Arayan İnsan
İslam'a Giriş

Kur'an Yorumunda Nesnellik
Prof. Dr.Ömer Özsoy'un Kur'an ve Tarihsellik Yazıları (Otto: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Kur’an’ı okuduÄŸumuzda ondan bir anlam elde ediyorsak, mutlaka okuduÄŸumuz pasajı bir baÄŸlama yerleÅŸtiriyoruz, demektir. ‘‘Anlamı yalnız başına Kur’an metninin içkin olduÄŸu” sanısının, Kur’an’ı varoluÅŸumuzu içinde gerçekleÅŸtirdiÄŸimiz geleneÄŸin bahÅŸettiÄŸi baÄŸlamlar yardımıyla anladığımız gerçeÄŸini görememenin ürünü olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Kur’an’ın metninin yanı sıra anlamının da muhafaza edilebilmesini, dolayısıyla bir Kur’an pasajına zaman ve mekân farkına raÄŸmen aynı anlamın verilebilmesini temin eden, anlamın metinde mündemiç oluÅŸu deÄŸil, taşıyıcılığını geleneÄŸin yaptığı bu verili baÄŸlamlara sahip oluÅŸumuzdur. Her ÅŸey bir yana, zamanla gelenek içerisinde bir ÅŸekilde ortaya çıkan anlam kaymalarını teÅŸhis etmenin zorluÄŸu da aynı geleneÄŸin bize sunduÄŸu bu hazır baÄŸlamların anlam tayininde belirleyici gücünü göstermektedir.
​
Kur’an’ın her okuyana eÅŸit düzeyde hitap etmesi gereÄŸinden hareket eden, dolayısıyla, bize söz konusu kurgulanmış baÄŸlamları veren tarihsel malumattan (sebeb-i nüzul, tarih bilgisi vs.) özenle kaçınan bildik Kur’ancı-mealci tecrübelerin bile gerçekten metinle yetinebildiÄŸim söylemek güç. GeleneÄŸin dışlanmasıyla temin edilen bu yorum özgürlüÄŸü, hayatın bütün alanlarını kuÅŸatabilecek bir Kur’an yorumuna ulaÅŸabilmek için, anlam tayininde geleneÄŸin boÅŸalttığı ‘belirleyici’ konuma kaçınılmaz olarak çaÄŸdaÅŸ durumu ve çaÄŸdaÅŸ ‘ben’in öznelliÄŸini yerleÅŸtirmiÅŸtir. Bu tecrübenin sonucu, Kur’an’ın korunmuÅŸ lafzına çaÄŸdaÅŸ anlamlar giydirilmesi olmuÅŸtur; bunun anlamı ise, düpedüz yeni bir metin inÅŸasıdır. ÇaÄŸdaÅŸ özne tarafından inÅŸa edilen bu yeni metnin, erkeklerin çok eÅŸliliÄŸi, hırsız için öngörülen el kesme cezası ve kadının kocası tarafından dövülmesi gibi ‘sorun çıkaran’ unsurları dışlamasının önünde artık bir engel kalmamıştır. Kur’an’ın her okuyanın ihtiyacına cevap vermesini mümkün kılan böyle bir okuma biçimine yol verdikten sonra, Kur’an metninin korunmuÅŸluÄŸuna sarılmanın ne anlam ifade ettiÄŸini anlamak, en azından benim açımdan oldukça güç. Belki sevindirici olan, bu Kur’ancı-mealci tecrübenin, Kur’an’la yetinmenin ‘Kur’an metniyle yetinmek’ demek olmadığının görülmesine fırsat vermiÅŸ ve tarihe ve geleneÄŸe dönüÅŸle nihayet bulmuÅŸ olmasıdır.
​
Kur’an’ın anlaşılmasında, belli bir noktaya kadar da olsa nesnelliÄŸin gereÄŸine inanıyorsak, bunu temin etmenin tek yolunun onu kendi tarihsel baÄŸlamında okumaya çalışmak olduÄŸunu görmemiz gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. Kur’an pasajlarının özgün anlamlarını elde edebilmenin asgari ÅŸartının, her bir pasajı kendi tarihsel baÄŸlamı içerisinde okumak olduÄŸunu söylemekle, her bir Kur’an pasajının mutlaka somut bir olay üzerine ve o olaya iliÅŸkin nazil olduÄŸunu, yani her ayetin teknik anlamda bir nüzul sebebi bulunduÄŸunu iddia elmiÅŸ olmuyoruz. Zira tarihsel baÄŸlam, nüzul sebebinden farklı bir ÅŸeydir ve bir Kur’an pasajı hakkında herhangi bir nüzul sebebi bilgisine sahip olmayışımız, onu istediÄŸimiz gibi anlama özgürlüÄŸüne sahip olduÄŸumuz anlamına gelmez. Buna baÄŸlı olarak, tarihsel baÄŸlamı yeniden kurgulama çabasını, Kur’an’ın muhataplarıyla, hatta -haÅŸa Kur’an’ı vahyeden Allah ile empati kurma giriÅŸimi olarak niteleyip, sonra da bunun imkansızlığından dem vurulmasını, mutlak öznelliÄŸe teslimiyetin ilanı olarak okuyorum.
