top of page
mozturk.png

Kur'ancılık söylemi ve Temel İddiaları

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün ÇaÄŸdaÅŸ İslam DüÅŸüncesi ve Kur'ancılık (Ankara Okulu: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

Dinî hükümlerinin kaynağını Kur’an’la sınırlandırma eÄŸilimini ifade için “Kur’an İslâmı" ve “Kur'ancılık söylemi” gibi tabirler kullanılacaktır. Bu tabirlerin yeterli bir tanımlamaya karşılık gelmediÄŸi kuÅŸkusuzdur. Çünkü dinî hükümlerin kaynağını Kur’an'la sınırlandırma eÄŸilimi konusunda türdeÅŸ bir kendilikten ve tek tiplilikten söz etmek mümkün deÄŸildir.

​

Tam teÅŸekküllü ÅŸekliyle modern döneme ait bir fenomen olan Kur’ancılık söyleminin bütün bu farklı varyantlarının temel iddiaları ÅŸöylece özetlenebilir:

  1. Kur'an dinin ve dinî ahkâmın tek kaynağıdır.

  2. Kur’an her bakımdan yeterlidir.

  3. Kur’an bütün detayları içermektedir.

  4. Kur’an gayet açık ve anlaşılabilir bir kitaptır.

  5. Kur’an’ı anlamak için tefsir, hadis, fıkıh gibi alanlarda bilgi ve uzmanlık sahibi olmaya gerek yoktur.

  6. Her Müslüman Kur’an’ı kendine nazil olmuÅŸ gibi okumalı; kendisiyle Kur’an arasına baÅŸka hiçbir vasıta sokmamalıdır.

  7. Kur’an nazil olduÄŸu tarihteki toplumsal matristen bağımsız olarak nazil olmuÅŸtur; bu yüzden onun evrensel mesajlarım bugüne taşımak için tarihsel baÄŸlamdan soyutlayarak okumak gerekir.

  8. On beÅŸ asırlık gelenek Kur’an'ı doÄŸru anlayıp kavramanın önündeki en büyük engeldir.

  9. Bu yüzden, kendisine dinilik atfedilen gelenek, Kur’an ve akim hakemliÄŸinde hesaba çekilmeli ya da bütünüyle tasfiye edilmelidir.

  10. Sünnet ve hadis esas itibarıyla yerel ve tarihseldir; dolayısıyla dinî ahkâmın tespitinde kaynak ve hüccet deÄŸeri yoktur.

mozturk.png

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün Ä°slamiyat (2007, Sayı:1) dergisindeki makalesinden kısaltılarak alınmıştır.

 

İslam’ın Tek Kaynağı

Kur’ancı-Mealci söyleme göre İslam onca çeÅŸnisine raÄŸmen tek hakikattir ve bu hakikatin yegâne kaynağı da Kur’an’dır. Bu temel kabulden iki önemli sonuç tevlit etmektedir. İlki, İslam’da Kur’an’dan baÅŸka bir kaynak kabul etmemek; İkincisi de ilkinin muktezası olarak İslam’ın on beÅŸ asırlık İlmî ve kültürel birikimini ya da kısaca geleneÄŸi reddedip salt Kur’an metniyle yetinmek. Bu görüÅŸ Kalem'de yayımlanan bir makalede ÅŸöyle formüle edilmiÅŸtir:

Bir yanda modernizmin diÄŸer yanda tarih ve geleneÄŸin getirdiÄŸi akıl ve yaÅŸam karışıklığı içinde vahyin pırıltısını görebilen bir avuç insanın yapabileceÄŸi ÅŸey, din adına ve fakat Kur’an’a dayanmayan her ÅŸeyi inkâr edip yeniden ve Kur’an’dan baÅŸlamak olacaktır.

