top of page
mozturk.png

Kur'ancılık Akımının

Türkiye'de Tarihi Arkaplanı

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün ÇaÄŸdaÅŸ İslam DüÅŸüncesi ve Kur'ancılık (Ankara Okulu: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

 

Türkiye, XIX. yüzyıldan bu yana Osmanlı modernleÅŸmesiyle bu modernleÅŸmenin özellikle dinî ve fikri alanda kök sökücü bir karaktere büründüÄŸü Cumhuriyet tecrübesine sahne olmuÅŸ bir coÄŸrafyadır. ModernliÄŸin ve modern zamanın ruhundan olsa gerek, Kur’an İslâmî ve Kur’ancılık söylemi İslam dünyasının diÄŸer muhitlerinde olduÄŸu gibi bu coÄŸrafyada da farklı varyantlarıyla kendine taraftar bulmuÅŸtur.

​

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün Ä°slamiyat (2007, Sayı:1) dergisindeki makalesinden kısaltılarak alınmıştır.

Mealcilik, esasen iki yüz yıllık bir geçmiÅŸe ve hatırı sayılır bir birikime sahip İslamcılık ideolojisi içindeki neoselefî damarın ekstrem bir formu olarak deÄŸerlendirilebilir. Bu çalışmaya konu olan söylemi, Kur’ancı-Mealci ÅŸeklinde nitelendirmek belki daha doÄŸrudur. Çünkü kendilerine Mealci diye iÅŸaret edilen insanlar, bidayette salt meal okumak gibi bir düÅŸünceyle yola çıkmamışlardı. Mealci diye anılan insanların bidayetteki amacı, metin-merkezci bir anlayıştan hareketle Kur’an’ı bizzat Kur’an’dan anlamaktı. Ancak bu yola baÅŸ koyan birçok insanın Arapça bilmemesi, Kur’an’ı kendi dilinden anlamayı imkânsız kılıyordu. Kısa sürede Arapça öÄŸrenmek de pek mümkün gözükmüyordu. İşte bu nakisa, her nasılsa anlamın salt metinde içkinliÄŸine inanmış olan Kur'ancı zevatın zorunlu olarak meallere yönelmesi sonucunu doÄŸurdu. Bu evrede meallerin ne tür illetlerle malul olduÄŸu da muhtemelen pek bilinmiyordu.

 

Derken, muhalif çevrelerden ÅŸöyle bir eleÅŸtiri geldi: Kur’ancılar her ne kadar Kur’an’a dönmek ve böylece İslam’ı asıl kaynağından anlamak gerektiÄŸi fikrini savunsalar da gerçekte okudukları Kur'an deÄŸil, onun Türkçe mealidir. Kaldı ki meal, terimsel olarak anlamın eksik aktarılması demektir. Dolayısıyla Kur'an’a dönüÅŸ adına esas ittihaz edilen ÅŸey, bizatihi Kur’an ya da Allah’ın muradı olmaktan öte insanların akli yetileri, İlmî birikimleri nispetinde ve aynı zamanda mezhebî ön kabulleri paralelinde Kur’an’dan istihraç ettikleri mânâlardan ibarettir. Hülasa, her meal aslında bir yorumdur.

​

DoÄŸrusu, muhalif çevrelerin bu eleÅŸtirisi çok haklıydı. Gerçi her mealin bir yorum olduÄŸu gerçeÄŸi Kur’ancı-Mealci zevat tarafından da muhtemelen fark edilmiÅŸti; fakat bizzat kendi sözleriyle de sabit olduÄŸu üzere, Kur’an’ı mealler vasıtasıyla anlamaya çalışmak en azından baÅŸlangıçta Arapça bilmemekten kaynaklanan bir mecburiyetti.

