top of page
OmerOzsoy.png

Tarihselcilik Yazıları

Prof.Dr.Ömer Özsoy'un Kur'an ve Tarihsellik Yazıları (Otto: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

Sorun

Allah Kelamı olarak Kur’an’ın iletisinin cihanÅŸümûl olduÄŸuna dair İslami inanç, Müslümanlar arasında onun tarih üstü bir metin olarak okunması yönünde bir teamüle yol açmıştır. ÇoÄŸu kez ne anlama geldiÄŸi çok iyi bilinmeden savunulan ve neredeyse İslam’ın özgün bir dogması olmaya yüz tutan Kur’an’ın tarih üstü bir metin olduÄŸu tezi, zaman içerisinde, Kur’an’a inanmanın yegâne formu olarak algılanır hâle gelmiÅŸ; öyle ki, bu tasavvurun dışında kalan her Kur’an anlayışı, onun baÄŸlayıcılığının reddi ile eÅŸdeÄŸer görülür olmuÅŸtur.

​

Bu yazının temel konusu, ÅŸu sorudur: Kur’an, doÄŸrudan doÄŸruya ve yalnızca nüzûl döneminde karşısında duran muhataplarını göz önünde bulunduran tarihsel bir hitap mıdır; yoksa, müstakbel okurları da hesaba katarak inÅŸa edilmiÅŸ tarih üstü bir metin midir? 

​

Egemen Dogmanın Değerlendirilmesi

Kur’an’ın tarih üstü bir metin olduÄŸu ÅŸeklindeki egemen dogmanın, İslam açısından hiç de özgün bir dogma olmadığını; tam aksine, tarih içerisinde Müslümanların tarih tasavvurlarında ortaya çıkan sapmaların dolaylı bir sonucu olduÄŸunu daha baÅŸlangıçta belirtmekte yarar var.

 

Kur’an’ın, tarihsel anlatımlarıyla (kıssalar), muhataplarının içinde bulundukları duruma iliÅŸkin dersler vermeyi hedeflediÄŸi bilinmektedir. Bunu yaparken, o, muhataplarına bir tarih bilinci vermek istemektedir. Kur’an’a göre, herhangi bir olayın meydana geliÅŸ biçimi, nedenleri ve muhtemel sonuçlan, üzerinde düÅŸünülebilecek bir alandır; yani tarihin iÅŸleyiÅŸi, olayların art arda geliÅŸi, rastlantısal veya önceden belirlenmiÅŸ olmayıp, belli bir mantık dahilinde anlaşılabilecek sebep-sonuç iliÅŸkilerinden ibarettir.  Bu durum, bütün insan eylemler için geçerlidir.

 

İslam kültürü açısından, bu noktaya kadar bir sorun yoktur. Sorun, Hz. Peygamber’in sireti ve Kur’an tarihi çerçevesinde oluÅŸturulmuÅŸ bulunan yaygın tasavvurlarda baÅŸ göstermektedir; bu iki alan da kutsal tarihe dönüÅŸtürülmüÅŸtür.

​

İlahı bilgi ile ilgili Kur’an pasajlarının yanlış anlaşılmasından kaynaklanan, Kur’an metninin ezelden beri yazılı (mektûb) bulunduÄŸu ÅŸeklindeki telakki ile Kur’an'ın nüzûlüne iliÅŸkin tarihi malumat arasındaki çeliÅŸkiyi giderme konusunda ise, beytu’l-'izze formülü yardıma yetiÅŸmektedir. Buna göre, Kur’an ezelî hâliyle Kadir Gecesinde beytu’l-izze olarak isimlendirilen semavi bir makama indirilmiÅŸ ve daha sonra peyderpey (tedricen, muneccemen) yeryüzüne gönderilmiÅŸtir. Bu tasavvura göre, metni Allah tarafından ezelde belirlemiÅŸ bulunan Kur’an ile nüzûl döneminin verili durumu arasındaki uyum, nasılsa herhangi bir sorun teÅŸkil etmemektedir.

