Arayan İnsan
İslam'a Giriş

Kur'ancılık Söyleminin Tutarlılığı/Tutarsızlığı
Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün ÇaÄŸdaÅŸ İslam DüÅŸüncesi ve Kur'ancılık (Ankara Okulu: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Kur’ancılık Söyleminin Delillerinin EleÅŸtirisi
BaÅŸta Hz. Peygamber’in sözlü ve fiilî sünneti olmak üzere sahabe ve tâbiûndan menkul bilgi, görüÅŸ ve deÄŸerlendirmeleri, kısaca tarihsel tecrübeyi ve zengin ilmi geleneÄŸi yok hükmünde sayarak dinî ahkâmı tek kaynaÄŸa irca eden Kur'ancılık söyleminin tutarlılığı/tutarsızlığı meselesine, bu söylemin tarihteki tüm temsilcilerinin istidlalde bulunduÄŸu birkaç ayette ne kastedildiÄŸini tavzihle baÅŸlamak yerinde olacaktır.
​
Kitapta Hiçbir Åžeyin Eksik Bırakılmamış Olması
Öncelikle, "Biz kitapta hiçbir ÅŸeyi eksik bırakmadık. (En’âm 6/38) mealindeki ayetin gerçekte ne söylediÄŸini izah etmek gerekir. Çünkü bu ayet gerek Kur’ancılar gerek bilimselci tefsirciler gerek sûfîler ya da aradıkları her ÅŸeyi Kur’an’da bulduklarına ve bulacaklarına inanan tüm çevreler tarafından en güçlü delil olarak sunulmaktadır. Klasik dönem tefsir kitaplarına bakıldığında ayetteki el-kitâb kelimesinin hemen bütün müfessirlerce, Ümmü’l kitâb, Levhi mahfuz ya da ilmi ilahi olarak açıklandığı görülür. Gerek bu izah gerekse siyak-sibak bütünlüÄŸü ayetin, “insanlar ve diÄŸer bütün canlı varlıkların ecelleri, rızıkları ve amelleriyle ilgili tüm bilgiler, eksiksiz olarak Allah katında kayıtlıdır" ÅŸeklinde bir anlam taşıdığını gösterir.
​
Buna mukabil Fahreddîn erRâzî el-kitâb kelimesine “Kur’an" manası vermeyi tercih etmiÅŸtir. Râzî’nin bu tercihi, usûl ve fürûda sıkı bir Åžafiî taraftan olmasıyla ilgilidir. İmam Åžafiî’nin, "Ümmetin [re’y, kıyas, içtihad, istinbat meyanında] söylediklerinin tamamı Sünnetin ÅŸerhi; Sünnet in tamamı da Kur’an’ın ÅŸerhidir." sözü dikkate alındığında Râzî’nin “Kur’an da yok yoktur” gibi bir inanca sahip olması gayet tabiidir.
​
Tekrar asıl konuya dönersek, söz konusu ayette Allah’ın sınırsız ilim ve kudretinden söz edilmekte, el-kitâb kelimesi ise çeÅŸitli ayetlerde Ümmü’l kitâb, Levhi mahfuz, İtnâmı mübin gibi farklı terkiplerle ifade edilen İlahî ilme karşılık gelir. Dolayısıyla el-kitâb’ın ilgili ayette “Kur’an”a delaleti, İbn ÂÅŸûr’un (ö. 1973) da belirttiÄŸi gibi” son derece zayıf bir ihtimaldir.
​
Bu ihtimal doÄŸru kabul edildiÄŸinde, sınırlı sayıda ayetten oluÅŸan Kur’an metninde umûr-i dîniyye ve dünyeviyenin tek tek tadat edildiÄŸini, dolayısıyla ahkâm yönünden hiçbir ÅŸeyin eksik bırakılmadığını söylemek gerekir ki kimi Kur’ancılar da aynen böyle söylemektedir. “Hiçbir ÅŸeyi eksik bırakmadık” demek. “Her ÅŸeyden söz ettik" demektir. Ancak Kur’an’daki muhteva “her ÅŸey”in medlulünü kesinlikle karşılamaz. Çünkü bu anlamdaki “her ÅŸey”in kapsamına bütün tümeller ve tikeller girer.
​
Kur’an’ın muhtevasına bakıldığında, ağırlıklı olarak inanç ve ahlak temelinde tevhid, ÅŸirk, iman, küfür, nifak, fazilet, rezilet gibi belli baÅŸlı konulardan söz edildiÄŸi, ahkâmla ilgili ayetlerin ise en tekellüflü hesaplamayla dahi ancak beÅŸ yüze baliÄŸ olduÄŸu, yine Kur an metninin önemli bir kısmının kıssalardan oluÅŸtuÄŸu ve bunların çoÄŸunda tekrarlar ve tedahüller bulunduÄŸu görülür. O hâlde, “her ÅŸey"den maksat, bildik anlamda “her ÅŸey” deÄŸil, baÅŸka bir ÅŸeydir. Daha açıkçası, Nahl 16/89. ayette kastedilen anlam, dinî-ahlakî rehberlik (hidayet) hususunda ve/veya dinin temel ilkeleri konusunda gerekli olan her ÅŸeyin Kur'an'da açıklanmasından ibarettir. Bunun aksi savunulduÄŸu takdirde, sözgelimi Neml 27/23. ayette geçen ‘min külli ÅŸey' ibaresine de aynı anlamı yüklemek ve Sebe melikesine dünya üzerinde mevcut olan bütün her ÅŸeyden, her nesneden verildiÄŸini söylemek gerekir. Oysa buradaki “her ÅŸey“in böyle bir anlam taşımadığı izahtan varestedir. Sözün özü, Kur’an zerreden kürreye kadar bütün her ÅŸeyden tek tek söz eden bir kitap olmadığı gibi, prospektüs gibi okumaya müsait bir metin de deÄŸildir.
​
Hükmün Ancak Allah’ın Olması
Dini ahkâmı tek kaynaÄŸa indirgeme konusunda baÅŸvurulan bir diÄŸer delil, En’âm 6/57, Yûsuf 12/40 ve 67. ayetlerdeki “Hüküm ancak Allah’ındır.” ifadesidir. Kur’ancı söylemin yorumuna göre, hüküm Allah’tan baÅŸkasına bırakılırsa, dosdoÄŸru dinden sapılmış olunur. Mezhep içtihadlarıyla, icmâ, kıyas baÅŸlıklarıyla veya hadislere dayandırılarak verilen hükümler Allah'ın hükmü deÄŸildir. Bu mezhepleri dine eÅŸitlemek, Allah'ın hüküm koyucu yetkisini baÅŸkasına vermek demektir. Allah'ın hüküm konusunda hiçbir ortağı yoktur. KiÅŸilerin ÅŸahsi hükümleri din olamaz.
