top of page

Islahat Fermanı (1856) ve Sonuçları

Tanzimat Fermanı'nın üstünden 16 yıl geçmişti. Avrupalı devletler, Tanzimat Fermanı ile verilen ama tam olarak uygulanamayan hakları yetersiz bulmakta ve ayrıca verilen sözleri de tutulmamış saymaktaydı. [1]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[2]

Savaş sonrasında barışa esas olacak hususları belirlemek amacıyla Viyana’da bir araya gelen Avrupa devletleri, muhtemelen kendi iç kamuoylarını da tatmin edebilmek amacıyla Müslümanlarla gayrimüslimleri eşitlemek üzere bazı ıslahatların yapılmasını ve bunun barış anlaşmasında da yer almasını istediler. [3]Bu istekler, Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı korumanın bir bedeli ve ayrıca Avrupa devletler topluluğuna kabul etmenin de bir şartı olarak öne sürüldü.[4]

 

Kendi iç meselesi olarak gördüğü ıslahatın böyle bir uluslararası metne girmesini hâkimiyet haklarına bir saldırı olarak değerlendiren Osmanlı Devleti bu öneriyi reddetti. [5]

 

Bu ortamda uluslararası baskıları artık geçiştiremeyeceğini anlayan hükümet, 24 ve 26 Mart 1855 tarihlerinde Meşveret Meclisi’ni toplayarak stratejik konuları ele aldı.[6] Savaşın ardından toplanacak olan Paris Kongresi’nden önce, Sadrazam Âli Paşa, Hariciye Nazırı Fuad Paşa ve Şeyhülislâm Ârif Bey ile İngiltere, Fransa ve Avusturya sefirlerinin de yer aldığı bir komisyon kuruldu ve Avrupa devletlerinin gayrimüslimlere yeni haklar verilmesi yönündeki taleplerini değerlendirdi. Komisyonda sert tartışmalar yaşandı. İngiltere Elçisi Stratford Canning, ıslahat programının Paris Kongresi’nde zikredilmesini ve devletlerin taahhüdü altına alınmasını istedi; ancak, Osmanlı delegelerinin itirazı üzerine programın padişahın tebaasına bir ihsanı olarak açıklanması esası kabul edildi.[7]

 

Neticede meclisin aldığı kararlar Sultan Abdülmecid’in 28 Mart 1855 tarihli iradesiyle onaylandı.[8]Islahat Fermanı, 18 Şubat 1856’da Babıali’de, devlet ricali ve ruhani reislerden oluşan kalabalık bir topluluk önünde okunarak ilan edildi. Böylece, bir hafta sonra toplanacak olan Paris Konferansı’nda, Osmanlı Devleti yararına bir atmosferin de oluşturması amaçlandı. [9]

 

Islahat Fermanının İçeriği

Islahat Fermanı içerik olarak, Tanzimat Fermanı’nın getirdiği ilkeleri teyit etmekle birlikte bunları biraz daha genişletiyordu. Aslında Tanzimat fermanı ile başlayan sürecin ikinci aşamasıdır. Fermanın ana hedefi ise, gayrimüslimleri Müslümanlarla eşit hale getirecek bazı hak ve imtiyazları sağlamaktı: [10]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[11]

  1. Müslim-gayrimüslim bütün tebaanın can, mal ve namus emniyetinin sağlanması

  2. Müslim ve gayrimüslimlerin dinsel ve mezhepsel hak ve ayrıcalıklarının güvence altına alınması; Hıristiyanlara ait hakların kontrolü için patriklerin kayd-ı hayat şartı ile seçilmeleri; dini ayin ve törenlerin kendi dillerinde serbestçe yapılması; ruhanilere maaş tahsis edilmesi, buna karşılık kiliseler tarafından toplanılan vergilerin kaldırılması; seçilmiş üyelerden oluşacak karma meclisler vasıtasıyla cemaatlerin kendi işlerini yürütmeleri; cemaatlerin izin karşılığında her türlü okul, hastane ve kilise açabilmeleri, bunların tamirlerine engel olunmaması ve buralarda kendi dillerini kullanabilmeleri.