​

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün ÇaÄŸdaÅŸ İslam DüÅŸüncesi ve Kur'ancılık (Ankara Okulu: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

M.Akif Ersoy

XX. yüzyılın baÅŸlarında bu söylemin Türkiye'deki mutedil temsilcilerinden biri Mehmet Âkif Ersoy’dur. “DoÄŸrudan doÄŸruya Kur'an'dan alıp ilhamı: asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm'ı" ÅŸeklindeki manzum mottonun da sahibi olan Akif, “Süleymâniye Kürsüsü" ÅŸiirindeki ÅŸu mısralarıyla doÄŸrudan doÄŸruya Kur'an’dan ilham almanın ne anlama geldiÄŸini ÅŸöyle tavzih etmiÅŸtir:

“Lafzı muhkem yalnız, anlaşılan, Kur’an'ın: / Çünkü kaydında deÄŸil, hiçbirimiz mananın. / Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına; / Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına. / İnmemiÅŸtir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin, / Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için."

​

Âkif saÄŸlıksız bir Kur’an tasavvurundan müÅŸtekidir. Bu tasavvura sahip olan Müslümanlar Kur'an'ı teberrüken bir ölüler kitabı olarak okumakta, hâliyle onun ne dediÄŸinden ve ne demek istediÄŸinden bihaber olmak gibi bir sorun ortaya çıkmaktadır. Oysa Kur’an, ölüme ve ölülere deÄŸil, hayata ve hayattakilere hitap eden bir kitaptır. Akif'in mezkûr mısralarına yansıyan dinî düÅŸüncesinin teÅŸekkülünde en büyük pay Muhammed Abduh’a aittir. Burada hatırlatmak gerekir ki Abduh ReÅŸid Rıza’nın, ReÅŸid Rıza da Tevfîk Sıdki’nin hocasıdır. Yani damar aynı damardır.

​

Mehmet Âkif’in İslamcılığındaki ana fikirler de bu istikamettedir. DiÄŸer bir ifadeyle, Âkif’in İslamcılığında hedef, inanç ve ahlakla ilgili temel referansı Kur’an merkezli İslam’a dayanan bir hayat tarzıyla modern medeniyetin İslam’a aykırı olmayan güzelliklerini telif etmektir. Bütün bunlara raÄŸmen, günümüz Türkiye’sinde Abduh’tan menfi anlamda “modernist" diye söz edenlerin Âkif’i yere göÄŸe sığdıramamaları, bu arada Âkif’in Abduh’a yönelik derin saygı ve sevgisini mümkün mertebe hasıraltı etmeye çalışmaları câlibi dikkattir. 

​

60’lı 70’li Yıllar

Bu ara sözden sonra asıl konuya dönersek, hiç kuÅŸkusuz Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde Kur’ancılığın en fazla ses getiren temsilcisi Mealcilik akımıdır. Bu akımın kendini fark ettirmesi 1970'li yılların ortalarına rastlar. Ancak MealciliÄŸin bu tarihten önce bir teÅŸekkül evresinden geçtiÄŸi söylenebilir. Åžöyle ki 1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’de milliyetçi, mukaddesatçı ve aynı zamanda devletçi İslam anlayışından kendini ayrıştırmaya çalışan tenkitçi, reddiyeci ve hatta devrimci olma isteÄŸine sahip bir Müslüman kimliÄŸin inÅŸasına yönelik çabalar zuhur etti. Yine aynı yıllardan itibaren Türkiye ve OrtadoÄŸu'daki sosyalist hareketlerin geliÅŸimine paralel olarak Seyyid Kutub, Mustafa Sibâı gibi çaÄŸdaÅŸ Müslüman düÅŸünürlere ait kitapların Türkçeye çevrilmesi söz konusu çabalara hız ve heyecan kazandırdı.