​

İslam'ın tek kaynaklı bir din olduÄŸunu söylemek, “Kur’an’da Müslümanlar için gerekli olan her ÅŸey vardır; dolayısıyla Kur’an dışındaki her ÅŸey zaittir,” demekle eÅŸdeÄŸerdir. Ancak Mealci söylemin “Kur’an’da her ÅŸey vardır" iddiası, mutasavvıfların ve bilhassa ilmî/bilimselci tefsir meraklılarının Kur’an’da var olduÄŸuna inandıkları 'herÅŸey’den çok farklıdır. Åžöyle ki, Mealci söyleme göre Kur’an’da her ÅŸeyin mevcut olması, Müslümanların saÄŸlıklı bir dinî-ahlaki kimlik oluÅŸturmak için ihtiyaç duydukları ÅŸeylerden ibarettir. Bu itibarla, Hz. Musa’ya ve Hz. Muhammed’e gönderilen vahiylerde her ÅŸeyin etraflıca açıklandığını bildiren 6/En’âm 154 ve 11/Hûd 1. ayetler, söz konusu vahiylerin gerekli gereksiz teferruatla meÅŸbu olmasını deÄŸil, hidayet için gerekli olan tüm mesajların mevcut olmasını ifade eder.

​

YaÅŸar Nuri Öztürk ve Mealciler

Gelenekle ilgili görüÅŸlerinin ayrıntısına geçmeden önce, ‘Kur’an İslamcılığı’ ÅŸeklinde de nitelendirilebilecek bu anlayışın yakın geçmiÅŸte YaÅŸar Nuri Öztürk tarafından da hararetle savunulduÄŸunu belirtmek gerekir. Kur’an’a vurgusu ve aynı zamanda parantezsiz bir meal(!) sahibi olması bakımından her ne kadar Kur’ancı-Mealci söyleme yakın bir çizgide konumlanmış gözükse de İslamcıların siyasal pozisyonlarını tahrip etme gibi bir hedefe yönelmiÅŸ olmasından ötürü çok farklı bir kulvarda koÅŸmuÅŸtur. Ayrıca her iki söylemin hedef kitlelerinde de ciddi bir farklılık söz konusudur.

​

Åžöyle ki Kur’ancı-Mealci söylem, gelenek engelinden ötürü Kur’an’la sahici bir iliÅŸki kuramamış olduklarına inanan ve belki de ekseriyeti garibanlar sınıfına mensup insanlara hitap ederken, Y.N. Öztürk, Kur’an’la iliÅŸki kurmak istedikleri hâlde kendi sınıfsal veya statü ayrıcalıklarına münasip bir hitap arayan kesimlere uygun bir jargonla konuÅŸmuÅŸtur. Bununla birlikte, Y.N. Öztürk gerek kendisine televangelik vaizlik imkânı bahÅŸedilmesinden gerekse vaizlik görevini çok iyi deruhte etmesinden ötürü, Kur’an’ın daha fazla okunmasına Mealci söylemden çok daha büyük bir katkı yapmıştır.