  3. Irk, dil ve din sebebiyle hiç kimse veya tebaanın aşağılanmaması, bu doğrultuda onur kırıcı tabirlerin kullanılmaması; kimsenin din ve mezhep değiştirmeye zorlanmaması; Müslüman veya gayrimüslim bütün tebaanın memurluklara, okullara ve askeri hizmetlere girebilmeleri; rüşvet ve yolsuzlukların cezalandırılması ve bunun bütün memurlara uygulanması.

  4. Mahkemelerde gayrimüslimlerin şahitliklerinin Müslümanlarla eşdeğerde sayılması, yargılamaların açık olması, hapishanelerin ıslah edilmesi, işkencenin kaldırılması ve suçluların mallarının müsadere edilmemesi; Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki davalara karma mahkemelerin bakması ve yargılamalar için yeni ceza kanunlarının yapılması.

  5. İltizam usulünün tedricen kaldırılması ve vergilerin, din ve mezhebi ne olursa olsun herkesten eşit bir şekilde ve doğrudan devlet tarafından toplanması; bütün uyrukların eşit ve serbest bir şekilde ekonomik ve ticari faaliyetlerde bulunabilmesi.

  6. Gayrimüslimlerin eyalet, kaza ve nahiye meclisleriyle Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye gibi yüksek meclislere üye olabilmeleri.

  7. Ecnebilere, ticari faaliyetler ve gayrimenkul edinme konularında hak ve kolaylıklar tanınması; banka, ticaret ve ziraat sermayesine imkan sağlanması ve Avrupa sermayesinden faydalanılması.

  8. Gayrimüslimler de dahil olmak üzere herkesin askerlikle yükümlü olması, gayrimüslimlerden isteyenlerin bu görevi yapmasının yanında, istemeyenler için ise cizyenin kaldırılarak yerine nakdi bedel’in (bedel-i askeri) konulması.

 

Önceliğin gayrimüslimlerde olduğu Islahat Fermanı, Müslüman olmayanlara askerî ve sivil bütün okullara girme hakkını vermiş, devlet memurluklarında görev almalarının önünü açmıştır. Ferman, Müslüman olmayan Osmanlı vatandaşlarına da askerlik zorunluluğu getirmiş ancak “bedel” vermek koşuluyla askerlikten muaf olabilme imkânını da tanımıştır. Müslüman halka böyle bir hak tanımayan Ferman, Müslüman olmayan vatandaşların mülki memurluklarda görev almasını, küçük düşürücü sıfatların yasaklanmasını öngörmektedir. Yabancı devlet vatandaşlarına Osmanlı ülkesinde gayrimenkul alma hakkını da tanıyan Islahat Fermanı, iltizam usulünün sona ermesi, maaşların düzgün ödenmesi gibi Tanzimat Fermanı’nda belirtilen bazı hükümleri de tekrarlamaktadır.[12]

Böylece, Hıristiyanların memuriyette birinci rütbeye (rütbe-i ûlâ) kadar yükselmelerine, elçiliklerde istihdam edilmelerine, kilise tamir ve inşası konusuna daha hoşgörülü yaklaşılmasına imkân tanındı. Şer’i bir vergi olan cizye konusu çok hassas bir sorun olduğu için mecliste bununla ilgili ayrı bir oturum yapıldı ve Hz. Ömer’in Beni Tağlib kabilesine yaptığı özel bir uygulama örnek gösterilerek cizyenin iane-i askeriyye adıyla tahsili kararlaştırıldı. Gayrimüslimlerin birinci dereceye kadar yükseltilmesi konusunun sadece Avrupa devletlerine bildirilmesi ve gelişebilecek tepkilerden korkularak iç kamuoyuyla paylaşılmaması hususu, hükümetin hangi şartlar altında çalıştığını ve ne derece tedirginlik yaşadığını ortaya koymaktadır. Islahat Fermanı’nın ilânından önce kilise onarım ve inşasının hız kazanması, alınan kararın fermandan önce uygulamaya konulduğunu göstermektedir.[13]

 