​

BaÅŸka bir ifadeyle söylemek gerekirse, Türkiye’deki İslâmî hareketler 60’lı yıllarda yoÄŸun bir tercüme faaliyetiyle yeniden ÅŸekillendi. Modern dünyanın bilimsel, sosyal, ekonomik, siyasî taarruzları karşısında ilhamını İslam’dan alan bir direnç oluÅŸturma çabası, dönemin Müslüman aydınlarını siyasal ve toplumsal ölçekte tatbik imkânı olduÄŸu savlanan fikirlere yöneltti. Bu dönemin en temel özelliÄŸi, İslam’ın siyasî ve içtimai düzeyde hayat nizamı olarak da algılanmasıydı. Sadece Mısır, Suriye, İran, Pakistan gibi Müslüman dünyayı deÄŸil, Batılı yazarları da kapsayan çeviri faaliyetleri Türkiye’deki sol hareketlerin de etkisiyle sosyal adalet, eÅŸitlik, sınıfsal yapı gibi kavramları nispeten demokratik ortamda söz konusu aydınların gündemine taşıdı. Mevcut İslâmî anlayışın millîlik ve muhafazakârlık üzerine kurulu söylemini aslî kaynaklara dönerek ümmet kavramı temelinde inÅŸa etme çalışmaları, geleneksel medrese eÄŸitimi almış ya da tasavvufi muhitlerde yetiÅŸmiÅŸ Müslüman tipi yerine, bireysel olarak kendini donanımlı kılabilen, dönemin düÅŸünsel ve siyasal geliÅŸmelerinden haberdar olan bir aydın tipine bırakmaya baÅŸladı. Kur'ancı-Mealci söylem, 70'li yılların Türkiye'sinde umumiyetle sosyal bilimlere yatkınlığıyla temayüz eden entelektüel bir genç kuÅŸak tarafından dillendirilmeye baÅŸladı.

​

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün Ä°slamiyat (2007, Sayı:1) dergisindeki makalesinden kısaltılarak alınmıştır.

 

Kur’ancı-Mealci söylemin kendini fark ettirmesi 1970’li yılların ortalarına rastlar. Ancak söylemin bu tarihten önce bir teÅŸekkül ve/veya bir tür mayalanma evresinden geçtiÄŸi söylenebilir. Åžöyle ki 1960’lı yıllardan itibaren Türkiye'de milliyetçi, mukaddesatçı ve aynı zamanda devletçi İslam anlayışından kendini ayrıştırmaya çalışan tenkitçi, reddiyeci ve hatta devrimci olma isteÄŸine sahip bir Müslüman kimliÄŸin inÅŸasına yönelik çabalar zuhur etti. Yine aynı yıllardan itibaren Türkiye ve Orta DoÄŸu’daki sosyalist hareketlerin geliÅŸimine paralel olarak Seyyid Kutub ve Mustafa Sıbai gibi çaÄŸdaÅŸ Müslüman düÅŸünürlere ait muhtelif kitapların Türkçeye tercüme edilmesi, söz konusu çabalara hız ve heyecan kazandırdı.  Bu arada Türkiye’deki birçok Müslüman da gerek İslam noktai nazarından devlet, sosyal adalet, sosyalizm, kapitalizm gibi konulan gerekse İslam'ın bütün bu konulara dair söyleyecek sözü bulunduÄŸunu anılan kitaplar sayesinde öÄŸrendi.

​

1960’tan sonra Türkiye’de bütün siyasi yönelimleri az çok besleyen göreli özgürlük ortamında muhtelif eserleri Türkçeye tercüme edilen çaÄŸdaÅŸ Müslüman düÅŸünürler arasında özellikle Seyyid Kutub’un Fi Zilâli'l Kur’ân tefsiri ile Yoldaki İşaretler eseri, baÅŸlangıçta milliyetçi-muhafazakâr-mukaddesatçı gelenekten beslenmiÅŸ olmakla birlikte zaman içerisinde daha saf, daha rafine bir İslam arayışına koyulan ve bu arayışın sonunda İslam’ın ana kaynağına dönüÅŸ fikrine vasıl olan Kur’ancı-Mealci zihniyetin o günkü taleplerini büyük ölçüde karşılamıştır. Bu dönemdeki tecrübeler Kur’ancılığın meÅŸhur aksiyonerlerinden biri olan Kemal Kelleci tarafından ÅŸöyle özetlenmiÅŸtir:

