Rusya'nın Kırım'ı İlhakı ve Gelişmeler
1783
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu Lehine Müdahalesi
O tarihe kadar kendi savaşıyla yeterince meşgul olan Fransa, Şark Meselesi'ne pek eğilememişti. Babıali'nin sıkıntısından ve talebinden haberdar edilir edilmez, "Şark krizi" Versailles'te yapılan bir kabine toplantısında ilk kez derinden incelendi. Babıali'nin birkaç yıl boyunca kendi kendini savunabilecek durumda olduğunu ve yabancı yardıma ihtiyaç duymayacağım umut ediyorlardı; ama yine de kaysere yanıldığını göstermek için, silahlı kuvvetlerini hemen 180 bin kişiye çıkartmayı ve Brest Limanı'nda bekleyen donanmanın bir kısmını Tulon Limanı'na çekmeyi uygun gördüler.
Daha sonra her iki imparatorluk sarayından mümkün olduğunca ölçülü bir nota aracılığıyla Babıali'ye karşı iddia ettikleri şikâyetlerin ne olduğunu ve bunları Fransa'nın arabuluculuğuyla çözmeye meyilli olup olmadıklarını sormaya karar verdiler. Babıali'ye de bu önemli adımı bildirmeyi ihmal etmediler. Ancak bu arada iki güçlü komşu ile savaşa girme zorunluluğundan kaçınmalarını sağlayacak tek şey olan bilgece bir uysallık göstermesini tavsiye ettiler.
Kayser, çok fazla açıklamalarda bulunmadan, sordukları soruya en iyi cevabın çariçenin Babali'ye sözlü olarak ilettiği talepler olduğunu bildirdi. Temel olarak yalnızca son barış antlaşmasıyla ilgili bazı henüz tam olarak halledilmemiş hususlar hakkında daha ayrıntılı bazı açıklamalarla alakalıydılar ve Babıali de bu hususları izahtan muhtemelen imtina etmeyecekti.
Çariçe ise Versailles kabinesinin sorularına cevap vermeyi bile uygun görmedi. Mart ayı başlarında kayserin arabuluculuğuyla Fransa'nın meseleyi gerektiğinde son raddeye kadar götürmeye kararlı olduğunu öğrendiğinde ise çok şaşırdı.
İki imparatorluk sarayının hükmetme niyetlerinin, İngiltere'nin ve bilhassa Fransa'nın menfaatlerini olumsuz etkileyeceği için, barışın hızlandırılmasını talep ettiği bildirildi. Kaysere iki imparatorluk sarayına atfedilen bu gibi planların gerçekte var olmadığının umut edildiği fakat böyle planların var olması halinde kralın bunların gerçekleştirilmesine asla izin vermeyeceği ve Fransa'nın, hangi durumda olursa olsun, bunu engellemek için son kuruşuna kadar elindeki bütün imkânlarım kullanacağı açıklanmıştı.
Kayser, durumu çariçeye bildirirken buna ayrıca artık kesin bir karar alma ve bilhassa yapılacak fetihlerin paylaşımı hakkında nihai bir mutabakata varma zamanının geldiğini ekledi. Çariçe bunun üzerine öyle bir heyecana kapılmıştı ki, 10 gün boyunca istirahat etmek zorunda kaldı.
Fransa'nın kararlı tutumu, [Avusturya’nın] çariçenin olağanüstü planlarına duyduğu heyecanı oldukça azaltmıştı. Kendisi için artık bunlar kibirli hayallerden başka bir şey değildiler.
Çariçe, en azından Kırım'ı ve Kuban'ı ele geçirme planlarını gerçekleştirmesini elindeki bütün imkanlarla kolaylaştıracağını düşündüğünü belirtti. Kayser buna da çariçenin cesaretini çok da arttırmayacak bir cevap verdi. 24 Nisan'da çariçeye gönderilen dört sayfalık bir notada, ileri sürdüğü aşılmaz zorluklara rağmen hala kendisine yardım etmesinin mümkün olmadığı bir savaşa girmek için bir adım atmaya kararlı olduğuna şaşırdığım söylüyordu. Bir kez daha Fransa ile aralarındaki ittifakı vurgulayarak, kesin olarak emin olduğu üzere, Babıali'ye karşı Rusya'nın yardımına koştuğu takdirde Versailles sarayının Prusya kralı ile birlikte kendisine saldıracaklarına dair anlaşmaya vardığına bilhassa ağırlık verdi.
Serhat Kuzucu'nun Kırım Hanlığı ve Osmanlı-Rus Savaşları (Selenge: 2013) kitabından kısaltılarak alınmıştır.
1783 Ticari Konularda Yaşanan Sorunlar ve Ticaret Antlaşması
Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla birlikte Rusya Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti ve idaresindeki bütün denizlerde serbest dolaşım hakkı elde etmişti.