​
Tarihsel baÄŸlamı yeniden kurgulamanın zorlukları ve tehlikeleri yadsınamaz; ama, bu zorluk ve tehlikelere dayanarak, öznelliÄŸin kaçınılmazlığını öne sürmek, ölümü göstererek sıtmaya razı etmeye benzemektedir. Tarihi yeniden düÅŸünmenin zorluklarına karşı en azından ÅŸundan eminim ki, Kur’an’ı tarihsel baÄŸlamından koparmadan, ne onun bir ÅŸiddet dini veya bir barış dini öngördüÄŸü, ne teokratik bir siyasal yapı veya laik bir siyasal yapı önerdiÄŸi, ne de Ehl-i Kitab’ı cennetle müjdelediÄŸi veya ebedi düÅŸman ilan ettiÄŸi gibi, temel sorunlara iliÅŸkin çeliÅŸik yorumlar yapılamaz.
​
Anlamada nesnelliÄŸin imkanına duyulan güven ve buna baÄŸlı olarak özgün anlam arayışı, herhangi bir Kur’an pasajının anlamının, okuma eylemi esnasında açığa çıkacak bir sır deÄŸil, Allah tarafından bir kere kastedilmiÅŸ ve keÅŸfedilmek üzere orada duran bir ÅŸey olduÄŸunu var sayar. Bu nedenle, Kuran'ı, tarihi göz onun de bulundurarak okuma çabası, Kuran’ın ne söylediÄŸini her durumda vermeyi garanti etmese de en azından onun ne söylemediÄŸi konusunda güvence verir. ÖrneÄŸin, çok istismar edildiÄŸine inandığım Kafirün suresinin üzerine bina edilmek istenen dünya görüÅŸlerim ele alacak olursak, tarihsel yaklaşım açısından, en azından, bu surenin ilgili yorumların hepsini birden kaldırabileceÄŸi söylenemez. Özellikle surenin son ayetindeki, “Sizin dininiz size, benim dinim bana...” ifadesinin özgün anlamı, ancak bu surenin nazil olduÄŸu dönemde Müslümanlarla karşıtları arasındaki egemenlik iliÅŸkisi baÄŸlanımda açıklığa kavuÅŸabilir. Bu ifadenin, dini hoÅŸgörüden uzlaÅŸmazlık deklerasyonuna, Müslüman egemenliÄŸinden laikliÄŸe kadar uzanan geniÅŸ bir yelpazede yer alan farklı ve çeliÅŸik yorumların hepsine birden elveriÅŸli olduÄŸunu söylemek İse, Kur’an'ı esasen her ÅŸeyi söyleyebilen, yani aslında hiçbir ÅŸey söylemeyen bir baÅŸvuru metni olarak görmek ve kullanmakla mümkün olabilir. Tarihteki örnekleri bir yana, özellikle günümüzde tanık olageldiÄŸimiz ve ‘yorum farklılığı’ adı altında katlanmak zorunda bırakıldığımız bütün aşırı yorumlar, tarihsel baÄŸlamdan kaçışın ürünüdür. Tarihsel baÄŸlamdan ve gelenekten kaçışın mukadder sonucu ise, okurların yabancısı olmadıkları yerinde bir ifadeyle “anlamın buharlaÅŸması” ve Kur’an’ın bir meÅŸrulaÅŸtırım aracına dönüÅŸmesidir. Sonuç olarak, Kur’an’ın anlaşılması söz konusu olduÄŸunda, “Ne desen gider” diyebileceÄŸimiz bir durumla deÄŸil, isabet ve hata seçenekleriyle karşı karşıyayız demektir.
​
Özgün Anlamın DüÅŸmanları
Kur’an’ı anlamada nesnelliÄŸin en eski düÅŸmanları, zahiri ve bâtıni yaklaşımlardır. BâtıniliÄŸin Kur’an yorumunda hiçbir nesnel ölçüte baÅŸvurmamasına karşılık, Zahirilik de metnin lafzına sarılmak suretiyle, metnin delaletini emniyet altına almış deÄŸildir. Çünkü zahiri yaklaşım, vahyin kalıbı olan lafızların taşıyamayacağı anlam yüklemelerine karşı hassasiyet göstermesinin yanında, bir baÄŸlam içerisinde anlam ifade eden ‘söz’ü, ‘lafza’ indirgemek suretiyle, onu tarih boyutundan soyutlamıştır. Zahiri yaklaşım, yalnızca dinsel metinlere deÄŸil, ama aynı zamanda dil olgusuna da zahiri yaklaÅŸtığı için, dilin dolaylı anlatımlarını, en önemlisi ‘mecaz’ı da görmezden gelmektedir.