Görüldüğü gibi, Tanzimat Fermanı müslim ve gayrimüslim bütün halkın; Islahat Fermanı ise, neredeyse sadece gayrimüslimlerin durumunu iyileştirmeyi amaçlamaktaydı. Tanzimat Fermanı iç dinamiklerin zorlamasıyla, Islahat Fermanı ise, tamamen dış baskıların ve yabancı elçilerle yapılan müzakerelerin sonucunda ortaya çıktı. Tanzimat Fermanı kararlaştırılıp iç ve dış kamuoyuna duyurulduğu ve ülkeyi her hangi bir taahhüt ve yükümlülük altına sokmadığı halde, Islahat Fermanı, Paris Anlaşması’nın 9. maddesinde söz konusu edilerek devleti taahhüt altına soktu; gayrimüslimlere verilen hakların uygulanmadığı gerekçesiyle yabancı devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale etmelerine de zemin hazırladı. [14]Dönemin siyasi gelişmelerinden faydalanan bu devletler, Islahat Fermanı’na dayanarak Osmanlı gayrimüslimleri üzerindeki nüfuz ve müdahalelerini arttırdılar.[15]

 

Ferman yayınlandığında, Fransız elçisi bile, “Osmanlı Devleti’nin bu kadar fedakarlıkda bulunacağını hiç ummuyorduk” diyerek hayretini ifade etmiştir.[16]

 

Gayrimüslimlerin Fermana Tepkileri

Fermanlaamaçlanan toplumsal birlik ve kaynaşma hiçbir zaman sağlanamadığı gibi, bilakis ayrışma ve çatışma daha da artmıştır.[17]

 

Gayrimüslim cemaat önderleri, cemaatleri üzerindeki güçlerini sınırlandırdığı için fermana karşı tavır aldı. Cemaatlerinden topladıkları paralar yerine maaşa bağlanmaları ve cemaat işlerini yürüttükleri meclislere halktan kişilerin de seçilmesi ruhbanın tepkisini çekti. [18]

 

Fermanı sıcak karşılayan gayrimüslimler ise, kendilerine askerlik yapma veya askerlik bedeli ödeme yükümlülüğünü getirmesinden hoşlanmadı. Islahat Fermanı’na uygun olarak devlet memuriyetine alınmaya başlanan gayrimüslimler, askerlik yükümlülüklerini yerine getirmede direnç gösterdiler. Bunun üzerine 1857’de yapılan bir düzenlemeyle “bedel-i askerî” isimli vergiyi ödeyerek askerlikten muaf olmalarına izin verildi.[19]

 

Yahudi ve Ermenilerle aynı seviyeye getirilmeleri, öteden beri imtiyazlı durumda bulunan Rumları tedirgin etti.[20]

 

1860’ların başından itibaren yapılan kilise düzenlemeleri de fermanın öngördüğü önemli konulardan biriydi. Özellikle Rum patriği fermanı uygulamakta çekingen davranarak bir süre direndi. Neticede 1862’de Rumlara, 1863’te Ermenilere ve 1865’te de Yahudilere verilen cemaat nizamnameleri âdeta birer anayasaya hükmündeydi. Her üç cemaatin nizamnameleri de değişik nedenlerden dolayı düzgün bir biçimde işletilemedi ve bu düzenlemeler cemaat içi çatışmaları azaltamadı. Böylece, tebaa arasında oluşturulmaya çalışılan entegrasyon ve birlik, tam tersi bir sonuca dönüştü ve cemaatler, araları daha da kesin duvarlarla örülü olan kompartımanlar haline geldi. Ayrıca, devletin bu düzenlemelerden umduğu dış müdahalelerin azalması yönündeki beklentisi de gerçekleşmedi. [21]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[22]

Gerek millet nizamnameleri ve gerekse gayrimüslimlerin yeni haklar kazanarak memuriyete kabulleri, Osmanlı tebaası arasında entegrasyona ve Osmanlılık projesine fazla bir katkı sağlamadı. Zira, cemaatlerde sivil grupların yönetimde ön plana çıkarak kurdukları okullarla yayımladıkları gazeteler sayesinde laik yapının güçlenmesi milliyetçiliği tetikledi; cemaatler, geleceklerini Osmanlı kimliği altında toplanıp entegrasyon sürecine katkı yapmak yerine, tam aksi doğrultuda Osmanlılıktan uzaklaşıp bağımsızlık taleplerini dile getirmekte gördüler.[23]