​
Allah’ın hükümleri Allah’ın vahyi olan Kuran’dadır. Zaten Allah’ın sözü olduÄŸu İddia edilebilecek baÅŸka bir kaynak yoktur ki bu kaynağın Allah'ın hükmünü kapsadığı iddia edilebilsin. Hükmün yalnız Allah’ın olması (12 Yûsuf Suresi 40) ve Allah'ın hükmüne kimsenin ortak kılınmaması (18 Kehf Suresi 26) için Allah’ın hükümlerinin hepsini içeren Kur'an’ı dinin tek kaynağı yapmak zorundayız. EÄŸer Allah'ın hükmü olmayan. Allah'ın olmayan kitapları, dinî hüküm kaynağı yapıyorsak (İster mezhep ilmihâli, ister hadis kitabı olsun) Allah'ın kitabı Kur’an’la çeliÅŸtiÄŸimizi bilmeliyiz.
​
İlk Haricîler tarafından da bir tür slogan olarak kullanıldığı bilinen “Hüküm ancak Allah’ındır.” mealindeki Kur’an ifadesinin teÅŸri’ (hüküm vazetme) yetkisinin kime ait olduÄŸu ve/ veya Sünnetin dinî ahkâm tespitindeki yeri ve kaynak deÄŸer gibi bir konuyla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Zira bu ifadenin yer aldığı En’âm 6/57. ayetin Edip Yüksel mealindeki karşılığı ÅŸöyledir:
“Ben Rabbimden bir delile dayanmaktayım. Siz ise onu yalanladınız. Ona meydan okuyarak istediÄŸiniz ÅŸeyi getirmek benim elimde deÄŸil. Hüküm ancak ve ancak Allah'ın. GerçeÄŸi anlatıyor. O, en iyi ayırandır.”
​
Türkçesi bozuk bu çeviriden bile açıkça anlaşılmaktadır ki hükmün sadece Allah’a ait olması, müÅŸriklerin “Bizi tehdit edip durduÄŸun azabı getir de görelim!" ÅŸeklindeki meydan okumaları karşısında Hz. Peygamber’e, “Ben bu konuda yetki ve tasarruf sahibi deÄŸilim. Azap hükmünü verecek olan yegâne otorite Allah’tır." demesi tembihlenmiÅŸtir.
​
“Hüküm ancak Allah’ındır.” ifadesinin geçtiÄŸi diÄŸer iki ayete gelince, bunların birinde (Yûsuf 12/40) ÅŸirkin bâtıl/temelsiz bir inanç olduÄŸu, ulûhiyetin Allah’a has kılınması gerektiÄŸi belirtilmiÅŸ ve bahis konusu ifade, hapisteki arkadaÅŸlarına tevhid inancını anlatan Hz. Yûsuf’un sözü olarak aktarılmış; diÄŸer ayette (Yûsuf 12/67) ise ‘Tedbir İlahî takdiri deÄŸiÅŸtirmez." ÅŸeklindeki inancına Hz. Yakub'un sözü olarak nakledilmiÅŸtir.
​
Bir an için söz konusu ifadedeki “hüküm" kavramının teÅŸri ile ilgili olduÄŸu kabul edilse bile, üç ayetten hiçbiri “Allah dinî ahkâmın tümünü Kur’an’da vazetmiÅŸtir." gibi bir iddiaya hak etmez.
​
Modernizmin ve Protestanlığın Etkileri
Son olarak bir tespitte daha bulunabilir ve bu baÄŸlamda modern dönemdeki Kur’ancılık söyleminin, Batıda reformasyonla baÅŸlayıp Aydınlanma'yla devam eden çağın din anlayışına benzediÄŸi söylenebilir. Zira reformasyonla birlikte Batıda Katolik geleneÄŸi bir kenara bırakmak ve bu geleneÄŸin Kutsal Kitap üzerindeki egemenliÄŸinden kurtulmak gerektiÄŸi düÅŸüncesi güç kazanmış ve buna paralel olarak Protestanlıkta Sola Scriplura (sadece Kutsal Kitap) ilkesi benimsenmiÅŸtir. Bu süreçte Kilise ve gelenek yerine Kutsal Kitap tek otorite ve kurtuluÅŸ kaynağı olarak görülmüÅŸ; ayrıca Kutsal Kitabın, bütün bilgileri içerdiÄŸi ve bu bilgilerin sıradan insanlar tarafından bile kolaylıkla anlaşılabilir nitelikte olduÄŸu düÅŸüncesine binaen ilave kaynaklara ihtiyaç bulunmadığı kabul edilmiÅŸtir. Gelenek karşıtı bu yaklaşıma göre Kutsal Kitaba beÅŸeri yorumlarla ilavede bulunmak kesinlikle yanlıştır. Kutsal Kitap her bakımdan yeterli ve mükemmel olduÄŸu için, hiçbir beÅŸerî katkıya ihtiyacı yoktur. İnsanı baÄŸlayan tek bilgi, Kutsal Kitaptaki bilgi olmalıdır.
​
Kur’an İslâmî ve Kur’ancılık söylemiyle Protestanlık sırasındaki benzerlik noktasında üç temel husustan söz edilebilir:
-
Kitap merkezli bir din tasavvuru.
-
Kitabın yorumlanmasında aklı esas almak suretiyle önceki otoritelerden bağımsızlaÅŸma talebi,
-
İkinci hususa bağlı olarak her bir ferdin Kutsal Kitabı anlama ve bu şekilde bireysel okuma hakkını savunma.
