Arayan İnsan
İslam'a Giriş

Uluhiyet ve Uhrevi Alem İle İlgili Tarihsellik
-EleÅŸtiriler-
Prof.Dr.Salim ÖÄŸüt'ün Modern DüÅŸüncenin Kur'an Anlayışı (Ravza:2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Haberi Sıfatlar Meselesi
Müellif [M.Öztürk] devam ediyor:
"Kur'an'da tarihüstü mesajların dahi tarihsel kalıplar içinde sunuluÅŸuyla ilgili en çarpıcı örneklerden biri haberi sıfatlar kapsamında deÄŸerlendirilen beyanlardır. BilindiÄŸi gibi Kur’an başından sonuna kadar Allah merkezli bir dil dizgesine sahiptir. Bunun temel nedeni, Mekke müÅŸriklerinin Allah'sız olmamakla birlikte mevcut Allah fikrinin ahlâkî alanda hiçbir iÅŸlev görmediÄŸi dünya görüÅŸleridir. İşte böyle bir dünya görüÅŸüne karşı tevhid inananda ifadesini bulan Allah fikri Kur’an'da çok yoÄŸun biçimde vurgulanmıştır. Muhatabın zihniyet dünyasına her ÅŸeyin merkezinde Allah fikrinin yer aldığı dindar bir dünya görüÅŸü sokma amacından ötürüdür ki birçok ayette beÅŸer iradesinin büsbütün göz ardı edildiÄŸi kaderci ifadelere dahi yer verilmiÅŸtir.”
​
Åžayet Arapların dünya görüÅŸleri, o günkü durumdan farklı bir noktada olsaydı, Kur'an böylesine Allah merkezli bir dil dizgesine sahip olmayacaktı. Kur'an'ın bu dil dizgesine sahip oluÅŸu, O'nun bir kusuru ise, bunun sorumlusu Araplardır; ÅŸayet bir meziyetse, bu ÅŸeref de Araplara aittir.
​
Bu mesele bize, bir zamanlar hakem sıfatıyla okumamız için gönderilen bir makalede karşılaÅŸtığımız bir düÅŸünceyi hatırlattı. Söz konusu makalenin yazan özetle ÅŸöyle diyordu:
"Allah'ın içkiyi haram kılmasının sebebi, bazı Arapların içerken ölçüyü kaçırmalarıdır. Yoluna ve yordamına uygun içmeyi bilmeyen bu Araplardan birisi bir seferinde diÄŸerine saldırıp, elindeki deve kemiÄŸi ile onun başını yarmış, içkiyi haram kılan ayet de bu sebeple inmiÅŸtir. Åžayet vahyin indiÄŸi dönemdeki insanlar adam gibi içselerdi ve bu tür taÅŸkınlıklar yapmasalardı, içki de haram kılınmazdı."
​
Allah aÅŸkına, bu insanlar neden bizleri sürekli olarak, hep yanlış anlaşılmış bir Kur'an telakkisi ve ona baÄŸlı olarak hiç anlaşılmamış bir din üzere olduÄŸumuz kaygısı ile yaÅŸamaya sevk ediyorlar ki?
Neden 15 asırlık geleneÄŸi bu kadar ucuza harcıyor, züccaciye dükkânına girmiÅŸ fil misali hareket etmekte bir beis görmüyorlar ki?
​
Gelelim bu meselinin baÅŸka bir yönüne:
Acaba yukarıda Allah fikri etrafındaki yorumunu dinlediÄŸimiz müellif, elinde bir yetki olsaydı evrensel/ çaÄŸdaÅŸ/ tarihüstü bir Allah tasavvuru belirleseydi, bu nasıl olurdu?
​
Ayrıca entelektüel ve çaÄŸdaÅŸ insanların yaÅŸadığı bu topluma hitap eden bir Kutsal Kitap'ta Allah merkezli dil dizgesi ne kadar yer tutmalı idi? Åžimdi bazı bizim gibi saf insanlar zannedecekler ki, müellifin buna cevabı ÅŸöyle olacaktır: Kur'an'da zikrolunanın en az iki katı"
​
Neden?