​

Öte yandan fıkıh ise, Kur’an’a uygulama kaynağı olarak baÅŸvurduÄŸu için, onun hükümlerinin nasıl uygulanması gerektiÄŸim keÅŸfetmek amacıyla, onun ilk uygulamasının örnekliÄŸine baÅŸ vurmak, yani eldeki mevcut metinsel yapıyı aşıp, Kur’an’ı tarihsel bakış açısıyla ele almak durumunda kalmıştır. Bu nedenle, usûl-i fıkh açısından Kur’an metnine tarihsel boyut katan öÄŸeler olarak nasih-mensuh, Mekki-Medeni ve esbâb-ı nüzûl özel bir önem kazanmıştır. KuÅŸkusuz, ihtiyaçların belirlediÄŸi bu farklı yaklaşım biçimleri arasındaki ikilem sık sık sorun yaratmıştır. Tefsirlerimiz, bir Kur’an pasajının anlamını tespit etmek için, ilgili pasajın metinsel baÄŸlamının ölçüt alınması durumunda ve tarihsel baÄŸlamının ölçüt alınması durumunda ortaya çıkan anlam farklılıklarının örnekleriyle doludur. Kur’an’ı bir metin olarak okuyup okumamanın önemi iÅŸte burada ortaya çıkmaktadır.

​

Metin-Söz Ayırımında Kur’an

Nüzûl döneminden sonra yaÅŸayan ve tamamlanmış bir Kur’an metniyle yüzyüze bulunan insanların, Kur’an’ı bir metin olarak algılamaları doÄŸal bir yanılsamadır. Nitekim günümüzde yalnızca Müslümanlar deÄŸil, Müslümanların dışında da önemli bir çevre, Kur’an’ı bir metin olarak ele almakta ve onu deÄŸerlendirirken metin tenkidi yöntemlerini kullanmaktadır. Ancak, bu tutumu meÅŸru ve haklı kılacak tek koÅŸul, Kur’an’ın daha baÅŸlangıçta bu ÅŸekliyle tasarlanmış olduÄŸunun gösterilmesidir. Aksi takdirde, Kur’an surelerini teÅŸkil eden muhtelif pasajların farklı zamanlara ait olduÄŸunu bilip dururken, her bir sureyi bütünlüklü bir metin olarak kurgulanmışçasına irdelemenin, -kendi içinde tutarsız bir iÅŸ olması bir yana- Kur’an’ı, çeliÅŸkili ve bütünlüksüz bir metin olduÄŸu ÅŸeklindeki eleÅŸtirilere maruz bırakacağı daha baÅŸtan bellidir. Kur’an’ı metinsel bir bütünlük olarak incelemeye giriÅŸmenin, Kur’an’ın bugün iki kapak arasında yer alıyor olması dışında bir gerekçesi yoktur.

​

Biz Kur’an’a inansak da inanmasak da teslim etmemiz gereken tarihsel bir gerçek vardır: İki kapak arasına konduÄŸunda birbiriyle çeliÅŸik gibi görünen Kur’an pasajları, nüzûl dönemindeki İslam karşıtlarınca bir zaaf olarak deÄŸerlendirilmemiÅŸ, herhangi bir eleÅŸtiriye konu edilmemiÅŸtir. Kur’an’ın mantıksal bir çeliÅŸki içermediÄŸinin en açık ve en nesnel delili budur.

​

Kur’an’ı önceden kurgulanmış, kendi içinde bir bütün olarak okumamızı imkânsız kılan en önemli gerçek, bizzat Kur’an’ın metinleÅŸme tarihidir. Kur’an, herkesin bildiÄŸi gibi, bir çırpıda telif edilmiÅŸ bir metin deÄŸildir. O yirmi küsur yıl zarfında deÄŸiÅŸik olay ve geliÅŸmeler üzerine, bu geliÅŸmelere baÄŸlı olarak vahyedilen birbirinden bağımsız pasajlar toplamından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.

