Arayan İnsan
İslam'a Giriş
Namazın Manevi İncelikleri
Gazali'nin İhya'sından ilgili bölümler alınarak oluÅŸturulan İbadetlerin Ruhu (TimaÅŸ:2013) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.
​
​
​
​
​
​
​
​
​
HuÅŸu' ve Kalp Huzuru (Kalbin Bütünüyle Allah'a Yönelmesi)
Namazda huÅŸu' ve kalbin bütünüyle Namaza hasredilmesi ÅŸarttır ve bunun birçok delili vardır.
Bunlardan biri; "Beni anmak için Namaz kıl" âyetidir. Bu âyetin zahirinden, Namaz esnasında zikrin (Allah'ı anmanın) vacip olduÄŸu açıkça anlaşılmaktadır. Gaflet ise zikrin tam tersidir. Bütün bir Namaz boyunca Allah'ı zikretmeyen, yani gafil olan bir kimse, nasıl "Allah'ı anmak için Namaz kılmış" olabilir ki?
​
Bir diÄŸer delil de; "Sakın gafillerden olma!" âyetidir.
​
Hz. Peygamber, bir hadis-i ÅŸerifinde; "Namaz sırf temeskün (Allah'ın huzurunda meskenet) ve tevazudan ibarettir" (Tirmizî ) buyurmuÅŸtur.
​
Bir baÅŸka hadis-i ÅŸerifinde Hz. Peygamber(sav); "Sabahlara kadar namaz kılan nice kimseler vardır ki, kıldıkları Namazdan kendilerine düÅŸen sadece yorgunluk ve bitkinliktir" buyurmuÅŸtur. Bu ifadesiyle Hz. Peygamber(sav), gaflet içinde Namaz kılanlardan baÅŸkasını kastetmiÅŸ deÄŸildir.
​
Namazda yerine getirilen bu rükünleri sırasıyla ele alacak olursak;
​
Zikir; insanın kendisini gözden geçirmesi, Rabbi ile konuÅŸması, O'nunla baÅŸbaÅŸa olup dua etmesidir (münâcât). Bu rüknü yerine getiren kiÅŸi ya bu durumun farkına varır ve bunu hedefler ya da gaflet içinde sadece belli harfleri telaffuz etmekle yetinir. Zikirden maksat, harflerin ve kelimelerin iç dünyaya, kalbe tercüman olmasıdır ki, bunun gerçekleÅŸmesinin tek yolu da, o harflerin telaffuz edildikleri esnada kalbin de hazır bulunması, ona yönelmesidir. İnsanın kalbi gaflet içinde olduktan sonra, dilinin Fatiha Sûresi'ndeki, "Rabbimiz, bizi dosdoÄŸru yola hidâyet et” âyetini okuması nasıl niyaz ve münâcât olabilir ki?
​
Namazda Fatiha Sûresi'nin okunmasının maksadının Allah'a hamd etmek, O'na ta'zim ve senada bulunmak, karşısında huÅŸu' bildirmek ve dua etmek olduÄŸu hususunda herhangi bir kuÅŸku yoktur. Kul Namazda bunları okuduÄŸu esnada kalbi gafletle dolu ise, İlahî isimler ve sıfatlar hakkında hiçbir marifet ve müÅŸahede sahibi deÄŸilse ve Fatiha Sûresi'ni sadece telaffuz ediyor, bir ağız alışkanlığı gibi tekrarlıyorsa; o zaman onun bu yaptığı ÅŸey, kalbi nefsin kötülüklerinden ve karanlıklarından arındırmak, imanı kalbe sapasaÄŸlam yerleÅŸtirmek üzere farz kılınmış olan Namaz ibadetinin maksadından fersah fersah uzaktır.
​
Rükû ve secde rükünleri ise Allah'ı ta'zim için yapılır. Rükû ve secde rükünlerinden "ta'zim" maksadını çıkardığımız zaman, geriye sadece eÄŸilip kalkmak kalır ve bunu yapmanın da, imtihan sayılacak bir zorluÄŸu yoktur. Kaldı ki Hz. Peygamber, bu rükünlerin toplamı olan Namazm "dinin direÄŸi" ve "İslam ile küfür arasındaki ayrım" olduÄŸunu ifade etmiÅŸtir.
​
Kanaatimce Namaz ibadetine bu kadar önem verilmesinin sebebi, bu ibadetin sadece zahiri ÅŸekli ve hareketleri deÄŸil, bu hareketlere izafe edilen "münâcât maksadı"dır.