O zamanlar Elmalılı’yı anlayabilecek birikimde kimse yoktu. Konyalı Mehmet Vehbi Efendi’nin tefsiri de oldukça ağırdı. Biz baktık Türkçe tefsirlerden olan Elmalılı’yı, Vehbi Efendi’yi anlayamıyoruz, bunun üzerine Kur’an’ı anlamak için bir arayışa girdik. İsmail Hakkı Åžengüler ve Bekir Karlığa ile tanıştım o zamanlar. Onlar Seyyid Kutub’un Fi Zilâlini tercüme ettiler. Baktık ki bu tefsir diÄŸerleri gibi deÄŸil; anlaşılıyor. Bayram ettik. Kutub’u okuyunca Kur’an beni çarptı. Artık Kur'an’ı anlamada çok önemli bir kaynak daha vardı elimizde. Bu dönemde, Fİ Zilâl'ı okurken mealleri beni çarpıyordu. Mealleri çok net anlaşılıyordu. Ben mealleri defterlere yazıyordum ve bu mealler üzerinde çalışmalar yapıyordum.

​

Bu sözler, hem Kur’ancılığın erken döneminde Seyyid Kutub’un müstesna bir yere sahip olduÄŸunu iÅŸaretlemekte hem de o dönemde Kur’an’ı mealler vasıtasıyla anlamaya çalışmanın Arapça bilmemekten, dolayısıyla İslami ıstılahata vukufiyetsizlikten mütevellit bir mecburiyet olduÄŸuna tanıklık etmektedir.

mozturk.png

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün ÇaÄŸdaÅŸ İslam DüÅŸüncesi ve Kur'ancılık (Ankara Okulu: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

80’li Yıllar

12 Eylül 1980’de “ayarı bozulmuÅŸ” topluma çekilen esas duruÅŸ komutunun ardından, ulusal ölçekteki örgütlenmelerin ortadan kalkması İslamcı gençleri küçük ve yerel gruplar hâlinde hareket etmeye yöneltti. Bu durum, genç kuÅŸak İslamcıların kendilerini kurumsal kimliÄŸin bir üyesi olarak deÄŸil, kiÅŸisel olarak yapılandırmalarına, sonrasında platform çatıları altında, bu küçük gruplan organize etme giriÅŸimlerine vesile oldu.

​

Aynı yıllarda, zamanın ruhu gereÄŸi illegal örgütlenme fikrine karşı çıkan ve düÅŸüncelerini açıkça dile getirmeyi ilke edinen Mealci gençler, herhangi bir lidere baÄŸlanmak yahut bir cemaat bünyesinde yer almak yerine bireyselliÄŸi, kiÅŸiye referans vermek yerine metne atıfta bulunmayı yeÄŸlediler ve hepsinden önemlisi salt Kur’an’a dönüÅŸ fikrini benimsediler. Bu yüzden Kur’an dışındaki dinî kaynakların otoritesini reddettiler. Hemen her İslamcının diline pelesenk olan “öze dönüÅŸ" söylemine kayda deÄŸer bir sistematik kazandırma çabasının öznesi olan bu gençler, geleneÄŸin moderniteye yenik düÅŸmesinin acısıyla yeni bir iktidarı gelenekle savaÅŸarak arıyorlardı. Bu anlamda politiktiler ve İslam dünyasındaki radikal çıkışlara da sempatiyle yaklaşıyorlardı. Ancak, her türlü hiyerarÅŸiyi, örgütsel iliÅŸkiyi reddeden, kiÅŸiye deÄŸil metne referans veren tutumları, onları politik deÄŸil kültürel, cemaatçi deÄŸil bireyci bir İslam anlayışına sevk etti.

​

Mealci söyleme göre İslam pratikteki onca çeÅŸnisine raÄŸmen tek hakikatlidir ve bu hakikatin yegâne kaynağı Kur’an’dır. Bu temel kabul iki önemli sonuç vermektedir. İlki, İslam’da Kur’an’dan baÅŸka bir kaynak kabul etmemek; İkincisi de ilkinin muktezası olarak İslam’ın on beÅŸ asırlık ilmi ve kültürel birikimini ya da kısaca geleneÄŸi reddedip salt Kur’an metniyle yetinmek.