Bu antlaşmanın akabinde Rus ticaret gemileri yeni sistem içerisinde Karadeniz ve Akdeniz’e gelerek ticari faaliyetlere başladılar. Osmanlı Devleti zamanla Rus ticaret gemilerinin Karadeniz ve Akdeniz arasında yaptıkları ticarette antlaşmayı ihlal edici hareketlerde bulunduklarını belirledi. Özellikle Rus tüccarları, Osmanlı ülkesinden kesinlikle ihracı yasak olan malları satın alıp, Kefe ve diğer Kırım iskelelerine götürüyorlardı. İhracı yasak olan buğday ve arpa gibi gıda ürünlerinin Rus tüccarlar tarafından toplanması fiyat artışlarına sebep olacağı gibi, ileride ülkede yaşanacak bir kıtlıkla halk isyanlarına dahi sebebiyet verebilirdi. Osmanlı Hükümeti, Rusya’ya gerekli diplomatik uyarıları yaptığı gibi kendi karasularında ve limanlarında ticaret yapan Rus gemilerini kontrol ederek, antlaşma hükümlerini hiçe sayan tüccarların mallarına ve gemilerine el koymaya başladı.
Aynalıkavak’ta varılan mutabakatla Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yaşanan ticari ihtilaflar tam olarak ortadan kaldırılamadı.
II. Katerina Aynalıkavak Antlaşması sonrası iki devlet arasında ticari ilişkilerde ortaya çıkan sorunları da bahane ederek, seksen bir maddeden oluşan ve Rusya'ya büyük imtiyazlar sağlayacak yeni bir antlaşma metni hazırlayarak elçisi vasıtasıyla Osmanlı Devleti’ne iletti. Çaresiz bir şekilde hazırlanan metni inceleyen Osmanlı yönetimi bu metnin hepsini reddetmekten çekinerek, en azından bazı maddeler hakkında gerekli müzakerelerin yapılmasını istedi.
1782 yılında başlayan görüşmeler yaklaşık bir yıl kadar sürdü. Yapılan uzun müzakereler sonunda iki taraf anlaşarak, 1783 yılının Haziran ayında ticaret antlaşmasını imzaladılar. İlgili antlaşmanın tasdikname sureti de I.Abdülhamit tarafından imzalandıktan sonra 23 Temmuz 1783 tarihinde Rusya’ya gönderildi.
Bu antlaşma Rusya’nın istediği gibi seksen bir maddeden oluşmaktaydı. Antlaşmanın ilk kırk yedi maddesi, 1740 yılında Osmanlı Devleti tarafından Fransa’ya tanınan kapitülasyonlarla aynı içerikteydi.
II.Katerina, bu antlaşma sayesinde Osmanlı Devleti’ne karşı yeni bir diplomatik zafer kazanarak, ticari açıdan çok ciddi imtiyazlar elde etmişti. Osmanlı Devleti ise bu zamana kadar kendi kontrolünde tuttuğu Karadeniz ticaretini büyük ölçüde kaybetmiş oluyordu.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Bab-ı Alî’nin Sonuçsuz Fedakârlıkları
Divan-ı Hümayûn gerçekten de yalnızca zamanla söz konusu üç husus hakkında onayını vermekle kalmayıp, Rusya ile bir ticaret antlaşmasının akdedilmesine dair hala askıda olan uzun ve karışık müzakerelerde de büyük bir uysallık göstermişti. Babıali başka hiçbir devlete Ruslara burada tanıdığına benzer imtiyazlar tanımamıştı.
Anlaşıldığı kadarıyla Babıali'nin bu uysallığı gayet iyi hesaplanmıştı, zira bu şekilde Rusya'nın haksızlığını çok daha etkileyici bir biçimde gün ışığına çıkartmayı, savaş ve başka şiddet gösterileri için elindeki bütün gerekçeleri almayı umuyordu.
Ne yazık ki, uysallık ve kesin kararlılık arasındaki bu gelgitler için artık fazla geçti ve istenen etkiyi bırakmadı. Babıali'nin son müzakerelerde kanıtladığı zayıflık, çariçeye bir kez başladığı yolda devam etmesi için bir teşvik daha oldu. Zira artık istediği her şeyi talep edebileceğine, herkesin iradesi önünde boyun eğeceğine inanıyordu.
Rusya’nın İlhak Öncesi Destek Arayışları
Avusturya’nın Desteği
Kayser II. Josef, Nisan ayında çariçeye, Osmanlı İmparatorluğu'nu yok etme planında ısrar ettiği takdirde sonucu tahmin edilemeyen bir savaşa karışacağım ileri sürerek her türlü yardımdan imtina etmişti. Çariçe bunun üzerine 4 Mayıs'ta Kırım'ı ve yan ülkeleri buna rağmen ele geçirmeye kararlı olduğunu ve bu yönde ilk adımları bile attığını bildirince, tam aksini söylemeye başladı.
9 Haziran'da cevabında, yalnızca çariçenin kararını onaylamakla kalmayıp, Babıali'nin bu planların yerine getirilmesine direnmesi halinde, daha önce verdiği taahhütlere sadık kalarak, çariçe ile birlikte bu devleti silah zoruyla geri adım atmaya zorlayacağım vadetti.
Hiç kimse kayserdeki bu değişikliğe çariçenin bakanları kadar şaşırmadı. Hala, sahte bir oyun oynadığından ve kaysere hiçbir şekilde güvenemeyeceklerinden emindiler.
Kayser, bu arada sanki Türk savaşında ciddiymiş gibi görünmeye başladı. Bizzat Galiçya'ya gelerek, burada hazırlıklarını Türkleri tamamen yok etmek istiyormuş gibi yürüttü.