Protestanlık, kendine özgü yaklaşımıyla Hıristiyanlığın modern dünyaya entegre edilmesine ve genel olarak sekülerleÅŸmeye katkısı açısından da önemlidir. KatolikliÄŸin ÅŸekilciliÄŸini, ritüel kurallarını ve seremonilerini, kurtuluÅŸ için Kilise kurumunun önemini protesto eden çevreler, inancı/ niyeti, ÅŸekilden ziyade dinin özünü ön plana çıkarmışlar, bu anlamda dinin bir inanç ve ahlak manzumesi olması gerektiÄŸini savunmuÅŸlar, çeÅŸitli teolojik yorumlarıyla da din-dünya ayırımının, sekülerleÅŸmenin önünü açacak yaklaşımlar getirmiÅŸlerdir. Protestanlar, ameli anlayışa karşı itikadı/niyeti önceleyen bir yaklaşımı benimsemiÅŸlerdir.
​
Kur’an İslâmî ve Kur’ancılık söylemini benimseyen herkesin bütün bu açılardan Protestanlığa benzeyip benzemediÄŸi tartışılabilir. Bu söylemi savunanlar arasında, temelde öze dönüÅŸçü, saf dini arayan ve İslam toplumlarında Kur’an’ın ihmal edilmesine tepki gösteren samimi bir ÅŸekilde dindarlaÅŸma arayışında olanlar ÅŸüphesiz vardır. Ancak farklı coÄŸrafyalarda bilhassa Kur’an İslâmî söylemini savunanların neticede modern dünyada daha kabul edilebilir bir din tasavvuru geliÅŸtirmeye çalıştıkları da açık bir gerçektir. Kur an İslâmî söyleminin savunucuları arasında din özgürlüÄŸü ÅŸeklinde yorumlanan laisizmi açıkça savunanlar bulunduÄŸu gibi, bunu açıkça telaffuz etmemekle birlikte yorumlarının kaçınılmaz sonuçlarıyla aynı fikre dolaylı olarak iÅŸaret edenler de vardır. Her ne kadar Kur’ancılık söylemini savunan bazı kimseler (mesela YaÅŸar Nuri Öztürk) dinde reformculuk ve Protestanlıkla kendi düÅŸünceleri arasına mesafe koymak isteseler de ulus-devlet ve Türk İslâmî gibi projeler baÄŸlamında siyasî/ideolojik gerekçelerle bu söyleme sahip çıkanlar açısından Protestanlık tecrübesinden istifade arzusu açıktır.
​
Kur’an’ın Anlaşılmasında Sünnetin Önemi
“Kur’an en doÄŸru ÅŸekliyle sahabe tarafından anlaşılmıştır” hükmünün altını çizmek gerekir. Kur’an’ın aslında ne dediÄŸini ve kime ne söylediÄŸini en iyi anlayıp kavrayanlar, vahyin nüzulüne bizzat ÅŸahit olmanın ve Hz. Peygamber in yanında bulunmanın avantajına da sahip olan sahabîlerdir. BaÅŸta sahabe nesli olmak üzere tüm Müslümanlar, Kur’an hitabına Hz. Peygamber sayesinde muhatap oldukları gibi Müslümanlığın pratikte neye tekabül ettiÄŸini de yine onun sayesinde öÄŸrenme imkânı buldular.
​
Kur’ancı söylem Müslümanca bir hayatı metinden üretmeyi önerir. Daha açıkçası, bu söylemin en temel iddiasına göre İslam ve Müslümanlık en saf ve en sahih biçimiyle Kur’an metninden üretilmelidir. Kur’an’ı bir metin, dolayısıyla epistemik bir nesne olarak görmesinden dolayı, en başından sıkıntılı gözüken bu iddia kesinlikle isabetsizdir. Çünkü hayat, hele hele Müslümanca bir hayat, mana ve mesajı bir tür anlam arkeolojisi veya lafzın altını kazıma yöntemiyle keÅŸfedilmesi gereken bir metin olarak algılanan Kur an'dan üretilemez. DiÄŸer bir deyiÅŸle, sözüm ona sahih ve saÄŸlıklı Kur’an okumalarıyla daha güzel bir Müslümanlık yaÅŸanmaz, yaÅŸanamaz. Çünkü Müslümanlık denen pratik tecrübe, vahyin nüzul süreci tamamlandıktan sonra tarihin hiçbir uÄŸrağında salt kitaptan/metinden üretilmedi; bilakis yaÅŸayan sünnet ve gelenek sayesinde tabii bir hâl olarak öÄŸrenildi.
​
Evet, Hz. Peygamber’in zamanında İslâmî hayat Kur’an’dan üretilmiÅŸti; ancak Kuran o vasatta bir metin deÄŸil, Hz. Peygamber'in dilinden sadır olan ve aynı zamanda onun söz ve davranışlarıyla somutlaÅŸan bir keyfiyete sahipti. İlk nesil Müslümanlar İslâmî hayatı Hz. Peygamber’in rehberliÄŸinde bizzat ondan görerek öÄŸrendiler ve kendilerinden sonraki nesillere de bir bilgi konusu olarak deÄŸil, fiilî bir tecrübe, yaÅŸanan bir gerçeklik olarak intikal ettirdiler. Kaldı ki ilk nesil Müslümanlar, iman ve teslimiyeti de Kur’an’ın dil, üslup ve nazım-mana bütünlüÄŸündeki ihtiÅŸama duydukları hayranlıktan öte, Hz. Peygamber’in ÅŸahsında gördükleri mükemmel örneklikten dolayı tercih eltiler.
​
Bugünkü sorun da temelde Kur’an'ı bilmemek ve anlamamaktan öte zaten bilinen ve anlaşılan deÄŸerleri hayata katmayı göze alıp alamamakla ilgilidir.
​
Sonuç olarak, İslam'ı anlamak ve Müslümanca yaÅŸamak için, Kur’an’ı bir bilgi nesnesi gibi okuyup incelemekten -ki bunun akademik veya entelektüel bir uÄŸraÅŸtan fazla bir ÅŸey ifade etmediÄŸi açıktır- yahut bizzat Kur'an’la iliÅŸki kurmaya çalışmaktan ziyade, on beÅŸ asırdır zaten kurulu olan bir iliÅŸkiye katılmak, yani her bir Müslümanın yaÅŸayan sünnet sayesinde hazır/verili olarak bulduÄŸu temel İslâmî deÄŸerleri hayata aktarmak gerekir. Bunun aksi bir söylem, Sünnete raÄŸmen Kur'an’ı daha iyi anlamaya çalışmak gibi bir iddiada bulunmak anlamına gelir ki böyle bir iddianın hem köksüz ve temelsiz hem de çok cüretkâr olduÄŸu aÅŸikârdır.
