top of page

Doğu Problemeleri

Memluklerle Savaş (1485-1491)

Yakın Doğu'nun iki büyük Türk devleti olan Osmanlı ile Memluk arasındaki sınırı Fırat nehri ve Toros Dağları belirliyordu. Bir zamanlar Orta Anadolu'ya kadar varan Memluk nüfuzu, artık Toroslar'ın gerisine itilmişti. Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı ve Çukurova'yı elinde tutan Ramazanoğulları Memlukluların hâkimiyetinde, buna karşılık Dulkadiroğulları ise Osmanlılar'ın hâkimiyetinde idi. Memluklular ile Osmanlıların ilişkileri başlangıçta dostçaydı. Osmanlı Devleti'nin Avrupa'daki zaferleri Memluk başkenti Kahire'de resmî şenliklerle kutlanıyordu. Ama Memluklular Osmanlıların Çukurova bölgesindeki varlıklarından hoşnut değillerdi. [i]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[ii]

Memluklular Safevilerden, Osmanlılardan daha çok çekiniyorlardı. Zira daha önce Şii Fatımi hanedanı uzun süre Mısır'da hüküm sürmüş ve ancak Memluklular tarafından yıkılmıştı. Ayrıca Mısır'da Osmanlı ülkesinin tersine halk ve saray erkânı Türkmen asıllı değildi. Büyük bir Arap çoğunluğu azınlıktaki Türkler tarafından yönetiliyordu. Şah İsmail daha önceden Fatımilerin yapamadığını yapmak, tüm İslam dünyasını Şii mezhebi altında birleştirmek istiyordu ve önündeki Osmanlı barajı yıkılırsa onu ne Memluklar ne de Türkistan'daki Türk devletleri durdurabilirdi. [iii] Hiç umulmadık bir yönden, yani Hint denizi ve Kızıldeniz’den yaklaşan Portekiz tehlikesi de Osmanlıların Memlüklere destek olmasına neden olmuştu. [iv]

 

Osmanlıların bölgeye yaptığı akınlar iki ülkenin arasını bozdu. Türkler tarafından yönetilen bu iki ülkenin aralarının bozulmasındaki bir başka sebep ise prestij meselesiydi. Devrin en büyük devleti konumunda olan Osmanlı İmparatorluğu aynı zamanda da devrin en büyük İslam ülkesiydi. Halifeliğin, Kutsal Emanetler'in ve mukaddes şehirlerin Memluk Devleti'nin elinde olması Osmanlı'nın kabul edemeyeceği bir durumdu. Memluklular coğrafi koşullara çok güveniyor ve hiçbir ordunun Mısır'a giremeyeceğini düşünüyorlardı.[v]

 

Savaş 1485 senesinin Mayıs ayında başladı. Fatih'in vefatından 4 yıl sonra başlayan savaş hiçbir zaman topyekûn bir muharebe şeklinde gerçekleşmedi. İki imparatorluk hiçbir zaman tüm ordularıyla karşı karşıya gelmedi. Ne Osmanlılar ne de Memluklular birbirlerinin topraklarını ilhak etme niyetinde değildiler. Harp iki ülke toprakları arasında tampon bölge mahiyetindeki Çukurova ve Dulkadiroğulları'nın toprakları üzerinde gerçekleşen vuruşmalar seviyesinde kaldı. [vi]

Son dönemde Sultan Bayezid bir sefer-i hümayun başlatmayı düşündü ve bu Sultan Kayıtbay'ı çok endişelendirdi. Zira o zamana kadar topyekûn bir savaşta Osmanlı Devleti'ni sadece Timur yenebilmişti. Bunun üzerine barışa razı oldu. Fakat bizzat barış istemeyi gururuna yediremeyen ve böyle bir barışın imzalanması halinde Osmanlı'nın aşırı isteklerinden korkan Memlük Sultanı başka bir Müslüman ülke olan Tunus hükümdarını araya soktu ve iki ülke savaşın başındaki hâle dönülmeyi kabul ettiler. İki ülke de aldıkları toprakları iade ettiler. Böylece 6 sene boyunca birkaç kez ele geçirdiği halde Çukurova'yı elde edemeyen Osmanlı Devleti 1491 yılında Memluklularla barış imzaladı. [vii]