​
Bu noktada ÅŸöyle bir soru sorulabilir; "Namazda kalbin bütünüyle Allah'a yönelmesini ÅŸart koÅŸmak ve aksi durumda Namazın batıl olacağına hükmetmekle fıkıh âlimlerinin görüÅŸ birliÄŸine (icmasına) muhalefet etmektesin, çünkü onlar bunu, yani kalbin yönelmesini (niyeti) sadece iftitah tekbiri esnasında ÅŸart koÅŸmuÅŸlardır."
Bu itiraza cevaben ÅŸöyle deriz;
Fıkıh âlimleri ibadetlerin batını yönleri ile deÄŸil, sadece zahirî yönleri ile ilgilenirler; kalbı yönlere ve ahiret yoluna iliÅŸkin yönlere deÄŸil, dinin zahir hükümlerinin bedenî olarak ifa edilmesine bakarlar. İbadetlerin zahirî ÅŸartlarına uygun bir ÅŸekilde yerine getirilmiÅŸ olması ahiret sevabı için yeterli midir yoksa deÄŸil midir konusu ise, fıkıh ilminin çerçevesine dâhil deÄŸildir.
​
Hz. Peygamber'in(sav) ÅŸöyle buyurduÄŸu rivâyet edilmiÅŸtir;
"Kul öyle Namaz kılar ki, kıldığı Namazın altıda biri, hatta onda biri kadar bile sevap kazanamaz. Kula kıldığı Namazdan sadece anlayıp idrak ettiÄŸi kadar pay düÅŸer."( Ebu Davud)
​
Bu söz Hz. Peygamber'den(sav) baÅŸka biri tarafından söylenmiÅŸ olsaydı bile, bir mezhep olarak kabul edilir, nazar-ı itibara alınırdı. Böyle olmayıp da bizzat Hz. Peygamberden'den nakledilmiÅŸ olduÄŸu halde, nasıl olur da kabul edilmez ki?
​
Buna raÄŸmen ibadetlerin zahirî olarak yerine getirilmesi ile ilgili olarak verilecek fetvâ, avâm-ı nâsın (toplumun genelinin) bu konulardaki eksikliÄŸini de göz önünde bulundurmak sûretiyle verilmelidir. Dolayısıyla her insana, Namaz boyunca kalp huzurunu muhafaza etmesi, her an kalbini Namaza yöneltmiÅŸ olması ÅŸart koÅŸulamaz; çünkü böyle bir ÅŸey küçük bir azınlık dışında, diÄŸer insanların yerine getiremeyeceÄŸi bir husus, taşıyamayacağı bir yüktür. İşte böyle bir zaruretten dolayı, herkes için Namaz boyunca bütün kalbini Namaza hasretmeyi (kalp huzurunu) ÅŸart koÅŸmak mümkün olmasa bile; en azından "kalp huzuru" sayılabilecek asgari bir süre içinde bu durumu gerçekleÅŸtirmenin, yani bir an için bile olsa kalbi bütünüyle Namaza hasretmenin ÅŸart koÅŸulması kaçınılmazdır. Bunun için en uygun an ise, Namazın baÅŸlangıcı olan iftitah tekbiri anıdır. Bu yüzden biz de bu mükellefiyeti sadece bu anda kalp huzuru taşımakla sınırlı tuttuk.
​
Bununla beraber yine de bütün Namaz boyunca gaflet içinde olan kimsenin halinin Namazı tamamen terk etmiÅŸ kimsenin halinden farklı olmasını ümit ederiz. Zira bu kışı, hiç olmazsa Namaz ibadetini zahirî olarak yerine getirmiÅŸ ve bir an (iftitah tekbiri anı) da olsa kalp huzuruna sahip olmuÅŸtur. Bu ümidimiz boÅŸ bir ümit deÄŸildir.
​
İşte bu ÅŸekilde insanı korkuya ve ümide sevk eden sebepler çatıştığı ve durumun tehlike arz ettiÄŸi anlarda ihtiyatlı davranmakla serbest hareket etmek arasında seçim yapmak sana kalmaktadır. Bununla beraber fıkıh âlimlerinin gaflet hali ile birlikte kılınan Namazın sahih oluÅŸuna dair verdikleri fetvaya muhalefet etmek de istemem. Zira daha önce dikkat çektiÄŸim gibi, onların verdikleri bu fetvalar, bizzat "fetva'nın tabiatından" kaynaklanan bir zorunluluktur.