 

Müslüman Halkın Fermana Tepkisi

Müslüman halk, kendilerinin hâkim millet olma vasfını ortadan kaldıran “aşırı” imtiyazlardan dolayı rahatsız olmuştu ve bu yüzden de fermana tepki göstermekteydi.[24]

 

Ahmet Cevdet Paşa’nın ifadesiyle: “Ehl-i İslam’dan birçoğu Aba ve ecdadımızın kanıyla kazanılmış olan hukuk-u mukaddese-i milliyemizi bugün gaib ettik. Milel-i İslamiyye millet-i hâkime iken böyle bir mukaddes haktan mahrum kaldı. Ehl-i İslam’a bu bir ağlayacak ve matem edecek gündür.” diye söylenmeye başlamış ve bu görüş her tarafta yayılmıştı.[25]

 

Bâbıâli’de Sami Paşa, Mümtaz Efendi, Suphi Bey ve Ahmed Refik Bey’den oluşan bir komisyon kuruldu ve fermanın maddelerinin uygulanmasına öncelikle Hüdavendigâr sancağından başlanmasına karar verildi. [26]

 

Fermanın getirdiği âyin serbestliği üzerine kiliselerde çanların çalınmaya başlaması Müslümanların tepkisini çekti; gayrimüslimler arasında da Müslümanların kendilerine saldıracağına dair söylentiler yayıldı. Bu gergin ortamda, Maraş, Halep, Şam, Lübnan, Cidde, Girit, Bosna-Hersek gibi ülkenin farklı yerlerinde değişik tarihlerde fermana tepki göstermek veya yeni haklar istemek amacıyla ayaklanmalar ve gayrimüslimlerle Müslümanlar arasında çatışmalar çıktı. [27]

 

Cidde Olayları (1858)

Islahat Fermanı’nın ilan edilmesine karşı Müslümanlar tarafından gösterilen ilk büyük tepki Cidde’de meydana geldi. Önce Tanzimat Fermanı ve son olarak da Islahat Fermanı ile Hıristiyan tebaaya verilen hak ve ayrıcalıklar, Müslümanları hoşnutsuzluğa iterek üzüntü ve heyecan yarattı. Buna karşın, kendilerini Avrupalı devletlerin himayesine girmiş sayan gayrimüslimler ise şımarıklığa ve taşkınlıklara kapılmak suretiyle gerginlikleri tetikledi.[28]

 

15 Temmuz 1858 tarihinde, tahriklere kapılan yerli Müslümanlar ile hacılardan oluşan büyük bir topluluk, Hıristiyan halka saldırdı. Karışıklıklar esnasında, kendi vatandaşlarını korumak derdine düşen Fransız konsolosu ile İngiliz konsolos vekili de öldürüldü.[29]

 

Bunun üzerine, İngiliz ve Fransız savaş gemileri Kızıldeniz’den girerek şehri topa tuttukları gibi, konsolosların öldürülmesinden sorumlu görülen eşraftan on kişi de yakalanarak idam edildi. Bütün bu gelişmeler, milletlerarası hukuk ilkelerine ve Paris Antlaşması’nın hükümlerine aykırı olduğu kadar, Osmanlı Devleti’nin içişlerine ve hükümranlık haklarına da doğrudan müdahale niteliğini taşıyordu. Nitekim Cidde olayları, diğer bölgelerdeki gerginliklerin çatışmalara dönüşmesine de örnek oldu.[30]

 

Osmanlı hükümeti Avrupa’nın baskılarını azaltmak üzere kabul ettiği Paris Antlaşması’nın 9. maddesinin esasında kendi içişlerine müdahale aracı olduğunu da fermanın uygulanma sürecinde böylece acı bir şekilde öğrenmiş oldu.[31]

 

Suriye ve Lübnan Olayları (1860-1861)