​
Desteksiz Yorumlara Kapı Açılması
İşte bu köklü gelenek ve tarihî tecrübe bütünüyle yok sayılıp salt Kur’an metniyle baÅŸ baÅŸa kalınınca ona her ÅŸeyi söyletmek, dolayısıyla onu anlam ve yorum düzeyinde tahrif etmek pekâlâ mümkün olmaktadır. Bu tür tahrifin en çarpıcı örneklerinden biri Y. Nuri Öztürk’ün Müddessir 74/26. ayette cehennem veya cehennemdeki korkunç ateÅŸ anlamında kullanılan “sekaf” kelimesine iliÅŸkin ÅŸu izahıdır.
Kur’an'ı rasgele insan sözü sayan inatçılann gerçeÄŸi görmeleri için itildikleri Sekar, bilgisayardır. Elektrik enerjisi ile çalışır. Ortada hiçbir ÅŸeyi görünür hâlde bırakmaz takat hiçbir ÅŸeyi de kapsamamazlık etmez.
​
Belli ki bu ibretlik yorumun sahibi için, nazil olduÄŸu dönemde Kur’an’ın kime ne söylediÄŸi, nüzul döneminde Kur’an’dan ne anlaşıldığı hiç önemli deÄŸildir. Onun için önemli olan, Kur’an’ın ne anlattığı deÄŸil, kendisinin Kur’an’dan ne anladığı ya da ne anlamak istediÄŸidir. Kur’ancı söylemde bilinçli olarak göz ardı edilen gerçek, ilahı kelamın anlam ve yorumuna iliÅŸkin bilginin çok büyük ölçüde tarih ve gelenek sayesinde tedarik edildiÄŸidir. Çünkü Kur’an’daki ayetlerin ekseriyetinin geçmiÅŸten günümüze aynı ÅŸekilde anlaşılmasını mümkün kılan ÅŸey, sürekliliÄŸi temsil eden geleneÄŸin oluÅŸturduÄŸu baÄŸlamlardır. DiÄŸer bir deyiÅŸle, Kur'an’ın lafzının yanı sıra manasının da muhafaza edilebilmesini, dolayısıyla bir Kur'an pasajına zaman ve mekân farkına raÄŸmen aynı mananın verilebilmesini temin eden unsur, mananın metinde/lafızda mündemiç oluÅŸundan ziyade, taşıyıcılığını geleneÄŸin yaptığı tarihsel baÄŸlamlara sahip oluÅŸumuzdur.
Bize öyle geliyor ki Kur’an’ın dinde yegâne ve yeterli kaynak olduÄŸu söylemi, en iyimser nitelendirmeyle saÄŸlam bilgi ve donanım eksikliÄŸinin ürünüdür, ÅŸayet deÄŸilse Sünnet ve gelenek konusunda takıntılı bir ruh ve zihin hâlinin tezahürüdür.
​
İlkesizlik ve Tutarsızlık
Bütün bunlar bir yana, Kur’ancı söylemin dinî ahkâmı salt Kur'an metninden istinbat ettiÄŸi iddiası da tartışmaya açıktır. Zira namazın rekâtları, zekâtta nisap miktarları gibi birçok konu ve kavram Kur’an’da yer almamaktadır. Oysa kimi Kur’ancı çevreler bütün bu tür konularla ilgili hükümleri Kur’an’dan ürettiklerini söylemektedir. Peki, o hâlde namazın rekâtlı, zekâtın nisaplı oluÅŸuna dair bilginin kaynağı nedir? Hiç kuÅŸku yok ki bu kaynak, Sünnet ya da daha genel bir ifadeyle dinî gelenektir. Yani sözü edilen meseleler gelenek yoluyla öÄŸrenilmektedir. Hâl böyleyken Kur'ancılar bu gerçeÄŸi bir anlamda yok sayarak doÄŸrudan Kur’an’a baÅŸvurmakta ve dinî ahkâmı bütün tümelleri ve tikelleriyle güya tek kaynaktan istihraç etmektedir. Oysa gerçekte yapılan iÅŸ, gelenekten aktarma yoluyla öÄŸrenilen dini ahkâma ve kavramlara kimi zaman aşın yorumlarla Kur’an’dan bir referans uyarlamaya çalışmaktan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.
​
Kur’ancı söylemin en temel problemlerinden biri de ilkesizlik, prensipsizliktir. Bunun en somut örneÄŸi, bir yandan Sünnet, hadis ve hadisle meÅŸguliyeti çok kere aÅŸağılayıcı bir dil ve üslupla eleÅŸtirmek, diÄŸer yandan da hadis ve rivayet malzemesini yeri geldiÄŸinde kendi iddiasına mesnet göstermektir.
​
Kur'ancılık söyleminde dikkati çeken bir diÄŸer ilkesizlik ve tutarsızlık, Kur’an'daki bazı kelime ve kavramlara son derece keyfi ve geliÅŸigüzel anlam takdirlerinde kendini gösterir. Bununla ilgili en çarpıcı örneklerden biri yine Y. Nuri Öztürk’ün, “Hâl böyle iken Allah'tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise iman ediyorlar." ÅŸeklinde çevirdiÄŸi Câsiye 45/6. ayetteki "hadîs (söz) kelimesine iliÅŸkin ÅŸu yorumudur:
Buradaki hadis kelimesini söz anlamında tercüme edip ayetlerdeki açık mucizeyi anlam kaydırmasıyla örtmeye çalışmak günahtır. 6. ayet, açık bir biçimde Allah’a ve onun ayetlerine karşılık hadise inanmaktan söz etmektedir. Böyle olduÄŸu içindir ki bu günahı iÅŸleyenler öz rablerinin ayetlerine nankörlükle suçlanmış ve onların uydurma hadisleri rehber edinmelerine karşılık 11. ayette: “Hidayet rehberi iÅŸte bu Kur’an'dır.” buyurularak ilahi espri iyice pekiÅŸtirilmiÅŸtir.