​
Bu hususa deÄŸindikten sonra burada bu kadarıyla yetinelim, zira bu söylediklerimiz az olsa da, ahirel yoluna koyulmayı talep eden kimseler için yeterlidir. İşi gücü tartışma olan kim¬seleri ise, burada muhatap almak istemiyoruz. Hâsıl-ı kelam; kalbin tamamen Namaza hasredilmesi, Namaz ibadetinin özüdür, ruhudur.
​
Kısacası kalp huzuru, Namazın ruhudur. Bu ruhun Namazdan büsbütün ayrılmaması için, en azından iftitah tekbiri esnasında kalp huzurunun bulunması gerekir. O anda da bu huzur yoksa Namazın ruhu helak olmuÅŸ, özü kaybolmuÅŸ demektir. Bu kalp huzuru, Namazın rükünlerinde ne ölçüde mevcut ise, Namazın ruhu da o ölçüde rükünlere sirayet eder. Canlı oldukları halde ölü gibi hareketsiz duran nice varlıklar vardır! İşte bütün Namazı boyunca gaflet içinde olup da sadece iftitah tekbiri esnasında kalp huzurunu taşıyan kimsenin Namazı da, canlı olduÄŸu halde hareketsiz duran bu varlıklara benzer. Allah'tan cümlemize yardım ve inayet etmesini niyaz ederiz.
​
Namaza Hayat Veren Manevî Hususlar
Mü'min kimse Allah'ı ta'zim etmeli, O”nun azabından korkmalı, O'nun sevabını ve rahmetini ümit etmeli, amellerindeki noksanlıktan ötürü O'nun huzurunda haya etmelidir. İman ettikten sonra her daim bu hal üzere olmalıdır. Bu halin kuvveti kulun imanının kuvveti kadar olsa da, Namaz esnasında bu hal üzere olmayışının sebebi; düÅŸüncelerinin dağılması, kalbinin Allah'a yakarış (münâcât) halinden uzaklaşıp Namazda olduÄŸunu unutması ve gaflete düÅŸmesinden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Nitekim insanı Namazdan alıkoyacak olan ÅŸey de, kalbi meÅŸgul eden bu düÅŸüncelerden baÅŸkası deÄŸildir. Dolayısıyla kalbin Namaza yönelmesini saÄŸlayacak olan ilaç, bu düÅŸünceleri def etmek, kalpten uzaklaÅŸtırmaktır. Zira herhangi bir ÅŸeyin ortadan kaldırılması, ancak onu ortaya çıkaran sebepleri gidermek sûretiyle mümkün olur. Bu yüzden önce kalbi meÅŸgul eden düÅŸüncelerin sebebi bilinmelidir.
​
Kalbi meÅŸgul eden düÅŸüncelerin sebebi ise ya duyularla idrak edilen dış (haricî) bir etki olmalıdır, ya da iç dünyadaki batınî bir ÅŸey olmalıdır. Haricî etki, Namaz kılan insanın kulağına gelen bir ses ya da gözüne iliÅŸen bir görüntü olabilir; çünkü bu tür ÅŸeyler zihni dağıtır, dikkati çeker ve bu sebeple ortaya çıkan düÅŸünceler birbirine sebep olmak sûretiyle çoÄŸalıp gider. Niyeti ve himmeti kuvvetli olan kimse, bu tür hissî ÅŸeylerden etkilenmez. Ancak zayıf kimse böyle durumlarda dikkatini kaybeder. Bu yüzden de, bu kimseler böyle bir duruma düÅŸmemek için dikkatlerini toplamalı, bütün önlemleri almalıdırlar. ÖrneÄŸin Namaz esnasında gözleri kapatmak, karanlık bir mekânda Namaz kılmak, göz önünde dikkat çekici bir nesne bulundurmamak, gözün görme alanını daraltmak için iyice duvarın dibine yaklaşıp orada Namaz kılmak, kalabalık yerlerde ya da üzerinde renkli desenlerin, nakışların ve iÅŸlemelerin bulunduÄŸu seccadelerde Namaz kılmamak gibi önlemler almalıdır.