​

Mealci söylemin bir diÄŸer iddiasına göre Müslümanların tarih boyunca sayısız ihtilafa düÅŸmüÅŸ olmaları Kur’an’ın yeterli görülmemesidir. Kur’an’ın getirdikleriyle iktifa edilmemesi, dinde ikinci, üçüncü, dördüncü kaynakların da gerekli olduÄŸuna iliÅŸkin bir yanlış anlayışın doÄŸmasına yol açmış ve tarihsel süreçte genel kabul gören bu anlayış insanları Kur’an’ın tek başına anlaşılamayacağı, anlaşılabilmesi için diÄŸer kaynaklara da baÅŸvurulması gerektiÄŸi ÅŸeklinde ikinci bir yanlış anlayışa sevk etmiÅŸtir. Kalem dergisindeki muhtelif yazılarda farklı ifade biçimleriyle tekrarlanan bu görüÅŸler gerek bireysel gerek toplumsal düzeyde sahih bir İslâmî düÅŸüncenin teÅŸekkülü için vahyin nüzul dönemiyle çaÄŸdaÅŸ Müslümanlar arasındaki on beÅŸ asırlık geleneÄŸin tasfiye edilmesi gerektiÄŸini salık vermektedir. Çünkü Mealci söyleme göre on beÅŸ asırlık tarihsel tecrübe, aslında Kur’an dan uzaklaÅŸma tecrübesidir.

​

Söylemin bu tür iddiaları tazammun eden gelenek eleÅŸtirisinden tefsir, kelam, fıkıh, tasavvuf ve dolayısıyla bütün müesses yapılar nasibini almakla birlikte en ağır fatura hadis ve Sünnet’e kesilmiÅŸtir. Bu baÄŸlamda, hadislerin Kur'an’dan bağımsız bir teÅŸri kaynağı olarak görülmesi, Hz. Peygamber’e Kur’an dışında vahiy geldiÄŸine inanılması kıyasıya eleÅŸtirilmiÅŸtir. Bununla birlikte, Hz. Peygamber in uygulamalarının bizim için en iyi örnek olduÄŸuna da iÅŸaret edilmiÅŸ ve fakat bu örnekliÄŸin nasıl ya da hangi yolla hayata aktarılacağı hakkında yöntem önerilmemiÅŸtir.

​

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün Ä°slamiyat (2007, Sayı:1) dergisindeki makalesinden kısaltılarak alınmıştır.

​

Kur’ancı-Mealci söylem, 1970’li yıllarda umumiyetle sosyal bilimlere yatkınlığıyla temayüz eden entelektüel bir genç kuÅŸak tarafından gündeme taşındı. İllegal örgütlenme fikrine karşı çıkan ve söylemlerini açıkça dile getirmeyi ilke edinen bu gençler, herhangi bir lidere baÄŸlanmak yahut bir cemaat bünyesinde yer almak yerine bireyselliÄŸi, kiÅŸiye referans vermek yerine metne atıfta bulunmayı yeÄŸlediler. Yeri geldiÄŸinde etraflıca ele alınacağı üzere, salt Kur’an’a dönüÅŸ fikrini savundular. Bu baÄŸlamda Kur'an dışındaki dinî kaynakların otoritesi reddedildi.  

​

1979’da gerçekleÅŸen İran İslam Devrimi katı Sünni mezhepçiliÄŸi kısmen gözden düÅŸürmek suretiyle Kur’ancı-Mealci söylemin etki alanını geniÅŸletti. Kur’ancılar İran’dan esen devrim rüzgârını da arkalarına alarak geleneksel Sünni-İslami anlayıştan tasfiye edici görüÅŸ ve düÅŸüncelerini daha kolay anlatma imkânına kavuÅŸtular.  

​

Kur’ancı-Mealci söylem, 1988 Ocak ayında yayım hayatına baÅŸlayan Kalem Dergisiyle birlikte yeniden gündeme geldi. M. Ali Baltaşı, Mehmet Y. Soyalan, Mehmet A. Ersin, Süleyman Kalkan gibi ünlü mealcilere ait yazılan ihtiva eden bu dergi, gerçek anlamda ilk Kur’ancı-Mealci dergi olarak nitelendirilebilir.  