​
Kur’ancılık söylemine bu denli keyfî yorum imkânı sunan faktör, daha önce de ifade edildiÄŸi gibi, Kur'an’ı kendi tarihinden yalıtarak okumak gerektiÄŸi düÅŸüncesidir. Bu düÅŸünce her mümine Kur’an’ı “ÅŸimdi, burada" nazil olmuÅŸ gibi okumayı telkin eder. Ancak böyle bir okuma biçimi, Kur’an’ı anlam ve yorum tahrifinin hemen her varyantına açık hâle getirir. Kaldı ki birçok ayet tarihsel baÄŸlamından koparıldığı takdirde birbiriyle taban tahtına zıt iki fikre onay verecek ÅŸekilde anlamlandırılabilir. Hâl böyleyken, salt Kur'an’a dönmek ve dinî ahkâmın kaynağını Kur’an'la sınırlandırmak gerektiÄŸinden söz etmek, bir bakıma herkesin kendi perspektifine, arzu ve isteÄŸine uygun Kur’an içerikleri üretmesine cevaz vermekten baÅŸka bir ÅŸey olmasa gerektir.
​
Kur’an İslam’ı
Kur'ancı söylemin temel sorunlarından ve sakıncalarından biri ve belki de birincisi, modern zamanların algı ve ihtiyaçlarını karşılayacak çaÄŸdaÅŸ Kur’an(lar) üretmek ve bu üretimi dinî bir görev addetmektir.
​
Bu anlayışa göre Kur'an'da geçen “Rûm" (Bizans) kelimesi, basit bir delalet oyunuyla “Amerika”ya dönüÅŸtürüldüÄŸünde Kur’an güya bu çaÄŸ hakkında konuÅŸmuÅŸ, dolayısıyla asrın idrakine sunulmuÅŸ olur. Hâlbuki gerçekte bu tür bir yorum manipülasyonuyla Kur’an ve İslam’ı modern çağın idrakine sunmaktan öte, çaÄŸdaÅŸ ihtiyaçlar uyarınca yepyeni bir Kur’an üretilmiÅŸ olur. DiÄŸer bir deyiÅŸle, doÄŸrudan doÄŸruya Kurandan ilham almak ve çağın idrakine İslam’ı sunmak adına son derece özgür ve aynı zamanda denetimsiz bir yorum yordamıyla Kur’an hiç konuÅŸmadığı konularda konuÅŸturulmuÅŸ, konuÅŸtuÄŸu konularda ise susturulmuÅŸ olur.
​
Bugün Kur’an metninden Müslümanca bir hayat üretmek hem imkânsız hem de beyhude bir uÄŸraÅŸtır. Çünkü Müslümanca hayatın en güzeli ve en mükemmeli Hz. Peygamber’in örnekliÄŸinde bir kez üretilmiÅŸ ve bu hayat baÅŸta sahabe nesli olmak üzere diÄŸer bütün Müslüman nesiller vasıtasıyla günümüze kadar büyük gelenek İçerisinde yaÅŸayan sünnet olarak gelmiÅŸtir. Aslında bu gerçeÄŸe bu topraklarda yaÅŸayan her Müslümanın Müslümanlık tecrübesi de tanıklık etmektedir. Zira bu topraklarda yaÅŸayan hemen hiçbir Müslüman, sözgelimi yalan, gıybet ve hasedin birer rezilet, buna mukabil adalet ve hakkaniyet gibi hasletlerin ise birer fazilet olduÄŸunu klasik bir tefsir kitabından deÄŸil, en baÅŸta kendi aile çevresinde fiilen yaÅŸanan İslami tecrübeden son derece doÄŸal bir ÅŸekilde öÄŸrendi. Keza bu topraklarda yaÅŸayan Müslümanların kahir ekseriyeti imana müteallik hususları klasik kelam ve akaid kitaplarından deÄŸil, içine doÄŸduÄŸu dünyanın dinî atmosferinden, belki de hiçbir zihinsel emek harcamadan öÄŸrendi.
​
Kaldı ki eÄŸer Kur an metninden sözüm ona en saf ve son hâliyle Müslümanca bir hayat üretmek mümkün olsaydı, yazınsal ve görsel basındaki bunca dinî yayın, bunca vaaz ve irÅŸad faaliyeti dikkate alındığında hemen herkesin tabir caizse tasavvufi anlamda veliliÄŸe aday bir dini ahlakî ÅŸahsiyet sahibi olması gerekirdi. Ama gel gör ki Müslümanlar ÅŸu son asırda, geçmiÅŸteki diÄŸer bütün asırlara nispetle çok daha fazla salt Kur'an ve meal okudular, ama -en azından bize göre- daha iyi bir Müslümanlık performansı ortaya koyamadılar.
​
Pratik tecrübe daha çok Kur'an meali okumakla daha İslâmî bir anlayışa ve hayat tarzına kavuÅŸtuÄŸumuz yönünde bir söz söylemeyi mümkün kılmadığına göre bir kez daha belirtmek gerekir ki Kur'an metninden Müslümanca bir hayat üretmeye çalışmak beyhude ve lüzumsuz bir uÄŸraÅŸtır. Evet, lüzumsuzdur; hatta Hz. Peygamberin örnekliÄŸine (Sünnet) raÄŸmen Müslümanlığı Kur’an’dan üretmeyi salık vermek aynı zamanda büyük bir cüretkârlıktır.
​
Bu arada ÅŸunu da belirtmek gerekir ki Kur’an metni Hz. Ali’nin dediÄŸi gibi suskundur; onu insanlar konuÅŸturur. Nitekim tarih boyunca herkes onu dilediÄŸi gibi konuÅŸturmuÅŸ ve bunun neticesinde hiçbir mezhep kendi görüÅŸüne Kur'an'dan delil bulma hususunda sıkıntı çekmemiÅŸtir.
​

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün İslamiyat (2007, Sayı:1) dergisindeki makalesinden kısaltılarak alınmıştır.
Aşırı Yoruma Kapı Aralamak
Kur’ancı-Mealci söylemin bir dizi açmazı vardır. Evvela, Kur’an’ı her okuyanın ihtiyacına cevap vermesini mümkün kılan bir okuma biçimini önermesi çok ciddi bir problem olarak kaydedilmelidir. Çünkü böyle bir okuma biçimini salık vermek, mânâ ve mesaj itibarıyla yeni Kur’an’Iar üretilmesine yol vermenin yanında, Kur’an metninin korunmuÅŸluÄŸundan söz edilmesini de bir bakıma anlamsız kılmaktadır.