Islahat Fermanı’nın gayrimüslimleri kendileriyle eşit hale getirmesinin Müslüman halk tarafından hoş karşılanmaması, Cidde’den sonra Suriye ve Lübnan’da da büyük karışıklıkların meydana gelmesine neden olmuştur. Müslüman ve Hıristiyan topluluklar arasındaki etnik ve dini anlaşmazlıkları ve dolayısıyla gerginlikleri bir kat daha arttırmıştı. Ayrıca, Cidde olaylarında İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin hükümranlığını ayaklar altına alan sert müdahalesi de, Müslüman halkın öfkesini şiddetlendirdi. [32]

 

Lübnan ve Suriye olayları, temelde Katolik Maruniler ile Dürziler arasında geçmişe dayanan düşmanlık ve geçimsizliğin doğurduğu çatışmalardan kaynaklanmıştır. Bu dönemde Fransa, mezhepsel ve tarihi gerekçelerle Katolik Marunileri himaye ediyordu ve onların Lübnan’ın (Cebel-i Lübnan ve Beyrut Mutasarrıflığı) yönetimine hakim olmalarını istiyordu. İngiltere ise Fransa’nın Mısır, Suriye ve Lübnan’daki nüfuzunu dengeleyebilmek için Dürzileri destekliyordu. İki devletin bölgedeki rekabeti nüfusun karışık olduğu bölgelerdeki kavgaları ve düşmanlığı iyice körüklüyordu.[33]

 

1860 yılı Mayıs Ayı’nda Sayda’da iki Dürzi’nin öldürülmesi, uzun sürecek kanlı olayların da fitilini ateşledi. Dürziler, Ortodokslar da dahil olmak üzere bütün Hıristiyanlara saldırmaya başladılar. Yağma ve saldırılarda, ünlü Dürzi ailesi Canbulatlar ön safta yer al yordu. Hadiseler esnasında birkaç Fransız Cizvit papazı da öldürülmüştü. Gelişmeler, bunlarla sınırlı kalmadı ve aynı ay içerisinde Halep’teki Dürziler de Hıristiyanlara saldırdılar. Bu hareket, 1860 Haziranı boyunca genişleyerek bütün Lübnan’a yayıldı. Dürziler, Marunileri öldürüp mallarını yağmalıyor, Maruniler’in buna karşılık vermesi de olayları içinden çıkılmaz hale getiriyordu.[34]

 

9 Temmuz 1860 günü Şam’da da büyük bir ayaklanma patlak verdi; bu sefer Müslüman Araplar Hıristiyanlara saldırmaya başlamışlardı. Bütün bu olaylarda, Amerikan ve Hollanda konsoloslarının yanında bazı papazlar ve çoğunluğu Hıristiyan olan binlerce insan öldürülmüş ve Hıristiyanlara ait mekânlar yağmalanmıştı. Gelişmeler gittikçe kritik bir hal alırken, Şam Valisi Ahmet Paşa’nın aldığı tedbirler de olayları bastırmada yetersiz kaldı. Bunun üzerine, dönemin Osmanlı Hariciye Nazırı Keçecizade Fuad Paşa, ayaklanmayı bastırmak üzere geniş yetkilerle ve 3 bin askerle Beyrut’a ve oradan da Şam’a gitti. Fuad Paşa, Avrupa devletlerini müdahale etmekten alıkoyabilecek sert tedbirlere başvurdu: Yapılan yargılamalar sonucu, olaylarda sorumlu görülen Şam Valisi ve Arabistan Ordusu Kumandanı Ahmed Paşa başta olmak üzere, asker ve subaylar ile Dürzilerden oluşan 125 kişi idam edildi. Hadiselerde parmağı veya ihmali olan memur ve siviller sürgüne gönderildi. Ayrıca, yağmalanan bir kısım mallar sahiplerine iade edildi ve Hıristiyanlara tazminat ödendi. [35]

 