Çok geçmeden çariçe ile ilişkileri, diğer devletleri kızdıracak şekilde daha da samimi bir hal aldı. Haziran ayı sonunda iki ülke arasında mevcut antlaşmaları yenilemeyi uygun gördüklerinden yola çıkarak, aşağıdaki hususlar vurgulanıyordu:
-
Her iki saray, mevcut topraklarımı karşılıklı olarak garanti ediyorlardı ve daha fazla güvenlik içim, bir savunma antlaşması akdetmişlerdi;
-
Bu antlaşma, mevcut antlaşmaları olumsuz etkilemeyecekti ve mevcut antlaşmalar aynen devam edecekti;
-
Antlaşmanın esas amacı, Babıali'yi gerektiği şekilde kontrol altında tutmak ve bundan böyle komşularının huzuru bozma imkanını elinden almaktı
İngiltere’nin Dolaylı Desteği
İngiliz kabinesi, Ağustos ayında çariçenin onayı olmadan Şark Meselesi'ne karışmak istemediğini açıklamıştı. İngiliz kabinesi, İngiliz deniz subaylarının yeniden Rus donanmasında çalışmalarına izin vererek, el altından çariçeye destek veriyordu. Eylül ayı başlarında 36 İngiliz deniz subayı St. Petersburg'a geldi ve en kısa zamanda 100 kadar deniz subayı daha bekleniyordu.
Lakin bütün bunlardan dolayı o dönemlerde İngiltere'nin Şark siyasetinin savaş yanlısı bir siyaset olduğunu, hatta Fransa'ya karşı duyduğu nefretten dolayı, imparatorluk saraylarına Osmanlı İmparatorluğu'nu yok etme planlarında yardımcı olmaya yönelik olduğunu düşünmek yanıltıcı olacaktır. İngiltere aksine, tıpkı Fransa gibi, barışın muhafaza edilmesini istiyordu.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Rusya’nın Kırım’ın İlhakı
Kırım ve Kafkasya’da Durum
Kuban'da ve Kırım'da en itibarlı 300'ü aşkın mirza, biatlarını sunmayı reddetmiş ve komşu Türk bölgelerine kaçmıştı. En büyük direniş, Taman Adası'nda görülüyordu.
Bütün bunlara bir de Kafkaslarda hiçbir şeyin istendiği gibi gitmemesi eklendi. Buradaki durumlar ne kadar olumlu bir şekilde gösterilmeye çalışılsa da herkes, General Pavel Potemkin'in çok ağır mağlubiyetler aldığını, veba ve açlıktan dolayı ağır sıkıntı içinde bulunan birlikleriyle çok kötü bir durumda olduğunu biliyordu. Oradaki Tatarlar, Rusya'nın hakimiyetini hiçbir şekilde kabul etmek istemiyorlardı ve bağımsızlıklarını hala ellerinde silahları ile koruyorlardı.
Rus Ordusunun Durumu ve Hazırlıklar
Potemkin’in, Mart ayında ana karargah olan Kerson'a gitmesi ve burada aktif ordunun başına geçmesi kararlaştırıldı. Ordu, o dönemlerde ancak 100 bin kadar kişi silah altındaydı ki bu, çariçenin olağanüstü planlarına hiç de uygun olmayan bir silahlı kuvvetti; üstelik Rus ordusunun eksikliklerle dolu durumuna bakılırsa. Bu konudaki uzmanlar, o dönemlerde ülkenin her yerinde ancak 50 bin kadar piyade ve en fazla aynı sayıda, altındaki atla çok kötü durumdaki süvari birlikleri olduğunu iddia ediyorlardı. Dolayısıyla Babıali'ye karşı savaşmayı düşünmemelilerdi.
Bunlara bir de sefil mali durum ekleniyordu! Potemkin, Kerson'a doğru yola çıktığında bütün kasalar boşaltıldı, fakat yine de yanına vermek üzere yalnızca 1.200.000 ruble bulundu. İtalya ve İsviçre'den yeni krediler alma teşebbüsü, her zamanki gibi başarısız oldu. Son çare olarak köylülerden vergi toplama ve kâğıt paranın değerinin ölçüsüzce düşürülmesi yoluna gidildi.
Bu sayede en az 8 milyon ruble kazanmayı ve devlet gelirlerinin tamamını 40 milyon rubleye çıkartmayı umuyorlar, fakat aynı zamanda ağır bir direnişin ve ciddi huzursuzlukların çıkması tehlikesi ile karşı karşıya kalıyorlardı.
Rusların Kırım’ı Kendi Topraklarına Katmak İçin Harekete Geçmesi
Prens Potemkin, bu şartlar altında yola çıkmadan önce çariçe ile üzerinde mutabakata vardığı harekat planında öncelikle yalnızca Kırım'ın ve komşu ülkelerin ele geçirilmesine yoğunlaşmaları gayet doğaldı. Genel olarak Potemkin'in Kırım'ı ve Kuban'ı Taman Adası ile birlikte ele geçirmesine ve bunu başardıktan sonra, Babıali'ye durumu bildirmesine karar verilmişti. Beyanname, peşinen hazırlanarak, çariçe tarafından 8 Nisan'da imzalanmış ve prense yola çıkarken teslim edilmişti, ancak şimdilik mümkün olduğunca gizli tutuluyordu.