​

Hitabın Tarihselliğinin Anlamı

…Muhataplar, kadınların özel hâllerini sordular, Allah cevap verdi; hilali sordular, Allah cevap verdi; haram aylarda savaÅŸmaya cevap verdi. Åžimdi, bütün bu soruların, insanoÄŸlunun Allah’a yöneltebileceÄŸi muhtemel bütün sorulan tükettiÄŸi veya bu sorulara verilen cevapların, evrensel anlamda bütün insanlığı tatmin edecek cevaplar olduÄŸu öne sürülebilir mi? Bugün hilalin nasıl oluÅŸtuÄŸunu Kur’an’dan öÄŸrenme ihtiyacı duyacak veya Kur’an’ın verdiÄŸi cevabın bilgisel içeriÄŸiyle yetinecek kaç insan çıkar? Aynı ÅŸekilde, haram aylarla ilgili soruya verilen cevabın, soruyu soranların niyetlerini göz önünde bulunduran, siyasi, dolayısıyla o tarihsel duruma özgü konjonktürel bir cevap olduÄŸu açıktır. O hâlde, bir ÅŸeyin Kur’an’da geçmesinden çok, ona ne amaçla yer verildiÄŸi önem arz etmektedir. Daha da önemlisi, vahiy sürerken haram aylarda savaşılması bir sorun olmasaydı, acaba bugün Kur’an metninde ilgili pasajlar yer alacak mıydı? 

​

Tarihle bu sıkı bağı nedeniyle, Kur’an, nüzûl dönemi tarihini araÅŸtıranlar için en önemli kaynak konumundadır. Nüzûl döneminde Kur’an’ın Hz. Peygamber’in önderliÄŸindeki İslami harekete refakat eden pasajlarında, Hz. Peygamber’in ve Müslümanların yanlış karar ve uygulamalarını eleÅŸtirildiÄŸine ve düzeltildiÄŸine; bazı karar ve uygulamalarının zemin olarak alındığına tanık olurken; onların doÄŸru karar ve uygulamalarının onaylandığının örneklerine rastlamamaktayız. Bunun anlamı, Hz. Peygamber’in bütün peygamberlik hayatı süresince verdiÄŸi kararların, uygulamalarını ve izlediÄŸi siyasetin, Kur’an tarafından reddedilmedikçe veya eleÅŸtirilmedikçe, Allah tarafından onaylanmış olmasıdır. Bu itibarla, vahyin gözetimi altında bir mücadele yönettiÄŸi için, Hz. Peygamber’in rehberliÄŸi, Kur’an’la aynı derecede yol gösterici ve örnektir. Dolayısıyla, Sünnetin tarihselliÄŸini kabul etmekle birlikte, Kur’an’ın tarih üstülüÄŸü dogmasından ödün vermeyenlerin, bu görüÅŸlerini Kur’an ile Sünnetin menÅŸe farkı ile temellendirmelerinin hiçbir anlamı yoktur. Onların göstermeleri gereken, Kur’an’da yer alan olay ve durumlarla, Kur’an’da yer almayan (Sünnette yer alan) olay ve durumlar arasındaki mahiyet farkıdır.

​

Evrensel olan ed-din, Musa’ya, İsa’ya ve Muhammed’e birbirinden farklı dil, biçim ve içeriklerde sunulmuÅŸtur; Kur’an ise, ed-dinin insanlık düzlemine indirilmesine imkân veren son biçimdir. 

​

Özgün Anlamın DüÅŸmanları

Kur’an’ın Nesnelci Tarihsel Yorumunun önündeki Zorluklar Kur’an’ın tarihsel bir hitap olarak kabul edilmesi, Müslümanlar açısından onun bugün için yorumlanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu ihtiyaç, tarih boyunca belli bir akışkanlık içerisinde karşılanagelmiÅŸtir. Müslümanlar, verili durumla Kur’an’ın hitabı arasındaki örtüÅŸmezliÄŸi, ancak moderniteyle birlikte ÅŸimdiki kadar net teÅŸhis edebilmiÅŸlerdir. BaÅŸka bir deyiÅŸle, modern durum, bu örtüÅŸmezliÄŸi belki kısmen kendisi üretmiÅŸ, ama daha çok, fark edilmesine imkân tanımış; ancak, bu imkânı sunarken, ne zaman çözümleneceÄŸi konusunda iyimser bir tahminde bulunmak için yeterli sebebe sahip olmadığımız bir sorunlar yumağını da —bütün insanlara olduÄŸu gibi, Müslümanlara da- hediye etmiÅŸtir.