​
Kur’an’ı maksudunun dışında konuÅŸturdukları gerekçesiyle bâtınileri, sufileri ve bilimselci tefsir meraklılarını haklı olarak tenkit eden Mealci söylem, anlamı salt metinde aramanın kaçınılmaz kıldığı anakronizmden ötürü kimi ayetleri anılan zümrelere rahmet okutacak bir keyfilikle yorumlamıştır. ÖrneÄŸin, 9/Tevbe, 128-129. ayetlerle ilgili bir makalede:
Min enfusikum: İki devlet sisteminden burada da baÅŸka bir boyutta bahsedilmektedir. “Sizin içinizden” denilmekle, topluluÄŸun içinden ve topluluÄŸun doÄŸal istemiyle çıkan anlaşılır. Bu da MaÅŸerî Hak Sisteminin baÅŸka bir tezahürüdür. Tersi minkum denilseydi, merkezin veya merkezî atama söz konusu olurdu. Merkezî atama kuvvete dayanır, diÄŸeri ise kuvvete dayanmayıp doÄŸal talep ile seçilir.
​
Hz. Peygamber’in ÅŸefkat ve merhametinden, müminlerin üzerine titrediÄŸinden söz eden iki ayetten iki ayrı devlet sistemi üretebilen, üstelik bu üretimi semantik analizlerle tahsil etme baÅŸarısını gösteren bir anlayışın bizce ne bâtınileri ne de sufileri, ne bilimselci tefsir erbabını ne de muhtelif ayetleri fıkhi, kelami tartışmalara mesnet kılan ulemayı eleÅŸtirme hakkı vardır.
​
Bu noktada, Mealci söylemin Kur’an metniyle yetinmeyi sınırlı ölçüde de olsa baÅŸardığı kabul edilmelidir. Ancak bu baÅŸarının aşın yorum özgürlüÄŸüne imkân tanıdığı da belirtilmelidir. GeleneÄŸin dışlanmasıyla temin edilen bu yorum özgürlüÄŸü, hayatın bütün alanlarını kuÅŸatabilecek bir Kur’an yorumuna ulaÅŸabilmek için, anlam tayininde geleneÄŸin boÅŸalttığı belirleyici konuma kaçınılmaz olarak çaÄŸdaÅŸ durumu ve çaÄŸdaÅŸ ben’in öznelliÄŸini yerleÅŸtirmiÅŸtir. Bu tecrübenin sonucu, Kur’an’ın korunmuÅŸ lafzına çaÄŸdaÅŸ anlamlar giydirilmesi olmuÅŸtur. Bunun anlamı ise düpedüz yeni bir metin inÅŸasıdır. ÇaÄŸdaÅŸ özne tarafından inÅŸa edilen bu yeni metnin, erkeklerin çokeÅŸliliÄŸi, hırsız için öngörülen el kesme cezası ve kadının kocası tarafından dövülmesi gibi ‘sorun çıkaran’ unsurları dışlamasının önünde artık bir engel kalmamıştır.
​
Kur’ancı-Mealci söylem ‘anlam’ın okuma faaliyeti sırasında ortaya çıkan bir sır olduÄŸu kanaatindedir. Hâlbuki anlam, Allah tarafından bir kere kastedilmiÅŸtir ve keÅŸfedilmek üzere orada duran bir ÅŸeydir. Bunu keÅŸfetmek için de tarihi göz önünde bulundurmak gerekir. Tarihi göz önünde bulunduran okuma çabası, Kur’an’ın ne söylediÄŸini her durumda vermeyi garanti etmese de en azından onun ne söylemediÄŸi konusunda bir güvence temin eder.
​
GeleneÄŸe BaÅŸvurmanın Kaçınılmazlığı
Esasen, Kur’an’la yetinmenin Kur’an metniyle yetinmek demek olmadığı, kimi Mealciler tarafından da fark edilmiÅŸtir. Nitekim gerek Kalem dergisindeki bazı makalelerde gerekse M. Ali Baltaşı’nın erken Mekke döneminde nazil olan birkaç sureyle ilgili kısa bir tefsir çalışması niteliÄŸindeki İlk Mesajlar adlı eserinde, Kur’an’ı doÄŸru anlamak için rivayet malzemesine, dolayısıyla geleneÄŸe baÅŸvurmanın lüzumundan bahsedilmiÅŸtir. Mesela, Kur’an’ın nasıl anlaşılması gerektiÄŸi konusuna tahsis edilmiÅŸ bir makalede önerilen 10 maddelik yöntemin ilk maddesi ÅŸöyle formüle edilmiÅŸtir:
Kur’an’daki surelerin iniÅŸ sebepleri ile birlikte, iniÅŸ sırasına göre okunması.
​
Burada önemli gördüÄŸüm bir açıklama yapmak istiyorum: Kur’an okumaktan kastımız, anlamını bilerek okumaktır. Bu birkaç ÅŸekilde olabilir. ÖrneÄŸin Kur’an dilini (Arapça) bilenler doÄŸrudan Kur'an’dan, bilmeyenler kendi dillerine Müslümanlar tarafından yapılmış güvenilir çeviri (meal)lerden okumalıdırlar. Meal ile çalışanlar birkaç meal ve tefsirden karşılaÅŸtırmalı olarak tedrisat yaparlarsa verim daha yüksek olabilir. Ancak bir taraftan da Kur’an dilini (Arapça) öÄŸrenmeye çalışmak, vazgeçilmez bir görev olarak kabul edilmeli ve hemen bu iÅŸe baÅŸlanmalıdır. Arapça bilenler de Kur’an ile birlikte İslam tarihi, tefsir ve yardımcı olabilecek baÅŸka kitapları okumalıdırlar.
​
GörüldüÄŸü gibi burada Kur’an’ı doÄŸru anlamayı mümkün kılacak bir yöntem önerisi olarak esbâbı nüzulden, surelerin nüzul tertibinden, Arapça bilmenin öneminden, meallerin yetersizliÄŸinden, klasik tefsirlere ve İslam tarihiyle ilgili eserlere baÅŸvurmak gerektiÄŸinden söz edilmektedir. Oysa baÅŸta nüzul sebepleri olmak üzere Kur’an’ın anlaşılmasına katkı saÄŸlayan diÄŸer bütün alet ilimleri bize gelenek yoluyla intikal etmiÅŸtir. Åžu hâlde, bir taraftan “Kur’an bize yeter” fikrini savunmak, diÄŸer taraftan da Kur’an’ı anlama faaliyetinde tarih ve geleneÄŸe baÅŸvurmanın lüzumundan bahsetmek, aÅŸikâr bir ilkesizlik ve yöntemsizliktir.