​
Çünkü mademki Kur'an'ın başından sonuna kadar Allah merkezli bir dil dizgesine sahip olmasının temel nedeni, Mekke müÅŸriklerinin Allah'sız olmamakla birlikte mevcut Allah fikrinin ahlâkî alanda hiçbir iÅŸlev görmediÄŸi dünya görüÅŸleridir. Günümüz insanının dünya görüÅŸünde ise tanımın hiç yeri kalmamıştır. MüÅŸriklerin iÅŸlevsiz de olsa bir tanrı inancı varmış. Bugünün modem toplum yapısında ise Mekkeli müÅŸriklerin sahip olduÄŸu tanrı inancı kadar bile inanca yer verilmediÄŸini müellif bizden daha iyi bilebilir. Tarihin hiçbir döneminde tanrı bu kadar küçülmemiÅŸ, hayatın dışına atılmamış ve yok sayılmamıştır. Onun için bu çaÄŸda Allah tasavvurunun güçlendirilmesi ihtiyacı, cahiliye Araplarının dünya görüÅŸlerine Allah'ı katma ihtiyacından daha büyüktür.
​
Müellif adına böyle düÅŸünenler gerçekten fevkalade yanılmaktadırlar. Çünkü buna benzer makalelerin asıl amacı, dinî inancı ve buna baÄŸlı olarak ibadet ve ahlak hayatım canlandırmak ve güçlendirmek deÄŸildir…
​
Şu ifadeye bakar mısınız:
"Muhatabın zihniyet dünyasına her ÅŸeyin merkezinde Allah fikrinin yer aldığı dindar bir dünya görüÅŸü sokma amacından ötürüdür ki birçok ayette beÅŸer iradesinin büsbütün göz ardı edildiÄŸi kaderci ifadelere dahi yer verilmiÅŸtir."
​
EleÅŸtirideki cüretkârlığı, cüretkârlıktaki hudusuzluÄŸu görebiliyor muyuz? Demek ki müellife göre böyle olmamalı…
​
Müellifin zihninde bir bozgun hali hissediliyor ve bu bozgunun da sonu yokmuÅŸ gibi gözüküyor.
Ona göre:
"…Bu soruya verilebilecek en makul cevap, insanoÄŸlunun sürekli bir düÅŸünsel evrim ve geliÅŸim içinde olduÄŸunu söylemektir. Daha açıkçası insanlık, geçmiÅŸten bugüne kesintisiz olarak terakki etmekte; tabiatıyla din, bilim ve felsefî konular üzerine daha derin ve yetkin biçimde düÅŸünebilmektedir."
​
İşte bu ifadelerde, bu bakış açısının asıl kaynağını görmüÅŸ bulunuyoruz. Evet, bu bakış açısına göre, sonra gelen her dönem öncekilerden daha ileridedir ve insanlık sürekli bir geliÅŸim içindedir. Dolayısıyla bugünkü insanlık her açıdan dünkü insanlıktan daha ilerdedir.
​
Bu bakış açısının temel sebebi, müellifin benimsediÄŸi "tarih anlayışıdır. "Tarih konusundaki bu bakış açısı, ilerlemeci doÄŸrusal bir bakıştır. Bu tarih görüÅŸüne göre bir sonraki aÅŸamaların her biri öncekinden daha ileri, daha deÄŸerlidir.

​
Prof.Dr.Abdülhamit Birışık'ın Kur'an'ı Anlama Yolunda (Kuramer:2017) adlı toplantı kitabında M.Öztürk'ün sunumuna eleÅŸtirisinden kısaltılarak alınmıştır.
​
Uluhiyet
Siz biraz seçmeci bir sunum yaptınız. Mesela Ahmed bin Hanbel, onun benzeri olan kimseler veya o yolda olanlar söz söylerlerken, daha açık söylemek gerekirse Fahreddin Râzî’nin eleÅŸtirdiÄŸi Kitabu’t-Tevhîd adlı kitabın yazıldığı dönemde baÅŸka kitaplar da yazılmıştı, yani herkes aynı düÅŸünmüyordu. İmam Maturidî de çok baÅŸka ÅŸeyler söylüyordu. Bir baÅŸkası da hâkeza... Bu çizgi baÅŸtan beri geliyor ve sizin söylediÄŸiniz sözleri aÅŸağı-yukarı o dönemdekiler de söylüyorlardı. Hatta düÅŸüncelerine hükümlere ve benzeri ÅŸeylere uygulayarak gelen bir çizgi de zaten vardı. Bu yeni bir ÅŸey deÄŸil.