​

Mealci Söylemin OrijinalliÄŸi

Esasında hem Kur’ancı-Mealci zevatın hem de Y.N. Öztürk’ün Kur’an'a dönüÅŸ söylemleri özgün bir hüviyete sahip deÄŸildir. Çünkü bu söylemin belki de en özgün ve orijinal ÅŸeklini yirminci yüzyılın baÅŸlarında Hint alt kıtasında Ehlu’zzikr ve’l Kur’ân veya kısaca el-Kur'âniyyün (Kur’ancılar) ismiyle ortaya çıkan ekolde görmek mümkündür. Hint İslam modernistlerinin öncüsü Seyyid Ahmed Han'ın fikirlerinden etkilenen bu ekolün kurucusu Abdullâh Çekralevî'ye göre Kur’an, her bakımdan eksiksiz bir kitaptır; dolayısıyla dinî konulara iliÅŸkin farz, nafile ve ibaha türünden her ÅŸey onda mevcuttur. Bütün bir İslam dünyasını kuÅŸatan çok yönlü geri kalmışlık badiresini aÅŸma iddiasıyla ortaya çıkan ve fakat pratikte saÄŸlam temellere dayanan radikal bir çözüm önerisi sunmak yerine, dinin taabbudi yönünü reforme etme ve bu çerçevede gereksiz fıkhi tadilatlar yapma yoluna giden bu ekolün bir diÄŸer temsilcisi MeÅŸrikî de “Biz Kur’an’ı öÄŸüt alınması için kolaylaÅŸtırdık” (54/Kamer 17, 22, 32, 40) mealindeki bir dizi ayete de delil göstererek, Kur’an’ın anlaşılması çok kolay bir kitap olduÄŸunu ki bu düÅŸünce birazdan gösterileceÄŸi üzere Türkiye’deki Kur’ancılar tarafından da hararetle savunulmuÅŸtur, onu anlamayı mümkün kılacak yolun da iman, basiret ve özgür bir düÅŸünceye sahip olmaktan geçtiÄŸini söylemiÅŸtir. Tıpkı Türkiye’deki Kur’ancılar gibi, baÅŸta hadis ve Sünnet olmak üzere geleneÄŸin tasfiye edilmesi gerektiÄŸi fikrini savunan bu ekol, ister istemez İslam’la ilgili her ÅŸeyi Kur'an'dan istihraç etmeye çalışmış ve bu anlayış zorunlu olarak sınır tanımaz bir yorum özgürlüÄŸüne yol açmıştır. O kadar ki, Allah’ın melekleri ikiÅŸer, üçer, dörder kanatlı elçiler kıldığından söz eden ayet, “Buradaki ecniha kelimesi bazı ahmakların zannettikleri gibi, kanatlar anlamında deÄŸil, rekât mânâsındadır. İkiÅŸer, üçer, dörder kelimeleri de rekatların sayısını belirtmektedir,” ÅŸeklinde yorumlanabilmiÅŸtir.

​

Kur’an’dan baÅŸka kaynaÄŸa ihtiyaç olmadığı fikrinden ne denli ilginç yorumlar türediÄŸini görmek bakımından Ehli Kur’an ekolünün bilhassa namaz ve namazın eda keyfiyetiyle ki Mealci zevatın salt Kur’an metninden hareketle bu meseleye nasıl bir çözüm getirdiÄŸi kayda deÄŸer niteliktedir:

Farz namazları beÅŸ vakte bölünmüÅŸ zaman dilimlerinde kılma zorunluluÄŸu yoktur. Kaldı ki salât kelimesi Kur’an’da bilindik anlamda namaza da delalet etmez. Allah'ın salâtı emretme amacı ilk nesil Müslümanları eÄŸitmektir. Daha açıkçası, 29/Ankebût, 45. ayette de bildirildiÄŸi üzere salâtın temel gayesi çirkin davranışlardan, kötülüklerden alıkoymaktır. Bu itibarla salât amaç deÄŸil araçtır. Öte yandan, namazın edasında ÅŸekil önemli deÄŸildir. Namaz salt kıyamda da eda edilebilir. Dolayısıyla secdesiz ve rükûsuz bir namaz pekâlâ makbul ve muteberdir. Kısacası, bir Müslüman namazı ne ÅŸekilde kılmaktan hoÅŸlanıyorsa o ÅŸekilde kılabilir. Son olarak namaz beÅŸ vakit deÄŸil iki veya üç vakittir.

​

İhtilafların Kaynağı: Kur’an Dışı Kaynaklara BaÅŸvurmak

Kur’ancı-Mealci söylemin bir diÄŸer iddiasına göre de Müslümanların tarih boyunca sayısız ihtilafa düÅŸmüÅŸ olmaları, Kur’an’ın yeterli görülmemiÅŸ olmasından dolayıdır. Kur’an’ın getirdikleriyle iktifa edilmemesi, dinde ikinci, üçüncü, dördüncü kaynakların da gerekli olduÄŸuna iliÅŸkin bir yanlış anlayışın doÄŸmasına yol açmış ve tarihsel süreçte genel kabul gören bu anlayış insanları Kur’an’ın tek başına anlaşılmayacağı, anlaşılabilmesi için diÄŸer kaynaklara da baÅŸvurulması gerektiÄŸi ÅŸeklinde ikinci bir yanlış anlayışa sevk etmiÅŸtir.