Böylece ayaklanma bastırılmıştı ancak, Fransa, İngiltere ve Ortodoksların koruyucusu rolünü üstlenen Rusya, Islahat Fermanı’nın ilan edilmiş olmasını da fırsat bilerek, olaylara müdahale etmek için hazırlık yapmaktaydı. İlk harekete geçen Fransa oldu ve Ağustos 1860’ta 6 bin kişilik bir kuvveti “Osmanlı Devleti’ne yardım etmek” bahanesiyle Beyrut’a gönderdi. Fransa’nın bu tavrı, fırsat bekleyen diğer devletleri de derhal harekete geçirdi ve onlar da Beyrut Limanı’na gemilerini gönderdiler. Sonuçta, 5 Eylül 1860’ta Osmanlı Devleti ve adı geçen diğer devletler, Paris’te bir konvansiyon imzaladılar. Buna göre, bölgede düzeni sağlamak amacıyla 12 bin kişilik müşterek bir kuvvet oluşturuluyor ve ayrıca Beyrut açıklarında görev yapmak üzere bir donanma gönderiliyordu. 1861 Haziranı’na kadar bölgede kalacak olan bu kuvvete Osmanlı Devleti de yardımcı olacaktı. [36]

 

Suriye’nin yönetiminde Dürzilerile Maruniler arasında daha önce sağlanan denge bu son olaylarla birlikte yeniden bozuldu. Osmanlı Devleti, Avrupalı devletlerden, söz konusu düzenin yeniden kurulması için bir komisyonun teşkilini istedi. Fuat Paşa başkanlığında Osmanlı Devleti ile İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan ve Rusya’nın içinde yer aldığı Avrupa Komisyonu Beyrut’ta çok sayıda toplantılar yaptı (Ekim 1860-Mayıs 1861). Komisyonun bu toplantılarda vardığı sonuçlar ise, ilgili devletler arasında 9 Haziran 1861’de İstanbul’da imzalanan ve ardından bir fermanla yürürlüğe giren 17 maddelik Lübnan Nizamnamesiadlı bir belgede toplandı.[37]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[38]

Bir çeşit “imtiyazlı” yönetimi öngören Lübnan Nizamnamesi gereğince, valiliğe vezirlik rütbesi verilen Ermeni Katolik milletinden Davit Paşa getirilmiştir. Diğer dönemlere göre Lübnan’a uzun süreli barış ve istikrar getiren bu nizamname, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı sebebiyle Temmuz 1915’te protokolü iptal etmesine kadar geçerli olmuştur.[39]

 

Avrupa Ülkelerinin Tepkileri

Avrupa devletlerinin 1859’da ferman hükümlerinin uygulanmadığı gerekçesiyle Osmanlı Devleti’ne bir memorandum vermeleri üzerine Rumeli’ye müfettişler gönderildi; ancak, bu girişim, şikâyet ve uluslararası baskıları dindirmedi; aksine hükümetin uysal davranışı hem büyük devletleri hem de gayrimüslim unsurları daha da cesaretlendirdi. Rusya ve İngiltere, kendi bakış açılarına göre birer proje sunarak Osmanlı Devleti’nin yapması gereken ıslahatları sıraladı. Özellikle İngiltere’nin projesi gayet ağır şartları taşımaktaydı. Bâbıâli, bu baskıları azaltmak amacıyla Şubat 1861’de adalet ve vergi sistemini ıslah edeceğini ve vilâyetlerde güvenliği sağlayacağını duyurdu. [40]

 

Islahat Fermanından Sonra Yapılan Hukuki Düzenlemeler

Islahat Fermanı’yla birlikte imparatorluktaki gayrimüslim unsurlara yeni bazı haklar tanındı ve Osmanlı hukukunu bu yeni duruma uygun hâle getirilmek amacıyla bir takım düzenlemeler yapıldı. [41]

 

Meclis-i Âli-i Tanzimat’ta Ahmed Cevdet Paşa’nın başkanlığında bir komisyon kuruldu ve 9 Ağustos 1858’de, 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunu’nun âdeta bir özet tercümesi olan 264 maddelik Ceza Kanunname-i Hümayunu hazırlandı. Tercüme bir kanun olmasına rağmen üzerinde ciddi değişiklikler ve ilâveler de yapılmıştır. Çok eşlilik, kısas ve diyet gibi bazı şer’î hükümler kanuna eklendiği gibi, çeşitli suçlara verilecek olan cezalar da Fransa Ceza Kanunu’na oranla daha düşük tutuldu; ayrıca, Fransız Ceza Kanunu’nda mevcut olan devlet başkanına ve hürriyete saldırı gibi bahislere Türkçe metinde yer verilmedi. [42]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Ahmed Cevdet Paşa[43]