​
Sizin tarihsellik baÄŸlamında yeni bir ÅŸey olarak söylediÄŸiniz ÅŸey tarihselliÄŸin “ulûhiyyet” ve “meâd” gibi inanç konulan ile ilgili de olabileceÄŸidir.
​
Konuya dair dikkat çekici bir örnek verecek olursak: Ferhat Koca arkadaşımızla da zamanında tartışıyorduk. Kendisi ÅŸuna benzer ÅŸeyler söylüyordu: “Kur’an’da bulunan (hırsızın elinin kesilmesi, iki kadının ÅŸahitliÄŸinin bir erkeÄŸin ÅŸahitliÄŸine denk olması gibi) hükümler ortala çıkan olaya veya iÅŸlenen fiile dair oluÅŸabilecek hüküm örneklerinden bir örnektir. Bugün bu örneklerin aynısını yaÅŸamak durumunda deÄŸiliz. Hatta bugün büyük oranda kendi örneklerimizi bulmamız lazım”. Åžimdi iyi düÅŸünülecek olursa bu ÅŸuna gider:
“Arapların 1400 yıl önceki hayatlarına ve problemlerine göre tikel çözümler üreten Kur'ân-ı Kerîm’i ÅŸu tarafa koyalım ve hiç yokmuÅŸ gibi biz bugün kendimize ait bir hayat düzenleyelim. O da bir mübarek kitap olarak orada asılı dursun”.
​
Mesela Hocam, ulûhiyetle ilgili söylediÄŸi ÅŸey çok tehlikelidir. EÄŸer ulûhiyet kadar önemli bir konu indiÄŸi coÄŸrafyanın anlayışına intikal edilerek ortaya konulduysa daha sonraki insanların tevhidi ve ulûhiyeti anlamasının önünde çok ciddi problemler var demektir. Hâlbuki ulûhiyet bizim temel konumuzdur. Tamam, ahkâm ayrı bir konudur onunla ilgili bazı ÅŸeyler söylenebilir. Ezmânın deÄŸiÅŸmesi ile ahkâmın deÄŸiÅŸmesi falan gibi ÅŸeyler. Ama ulûhiyet konusu bile çok büyük oranda o zarfa ait bir durumsa, bu kadar da olmaz. Kur’ân bu konuyu Hz. Âdem’den beri gelen bir süreç olarak anlatıyor ve bu çizgi sürüp geliyor. Tabii ki anlatma üslubunda ve kullanılan örneklerde bazı lokal unsurlar olabilir. Ama iÅŸi ileriye götürmemek gerekir.
​

​
Prof.Dr.Caner Taslaman'ın Tarihselciler ÇeliÅŸkiler Bataklığında (İstanbul Yayınevi:2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Ahiret Anlatımlarına Masal Olarak Bakan Tarihselciler
Kur’an’da adları geçen Cennet’in ve Cehennem’in hak olduÄŸunu söyleyip, sonra Kur’an’daki bunlarla ilgili anlatımların içini boÅŸaltırsanız, biri zarf biri mazruf diyerek, zarfa (içeriÄŸe) boÅŸ ver, bu o dönemin Araplarınaydı, bir gerçeÄŸi ifade etmiyor derseniz, Kur’an’daki ahiretle ilgili anlatımlara güveni kırarsınız. O zaman doÄŸal olarak birisi de “Zarf (içerik) masal ise mazrufun masal olmadığı ne malum?” diye sorar. Hatta baÅŸka birisi, neden “Allah” kavramının, o dönemin Araplarına evreni anlatmak için uydurulmuÅŸ bir kavram olduÄŸunu düÅŸünmüyoruz, diye de sorar. Tutarlılık endiÅŸesi veya tutarlı olma becerisi olmadan rastgele görüÅŸ beyan edenler bu tip sorularla hiç hesaplaÅŸtılar mı?