Bundan sonra atılacak adımlar, Babıali'nin bu hususu nasıl karşılayacağına bağlı idi. Olayı sakin karşıladığı takdirde, şimdilik Babıali'ye karşı başka bir şey yapılmayacak ve barış muhafaza edilmeye çalışılacaktı; aksi takdirde, bu açık bir savaş ilanı sayılacaktı. Potemkin daha sonra hemen Özü'ye saldıracaktı.
Kırım ve Kuban yönündeki bu harekatlar aynı zamanda Kafkasya'daki teşebbüslere bağlanacaktı. Burada bir zamanlar I. Petro'nun Kafkaslara sahip olduğu ileri sürülerek, Terek Nehri'nin ötesindeki topraklar ele geçirilecek, Gürcistan'ın çariçeye biat etmesi istenecek ve oradaki Tatar boyları, tehditkar bir beyanname ile Rusya'nın vasalları sıfatıyla tabi olmaya zorlanacaklardı.
Kırım hanı nezdinde onaylı elçi olan Rus Sefiri, Aralık 1782'de geri çağrıldı ve yerine çok daha sert bir gözetici olan Bağdan ile Eflak eski başkonsolosu getirildi. Hana karşı ayaklanan mirzalar için vadedilen affı çıkartmak yerine bunlar kalabalıklar halinde toplandılar, ağır cezalara çarptırıldılar, hatta kısmen idam edildiler. Bu, tabii ki büyük bir öfkeye sebebiyet verdi ve yarımadada Rus birliklerimi takviye etmek içim iyi bir bahane oldu.
Tatar İsyanı ve İlhak (21 Temmuz)
Bu kadar gergin durumlar altında, isyanın Kırım'da değil, Mart ayımda oldukça güçlü bir Türk nüfusun bulunduğu, ama Rusya tarafından hanın toprakları kabul edilen Taman adasında meydana geldi.
Rusya, yerlilerin zorla Rus topraklarına tehciri ve çoğunlukla Volga kıyılarından buraya getirilen yeni insanlarla değiştirilmesi sistemini Taman'da da uygulamak istedi. Direniş gücünü kırmanın en iyi çaresi bu idi. Şahin Giray da buna yardımcı olmak zorunda kaldı. Aniden bütün Taman sakinlerinin şehri terk ederek, yeni gelenlere yer açmasını istedi. Bu yüzden hemen genel bir ayaklanma meydana geldi ve bu esnada hanın temsilcisi öfkeli halkın saldırısına uğrayarak alenen idam edildi.
Muhtemelen çoğunlukla Ruslardan oluşan güçlü bir birlik, bu cinayetin öcünü almak için hemen buraya gönderildi. Korkunç bir katliam sırasında 1000'i aşkın Türk ve Tatar öldürüldü. Herkes büyük bir telaşa kapıldı ve şehrin yalnızca diğer sakinleri değil, Kuban Tatarlarının da büyük bir kısmı aileleri ve eşyalarıyla Kazan bölgesine ve Abazaların yanına göç etti.
Taman katliamı, çariçe tarafından Kırım'ı ve komşu ülkeleri ele geçirme kararını artık uygulamaya koymak için bir sebep ve bahane olarak kullanıldı. Artık yapılması gereken tek şey, Şahin Giray'ı ele geçirmek ve bu teşebbüsün başarısız olmayacağından emin olmaktı.
Çariçe, durumu güvence altına aldığını hissettikten ve bilhassa Şahin Giray'ın tahttan feragat belgesini imzaladığı haberini aldıktan sonra, açıklamayı yaptı:
"…barıştan beri yalnızca halkının değerli kanına değil 12 milyondan fazla rubleye de mal olan huzursuzlukları çariçenin ancak Kırım'ı, Kuban'ı ve Taman'ı idaresi altına almak gibi kesin ve zorlu bir tedbire başvurarak sona erdirebileceğine emin olmasını sağlamıştı. Bu amaçla bu karan yerine getirmekle görevlendirilmiş olan Prens Potemkin'e gerekli emirler verilmişti.
Kırım’ın Son Direnişi
Tabii ki yalnızca bununla Kırım'ın Rus hakimiyetine geçişi tamamlanmamıştı. Aksine, hemen Rusya lehine feragati kabul etmeyen güçlü bir grup oluşmuştu. Bu feragatten yalnızca Babıali'nin himayesi altında hemen yeni bir han seçme hakkını çıkartıyorlardı.
Çariçenin beyannamesini ilan ettikten sonra, en önemli görev, Bahadır Giray'ı bulmak ve mümkünse yok etmekti. Buradaki dağ savaşlarında tecrübeli, Albay Falkenhahn, bu cüretkar harekatı yürütmeye talip oldu. Küçük ve seçkin bir birlik ve altı topla gece vakti Bahadır Giray'ın karargah kurduğu dağ geçitlerine girdi, "Yaşasın Çariçe Katerina!" naraları ile hiçbir şeyden habersiz Çerkeslere saldırdı ve hepsini çaresiz bir direnişten sonra öldürdü. Bahadır Giray, küçük saray maiyeti ile esir düştü ve hemen kendisini layık olduğu bütün onurlarla karşılayan Potemkin'in ana karargahına götürüldü.