 

Bundan sonraki dönemde Osmanlılar ve Memlükler arasında zaman zaman gerginlikler ve küçük çaplı çatışmalar olsa da, İran’da ortaya çıkan Safevilerin oluşturduğu tehlike, iki tarafı birbirine yaklaştırmıştır. Safevilerin kurucusu Şah İsmail’in Osmanlılara karşı birleşme tekliflerine olumsuz cevap veren Memlükler ile Osmanlılar arasındaki ilişkiler o kadar düzelmişti ki, Osmanlılar Memlüklere silah yardımında dahi bulunmuşlardı.[viii]

 

II. Bayezid döneminde Memlüklerle yapılan mücadele, netice itibariyle sonuçsuz kalmış ve gerçek bir hesaplaşma Yavuz Sultan Selim dönemine intikal etmiştir. II. Bayezid zamanındaki mücadele esnasında iki taraftan da ciddi can ve mal kaybı olmuştur; ancak Osmanlı baskısına rağmen Çukurova üzerindeki Memlük hâkimiyeti devam etmiştir. Osmanlı askerinin kendileri gibi Müslüman bir unsur karşısında aynı iştiyakla savaşmadıkları da iddia edilebilir. Üstelik Osmanlı ulemasının da iki Sünni devletin birbiriyle çarpışmasına şiddetle karşı oldukları bilinmektedir. [ix]

 

Kızılbaş Ayaklanması, Şah İsmail

Venedik harbine son verme gereği, Toros dağlık bölgesindeki yoğun göçebe kabilelerin oluşturduğu tehditten ileri gelmiştir. Osmanlılar, Yörükleri Anadolu'dan gruplar halinde Rumeli'ne geçirmiş, yahut parçalayarak küçük cemaatler halinde birbirinden uzak bölgelere yerleştirmişlerse de, Türkmen göçebelerinin büyük kısmı Toroslarda Teke'den Maraş'a kadar uzayan bölgede hâlâ hakim durumdaydılar ve tahriklere uyarak Osmanlı idaresine karşı zaman zaman ayaklanmaktan geri kalmıyorlardı. [x]

 

Bu daimi huzursuzluğun derin sosyal sebeplere dayandığını görüyoruz. Osmanlı Devleti, merkeziyetçi bir devlet haline gelince, bu Türkmen aşiretlerini gittikçe daha ziyade kontrol altına almak istemiş, vergi tahrîr defterlerine geçirmiş, miktarı az olmakla beraber vergileri düzenli almaya çalışmıştır. Boy beyleri idaresinde bağımsız bir hayat süren ve hayvancılık ekonomisinin gereklerine uyan bu aşiretler, merkezî idareyi dayanılmaz bir baskı ve zulüm idaresi olarak hissediyorlardı. Onların, devletin vergi defterlerine yazılmaktan kaçmaya çalıştıklarını, haric-ez-defter, yani defterde kaydı olmayan reaya sıfatıyla serbest dolaştıklarını biliyoruz. Dulgadır Türkmenleri, kendilerini tahrîre gelen devlet memuru (emin) ve adamlarını bir gecede yok etmişlerdi. Bazı aşiret beyleri, hâlâ Osmanoğlu diye andıkları Osmanlı hükümdarını kendileri ile denk sayarlardı. Osmanlı Devleti, tarım ekonomisine dayanan, büyük gelir kaynakları çiftçi kitlelerinin üretimine bağlı bir devlet sıfatıyla, göçebelerin mevsimlik göçlerine karışıyor ve yaptıkları zararlara karşı cezalar koyuyor, yağmaları şiddetle cezalandırıyordu. Özetle Yörükler, kendi ekonomik faaliyetlerini ve hayat sahalarını kısan, aşiret hukukuna ve âdetlerine önem vermeyen Osmanlı rejimini bir baskı rejimi olarak görüyorlardı. Şeriatı, padişahın kanunlarını ve merkezî idareyi temsil eden kadıları ve kulları, onları düşman gibi görüyor, Sünnî islâmiyeti temsil eden rejime karşı, islâmiyetin kendi kabile âdetlerine ve Şamanist inançlarına uygun bir şeklini telkin eden heteredoks derviş tarikatlarına fanatik bir bağlılıkla bağlanıyorlardı. 13. yüzyıldan beri kırmızı külâhlarıyla tanınan militan Alevî Türkmen göçebeleri, Kızılbaş genel adı altında anılmaktaydılar. [xi]