​
Bu arada ÅŸunu da belirtmem lazım: Kur’an’daki ahiretle ilgili anlatımlarda, ahirette hiç kimsenin bilmediÄŸi nimetler olduÄŸu vurgulanır (Secde 17). Hiç kimsenin bilmediÄŸi nimetlerin ise dünyada tam olarak kelime karşılığı olamaz; bu yüzden bunları anlatmada tek yol teÅŸbihtir, yani benzetmelerle anlatım metodudur. Bu yüzden Kur’an’da müteÅŸabih olduÄŸu ifade edilen ayetlerin önemli bir kısmının ahiretle ilgili olanlar olduÄŸunu söylemek makuldür. Fakat Cennet veya Cehennem ile ilgili bir ayete “müteÅŸabih” demekle onların Arapların uyutulması için söylenmesi (masal olması) arasındaki önemli farka dikkat edilmelidir. Bir Cennet tasviri “müteÅŸabihtir” demek; “Bu Cennet tasviri, tam olarak bizim bu dünyada kullandığımız tasvire karşılık gelmez ama bu tasvir bir hakikati benzetme yoluyla anlatmaktadır” demektir. “Bu tasvirin, karşılık geldiÄŸi hakikatin ne olduÄŸunu tam olarak ancak ahirete gidince anlarız ama tasvirin karşılık geldiÄŸi bir hakikat vardır” anlamına gelir ki, ben de böyle düÅŸünüyorum. Fakat eleÅŸtirdiÄŸim alıntıda, ayetlerin müteÅŸabih olduÄŸu deÄŸil, o dönemin Araplarını uyutmak için içeriklerle dolu olduÄŸu söylenmiÅŸ olmakta.
​
Ayrıca Kur’an’da, ahirette nefislerin dilediÄŸi her ÅŸeyin olduÄŸu söylenir (Fussilet 31). Bu ise ahiretteki yaÅŸamın dünyadan daha ihtiÅŸamlı olduÄŸunu gösterir ki herkes Cennet’in böyle olduÄŸunu düÅŸünmüÅŸtür. Dünyadaki bir ülkenin bir ÅŸehrini anlatan bir kitap bile Kur’an’dan daha kalın olup da yine o ÅŸehri tam olarak anlatamıyorsa; Kur’an’ın ahiretle ilgili bütün olguları deÄŸil fakat bir kısmını aktardığı bellidir. Zaten bunun aksini düÅŸünen de olmamıştır. O zaman, mademki Kur’an, ahiretteki olgulardan sadece küçük bir kısmını aktarıyor, Kur’an’ın ahiretle ilgili olgulardan kesitleri seçerken, indiÄŸi dönemdeki ilk muhatapların beklentilerine uygun olanları seçtiÄŸi söylenirse, ilk muhatapların kullandığı kavramlardan hareketle müteÅŸabih açıklamalar yapıldığı ifade edilirse; bunda en ufacık bir sorun bile görmem. Fakat bu ÅŸekilde anlatım, Kur’an’da aktarılan kesitlerin hak olup, kesit seçiminde ilk muhatapların öne çıkarılması demektir. Ancak bahsedilen kiÅŸilerin yaptığı bu deÄŸil; onların anlattıkları, ilk muhatapların uyutulması için hiçbir gerçeÄŸe karşılık gelmeyen anlatımların yer aldığı manasına geliyor.
​
Tarihselcilerin, tarihselciliÄŸi doÄŸru çıkarmak için hiç düÅŸünmeden yaptıkları açıklamalarının birçok örneÄŸi var. ÖrneÄŸin, Kur’an’daki ahiret anlatımları hakkındaki ÅŸu izahlarını çok duydum: “O dönemin Arapları çöldeydi, susuzdu; bu yüzden onlara ahirette bahçeler, ırmaklar vaat edildi.” Bu arada ben Bosna kökenliyim; Bosna’nın hemen her yeri çok yeÅŸildir ve her tarafından ırmaklar akar. Ama gidip bir BoÅŸnak’a idealize ettiÄŸi ahiret tasvirini sorsanız, o bile size çölden ve susuzluktan bahsetmez, yine suların aktığı, yeÅŸillik bir ortamı ideal bir ortam olarak görür. Bu tip olgular üzerine birazcık düÅŸünselerdi, Kur’an’ın hitabında, Arap coÄŸrafyasının deÄŸil de insan fıtratının merkeze alındığını rahatlıkla anlayabilirlerdi.