Arayan İnsan
İslam'a Giriş
Zahidane Hayatı Tercih Sebepleri

​
Prof. Dr. Dilaver Gürer'in DüÅŸünce ve Kültürde Tasavvuf (Ensar:2007)
adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Zahidin Fıtratı
Her insanın fıtratı, yapısı aynı deÄŸildir. "Herkes karakterine göre davranır" (İsra, 17/84) ayetinde de bu noktaya dikkat çekilmiÅŸtir. Herkes farklı karaktere sahiptir. Kimisi içine kapanıktır, kimisi içine sığmaz. Zahidlik her ÅŸeyden önce karakterle, her insanın kendi fıtratı ie çok yakından ilgilidir.
​
Kur'an-ı Kerîm'de Zühde Verilen Önem, Hz. Peygamber Ve Sahabenin Zahidane YaÅŸayışı
Zahidlerin aşırı derecedeki uygulamaları tartışılabilir olsa da, aslında hem Kur'an-ı Kerîm'de hem de Hz. Peygamber'in hayatında zühde yani dünya hayatını ahirete matuf bir ÅŸekilde yaÅŸamaya çok büyük bir önem verildiÄŸi açıktır. Kur'anı Kerîm'de dünya hayatının geçiciliÄŸine, aldatıcılığına, önemsizliÄŸine, buna karşılık asıl hayatın ahiret hayatı ol-duÄŸuna dikkat çeken, vurgu yapan ayetlerin sayısı azımsanmayacak kadar çok ve herhangi bir tereddüde yol açmayacak kadar açık ve nettir. Üstelik, Hz. Peygamber'in hayatında da zühdün çok önemli bir yeri olduÄŸunu görüyoruz. Onun, dünya hayatını mümkün olduÄŸunca ibadetle geçirmeye çalıştığı, dünyalık ÅŸeylere deÄŸer vermediÄŸi yönünde hadîs kitaplarının ilgili bölümlerinde çok fazla örnek yer almaktadır.
​
Çok Kuvvetli Bir Allah Sevgisi veya Korkusu
Buna "ilahî aÅŸk" da diyebiliriz. Aşırı derecedeki sevgi veya korku insanın bütün faaliyetini sevdiÄŸi veya korktuÄŸu ÅŸey üzerinde yoÄŸunlaÅŸtırmasına yol açar. Zahidlerde de Allahü Teala'ya karşı bu türden, hiçbir karşılık beklemeksizin bir baÄŸlılığın ve yoÄŸunlaÅŸmanın olduÄŸunu görüyoruz. Bütün zamanlarım mahbûb-ı hakîkî olan Cenab-ı Hak ile beraber geçirmek onlar için hayattaki yegane maksattır. Rabiatü'l Adeviyye'nin ÅŸu sözü bunun çarpıcı bir örneÄŸidir:
"Åžu elimdeki ateÅŸi cennete atacağım, yansın, kül olsun; ÅŸu elimdeki suyu da cehenneme dökeceÄŸim, ta ki, o da sönsün; böylece insanlar ibadetlerinde ne cennet ümit etsinler, ne de cehennemden korksunlar; Allahü Teala'ya sırf O'nun kendisini umarak ibadet etsinler!"
​
Bu baÅŸlıkla baÄŸlantılı olarak günahtan korkmanın da zahidane hayata tercihte etkili olduÄŸunu belirtmeliyiz.