Ertesi gün prens, daha yaşlı mirzalardan bulabildiklerini etrafına topladı ve çariçeye öngörülen biat yeminini ettirdi. Bahadır Giray'dan, aynı zamanda Kuban ve Taman Adası'nın mirzalarından bir genelge ile artık dünyanın hiçbir devletinden destek alamayacakları için Rusya'nın hakimiyetine boyun eğmelerini talep etmesi istendi.
Kafkasya
Çariçenin taçlarını ve asalarını gönderdiği iki hükümdardan Gürcistan Prensi, Rus vasallığının ihtişamına kanacak kadar zayıftı. Ekim ayında, büyük bir gösteriş altında St. Petersburg Gazetesi tarafından yayınlanan resmi bir antlaşma ile çariçenin hakimiyetini kabul etti ve ebediyen çariçenin himayesi altına girdi.
İmereti Prensi Solomon ise tacı ile asayı gururlu bir halde geri çevirmişti ve halkının başında özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi için bundan böyle de kılıcının keskinliğine güveniyordu.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Avusturya’nın Baskıları
Babali, bu durumda her zamankinden daha haklı durumda idi. Yalnızca elinden gelen her şeyi, talep edilen üç hususu ve ticaret antlaşmasını, kabul etmekle kalmamış, vaatlerini yerine getirmek için hazırlıklara da başlamıştı. Ticaret antlaşması imzalanmadan ve onaylanmadan önce, Rus ticaret gemilerine mümkün olan bütün kolaylıklar sağlanmıştı ve üçüncü hususa, yani Boğdan'ın ve Eflak'ın durumlarına gelince, Babıali bunları 12 maddelik özel bir senet halinde ve her iki imparatorluk sarayının elçileri aracılığıyla bildirdikleri isteklere göre düzenlemişti.
Kayserin barışçıl ve ölçülü tutumuna da güvenebileceklerini düşünüyorlardı. Babıali, Mayıs ayında kayserin dostane düşünceler beslediğine dair güvence almıştı. Diğer açıklamalarının yanısıra, kayserin Babıali'ye karşı daima beslediği dostluğu, dünyada hiçbir şeyin zayıflatamayacağını bildiriliyordu.
Oysa çok geçmeden, kayserin bu dostluk vaatlerinin çok da özverili olmadığı açığa çıktı. Zira Temmuz ayında elçisi aracılığıyla teslim edilen bir notada şu taleplerde bulunuyordu:
-
Babıali, Avusturya gemilerine Berberilerin korsanlıklarına karşı tam güvence vermeyi taahhüt edecekti;
-
Tuna Nehri üzerinde, Vidin'in öte tarafında güvenli bir liman verecekti ve
-
Babıali ile Rusya arasındaki anlaşmazlıklarda arabuluculuk teklifini kabul edecekti.
Sonuncu husus, Rusya'nın üç talebi yerine getirildiğinden, Rusya ve Babıali arasında artık herhangi bir anlaşmazlık olmadığı için hemen gereksiz olduğu gerekçesiyle reddedildi. Avusturya, gemilerini Karadeniz'e her zamanki gibi geçirilebilecekti, ama Vidin'in öte tarafında kendi limanına sahip olmasına izin verilemezdi ve Berberilere gelince, kaysere Rusya'ya vadedilen güvence tanınacaktı.
Osmanlı İmparatorluğunda Tepkiler
Divan-ı Hümayûn, yeniçeriler ve ulema arasında, bu meseleyi bir din kavgası haline getirmeye çalışan savaş yanlılarının yükselttikleri sesleri, durumu Rusya'ya hemen savaş ilan etmeye kadar götürmeye uygundu. Reisülküttab bile Rusların Kırım'a rahatça sahip olmalarına izin vermektense parça parça edilip ölmeyi yeğleyeceklerini alenen açıklayarak onlara katılıyordu.
Temelde ise çıkartılan bu gürültü, samimi olmaktan ziyade yalnızca görünüşte idi. Divan-ı Hümayûn'daki barış yanlıları, hatta ulema arasında daha ölçülü olanlar, taleplerini daha da ileri götürerek Besarabya [Bugünkü Moldova] üzerinde de hak iddia etmediği sürece, ki böyle bir durum asla kabul edilemezdi, Rusya ile yok edici bir savaşa girmektense Kırım'a meşru bir biçimde sahip olmasına rıza gösterilmesinin çok daha akıllı olacağını düşünüyorlardı. Besarabya'da ise durum farklı idi. Kırım ve Kuban aslında hiçbir zaman Babıali'ye ait olmamıştı, dolayısıyla Tatarlar, vicdan azabı çekmeye gerek kalmadan, kendi kaderlerine terkedilebilirlerdi; üstelik ihtiyatsız ve huzursuz karakterleri de ezelden beri yarardan çok zarar getirmişti.