​

Aktüel tartışmaların çok uzağında kalmasından dolayı Kalem, yazarları tarafından da ifade edildiÄŸi üzere marjinal bir dergi olarak kalmıştır. Hemen her satırında ‘Kur’ani’ kelimesinin geçtiÄŸi yazıların kahir ekseriyetinde hep aynı ÅŸeylerin söylenmesinden dolayı da uzun soluklu olamamıştır. İlk sayısı Ocak 88’de yayımlanan derginin yayın hayatı, AÄŸustos-Aralık 89 tarihinde son bulmuÅŸ ve muhtemelen söyleyecek sözü olmadığı/kalmadığı için tarihe mal olmuÅŸtur.

​

Daha önce de iÅŸaret edildiÄŸi gibi, Kalem, kendine biçtiÄŸi rol gereÄŸi sürekli olarak dindeki asıl ve tek kaynağın Kur’an’dan ibaret olduÄŸu, bu yüzden mutlaka Kur’an’a dönülmesi ve dinî alanla ilgili her ÅŸeyin Kur’an’la saÄŸlamasının yapılması gerektiÄŸi gibi konular üzerinde durulmuÅŸtur. Dergide Müslümanların güncel sorunlarına niçin deÄŸinilmediÄŸi meselesine gelince, bu konudaki en temel sebep, baÅŸörtüsü sorununa atfen ÅŸöyle izah edilmiÅŸtir:

İslami gerekliliklerin anlaşılabilmesi ve yaÅŸanabilmesi yolunda bugüne deÄŸin oldukça yaya kalmış bir toplumda, lâ ilâhe illallah’ın Kur’ani anlamının anlaşılmadığı, Kur’an’ın temel öÄŸretisinin, sunduÄŸu yaÅŸam tarzının ve mücadele metodunun anlaşılmadığı bir toplumda, Kur’an'da resullerin örnekliÄŸinde bir temel olarak görülmemiÅŸ bir konunun bir mücadele odağı haline gelmesinin yanlış olduÄŸu kanaatindeydik.

​

Bu gerekçelendirmenin ÅŸerhi ÅŸudur: Kur'an merkezli tevhid inancının saÄŸlam bir ÅŸekilde inÅŸa edilmediÄŸi bir toplumsal vasatta Müslümanların güncel sorunları üzerine konuÅŸmak nafile bir uÄŸraÅŸtır. Çünkü tevhid için verilmemiÅŸ bir mücadelenin onun gereklerinden biri için verilmesi anlamsız ve faydasızdır. Kaldı ki günübirlik problemlerin bir araya getirdiÄŸi kalabalıkların saÄŸlıklı bir yapı ortaya çıkardıkları görülmemiÅŸtir. Bu nedenle, insanlarımızın öncelikle Kur’an’ın istediÄŸi ÅŸekilde düÅŸünüp Kur’an’ın istediÄŸi bir hayata talip olmaları gerekir. Tepkilerden oluÅŸmuÅŸ bir din ve dolayısıyla tepkiler üzerine kurulmuÅŸ bir hayat, Müslümanlarla birlikte olup Kur’an/İslam adına kalıcı iÅŸler (salihat) yapma yolunda bize gerçek anlamda bir yarar saÄŸlamaz.

​

Ayaklan yere basmadığından dolayıdır ki geçen zaman içerisinde hiçbir gelecek vaat etmediÄŸi anlaşılan bu fikriyatın esin kaynağı muhtemelen Seyyid Kutub’tur. Zira Kutub’un Kur’an ve İslam anlayışına göre de çaÄŸdaÅŸ toplumsal düzen, düpedüz cahiliye düzeni olduÄŸu için, Müslüman araÅŸtırmacıların faiz, sigorta, nüfus planlaması gibi güncel sorunlarla uÄŸraÅŸmaları ve bütün bu sorunlara iliÅŸkin fetva taleplerini karşılamaya çalışmaları abesle iÅŸtigaldir. Bugün yapılması gereken iÅŸ, toplumun güncel sorunlarına nasslardan çözümler üretmek deÄŸil, nasslardaki hükümlerin tam anlamıyla uygulanabileceÄŸi bir toplum inÅŸa etmektir.