​

Modernizmin belirleyici özelliÄŸi, çokça söylenegeldiÄŸi üzere, modern durumun modern öncesi bütün diÄŸer durumlardan sadece farklı deÄŸil, ama aynı zamanda üstün ve iyi olduÄŸu varsayımıdır. Bu temel kabul, bir ideoloji olarak modemizmin baÅŸlı başına alâmet-i farikasıdır, denilebilir. Modernitenin batağı ise, farklı biçim ve düzeylerde de olsa, benzerleri insanlık tarihinin her döneminde görülegelen sapmalarının kimi alanlarda telafisi mümkün olmayan olumsuzluklar içermesinde deÄŸil, bunların ‘geliÅŸme’ olduÄŸu vehmini besleyen psikolojik atmosferinde ve bu atmosferin ürettiÄŸi ‘modern akıl’dadır. 

​

Müslümanlar, kendilerini, bir yandan verili durumun sorunlarını teÅŸhis etmek, diÄŸer yandan da bu sorunların çözümünü Kur’an’da aramakla, daha doÄŸru bir ifadeyle, Kur’an’a uygun çözümler üretmekle yükümlü hissetmektedirler. Verili durumun sorunlarının teÅŸhisi konusunda Müslümanlar arasında bir ittifak olduÄŸundan kısmen söz edebiliriz. Ancak, Kur’an’ın içine nazil olduÄŸu verili durumunun sorunları, çaÄŸdaÅŸ Müslümanı kuÅŸatan verili durumun sorunlarından farklıdır. O hâlde, Kur’an’dan, çaÄŸdaÅŸ verili durumun sorunlarına yönelik çözümleri nasıl çıkarabiliriz? Ayrışma noktası iÅŸte bu temel soruya verilen cevaplarda belirmektedir.

​

Tarihsel yaklaşım, Kur’an’ı Hz. Muhammed’in çağına ve çaÄŸdaÅŸlarına yönelik bir hitap olarak gördüÄŸü için, Kur’an’ı oluÅŸturan pasajların özgün anlamlarını, ait oldukları tarihsel baÄŸlamda aramaktadır. Bu yaklaşımın doÄŸal sonucu, tespit edilen lafzi delaletin de tarihsel addedilmesidir. Bu durum, Kur’an’ın iletisinin Kur’an sonrası dönemlere taşınması için yorumun gereÄŸini ortaya koymaktadır.

​

Bir örnek üzerinde, söylemek istediklerimizi somutlaÅŸtırmak gerekirse, tarihsel yaklaşım, Kur’an’ın hırsızlık suçu için öngördüÄŸü el kesme cezasının, nüzûl dönemi için önerilmiÅŸ bir ceza biçimi olduÄŸu saptamasında bulunmayı gerektirir, ancak, bu tespit, ille de bu cezanın bugün geçerli olmayacağı anlamına gelmez. Zira, aynı ceza, nüzûl tarihindeki vazediliÅŸ gayesini bugün de gerçekleÅŸtirebilir. Sırf Kur’an’da yer aldığı için bu ceza biçiminde ısrar etmek ile yine aynı sorgulamayı yapmaksızın, sırf bugün çaÄŸdışı bir uygulama olarak algılanıyor diye, bu ceza biçiminin deÄŸiÅŸmesi konusunda ısrar etmek arasında tarihsel perspektiften yoksunluk bakımından hiçbir fark yoktur. Zira her iki tulum da açıkça olgusal ve tarihsel olanı tarih üstü kılmayı sonuç vermektedir: İlki, Kur’an’ın tarihselliÄŸini, İkincisi ise, çaÄŸdaÅŸ tarihselliÄŸi...