​

Sahih İslam’ın Yolu: GeleneÄŸin Tasfiyesi

Kalem’deki muhtelif yazılarda farklı ifade biçimleriyle tekrarlanan bu görüÅŸler gerek bireysel gerek toplumsal düzeyde sahih bir İslami düÅŸüncenin teÅŸekkülü için vahyin nüzul dönemiyle çaÄŸdaÅŸ Müslümanlar arasındaki on beÅŸ asırlık geleneÄŸin tasfiye edilmesi gerektiÄŸini salık vermektedir. Hemen belirtelim ki burada sözü edilen gelenek, İslam'ın tarihsel formasyonunun tümüne ÅŸamildir. Çünkü Mealci söyleme göre on beÅŸ asırlık tarihsel tecrübe, aslında Kur’an’dan uzaklaÅŸma tarihidir. Öyle ki Hz. Peygamberim vefatının ardından eski cahili anlayışlar Kur’an’dan alınan temalarla süslenerek yeniden ihya edilmeye baÅŸlanmıştır. Kur’an’dan uzaklaÅŸma sürecinin baÅŸladığı günden itibaren İslam dünyasında bid’at ve hurafeler yaygınlık kazanmıştır. Osmanlı’ya gelindiÄŸinde ise Kur’ani açıdan olay zaten bitmiÅŸtir. Devlet, tarikatlar vasıtasıyla hurafe ağırlıklı dinî kültürün yaygınlaÅŸmasını desteklemiÅŸtir.

​

Hadis ve Sünnet Karşıtlığı

Mealci söylemin bu tür iddiaları tazammun eden gelenek eleÅŸtirisinden tefsir, kelam, fıkıh, tasavvuf ve dolayısıyla bütün müesses yapılar nasibini almış olmakla birlikte en ağır fatura hadis ve Sünnet’e kesilmiÅŸtir. Bu baÄŸlamda, hadislerin Kur’an'dan bağımsız bir teÅŸri kaynağı olarak görülmesi, Hz. Peygamber’e Kur’an dışında vahiy geldiÄŸine inanılması kıyasıya eleÅŸtirilmiÅŸtir. Bununla birlikte, Hz. Peygamberim uygulamalarının bizim için en iyi örnek olduÄŸuna da iÅŸaret edilmiÅŸ ve fakat bu örnekliÄŸin nasıl ya da hangi yolla hayata aktarılacağı hakkında bir yöntem önerilmemiÅŸtir. 

​

Avamın Din Anlayışı

Mealci söylemin geleneÄŸi hedef alan eleÅŸtirilerinden biri de avam-ı nâsın Kur’an algısıyla ilgilidir. Takdir edileceÄŸi üzere Kur’an, yol göstericilik iÅŸlevini ancak mesajının anlaşılmasıyla gerçekleÅŸtirebilir. Mânâ ve mesajı anlaşılmayan bir kitabın Müslümanlara rehberlik etmesini beklemek anlamsızdır. Ne var ki günümüz toplumunda eskiye dayanan çok yanlış bir Kur’an anlayışı vardır. Bu geleneksel anlayışa göre, Kur’an herkes tarafından anlaşılamaz. Anlamadan okumak da sevaptır ve hatta hiç okumadan evde bulundurmak bile sevaptır. Bu sevaplar da rakamlarla ifade edilmektedir. Bütün bunlardan öte iÅŸin en vahim boyutu bu iddiaların Kur’ânî bir temeli olmadığı halde Peygamber'den (s.) haberlerle delillendirilmesi yani açıkça Kur’an’a raÄŸmen Peygamber’e (s.) iftira edilmektedir.

​

Kur’an Herkes Tarafından Anlaşılabilir

Hâlbuki Kur’an herkes tarafından anlaşılabilir bir kitaptır. Nitekim özellikle Kamer suresindeki bir dizi ayette de Kur’an’ın öÄŸüt almak isteyenler için kolay anlaşılır bir hitap/kitap kılındığı beyan edilmiÅŸtir. Mealci söylemin “Kur’an herkes tarafından anlaşılabilir” İddiası, muhkem-müteÅŸabih, nasih-mensuh yahut ayetlerdeki belagat incelikleri, haberi sıfatlarla ilgili ayetlerin tev’ili konulardan öte hidayet ya da iman ve salih amellerle müzeyyen bir kimlik inÅŸasına yönelik mesajların anlaşılmasıyla ilgili olsa gerektir. Kur’an’ı bu yönüyle anlamak için Arapça bilmek gerekli deÄŸildir. Tabiatıyla, “Arapça bilmeden Kur’an’ı anlaşılmaz” ÅŸeklinde bir mazeret de geçerli deÄŸildir. Her Müslüman, kendisi için hayati önemi haiz mesajlar taşıyan Kur’an’ı Arapça bilmese de “sıhhatli bulduÄŸu çevirilerden” rahatlıkla öÄŸrenebilir. 