​

mozturk.png

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün ÇaÄŸdaÅŸ İslam DüÅŸüncesi ve Kur'ancılık (Ankara Okulu: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır. BaÅŸlıklar bize ait...

​

YaÅŸar Nuri Öztürk Vakası

Kur’ancılık söyleminin Türkiye varyantlarından biri de ki bu söylemin en popüler ve aynı zamanda en vülger varyantıdır. YaÅŸar Nuri Öztürk’e aittir. Modernist İlahiyat birikimini popüler "Kur'an'a dönüÅŸ” çaÄŸrısıyla Cumhuriyet ideolojisinin en önemli projelerinden olan “Türk ulusunun Kur’an’la kendi dilinde tanıştırılması” konsepti arasındaki paralellik zeminine hapsedici mahiyetteki “Kur’an İslâmî” söylemiyle maruf olan Y. Nuri Öztürk, Kur'an'daki İslam adlı kitabının önsözünde ÅŸöyle demektedir:

Dinin içeriÄŸini, çerçevesini Kur'an çizer. Bunun dışında hüküm kaynağı aramak aldanış, kabullenmekse ÅŸirktir. Kur'an’ın tebliÄŸcisi olan Hz. Peygamber bu ana kaynağın dışında hiçbir ÅŸey söylemez ve söylememiÅŸtir. Onun yaptığı, ana kaynağın zamanüstü buyruklarına açıklama getirmek ve o buyrukları canlı örneklerle insan hayatına kazandırmaktır. O hâlde, Hz. Peygamber’e maledilen bir söz veya fiil, Kur'an'daki buyruklarla çeliÅŸir yahut Kur'an'da olmayan bir hüküm koyma durumunda görülürse, o söz veya fiilin Hz. Peygamber'e nispeti kabul edilemez. Bunun aksini söylemek, Allah dışında din sahibi ve koyucusu icat etmek olur ki bunun Kur’an'dan onay alması mümkün deÄŸildir.

​

Hüseyin Atay

Yeri gelmiÅŸken belirtmek gerekir ki Türkiye’de Kur’an merkezli İslam tasavvurun mimarı ve dolayısıyla gerek Mealci ekolün gerekse Y. Nuri Öztürk’ün bu konudaki fikir babalarından biri ve belki de birincisi Hüseyin Atay’dır. “Kur’an’da her hükmün ÅŸartı ve nedeni vardır.” fikrini savunan Atay, dini akıl ve Kur’an’dan ibaret sayar. Kur’an dışında kalan bütün söz, fîkir ve içtihadlar din sahasının dışına, yani dinin kültür sahasına aittir. Buna göre Hz. Peygamber’in sözleri, içtihadları, sünnetleri ve kendi dönemlerinde sahabenin ve bilhassa ilk dört halifenin içtihadları, mezhep imamlarının, müçtehidlerin ve diÄŸer bütün âlimlerin görüÅŸ ve içtihadları dinin deÄŸil din kültünün bir parçasıdır.

​

Edip Yüksel Vakası

Türkiye özelinde Kur’ancılık söyleminin bir diÄŸer temsilcisi Edip Yüksel’dir. Gençlik yıllarında geleneksel İslam anlayışına sahip bir İslamcı aktivist kimliÄŸe sahip olan, ancak sözde "19 Mucizesi”nin mucidi olarak bilinen ve Sünnet’i ÅŸeytani öÄŸreti olarak gören ReÅŸad Halife ile tanıştıktan sonra dinî düÅŸüncesinde çok radikal deÄŸiÅŸimler gerçekleÅŸen E. Yüksel’e göre “İslam dininin biricik kaynağı olan Kur'an’ın anlaşılmaz, detaysız ve yetersiz olduÄŸunu ileri süren din adamları yalnız Allah’a özgülenmesi gereken dini Allah + Peygamber + sahabe + tabiin + mezhep imamları + mezhepte müçtehidler + eski âlimler ve ÅŸeyhler + daha sonra gelen âlimcikler ve ÅŸeyhciklerden oluÅŸan bir anonim ÅŸirketin ortaya koyduÄŸu bir beÅŸerî din çorbası hâline dönüÅŸtürmüÅŸlerdir." Hâlbuki Kur’an dinin tek kaynağıdır ve bu kaynak her bakımdan yeterlidir.

