüş alım gücünü etkilemiş, böylece talebin azalmasına ve buna bağlı olarak da arzın kısılmasına, bir başka ifade ile başta tarım kesimi olmak üzere üretim ile uğraşan kitlenin üretimlerini düşürmelerine, sebep olmuştur. Bu durum üründen haraç vergisi almakta olan devletin gelirlerinde düşüşe sebep teşkil etmiştir.

 

İşte Hz. Osman döneminde devlet gelirlerindeki bu ciddi düşüş, bütçe açığına yol açmış ve gelirlerin giderleri karşılayamaz duruma gelmesi sonucunu doğurmuştur.

Böylece devlet, büyük bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kalmış ve ödeme güçlükleri yaşar olmuştur. Bu ekonomik kriz birçok kentte çalkantılara sebep olmakla beraber en ciddi şekilde Basra, Fustat gibi garnizon kentlerde, özellikle de büyük bir askerî nüfusu barındırmakta olan Kûfe'de etkili olmuştur.

Söz konusu ekonomik kriz, Kûfe'de etkisini ilk kez Velid b. Ukbe'nin valiliğinin beşinci yılında göstermiştir. Fetihlerin durması ile ganimet gelirlerinden mahrum kaldıkları için memleketlerine geri dönen askerler, istihdam sorunu, bir başka ifade ile işsizlik sorunu ile karşı karşıya kalmışlardır. Bilindiği gibi ekonomi tam istihdam ile yürüdüğü zaman tüm üretim faktörlerinden faydalandığı için gelir dağılımındaki farklılık çok fazla göze batmamaktadır. Ancak şehirde ortaya çıkan bu istihdam sorunu ile birlikte işsiz kalmış olan gruplar, dikkatlerini devletten yüksek maaşlar alan kitle üzerinde yoğunlaştırdılar ve ehlu'l-eyyâm denilen, Irak'ın fethinde bulunmuş olan yörenin ilk Müslüman sakinleri ile aynı ataları almadıklarım gördüler.10 Bunun üzerine valiye karşı harekete geçerek görevden alınmasını sağladılar.  

 

Ancak bununla problemin çözülmediğini gören Hz. Osman, ikinci bir radikal karar daha alarak Hz. Ömer döneminden beri atıl bir vaziyette duran savafî arazinin mülkiyeti devlete ait olmak koşulu ile kiraya verilmesine karar verdi. Bilindiği gibi Hz. Ömer döneminde fethedilen Sevâd arazileri, İslâm savaşçıları arasında dağıtılmamış, mülkiyeti devlete ait olmak üzere, eski sahiplerine kiraya verilmiştir. Fakat adına savafî denilen arazilerin sahipleri bulunmamaktaydı. Bu arazilerin eski sahipleri ya savaşta ölmüş veya İslâm devletini terk etmişlerdi. Arazilerin en değerli kısmı ise fetihten önce Sasanî devletinin yöneticilerine veya yakınlarına ait araziler ile Sasanîler döneminde savaş atlarının otlamakta olduğu hazine arazileri idi ki bu toprakların çoğu Fırat veya Dicle kıyılarında yer almaktaydı. 

bottom of page