Besarabya'nın durumu ise tamamen farklı idi. Kırım'a ait kabul edildiğine dair gelenek ve bundan hareketle şimdi Rusya'nın Besarabya'yı ele geçirmek için bunu bir nevi hukuki mülkiyet hakkı olarak kullanmaya çalışması, Babıali tarafından gerçekte asla gerekçe olarak kabul edilemezdi ve edilmeyecekti. Bu yüzden burada tek bir şehri bile terk etmemeliydi, zira bu, içeride bir ayaklanmayı kaçınılmaz hale getirirdi. Böyle bir durumda savaşı bile yeğlerlerdi ki, her zamankinden daha hazır olunduğu için, böyle bir durumdan endişe etmek de gerekmiyordu. Rumeli'de ulufeleri sekiz aylığına ödenmiş 250 bin kişilik iyi yetişmiş birlikler duruyordu ve Babıali'ye hiçbir şeye mal olmayan 80 bin Boşnak, Avusturya'nın karşısına dikilmeye hazırdı.
Yine de halk arasında heyecan hala artarak devam ediyordu. Hatta öyle ileri gidiliyordu ki, padişah at üzerinde Cuma namazına giderken ağır hakaretlerde bulunuluyordu.
"Düşmanlara saldırma cesaretleri yoksa bu muazzam hazırlıklar ne için yapılıyordu? Düşmanlar kim ve nerede idi?.."
Rusya’nın Tavrını Değiştirmesi ve Avusturya’yı Dizginleme Çabaları
Çariçe II. Katerina, İngiliz elçi ve Kont Vergennes'in açıklamaları sayesinde Fransa'nın ve İngiltere'nin desteğinden emin olduktan sonra, tek sorun, sürekli savaşta ısrar eden kayseri de şartların zorunlu olarak gerektirdiği barış planına ikna etmekti. Bu yüzden Ekim ayı sona ermeden, kaysere dolaysız olarak şu açıklamada bulundu:
"Babıali'nin Kırım ve Kuban yüzünden barışı bozmayacağını umduğu için, mevcut şartlar altında kafirlerin Avrupa'dan kovulmasını daha sonraki bir zamana ertelemeyi uygun bulmuştu; dolayısıyla şimdilik Babıali ile akdettiği ticaret antlaşmasıyla ve Kırım ile Kuban'ı ele geçirerek elde ettiği avantajlarla yetinecekti ve kayseri de aynı şekilde Babıali'nin kayser lehindeki tavizleri ile yetinmeye davet ediyordu."
Oysa bu tavizler yalnızca Avusturya'nın Doğu Akdeniz ticareti için ölçülü, hatta henüz kesin olarak belirlenmemiş imtiyazlardan oluşuyordu. Dolayısıyla kayserin en azından geniş kapsamlı hazırlıklarının masraflarını başka bir şekilde telafi etme hakkına sahip olup olmadığı ve bunları telafi etmek isteyip istemeyeceği sorusu kendiliğinden ortaya çıkıyordu. Zira çariçe, sükûnet içinde birliklerini kış karargahına göndermek için hazırlıklar yaparken, kayser, hazırlıklarına hala geniş bir kapsamda devam ediyordu.
Bosna, Boğdan ve Eflak'ı gözüne kestirmiş olması yetmezmiş gibi, gözünü Venedik'e ait Dalmaçya'ya ve bazı komşu adalara dikmişti. Bu yerler Bir zamanlar Macaristan'a ait olduğundan, bazı hak taleplerinde bulunabileceğini düşünüyordu.
Çariçe ile ittifak antlaşmasında her iki tarafın muhtemel bir savaş halinde, yapılan fetihlerden aynı oranda pay alacakları kesin olarak belirtildiğinden, kayserin kendisi için bir telafi talep etme hakkı inkâr edilemezdi. Kırım'ın ve Kuban'ın ele geçirilmesi, böyle bir fethe eşdeğer olduğundan, bu telafi sorunu, St. Petersburg kabinesinde büyük bir sıkıntı yarattı.
İki yol vardı: Ya çariçe, kayserin topraklarını uygun bir şekilde genişletmesine izin verecek, ya da uygun bir telafi ile tatmin etmeye çalışacaktı. Birinci çözüm için, her zamanki gibi Bağdan ve Eflak vardı. Oysa çariçe, Memleketeyn'de bugüne kadar Babıali'nin sahip olduğu sözde hakimiyeti bile kaysere bırakmakta tereddüt ediyordu. Zira kayserin bu iki ülkede er veya geç, kendisinin şu anda Kırım'da yaptığını yapmayacağını kim garanti edebilirdi? Oysa Avusturya hanedanının gücünü bu yönde genişletmesi, menfaatlerine aykırı olacaktı. Dolayısıyla bu fikirden vazgeçildi ve bunun yerine parasal tazminat çözümü daha kesin bir biçimde ele alındı. Örneğin kayserin belki Babali'nin Küçük Kaynarca Antlaşması gereğince savaş masrafları olarak daha ödemesi gereken 2,5 milyon rubleyi kendisine tahsis etmeleri halinde, bununla yetineceğini söyleniyordu. Bu meblağın 9 milyon rubleye yükseltilmesinden bahsediliyordu; bunun yansını Rusya, diğer yansını da Babıali ödeyecekti.