 

Daha açıkçası, Kuran bütün ayrıntıları içerir. Kur’an'ı anlamak için hadis, tefsir, fıkıh bilgisine ihtiyaç yoktur; çünkü o gayet açık ve anlaşılabilir bir kitaptır. BaÅŸta ibadetler olmak üzere bir Müslüman için gerekli olan bilgilerin tamamı onda mevcuttur. Sözgelimi, namaz için örtünme diye bir koÅŸul yoktur. Odasında kendi başına veya eÅŸiyle birlikte namaz kılan biri dilerse çırılçıplak namaz kılabilir. Tanrı bizi elbiselerimize göre deÄŸerlendirmez ve bizim saklamaya çalıştığımız organları yaratan ve çalıştıran da kendisi olduÄŸundan onları görmekten mahcup olmaz.

 

Öte yandan, Kur’an namaz için belli bir rekât sayısı bildirmez. Namazın kaç rekât kılınacağı kiÅŸinin durumuna ve koÅŸullara baÄŸlıdır. Toplu namazlarda namazı iki rekâtla sınırlandırmak daha uygundur. Namazı ayakta durarak kılmaya baÅŸlamalı ve özel durumlar hariç, durulan yerden hareket edilmemeli. Namazda eÄŸilerek yere kapanmalı (rükû ve secde), böylece Allah’a teslimiyet fiziksel olarak da bildirilmeli. Otururken “tahiyyat” denilen duayı okumamalı; zira bu dua Muhammed peygamber sanki her ÅŸeye nazır ve hazır bir tanrıymış gibi bir hitap içermekte ve Allah’tan baÅŸkalarını anmaktadır. İlla bir ÅŸey okunmak dilenirse. Allah’ın birliÄŸine ÅŸehadet getirilebilir veya herhangi bir dua yapılabilir. Gecenin gündüzün iki ucuna yakın bölümlerinde gözetilmesi gereken Sabah ve AkÅŸam namazlarıyla güneÅŸin göÄŸün ortasından sarkmaya baÅŸlamasından akÅŸama kadar kılınması gereken Orta namazı olmak üzere üç vakit namaz mevcuttur.

 

Dinî ahkâmın kaynaklarını Kur’an metnine indirgeme noktasında ilk dönem Haricîlerin (Ezârikâ) çaÄŸdaÅŸ versiyonu gibi gözüken bu zihniyete göre “namazları birleÅŸtirmek, kaçırılmış namazları kaza etmek, namazları yolculuk anında kısaltmak, sünnet ve naille namazlar eklemek, namaz kıldırma memurluÄŸu (imamlık) diye bir meslek icad etmek, kadınların namazda önderlik etmesini yasaklamak, otururken ettahiyyatu duasını okumak ve bu duada peygambere ikinci ÅŸahıs olarak seslenmek, ÅŸehadette Muhammed peygamberin ismini Allah'ın yanma eklemek, Fâtiha’dan sonra zaınmusure okumak, eller ve parmakların yeri konusundaki detaylarla meÅŸgul olmak, abdest alırken aÄŸzı ve burnu yıkamayı abdestin bir ÅŸartı bilmek, namazdan önce aÄŸzı misvaklamanın, sarık veya terlik giyilmesinin daha sevap olacağına inanmak gibi nice kurallar ve inançlar Hadis-Sünnet ve mezhepler yoluyla Muhammed Peygamberden daha sonra sokulan bidatlerdir.”

bottom of page