​
İslam tarihi boyunca Müslümanlar arasında, zahirî ve bâtını yorumların yanı sıra, belli bir anakronizm hastalığının var olageldiÄŸini rahatlıkla söyleyebiliriz. Esasen, bir pasajın birden fazla anlama gelebilirliÄŸi telakkisinin menÅŸe’i de söz konusu anakronizmadır. OrtaçaÄŸ’da dış dünyadaki deÄŸiÅŸimin bugünküne nispetle daha az fark edilebilir oluÅŸu, ortaçaÄŸ Müslümanlarının bu zaafını anlaşılabilir kılmaktadır. Ancak, Kur’an’ın üzerine konuÅŸtuÄŸu nesneler dünyasındaki farklılaÅŸmanın çok net hissedilmesine imkân veren modem dönemde de Kur’an’ı bu yeni nesne ve olgular hakkında lafzen konuÅŸturmak isteyenler bulunması, anlaşılması o kadar kolay bir durum olmasa gerektir. Üstelik, çaÄŸdaÅŸ dünyada hemen herkes Kur’an’ın özgün anlamının düÅŸmanı kesilmiÅŸtir. Çünkü Kur’an’ı her türlü anlam belirlemesini kabullenecek bir metin olarak kullananlar, onda vehmettikleri bu özelliÄŸi, Kur’an’ın yorum zenginliÄŸine açıklığı ve düÅŸünce özgürlüÄŸüne verdiÄŸi önemle temellendirmekte; böylece, ürettikleri yeni anlamlan meÅŸrulaÅŸtırmaktadırlar. Birbirinden farklı siyasal, kültürel, sınıfsal ve ideolojik mensubiyetlere sahip bulunan özgün anlamın çaÄŸdaÅŸ düÅŸmanlarını bir araya getiren ve bu özgün anlam karşıtı tutumlarını besleyen temel nitelikleri, hepsinin de Kur’an’ı tarih üstü bir metin olarak okuyor olmasıdır.
​
Kur’an’ın özgün anlamını gözetmemenin yol açabileceÄŸi istismarın boyutlarını, baÅŸka bir ifadeyle, eline Kur’an’ı alıp “Burada bana ne deniyor acaba?” diye soran insanların muhayyile gücünün boyutlarını göstermesi bakımından, Baljon’un örneklemeleri oldukça öÄŸreticidir. Baljon’un kitabının Türkçe çevirisi yayımlandığında, orada aktarılan, ağırlıklı olarak Hind-Pakistan (bilmem, ‘İngiliz’ demek daha mı doÄŸru olur?) kökenli türedi yorumları havada kapanlar da yok deÄŸildi belki; ama ÅŸükürler olsun, ülkemiz Müslümanları bu tür yorumları -örneÄŸin, namazın (salât) “doÄŸru yolda yürümek” olduÄŸu vb-, genellikle istikrah ile karşılama itiyadında olagelmiÅŸtir. Öte yandan, özgün anlamın Türkiye’deki düÅŸmanları, birbirlerinin de düÅŸmanları oldukları için, bu ülkede Kur’an’ı tahrif etme imkânından fazla söz edilemez. ÖrneÄŸin, ölümden sonra Allah’a dönüÅŸle ilgili olduÄŸunda ÅŸüphe bulunmayan bir ayeti “Zalimler nasıl bir devrimle devrileceklerim görecekler!” ÅŸeklinde devrimci-İslamcı bir söyleme dönüÅŸtürenler, Kur’an’da hırsızın elinin kesilmesini emreden ayeti göz göre göre “ele çizik atma” veya “hırsızlıktan el çektirme” ÅŸeklinde yorumlayanların; onlar Kur’an’da reenkarnasyonla ilgili pasajlar arayanların; reenkarnasyoncular da Kur’an’a dayanarak peygamberliÄŸini ilan edenlerin dedektifleridir.

KonuÅŸanın Muradı (Kast-ı Mütekellim)
Dücane CündioÄŸlu'nun Anlamın BuharlaÅŸması ve Kur'an (Kapı: 2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Kur’an açık Arap lisanıyla nazil olduÄŸundan, Kur’an’ı anlamanın ilk ÅŸartı, bu lisanı (Arap dilinde kullanılan kelimelerin ve ibarelerin delalet ettikleri manayı) bilmektir. Burada bu ÅŸarttan, sadece ibarelerden zahir olan manayı bilmek deÄŸil, bilakis bu kelime ve ibarelerin Arap dilinde kullanılan mecazi manalarını bilmek de kastedilmektedir. Bir kelimenin veya ibarenin mecazi manası, bir kimsenin karar vermesiyle veya tercihiyle olacak iÅŸ deÄŸildir; bilakis bunda toplumun uylaşımı gerekir.