​
Mealci söylemdeki bu ciddi sorunun baÅŸka bir varyantı da bir taraftan anlamın sırf metinde içkin olduÄŸu savına istinaden Kur’an’ı anlamada güvenilir meallerin —ki bu noktada meallere iliÅŸkin güvenilirlik ölçütünün ne olduÄŸu meselesi de ayrı bir tartışma konusudur— yeterli olduÄŸunu söylemek, diÄŸer taraftan da muhtemelen Muhammed Esed’in 80’li yıllarda Türkçeye tercüme edilen meal-tefsirinin önsözündeki bilgilerden mülhem olarak Kur’an’daki kelimeler ve kavramların nüzul dönemindeki anlamlarını bilmek ve hatta Kur’an’ın nazil olduÄŸu dönemin toplumsal ve kültürel kodlarına vâkıf olmak gerektiÄŸinden söz etmektir.
​
Sonuç itibarıyla, tarih ve gelenekten yalıtılmış bir zihinle Kur’an’dan anlam üretmek Mealci söylem için de pek mümkün olmamıştır. Bilakis, Mealci söylem de bir ayetin veya surenin Mekki mi Medeni mi olduÄŸunu göz önünde bulundurmuÅŸ; herhangi bir kelimeye ne anlam verileceÄŸi konusunda sözlüÄŸe ve semantiÄŸe baÅŸvurmuÅŸtur. Hâl böyle iken, Kur’an'ı ‘güvenilir meallerle anlamanın mümkün olduÄŸundan söz etmesi, kendi söyleminde ilkesizlik ve/veya yöntemsizlik diyebileceÄŸimiz bir soruna yol açmıştır.
​
Meallerin özellikle mübtedi düzeyindeki okurlara Kur’an’ı anlama imkânı sunmadığı gerçeÄŸi, en azından kimi Mealciler tarafından da teslim edildiÄŸinden olsa gerek, Kalem dergisinde yayımlanan meal denemeleri aynı zamanda birer tefsir denemesi niteliÄŸindedir. İşte tam bu noktada denebilir ki Kur'an’ı mealler vasıtasıyla anlamanın imkânından söz etmek düpedüz bir lâfı güzaftır.
​
Kur’an’ın taşıdığı mânâ ve mesajın geleneÄŸin sunduÄŸu hazır baÄŸlamlardan bağımsız olarak anlaşılması pek mümkün deÄŸildir. Bu sebepledir ki Kur’an’ın her okuyana eÅŸit düzeyde hitap etmesi gerektiÄŸi fikrinden hareket eden, dolayısıyla bize söz konusu baÄŸlamları veren tarihsel formasyondan özenle kaçınan Kur’ancı-Mealci söylem dahi salt metinle yetinememiÅŸtir. Hâl böyle iken, on beÅŸ asırlık tarihsel tecrübeyi reddetme fikrinden de her nedense vazgeçilmemiÅŸtir.
​

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün SöyleÅŸiler, Polemikler (Ankara Okulu: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Sünnetin Önemi
Kur’an’ı nebevi siret ve sünnetten bağımsız olarak doÄŸru anlayıp yorumlama imkânı yoktur. Bu noktada hadislerden istifade etmek zorunludur. Lâkin hadis metinlerinin çok ciddi problemler içerdiÄŸi de malumdur. Bu konuda karşımıza çıkan problemi kısmen de olsa halledebilmek için, sadece hadis metinlerine deÄŸil, siyer ve tarih bilgisine müracaat etmek ve aynı zamanda gerek hadisleri, gerek siyer ve tarih bilgilerini Kur’an metniyle karşılaÅŸtırmalı biçimde kullanmak gerekir. Bütün bunlara raÄŸmen bazı ayetlerin tefsirinde karanlık noktalar ve gölgede kalan hususlar bulunacaktır. Bu durum kaçınılmazdır. Çünkü Kur’an’ın nüzulünden bugüne onbeÅŸ asırlık bir zaman geçmiÅŸ ve bu zaman zarfında birçok bilgi araya gitmiÅŸ, bir kısım bilgiler örtbas edilmiÅŸ ve bilgilerin önemli bir kısmı ise maalesef kirletilmiÅŸtir. Ancak bütün bu olumsuzluklara raÄŸmen Kur'an mümkün mertebe en eski kaynaklara müracaat etmek suretiyle siyer, tarih ve hadis/rivayet bilgisi ışığında tefsir edilmelidir.

Radikallik
Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün ÇaÄŸdaÅŸ İslam DüÅŸüncesi ve Kur'ancılık (Ankara Okulu: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Sonuç olarak, neresinden bakılırsa bakılsın, “Kur’an İslâmı” ya da Kur’ancılık söylemi özellikle çaÄŸdaÅŸ dönem Müslüman apolojetlerce savunulan ÅŸekliyle İbn Teymiyye ve belki daha çok da Muhammed b. Abdülvehhâb’ın fundamentalistik İslam anlayışıyla yolları kesiÅŸen modern bir söylem ve fenomendir. Bir deÄŸerlendirmeye göre geleneÄŸin gerçekçilik ve süreklilikle temayüz ettiÄŸi hatırlandığında, fundamentalizm (kökencilik-Selefîlik) ile modernizmin paylaÅŸtığı ortak zeminin resmi netleÅŸir: Ülopyacılık. Fundamentalizm-modernizm akrabalığının kökü, birincisinin geçmiÅŸ “ilkel çaÄŸ”, İkincisinin gelecek “medeni çaÄŸ" özlemiyle geriye ve ileriye dönük gelenek reddinde yatar.
​
Metin içinde sunduÄŸumuz birçok örnekten de anlaşılmış olacağı üzere Kur’ancılık söylemi özellikle modern biçimiyle saÄŸlıklı bir Kur’an anlayışından yoksundur. Çünkü bu söylem her ÅŸeyden önce Kur’an’ı bir rehber (hidayet) olmaktan ziyade, bilgi ve eylemle ilgili bütün her ÅŸey hakkında söz söyleyen bir metin olarak tasavvur eder. Bu tasavvur, Kur'an’ı hiç konuÅŸmadığı konularda konuÅŸturur. Dahası, kimi zaman bilimsel ve teknolojik buluÅŸlar, kimi zaman liberalizm, demokrasi, cumhuriyet, laiklik gibi çaÄŸdaÅŸ kuram ve kavramlar hakkında Kur’an’ı konuÅŸturmak, bu tasavvurun en belirgin özelliÄŸidir.