Yılın sonlarına doğru gittikçe daha ağır bir hal alan mali sıkıntılar altında bu gibi vaatleri nasıl yerine getireceklerdi ve BabıaIi, hangi gerekçe ile tamamen haksız olan böyle bir fedakarlığa ikna edilebilirdi? Neticede, bu hususta henüz bir karar alınmamıştı ki, çariçenin kaysere yaptığı son açıklamalar, telafi sorununu daha da sıkıntılı bir hale getirdi.
Kasım ayı ortalarında gelen cevabının, esas olarak kendi isteklerine uygun olması, çariçeyi bile şaşırttı. Kayser gerçi ittifak antlaşmasına göre kendisine tanınan eşit haklan hatırlatıyordu, ama akabinde şöyle bir açıklamada bulunuyordu:
"Çariçe, Kırım'ı ve Kuban'ı savaşmadan elde edebilir ise ona karşı duyduğu özel dostluktan dolayı şimdilik söz konusu antlaşma hükmünün yerine getirilmesinden ve topraklarını genişletmekten vazgeçebilirdi. Yalnızca bunun yerine bir sonraki savaşta tazmin edilme hakkını saklı tutuyordu ve Rusya'nın ölçülü davranışlarına o zaman gereken özeni göstermeyi taahhüt etmesini umuyordu."
Serhat Kuzucu'nun Kırım Hanlığı ve Osmanlı-Rus Savaşları (Selenge: 2013) kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Rusya’nın Ültümatomu
Rusya, Kırım Hanlığı’nı işgal ederken Osmanlı tarafından daha sert bir tepki bekliyordu. Hatta bu işgalden dolayı Osmanlı Devleti’yle çıkabilecek muhtemel bir savaşın hazırlıklarına dahi başlayarak hududa askeri yığınak yapmaya başlamıştı.
II. Katerina Osmanlı Devleti’nin kendileriyle bir harbe girmeye cesaret edemeyeceğini anlayınca, daha ileri giderek İstanbul’daki elçisi Bulgakov kanalıyla Kırım, Kuban ve Taman’ın Rusya’ya ait olduğunun Osmanlı yönetimi tarafından resmen tanınmasını ve buna dair bir senet verilmesini talep etti.
II. Katerina, Kırım, Taman ve Kuban Bölgesinin Rusya’ya ait olduğu konusunda ısrarcı bir politika izlemekte ve bunu Osmanlı tarafına resmen kabul ettirmek istemekteydi. Hatta bunun kabul edilmemesi durumunda müttefiki Avusturya ile birlikte Osmanlı Devleti’ne savaş açacağını açık bir şekilde bildirmekteydi. Osmanlı yönetimi içinde bulunduğu askeri ve ekonomik vaziyeti göz önünde bulundurmanın yanı sıra İngiltere ve Fransa’nın muhtemel bir savaşa engel olma çabalarına da riayet ederek bu senedi verme kararı aldı.
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
İstanbul'daki müzakereler de istenen sonucun elde edileceğine şüphe bırakmayacak şekilde ilerlemişti. Her şeyden önce Divan-ı Hümayûn'un, o güne kadar Kırım meselesi haklarındaki sessizliğini bozmak gerekiyordu. Çariçe bu amaçla Divan-ı Hümayün'a teslim edilmek üzere nota şeklinde bir nevi ültimatom gönderdi. Bu nota esas olarak 8 Nisan tarihli beyannamenin değiştirilmiş bir hali idi ve şu açıklama ile bitiyordu:
"Çariçe gerçi fethettiği eyaletleri Rusya'ya geriye dönüşü olmayacak şekilde ilhak edilmiş addediyordu, ama yine de barışı muhafaza etmek istiyordu. Bu yüzden fetihlerini belirli sınırlarla kısıtlamaya hazırdı. Kuban Nehri zaten doğal bir sınır oluşturuyordu ve daha fazla güvenlik için, asla eski Kırım hanlarının kanunen sahip oldukları hak taleplerinde bulunmadan, bu nehrin diğer tarafındaki bütün Tatar boyları üzerindeki hakimiyetinden vazgeçiyordu."
O dönemlerde Divan-ı Hümayûn'daki savaş yanlısı grup, hala kesin üstünlüğü elinde tutuyordu.
Kayser, kendisini karşılamak üzere 100 bin kişinin hazır beklediği ve bir kış seferinin, kendisine hiçbir fayda getirmeden, kolaylıkla 10 milyona mal olabilecekken, Bosna'ya saldırmaya nasıl cesaret edebilirdi!
Savaş yanlısı grubun liderleri, Kırım'ı Rusya'ya bıraktıkları takdirde, kayserin de aynısını isteyeceğini ve reddettikleri takdirde, Rusya'nın yardımcı devlet olarak destek vermek zorunda kalacağı bir savaş başlatacağını ileri sürüyorlardı; Kırım'ı vermeyi reddettikleri takdirde, Rusya, silahlarına sarılacaktı ve bu durumda kayser, müttefiki olarak Rusya'yı desteklemek zorunda kalacaktı; her ikisi karşısında geri adım atıldığı takdirde, içeride padişahın tahtına mal olabilecek bir fırtına meydana gelecekti; yani, savaş ve her halükarda savaş.