​
Müslüman Toplumda Meydana Gelen Dînî, Fikrî, Kültürel, Siyasî, Ekonomik GeliÅŸmeler
Hz. Peygamber'den sonra gerçekleÅŸen fetihlerle birlikte, daha dört halîfe döneminde iken Müslümanlar doÄŸuda Orta Asya'ya batıda Endülüs'e kadar ulaÅŸmışlardı. Bu hızlı coÄŸrafi geliÅŸme ekonomik, kültürel, fikrî, siyasî, sosyal vs. bir yığın deÄŸiÅŸimi de beraberinde getirmiÅŸtir. Bu deÄŸiÅŸimle birlikte Müslümanlar İslam Tarihinin en acı olaylarına da bu dönemde ÅŸahit olmuÅŸlardır. Sahabe arasında çok kanlı savaÅŸlar vukû bulmuÅŸ, iktidar kavgaları yaÅŸanmıştır. Özellikle Emeviler'in iktidarında, Hz. Peygamber zamaninda görülmemiÅŸ bir "saltanat ve ÅŸaÅŸaa" hakim olmuÅŸtur. Bütün bunlar bir zahidin gözünde "Hz. Peygamber zamanmda yaÅŸanan hayattan tam bir sapma" ÅŸeklinde algılanmıştır. Zahidler bu durumda yapılacak en güzel davranış biçiminin, toplumun kargaÅŸasından ve fitnesinden uzak kalmanın en doÄŸru yolunun zühde sarılmak olduÄŸunu düÅŸünmüÅŸlerdir. Ebû Zerr-i Gifari’nin ÅŸu sözleri bu duruma iÅŸaret etmektedir:
"Vallahi, Hz. Peygamber'den sonra, ben hariç, her biriniz dünyalık bir ÅŸeylere sanidiniz, saldırdınız; benim ise Allah'ın elçisi zamanındaki bir günlük yiyeceÄŸim bir kap yemek idi, Allah'a kavuÅŸuncaya kadar da öyle kalacaktır!"
​
Hıristiyanlıktaki Ruhbanlık Anlayışı
Ehl-i Kitap'tan bilhassa Hıristiyan rahipler manastırlarda ruhbanlık hayatı yaşıyorlardı. Kur'an-ı Kerîm, "Müslümanlara sevgice en yakın olanlar 'Biz Nasarayız (Hıristiyanız)' diyenlerdir. Bunun sebebi, onlar arasında rahip ve keÅŸiÅŸlerin bulunmasından ve onların kibirli olmayışındandır" (Maide, 5/82) ayetinde olduÄŸu gibi, birçok yerde Hıristiyanlan ve rahipleri över. Daha önceki maddelerde de geçtiÄŸi üzere, aslında İslam, zühdün bir biçimi olan ruhbanlık hayatını tenkit etmekle birlikte, dünyaya deÄŸer vermeme anlamındaki zühde büyük önem vermiÅŸtir. Dolayısıyla Müslüman zahidler, rûhî hayatın tanzimi ile ilgili bazı hususlarda Hıristiyan rahipler ile görüÅŸmüÅŸler, onlardan fikir alış-veriÅŸinde bulunmuÅŸlardır. Müslüman abidlerin Hıristiyan keÅŸiÅŸ ve rahipleri manastırlarında ziyaret ettikleri ve onların bazı öÄŸretilerinden istifade ettikleri kaynaklarda nakledilmektedir. Bunlardan birisi "Marifeti, Sem'an isimli bir rahipten öÄŸrendim" diyen İbrahîm b. Edhem'dir.
​
Zahirci, Åžekilci Bir Fıkıh ve Manadan, Özden Yoksun Bir Kelam Anlayışına Tepki
Müslüman müttakîler, fukaha ve kelamcıların ÅŸekilci, öze inemeyen, sadece kalıpta kalan, insanın psikolojik yönüyle ilgilenmeyen din anlayışlarında dînî eÄŸilimlerini tatmin edecek bir ÅŸey bulamayınca, bunu telafi etmek için zühde yönelmiÅŸlerdir. Fukahanın ÅŸerîatten çıkardıkları öyle hükümler olmuÅŸtu ki, o hükümlerde takvanın izine rastlamak mümkün deÄŸildi. Kelamcıların ÅŸüpheci ve akıla yaklaşımları her ÅŸeye karşı bir ÅŸüphe doÄŸurmuÅŸ, zihnî ÅŸaÅŸkınlık ve karışıklıklara sebep olmuÅŸtu. Bu da insanları yakîne ve rûhî tatmine ulaÅŸmak için baÅŸka bir metot aramaya yitmiÅŸtir ki, bu metot zühd ve tasavvuftan baÅŸkası olmamıştır.
​
İlk zahidlerden Hasan-ı Basri’nin (v. 728) kendisinden bir konuda görüÅŸ alan ve o görüÅŸünün fukahanınkinden farklı olduÄŸunu söyleyen bir adama karşı söylediÄŸi ÅŸu sözleri, zahidlerin Fıkh'a ve genelde de zahirci, özden uzak din anlayışına karşı sahip oldukları düÅŸünceyi açıkça yansıtmaktadır:
"Sen hiç gerçek bir fakîh gördün mü? Gerçek bir fakîh kimdir, sen bilir misin? Gerçek fakîh takva sahibidir. O kimseden himmet beklemez!"