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün İslamiyat (2007, Sayı:1) dergisindeki makalesinden kısaltılarak alınmıştır.
Öte yandan, Kur’ancı-Mealci söylemin bir bakıma gelenekte taÅŸ üstünde taÅŸ bırakmama azmini yansıtan eleÅŸtirel tavrı, her ne kadar saf İslam’a ulaÅŸmak gibi sahih bir niyete mebni olsa da asırlar boyu sevadı a'zam nezdinde kutsallık atfedilen birçok dinî deÄŸer ve sembolü sırf Kur’ani olmadığı gerekçesiyle hiçe sayma gibi kötü bir sonuç doÄŸurmuÅŸtur. Bu baÄŸlamda, bir yönüyle yaygın Kur’an telakkisine tepki koymak diÄŸer yönüyle de İlahî hitabı hayatın içine katmak ve onunla demistifıye edilmiÅŸ bir iliÅŸki kurmak adına Kur’an ve meal derslerini fazlaca liberal denebilecek atmosferlerde yapagelmenin hayatı Kur’anileÅŸtirmekten ziyade Kur'an’ın ÅŸeyleÅŸtirilmesini intaç ettiÄŸi söylenebilir. ÅžeyleÅŸtirme dediÄŸimiz husus, bir bakıma iman ve imancılığın huzurundan akim huzursuzluÄŸuna geçiÅŸ olarak da ifade edilebilir. Akim huzursuzluÄŸuna geçiÅŸ ise, “Lâ ilâhe illellâh Hak birsün Muhammed(e)n Resulullah” diye iman tazeleyen bir köylünün gönül dünyasındaki huzura ermeyi derin bir hasrete dönüÅŸtüren bir durum olarak tavsif edilebilir.
​
Belki de deÄŸiÅŸtirilmesi teklif dahi edilemez kutsiyetleri salt Kur’an’a, Kur’an’ı da salt metne indirgemesi ve bu metinle demistifiye edilmiÅŸ bir iliÅŸki kurmak adına bu metni nesneleÅŸtirmesi sebebiyledir ki Mealci söylemin Kur’ani mesaj, Kur’ani görüÅŸ, Kur’ani perspektif gibi kliÅŸe tabirlerle müzeyyen fikirleri, hariçtekiler nezdinde pek samimi bulunmamıştır. Söylem sahipleri her ne kadar tepkisel olmadıklarını, geleneÄŸe karşı rövanÅŸist bir tavır takınmadıklarını belirtmiÅŸ olsalar da geleneksel Kur’an telakkisine son derece sert eleÅŸtiriler yöneltmiÅŸlerdir. Özünde haklı endiÅŸeler taşımakla birlikte saldırgan bir üslupla kendini dışa vuran bu tutum maÅŸerî vicdanda istikrahla karşılanmıştır. Bu yüzden, Mealci söylemin Türkiye’nin yakın geçmiÅŸindeki Marksist-Leninist söylemlerin akıbetine uÄŸraması, yani uzun soluklu olamaması, popüler bir destek bulamaması, dolayısıyla kendilerini dinî duyarlılıkları esasında tanımlamaya çalışan geniÅŸ kitlelere marjinal kalması mukadder olmuÅŸtur. Çünkü Müslüman halk, en azından gönül dünyasında baÅŸköÅŸeye koyduÄŸu din ve dinî deÄŸerleri afyon sayan sözde yerli Marksist-Leninist söylemlere hiç sıcak bakmadığı gibi, İslami geleneÄŸin hadis, Sünnet gibi kutsallarını kıyasıya eleÅŸtiren Kur’ancı-Mealci söyleme de sempatiyle yaklaÅŸmamıştır.
​
Bu sözlerimiz on beÅŸ asırlık geleneÄŸin tümünü ibra etmeye çalıştığımız ÅŸeklinde yorumlanmamalıdır. Bilakis gelenekte eleÅŸtirilmesi gereken çok ÅŸey mevcuttur ve yeri geldiÄŸinde de sıkı biçimde eleÅŸtirilmelidir. Fakat tadil etmek için eleÅŸtirmek baÅŸka, tasfiye etmek için eleÅŸtirmek çok daha baÅŸka bir ÅŸeydir. Kur’ancı-Mealci söylemin eleÅŸtirisi geleneÄŸin büsbütün tasfiyesine yöneliktir.

Sonuç
Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün ÇaÄŸdaÅŸ İslam DüÅŸüncesi ve Kur'ancılık (Ankara Okulu: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Bütün bunlara raÄŸmen Kur’ancılık söyleminin İslam toplumlarıyla Kur’an arasında tarih boyunca açılan makasa, yerleÅŸik din anlayışına karışmış bazı olumsuz unsurlara ve din baÄŸlamında öz-ÅŸekil, asıl-teferruat türünden ayırımlara dikkat çekmesi gibi açılardan uyarıcı ve olumlu etkiler yarattığı söylenebilir. Aynı ÅŸekilde Türkiye'deki Mealci çevrelerde olduÄŸu gibi bu söylemi savunanlar arasında İslam'ı kaynağından saf hâliyle öÄŸrenmek ve arınmak amacıyla samimi ÅŸekilde gayret gösterenlerin mevcut olduÄŸu da inkâr edilemez.
​
Bununla birlikte bu söylemin, mananın metinde mevcut/ mündemiç olduÄŸu düÅŸüncesiyle Kur’an metnini esas alırken Kur'an'ın anlaşılması ve hayata geçirilmesi noktasında vazgeçilmez deÄŸer ve fonksiyona sahip olan Sünneti büyük ölçüde göz ardı etmesinin yanında usûl arayışından yoksun olması yüzeysellik ve ilkesizliÄŸi beraberinde getirmiÅŸ ve söylemin temel hedeflerinden birini oluÅŸturan Müslümanlar arasındaki tefrika ve görüÅŸ ayrılıklarını azaltmak bir yana daha da arttırmıştır.
​
Arapçayı ana dili olarak konuÅŸmayan toplumlarda Kur’an'a dönüÅŸ, tercümeler ve mealler yoluyla gerçekleÅŸtirilmeye çalışılmış, bu durum da kaçınılmaz olarak Kur’an'a dönüÅŸten ziyade mütercimlerin yorumlarının ve tercihlerinin dolaşımına hizmet etmiÅŸtir.