​

Özet ve Sonuç

Tanık olduÄŸum bir Risale-i Nur dersinde, Körfez savaÅŸma karşı tutumumuzun ne olması gerektiÄŸine dair cevap bulmak üzere, Birinci Dünya Savaşı esnasında -güncel durumla paralel olduÄŸu varsayılan bir durum üzerine-yazılmış bir bölüm okunuyordu. Dersin bitiminin ardından girilen mütalaada, dinleyicilerden birisi, önerilen tutumun bugünkü duruma pek uygun olmadığı gerekçesiyle, okunan bölümün, yazıldığı dönemin ÅŸartları muvacehesinde deÄŸerlendirilmesi gerektiÄŸini öne sürdü. DiÄŸer bir grup ise, Risaleler’de yazılı olanın, her benzer durum için aynen geçerli olması gerektiÄŸi görüÅŸündeydi. Onları böyle düÅŸünmeye iten, Üstad’ın, ilgili bölümü, bugünkü geliÅŸmeleri de hesaba katarak, hatta öngörerek telif ettiÄŸine inanmalarıydı. Risalelerin tarihselliÄŸini ön plana çıkaran ÅŸakirt de en az diÄŸerleri kadar Risale-i Nur’un rehberliÄŸine talipti; ancak, onun soruyu ortaya koyuÅŸ biçimi ÅŸöyleydi: “Acaba Üstad bugün yaÅŸasaydı. Körfez savaşına karşı tutumu ne olurdu? KuÅŸkusuz o, soruyu böyle sorarken, Üstadın siyasal tavrını, bu soruya yaklaşık doÄŸru bir cevap verecek kadar tanıdığından, en azından muhtemel bir tartışmada tezini savunabilecek kadar nesnel ölçütlere sahip olduÄŸundan emin olarak hareket ediyordu.

​

Toplumsal ve ideolojik aidiyetim, bana böyle bir gözlem ÅŸansı vermiÅŸti; ama Türkiye’de yaÅŸayan bir insan olarak biliyorum ki, temelde aynı yaklaşım farklılığını, Kemalistlerin Mustafa Kemal’in söylem, metin ve uygulamalarının yorumuna iliÅŸkin tartışmalarında veya Marksistlerin Marx’ın metin, söylem ve uygulamalarının yorumuna iliÅŸkin tartışmalarında da gözlemlemek ve benzer örnekler serd etmek mümkündür. Bu ayrışmanın, ilgili otoritenin rehberliÄŸine inanıp inanmama zemininde seyretmediÄŸi açıktır. Her iki tutumun temsilcileri de otoritesini tanıdıkları metinlerin bugünün meselelerine bakışımızda bize ışık tutacağından ÅŸüphe etmemektedirler. Åžu farkla ki, ‘tarih üstücü okuma’dan yana olanlar, bu metinlerin belli bir tarihsel gerçeklik içerisinde ortaya çıktıklarını görmemekte, görememekte veya görmek istememektedirler. O hâlde, aradaki ihtilaf, söz konusu metinlerin baÄŸlayıcılığı ve deÄŸeri üzerinde bir ihtilaf deÄŸil, ‘tarih’ anlayışlarının farklılığından kaynaklanan bir yaklaşım farklılığı niteliÄŸindedir. Zira, ‘tarihsel okuma’yı tercih edenler, herhangi bir tarihsel olayın ‘biricik’ olduÄŸundan, dolayısıyla, bir kez daha aynıyla tekerrür etmeyeceÄŸinden hareketle, her yeni durumu kendi ÅŸartları içerisinde deÄŸerlendirmek gereÄŸini duyarlarken, diÄŸer taraf böyle hır hassasiyet göstermemektedir. O hâlde, sorun, tarih bilinci sorunudur ve tartışma tamamen tarih üzerine bir tartışmadır.

​

Kur’an’ın tarihselliÄŸi tartışmalarında egemen olan iki uç yaklaşımın da beÅŸeri metinlere iliÅŸkin yukarıda özetlediÄŸimiz yaklaşımlardan temelde hiçbir farkı yoktur ve sorun aynı sorundur. Aradaki en önemli fark, Kur’an’ın ilahi kaynaklı oluÅŸudur; ancak, üzerinde konuÅŸulan nesne tarihsel olduÄŸu sürece, kaynağın ilahiliÄŸi veya beÅŸeriliÄŸi, sadece metinde yer alan deÄŸerlendirme ve yargıların isabet ÅŸansları arasında bir fark yaratır. Buna baÄŸlı olarak da ilkinin mutlak doÄŸruluÄŸunu teslim ederken, İkincisine karşı eleÅŸtirel yaklaÅŸabilirsiniz. Ama, bu fark, İlahı kaynaklı metinleri kendi tarihsellikleri içerisinde anlama gereÄŸini ortadan kaldırmaz.