​

Öte yandan, Kur’an’ı gereÄŸi gibi okumak tecvide, kıraatle ya da makamla okumak deÄŸildir. Ve anlamadan ömür boyu ısrarla böyle okumanın Allah katında pek deÄŸeri yoktur. Zaten Kur’an bu çeÅŸit okuma hakkında hiçbir haber vermemiÅŸtir. Aksi takdirde dilinde rahatsızlık olan ya da sesi güzel olmayan Müslümanların suçu nedir? Onlar niye harf başına on sevap eksik alacaklardır (?) Hele Kur’an’ı hiç okumadan evde saklamanın Allah katında hiçbir deÄŸen olmadığı gibi, böyle bir davranış biçimi aÅŸağıdaki ayetin muhatabı olmaktadır:

“Tevrat’ta yükümlü kılındıkları halde, bu yükümlülüÄŸü yerine getirmeyenlerin örneÄŸi Kitaplar yüklü eÅŸek gibidir” (62/5)

​

Tefsirlerin GereksizliÄŸi

Mealci söyleme göre Kur’an’ın doÄŸru anlaşılmasına engel teÅŸkil eden unsurlardan biri de klasik tefsirlerdeki gerekli gereksiz bilgiler ve bilhassa İsrailiyat türünden rivayetlerdir. Bu tür rivayetler Kur’an’ın anlaşılmasından çok, anlaşılmamasına katkı yapmaktadır. Bu itibarla, Kur’an’ı anlama ve yorumlama faaliyetinde klasik tefsirlerdeki rivayet malzemesine müracaat etmek gerekli deÄŸildir ve hatta çok sakıncalı olduÄŸu bile söylenebilir. Çünkü söz konusu tefsirlerdeki birçok rivayet, Allah ve elçileri hakkında yalan beyanlar ve iftiralarla doludur.

​

Mealci söylemdeki İsrailiyat karşıtlığı İbn Teymiyye (ö. 1328), İbn Kesir (ö. 1373), ReÅŸid Rıza ve Seyyid Kutub gibi müfessirlerin selefi çizgisini yansıtmaktadır. Ancak burada sırası gelmiÅŸken ÅŸunu belirtelim ki tefsirde İsrailiyat konusunda son derece titiz ve tavizsiz tutumuyla tanınan ReÅŸid Rıza bile kimi ayetlerin yorumunda klasik tefsirlerdeki rivayetlerin yanlış bilgiler içerdiÄŸini göstermek maksadıyla Tevrat metninden nakillerde bulunmuÅŸ; yani o da tarih ve rivayet kültüründen müstaÄŸni kalamamıştır.

​

Kur’an’a DönüÅŸ

Kur’ancı-Mealci söyleme göre bugün Müslümanların en temel sorunlarından biri, Kur’an’la saÄŸlıklı ve sahici bir iliÅŸki kuramamalarıdır. Müslümanlar bu yönüyle Ehli Kitab’ın vahiy karşısında sergiledikleri olumsuz, duyarsız, lakayt tutuma benzer bir tutum içindedirler. “Kitap ehlinin [vahyi] bozarak oluÅŸturdukları apayrı dine karşı elimizde Kur’an sapasaÄŸlam ve korunmuÅŸ olarak mevcut olmasına raÄŸmen Kur’an’ın yanlış anlaşılması sonucu oluÅŸan katı gelenekçilik ve körü körüne taklitçiliÄŸe dayanan bir yapı vardır. Kitap ehlinin göz ardı edip (arkaya atıp) onu gereÄŸi gibi okumamaları ÅŸeklinde belirginleÅŸen tavır, günümüz Müslümanlarında, ‘Önceki âlimler her ÅŸeyi hallettiler; zaten Kur’an’ı herkes anlayamaz’ ÅŸeklinde ifadesini bulmuÅŸtur. Oysa Kur’an birçok ayetiyle bu görüÅŸleri reddetmektedir: ‘Andolsun biz bu Kur’an’ı öÄŸüt almak için kolaylaÅŸtırdık. ÖÄŸüt alan yok mudur?’.