​
KiÅŸinin Namazdaki kalp huzurunu ve himmetini bozan iç/ batınî sebepler ise daha çetindir. Zira düÅŸünceleri envai çeÅŸit dûnvevî meselelere takılıp kalmış olan kimse, aklını belli bir noktada toplayamaz, zihninde düÅŸünceler birbirini kovalar. Bu durumda gözlerini kapatması da fayda etmez. Çünkü kalbe yerleÅŸmiÅŸ olan bu düÅŸünceler, gözler kapalı iken de onu meÅŸgul emeye yeterlidir. Bu durumda yapılması gereken ÅŸey, nefsi adayarak kalbin okunan âyetlerin anlamlarına yönelmesini saÄŸlamak ve kalbi onunla meÅŸgul etmektir. Aynca iftitah tekbiri alıp Namaza baÅŸlamadan önce hazırlık yapmak, ahireti düÅŸünmek, Namazın bir mürıâcât olduÄŸunu ve Yüce Allah'ın huzuruna çıkmak anlamına geldiÄŸini, O'nun her daim görüp gözettiÄŸini hatırlamak ve iftitah tekbirinden önce kalbi her türlü düÅŸünceden arındırmak, Namazda meÅŸgul olacağı hiçbir ÅŸeyi kalpte bırakmamak gerekir.
EÄŸer bu fikirlerin zihindeki coÅŸkusu kolaylıkla bastırılmayacak kadar çok ise, o zaman yapılacak ÅŸey, hastalığı damarlardan söküp atacak ilacı kullanmaktır. Bunun yolu ise, kalbin bütünüyle Namaza yönelmesini engelleyen ÅŸeylere yönelip onları düÅŸünmek ve ardından onlarla iÅŸi bitirdikten sonra tekrar ibadete dönmek, daha sonra ise nefsi, bu isteklerine yönelmiÅŸ olduÄŸu için cezalandırmak, onun her türlü maddi-manevî ÅŸeylerle alakasını kesmektir.
​
İnsanın himmeti, aklı fikri, göz aydınlığı olarak bellediÄŸi ÅŸeylere yönelir, onlara yoÄŸunlaşır. EÄŸer gözünü aydın eden, kendisi sevindirip bahtiyar eden ÅŸeyler dünyalık ÅŸeyler ise, kaçınılmaz olarak himmeti de onlara yönelecektir. Bununla beraber kul yine de bu durumla mücadele etmeye devam etmeli, kalbini baÅŸka düÅŸüncelerden arındırıp Namaza yöneltmeye gayret etmeli, kendisini bundan alıkoyan sebepleri mümkün mertebe azaltmaya çalışmalıdır. İşte buna, acı reçete denir. Acı olduÄŸu için de nefsin tabiatı onu hoÅŸ karşılamaz, kullanmak istemez ve bu nedenle de, hastalık müzminleÅŸir. Sonuçta ilacı kullanmak gitgide zorlaşır. Halta Arif Billâh zatlardan bazıları, akıllarına hiçbir dünyevî ÅŸey getirmeden sadece iki rekât Namaz kılmaya gayret etmiÅŸler, fakat bunu baÅŸaramamışlardır. Bu durumda bizler gibi aciz kulların bunu baÅŸarabilmeleri, hiç ümit edilir bir ÅŸey deÄŸildir. Hatta bırakın bunun tamamını baÅŸarabilmeyi, Namazımızın yarısını ya da üçte birlik kısmını böylesine vesveselerden arınmış bir ÅŸekilde kılabilsek ne mutlu bizlere! EÄŸer bunu baÅŸarabilirsek, o takdirde en azından "salih amel ile kötü ameli birlikte yapmış" kimselerden olabilir ve belki o salih amellerimizle kurtuluÅŸa erebiliriz.
​
Hâsıl-ı kelam; dünya sevgisi ve amacı (himmeti) ile ahi- ret sevgisi ve himmetinin kalpteki durumu; tahinle dolu bir bardaÄŸa doldurulan suyun durumu gibidir. Suyu tahin dolu bardaÄŸa doldurdukça tahin dışarı çıkmaya baÅŸlayacaktır. İkisi asla aynı anda orada bulunmayacaktır. İşte dünya sevgisi ve ahiret sevgisi de böyledir, biri kalbe ne kadar girerse öteki o kadar çıkacaktır.
​
Gazali'nin İhya'sından ilgili bölümler alınarak oluÅŸturulan İbadetlerin Ruhu (TimaÅŸ:2013) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.
​