 

Risalelerde veya Mustafa Kemal’in Söylev’inde yer alan herhangi bir yargı, -bu yargı paylaşılsa da paylaşılmasa da- ne kadar ilgili olduÄŸu baÄŸlam için geçerli kabul edilmek durumundaysa; Kur’an’da yer alan herhangi bir yargının da ilgili tarihsel baÄŸlam göz önünde bulundurularak koyulduÄŸu teslim edilmelidir. Aksi takdirde gerek Kur’an’ı gerekse diÄŸer metinleri doÄŸru anlama ÅŸansına sahip olmamız düÅŸünülemez. Nitekim, örneÄŸin Mustafa Kemal’in dine (İslam’a) karşı gerçek tutumunun ne olduÄŸu ve Üstad’ın siyasete karsı gerçek tutumunun ne olduÄŸu konusunda, ilgili kesimler nezdinde çok uç görüÅŸlerin tedavülde olduÄŸunu biliyoruz. Tıpkı, Kur’an’ın, örneÄŸin Ehl-i Kitap’a karşı tutumunun ne olduÄŸu konusunda söylenmedik bir ÅŸey kalmadığını bildiÄŸimiz gibi...

 

Bunlar, sahici çıkmazlar ve ikilemler deÄŸil, kısmen samimiyetsizliÄŸin, kısmen de ilkesiz faydacılığın güdülediÄŸi yöntemsizliÄŸin önümüze koyduÄŸu sahte sorunlardır. SaÄŸduyu, Mustafa Kemal’i İslam karşıtı gösteren yorumun da onu İslam yanlısı gösteren yorumun da aynı anda ve aynı derecede haklı ve isabetli olduÄŸunu kabul etmemektedir. Bunlardan ya birisi doÄŸru, diÄŸeri yanlıştır ya da Mustafa Kemal’in dine karşı tutumu zaman içerisinde farklılık arz etmiÅŸtir. Bunu tespit edebilmenin tek yolu ise, onun dine karşı tutumuna ışık tutacak olan metin, söylev ve uygulamalarını, kendi tarihsellikleri içerisinde okumaktır.

​

OmerOzsoy.png

Prof.Dr.Ömer Özsoy'un Bir Kur'an İfadesinin KavramsallaÅŸması (Fecr: 1994) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Kur’an Üzerine Bazı DeÄŸerlendirmeler

Kur'an'ın evrenselliÄŸini gerçekleÅŸtirebilmek, baÅŸka bir ifade ile, Kur'an'ı baÅŸka çaÄŸlarda ve coÄŸrafyalarda da tarihe mal edebilmek için, onu kuÅŸatan tarih ve coÄŸrafya ile iliÅŸkisinden yola çıkmak durumundayız. Bunu söylemekle, Kur'an metninin tarihsel bir vesika anlamında bir ölü belge olduÄŸu, buna karşın, sadece prensiplerinin yaÅŸadığı ÅŸeklindeki bir görüÅŸe katılmadığımızı da belirtmek isteriz. Zira böyle bir düÅŸünce; her dönemde ve her toplum için Kur'an'ın evrensel prensiplerini içerecek ÅŸekilde hazırlanacak bir metnin, Kur'an'la aynı iÅŸlevi yerine getirebileceÄŸi, hatta bunu yaparken herhangi bir karışıklığa da mahal vermeyeceÄŸi fikrini çaÄŸrıştırmaktadır. Oysa bizim söylemek istediÄŸimiz, her neslin ve her toplumun evrensel ilkeleri bizzat Kur'an metninden alması, ancak bu iÅŸin saÄŸlıklı yapılabilmesi için, Kur'an’ın, belli bir toplumun tarihin belli bir dilimindeki sorunlarıyla ilgilendiÄŸinin unutulmaması gerektiÄŸidir.