​

Kur’an bugün cehalet içerisindeki insanların elinde, içinde ne olduÄŸu bilinmeden çeÅŸidi makamlarla özel günlerde ölülere okunan (...diri olanları uyarsın... 36/70) kuru bir tapınma aracı ya da art niyetli kimselerin elinde para ile satılan bir sihir aracı olmuÅŸtur. Bu duruma dur demeleri gereken ve Kur’an’ı bildikleri iddia edilen çeÅŸidi cemaatlerin önderleri durumundaki âlimler ise Kur’an’a öÄŸüt ve uyarı kitabı olarak deÄŸil geçici hüküm ayetleri için ihtiyaç duyduklarında müracaat ettikleri bir fıkıh kitabı gibi bakmaktadırlar. (Tıpkı o bölücülere indirdiÄŸimiz gibi! Onlar ki Kur’an’ı bölük bölük ettiler. (15/90-91).

​

Burada bir ara söz olarak ÅŸunu kaydedelim ki Kur'an’ın öÄŸüt alınması, anlaşılması için gönderilmiÅŸ bir kitap olduÄŸu kuÅŸkusuz doÄŸrudur. Onu anlamaktan maksat da hayatın içine katmaktır. Bunun için Arapça ve/veya tefsir uzmanı olmak gerekmediÄŸi, Kur’an’ın bizden istediklerini anlayıp kavramak için samimiyet ve saÄŸduyunun yeterli olduÄŸu, keza, Kur'an'ı gereÄŸi gibi okumanın tecvidle okumak olmadığı fikri de kuÅŸkusuz doÄŸrudur. Ancak, sahih bir Kur’an telakkisi oluÅŸturmak adına geleneksel inanç kalıplan içinde Mushaf'a gösterilen hürmetin bu denli yerilmesi yanlıştır. Her ÅŸeyden önce, Mushafın asırlar boyu Müslümanlarca adaÅŸtan kumaÅŸlara sarılıp evlerin en mutena köÅŸelerinde muhafaza edilmesi onun mübarek bir metin olarak telakki edilmesinin bir sonucudur.

​

Kur’ancı-Mealci söylemin bu noktadaki hassasiyeti, Merhum Akif'in, “Ya açar Nazmı celilin bakarız yaprağına / Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına / İnmemiÅŸtir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin / Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için” dizelerini hatırlatmaktadır. Ancak hemen belirtelim ki Kur’an’ı salt ölünün toprağına okunan bir metin olarak görmek ile teberrüken ölünün ruhuna da okunan bir metin olarak görmek arasında daÄŸlar kadar fark vardır. DoÄŸrusu, İsmail Kara’nın da belirttiÄŸi gibi, “ahirete ve ruhun berhayat olduÄŸuna, ebediyete inanan bir zihin için Kur’an’ı dirinin yüzüne üflemekle ölünün toprağına ‘üflemek’ arasında mahiyet farkından ziyade derece farkı olmalıdır.” Kaldı ki dinî tecrübede, gerekçelendirme ve/veya temellendirmeden ziyade teslimiyet, dolayısıyla akıldan ziyade duygu hâkimdir. Ayrıca din salt kurallardan, emirler ve yasaklardan müteÅŸekkil olmadığı gibi, dinî alandaki motiflerin rengi de salt siyah ve beyazdan ibaret deÄŸildir. Hülasa, dini sözüm ona RuhanileÅŸtirmek adına gelenekteki her ÅŸeyi bid’at ve hurafe olarak addetmek, VehhabiliÄŸe yol vermekten baÅŸka bir ÅŸey olmasa gerektir.

bottom of page