Arabuluculuk Girişimleri
Bu şartlar altında arabulucu devletler için Divan-ı Hûmayun'u daha barışçıl görüşlere ikna etmek oldukça zorlu bir görevdi.
Üstelik, sonunda hükümetlerinden ortaklaşa ve uyum içinde hareket etme talimatını almalarına rağmen, her biri kendi yolunu takip ediyordu.
Kırım'ı ve Kuban'ı kesinlikle devretmesini tavsiye ediliyordu ama yalnızca şimdilik yok edici bir savaştan kaçınmak ve gelecekte daha başarılı bir direniş için zaman kazanmak amacıyla bir araç olarak. Babıali'nin hazırladığı ve adeta Rusya'ya karşı resmen savaş anlamına gelecek karşı beyannamenin, hemen tebliğ edilmemesi sağlanabildi.
İngiliz Elçisi, kapudan paşa üzerindeki nüfuzu sayesinde sonunda Babıali'nin teklifleri dinlemesini sağladı. Bu amaçla Aynalıkavak kasrında bir konferansa davet edildi. Bu konferans, 29 Kasım'da yapıldı.
1782
Prof. M.S.Anderson'un Doğu Sorunu (Yapı Kredi:2001) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Kırım’ı geri almak için Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlü bir müttefiğe ihtiyacı vardı. Bu müttefik de kuşaklardır dostu ve destekçisi olan Fransa olabilirdi. Ancak 1783 yılında Fransız hükümeti, Osmanlılar lehine savaşa müdahale edecek durumda değildi. Sebebi kısmen, hâlâ İngiltere ile savaşıyor olmasıydı. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın, 1782’nin son aylarında sona ermek üzere olduğu belliydi, ancak Fransa, İngiltere ve İspanya arasında barışı sağlayan Versailles Antlaşması 1783 Eylül’üne kadar imzalanamamıştı.
Fransa’nın harekete geçmesini önleyen daha temel bir sorun ise, Paris’te Osmanlı İmparatorluğu’nun korunabilirliği veya korunmaya değer olup olmadığı konusundaki kuşkuların artmış olmasıydı. Vergennes bizzat on üç yıl boyunca (1755-1768), Fransa’nın İstanbul elçisi olarak görev yapmıştı ve imparatorluğu etkin modern bir devlete dönüştürmenin ne kadar zor olacağını biliyordu. Osmanlı başkentindeki halefi, Saint Priest, 1770 kadar erken bir tarihte, Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu'nun eninde sonunda parçalanacağını kabul etmesini ve kendi payı olarak Mısır’ı almasını önermişti. Bir kere öne sürülen bu görüş, Paris'te hiçbir zaman unutulmayacaktı.
Napoleon’un Mısır’ı işgalinin psikolojik temelleri 1789 devriminden çok önce atılmıştı. Dolayısıyla Fransa’nın 1783 yılından önce Bâbıâli’ye verdiği destek, Fransa’nın geleneksel Osmanlı yanlısı tavrının çağdışı ve gerçekçilikten uzak olduğuna ilişkin duygularla zayıflıyordu.
Yalnız kalmış ve güçsüz Osmanlı hükümeti de, kaçınılmaz olanı kabul etmek zorunda kalacaktı. 22 Aralık 1783’te İstanbul’daki Avusturya elçisi, Osmanlı-Rus savaşı çıkarsa Avusturya'nın Rusya’yı aktif olarak destekleyeceğini ortaya koyan bir deklarasyon sunacaktı. Bu örtülü tehdit başarılı olacaktı. İki büyük komşu ülke ile savaş, Osmanlı İmparatorluğu'nun mahvolması anlamına gelebilirdi
Johann Wilhelm Zinkeisen'in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (Yeditepe:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Kırımın İlhakının Osmanlılarca Kabulü
Meselenin karara bağlanacağı son Divan-ı Hûmayun toplantıları oldukça hareketli geçti.
5 Ocak 1784'te her iki taraf henüz dengede idi. 7 Ocak'ta Rusya, Avusturya ve Fransa tercümanları ile yapılan hararetli son bir görüşmede barış antlaşmasının şekli üzerinde anlaşmaya varıldı.
Babali'yi rencide etmemek için sonunda barış belgesinde Kırım'ın Rusya'ya devrinden hiçbir şekilde bahsedilmemesine, yalnızca Kırım'ın bağımsızlığı ile ilgili hükümlerin çıkartılarak, daha önceki antlaşmaların yenilenmesi ile adeta sessizce kabul edilmesine karar verildi ki bu, yeniliği ve tuhaflığından dolayı dönemin siyasi dünyasında oldukça şaşkınlık yaratmıştı.
Bunun üzerine 8 Ocak 1784'te Aynalıkavak Kasrı'nda yapılan toplantıda bu esaslara dayalı olarak hazırlanan antlaşma (senet) imzalandı.
Yıllar süren ve Avrupa Şarkı'nın kaderi için önemli sonuçlar doğuran bu krizin son perdesi böyle kapandı.
İki güçlü komşu devletle yapılacak zorlu bir savaşta maruz kalınabilecek tehlikeler karşısında, Osmanlı payitahtında barışın muhafaza edilmesi halk tarafından genel olarak sevinçle karşılandı.