1807 tarihli Fransız Ticaret Kanunu’nun tercümesiyle oluşturulan Ticaret Kanunnamesi’yle birlikte ticaret ve şirket hususlarındaki şer’î kuralların yerini Batı hukuku almaya başladı.[44] Osmanlı ticaret hukuku neredeyse tamamen Fransa’dan aktarılmıştır. 26 Temmuz 1850’de oluşturulan Kanunname-i Ticaret, özel hukuk alanında yapılan ilk kanundur.[45]

 

Arazi Kanunnamesi, 1858 yılında Ahmed Cevdet Paşa’nın başkanlığındaki bir heyet tarafından hazırlanmıştır. Sistematiği bakımından Batılı etkiler taşırsa da, içeriği yönünden bu dönemde Mecelle ile birlikte meydana getirilen iki yerli ve milli kanundan biridir.[46]

 

1867’de Fransa’nın İstanbul Sefiri Mösyö Bourrée’nin de etkisiyle 1804’te Napolyon döneminde hazırlanan Fransız Medeni Kanunu’nun (Code Civil) tercüme ve adaptasyonunu gündeme getirdi; hatta bu iş için bir komisyon bile kurdurttu. Ancak, Keçecizade Mehmed Fuad Paşa başta olmak üzere bazı devlet adamlarının Hıristiyan bir ülkenin medeni kanununun Müslüman bir ülkede tatbikinin uygun olmadığı gerekçesiyle karşı çıkmaları neticesinde Ahmed Cevdet Paşa’nın başkanlığında kurulan Mecelle Komisyonu, yaklaşık sekiz senelik bir çalışmanın sonucunda eksik de olsa Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’yi hazırladı.Tanzimat döneminde hazırlanan en önemli ve milli kanun olup esas olarak borçlar ve kısmen de eşya ve yargılama hukukuna dair maddeleri içerir. Aile ve miras hukukuna dair bahisler yoktur. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra da bazı ülkelerde uzun süre yürürlükte kaldı.[47]

 

Bütün bu hukuk aktarmaları yapılırken, bazen iki toplum arasındaki geleneklerin ve teamüllerin göz ardı edilmesi, bazen de eksik ve yanlış tercümelerin yapılması uygulamada sorunlara neden olabiliyordu. Nitekim faizin İslâm hukukuyla çatışması birinciye; kanunlar tercüme edilirken yaklaşık üçte bir oranında eksiltmeye gidilmesi ve Fransız kanunlarının bütünlüğü, yani, Code Civil (Medeni Kanun)’le ve diğer kanunlarla birlikte ele alınmamasının yarattığı sorunlar da ikinciye örnek olarak verilebilir. Çünkü hukuk sistemi bir bütün olarak ele alındığında anlamlıdır. Bütünlük olmaz ve sadece içlerinden bazı kanun ve tüzükler, o da eksiltilerek aktarılırsa bunun sorunlara neden olması kaçınılmaz olur.[48]

 

 

 

Dipnotlar

[1] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[2]http://www.gribilge.com/1856-islahat-fermani/

[3] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[4] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[5] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[6] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[7] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[8] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[9] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[10] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[11]http://www.toplumdusmani.net/modules/wordbook/entry.php?entryID=3602

[12] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi

[13] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[14] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[15] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[16]http://www.bizimsahife.org/Kutuphane/Osmanli_Tarihi_Ans/Osmanli_Tarihi_A/061_Ali_Pasa_Mehmet_Emin.htm

[17] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[18] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[19] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[20] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[21] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[22]http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=199414

[23] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[24] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[25]http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=199414

[26] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[27] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[28] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[29] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[30] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[31] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[32] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[33] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[34] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[35] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[36] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[37] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[38]http://en.wikipedia.org/wiki/1860_Druze%E2%80%93Maronite_conflict

[39] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi

[40] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[41] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[42] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[43]http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=199414

[44] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[45] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[46] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[47] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

[48] Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri  (1703-1876), Anadolu Üniversitesi

Abdülmecid(1839-1861), 22 yıl 

Osmanlılar

bottom of page