​

Kur'an metnindeki tarihselliÄŸin ardında yer alan evrensel boyutun yakalanması, sadece metne ve Kur'an'ın 'ilk hitap çevresiyle ilgili bilgilere mütevakkıf bir iÅŸlem olmayıp, bizzat olgu üzerinde düÅŸünmeyi de gerektirmektedir. Çünkü metni bu yönüyle tahlil etmeden önce, evrensel ve deÄŸiÅŸkenlik niteliklerinin tanımlanması zarureti vardır. Bu konuda temel ölçüt ise kanaatimizce, Kur'an'da fıtrat kelimesiyle ifade edilen, insanın zamana ve mekâna göre deÄŸiÅŸmeyen yönü olmalıdır. Bu ölçütün yakalanabilmesi de ÅŸüphesiz gerek insanın gerekse onu kuÅŸatan çevrenin maruz kaldığı deÄŸiÅŸimin sorgulanmasını gerektirmektedir. Aksi takdirde, esasen insanın öz kimliÄŸinden uzaklaÅŸmasını doÄŸuracak yozlaÅŸma niteliÄŸindeki deÄŸiÅŸmelerin ‘ilerleme’ vehmedilmesi veya insanın fıtrî ihtiyaçlarına cevap veren unsurların tarihsellikle yaftalanması tehlikesinden kendimizi kurtaramayız.

​

Örnek vermek gerekirse, çaÄŸdaÅŸ dünyada kadının durumuna iliÅŸkin, İslam adına geliÅŸtirilen bakış açılarında bu sorgulama iÅŸleminin her zaman yeterince yapılmadığı kanısındayız. Kur'an mesajını ortaya koyarken, «OrtadoÄŸu'nun ‘ataerkil’ geleneÄŸinden olan bir topluluÄŸa... Kadının esas itibariyle erkekten aÅŸağı görülmesini kutsal bir inanç gibi benimseyen bir halka» hitap etmekteydi. Dolayısıyla Kur’an'ın ifadeleri bu tarihsel ve kültürel yapıyı hesaba katmıştır. Bu doÄŸrudur... Ancak bunu, cahiliye Arabının kadına bakışı gibi, çaÄŸdaÅŸ dünyanın bakışının da sorgulanması izlemedikçe doÄŸruluÄŸunun bir anlamı yoktur. Unutulmamalı ki, bizler de tarihin belli bir diliminde yaÅŸamaktayız ve çağımızın çocuklarıyız. Kadınla ilgili cahilî kültürün bütün unsurlarının sapma, çaÄŸdaÅŸ dünyanın dayattığı kültür ve yaÅŸam tarzının ise mutlak doÄŸru olduÄŸunu söylememizi haklı kılacak bir argümana sahip olmadığımız sürece, kendi kültürümüze de ÅŸüpheyle bakmak zorundayız.

​

Çok kadınla evlenme ve kadının mirastan payı gibi konularla ilgili Kur'an hükümlerini irdelerken, hüküm üzerinde etkili olan ortamı tahlil edip, Kur’an'da yer almadığı halde kadının çocuÄŸunu emzirmekle mükellef olmadığı ÅŸeklindeki bir kuralı, yerel boyutu üzerinde hiç durmaksızın ve sadece kadının lehine bir hüküm niteliÄŸi taşıdığı için kabul etmenin gerisinde çok ciddi bir yöntemsizlik; deÄŸilse samimiyetsizlik yatmaktadır.

​

Benzer ÅŸekilde, kadına mirastan erkek kardeÅŸinin yarısı nispetinde pay biçen Kur'an hükmünü, ortaçaÄŸ sosyal yapısını göz önünde bulundurduÄŸu gerekçesiyle tarihsel bir hüküm sayıp, çaÄŸdaÅŸ dünyanın, önerdiÄŸi sosyal yapıyı baz alan bire bir taksimi evrenselleÅŸtirmek aceleye getirilmiÅŸ bir çözüm gibi görünmektedir. Gerçi benzer çaÄŸdaÅŸ yaklaşımların her zaman, getirdikleri / önerdikleri çözümlerin evrensel çözümler olduÄŸunu öne sürdükleri söylenemez; ancak sorunun ele alınış ve ortaya konuluÅŸ biçiminin son derece saÄŸlıklı olduÄŸu da iddia edilemez. Kanaatimizce, mirastan kadının ve erkeÄŸin ne kadar pay alacağı konusundan daha önemlisi, Kur'an'ın hedeflediÄŸi saÄŸlıklı toplumda kadının ve erkeÄŸin üstlenecekleri rollerin ne olacağıdır. Kur'an'ın asıl ilgilendiÄŸi de bu olsa gerektir.

​

bottom of page