​
Ancak burada Arap dilini bilmek yeterli değildir bir diğer şart da konuşanın kastını, muradını bilmektir. Peki konuşanın muradını (kasdını) nasıl bileceğiz?
​
Kur’an’da geçen bir sözcüÄŸün anlamını tayin için herhangi bir sözlükte kayıtlı olan anlamları deÄŸil, Hz. Peygamber’in ilk hitap çevresinin o sözcükten ne anladıklarını tespit etmek gerekir. Bir kelimenin Arap dilinde ve belli bir dönemde ifade ettiÄŸi manayı bilmek yeterli deÄŸildir; zira bu kelimenin, Kur’an’da yer aldığı biçimiyle ne tür bir anlam kazandığını da bilmek gerekmektedir. Çünkü daha önce de iÅŸaret ettiÄŸimiz üzere, dili, dilin genel özelliklerini bilmenin yanı sıra, sözün sahibinin muradının da tayin edilmesi ÅŸarttır.
​
Sözün sahibinin muradı bilinemediÄŸinde, sözün, belli bir dönemde, yani o sözün tezahür ettiÄŸi dönemde ne anlam taşıdığı tek başına bir kıymet ifade etmez. Bu nedenle, sözcüklerin Kur’an içerisinde yer aldıkları andan itibaren kazandıkları anlam içerikleri de ciddi bir tetkike tabi tutulmalıdır.
​
Bir metni anlamak için gerekli olan iki ÅŸartın; yani hem dilin genel özelliklerini hem de sözün sahibinin muradını bilmenin —sanıldığı gibi— pek o kadar basit bir iÅŸ olmadığı anlaşılmıştır kanaatindeyiz. Ancak yine de konunun ehemmiyeti bakımından, Åžatıbi’nin (öl. 790/1388) zahir-batın terimlerinden hareketle anlama faaliyetini nasıl temellendirmiÅŸ olduÄŸuna deÄŸinmekte fayda mülahaza ediyoruz.
​
“Her ayetin bir zahiri, bir de batını vardır!”
​
Åžatıbi bu hadiste geçen 'zahir' kelimesinden tilavetin zahirinin, ‘batın' kelimesinden ise Allah’ın muradının kastedildiÄŸini söyler. Åžatıbi, “Åžunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaÅŸmıyorlar?” (Nisa: 78) ayetinin, “Onlar hitabın kendisini anlamıyorlar” manasına gelmediÄŸini, bilakis ayette, “Onlar hitaptan Allah’ın muradını anlamıyorlar” denmek istendiÄŸini belirtir.
​
Åžatıbi, Kur’an’ın, ilk hitap çevresine yönelik olarak kullandığı ‘düÅŸünmezler mi?’ ÅŸeklindeki ifadelerin, “Sözden murad edilen üzerinde düÅŸünmezler mi?” demek olduÄŸunu, bu ifadelerde, sözün kendisini anlamadıkları gibi bir vurgunun yapılmadığını belirterek ÅŸöyle der:
Sözün özü, Zahir ile kastedilen Arap dilini anlamaktır. Batın ise, Allah Teala’nın kelamından ve hitabından muradının ne olduÄŸudur.
​
Dilin genel bilgisi (muvadaa) ile sözün sahibinin muradı (kasdı mütekellim) arasındaki iliÅŸkinin sınırları (baÄŸlam) bilindiÄŸi takdirde ancak doÄŸru anlam kendisini ifÅŸa eder; zira bu sınır doÄŸru çizilemediÄŸinde ya da sözün sahibinin kurduÄŸu yapı ve bütünlük, muhatap tarafından aslına uygun bir biçimde inÅŸa edilmek yerine tahrip edildiÄŸinde, kimsenin kuÅŸkusu olmasın ki anlam buharlaşıp yok olur.
​
Sözün sahibinin ne söylemek istediÄŸini bir kenara iterek sadece ne söylemiÅŸse onunla ilgilenmek, anlayan öznenin anlamı tayinde kendisini tek yetkili olarak ilan etmesinden baÅŸka bir mana ifade etmez; zira ortada bir söylenen (metin) ve bir de söylenmek isteneni kale almaksızın onu anlayabileceÄŸini iddia eden muhatap bulunmaktadır. Oysa metnin ardında anlamı metne yükleyen, bir ÅŸey söylemek isteyen özne vardır ve bu nedenle anlam, sözün sahibinin muradı dikkate alınmaksızın tayin edilemez, sadece çoÄŸaltılır; bu takdirde ‘anlatılmak istenen’ (murad) kaybolur ve ortalığı ‘anlaşılmak istenenler’ sarar.