 

Kızılbaşlar, koyu Şi'î-Alevî olup Türkmenlere hitap eden bir tarikatın başı Erdebil şeyh ailesine daha 15. yüzyılın ilk yarısından beri bağlıydılar. Bu aileden Şeyh Cüneyd ve Şeyh Haydar'ın yanında Trabzon Rumlarına ve Gürcülere karşı gazalara katıldılar. Türkmen hükümdarı Uzun Hasan'la akrabalık kurmuş oları aile, bir Türkmen yurdu olan Doğu Anadolu'da ve İran'da büyük nüfuz kazanmıştı. Karamanoğullarının idaresinde Osmanlılara karşı mücadeleyi kaybetmiş Türkmen kabileleri, şimdi her zamandan ziyade Safevîler etrafında toplandılar. Şeyh Haydar'ın oğlu ismail zamanında Erdebil sûfileri Azerbaycan, Doğu Anadolu, Irak ve iran'da siyasî hakimiyeti ele geçirdiler ve Anadolu'daki KızıIbaşların dinî ve siyasî lideri sıfatıyla Şah ismail (1501-24) Osmanlılar için güçlü bir rakip olarak ortaya çıktı.[xii]

 

Bu esnada Mora’da savaş halinde olan II. Bayezid, Toroslar’dan ve Karaman bölgesinden, Sivas-Amasya ve Samsun-Trabzon arasındaki dağlık alanlara uzanan kesimdeki Türkmenlerin Şah İsmail’le olan irtibatını kesmeye çalıştı. Yakalanan elebaşları şiddetle cezalandırıldı, buradaki nüfusun bir kısmı Mora’da yeni fethedilen yerlerin iskânı için sürgün edildi. Bu önlemler, Şah İsmail’in ihtilal hareketi için merkez olarak düşündüğü Konya’dan vazgeçip Tebriz’e yönelmesine neden oldu. Temmuz 1501’de Nahçıvan yakınlarında Akkoyunlu Elvend Mirza’yı yenerek Tebriz merkezli yeni bir devlet kurdu ve Anadolu’daki Türkmenler üzerinde bir propaganda başlattı. [xiii]

 

Safevi Şah'ı İsmail 1507 yılında hem İstanbul'un hem de Kahire'nin göstereceği tepkiyi görmek amacıyla Dulkadiroğulları Beyliği'nin üzerine yürüdü. Asıl sebebi bu olmamakla beraber görünüşteki sebep, Dulkadir Beyi Alaüddevle Bozkurt Bey'in Şii olan Şah'a kızını vermek istememesiydi. Maraş'a ve Elbistan'a giren Şah İsmail sonradan da Osmanlı Devleti'ne bir mektup yazıp topraklarını çiğnediğinden dolayı da özür diledi. [xiv]

 

Senelerden beri Dulkadiroğulları Beyliği'nin kendilerine bağlı olduğunu iddia eden Memluklular ve Osmanlılar bu hareketi cevapsız bıraktılar. Bu da Şah İsmail'in Anadolu'daki prestijini artırdı. Memluklular tamamıyla sessiz kalsa da Osmanlıların sessiz kalmaları mümkün değildi. Zira Trabzon sancak beyi Şehzade Selim ve Şehzade Korkut Alaüddevle Bozkurt Bey'in kızı olan aynı anneden dünyaya gelmişti. Şehzade Selim Azerbaycan'a kadar Safevi topraklarına girerek Safevi Hanedanı'na mensup bazı kişileri esir alıp Trabzon'a getirerek dayısına yapılanın intikamını aldı. Babası Bayezid bile hiçbir şey yapmamış iken Şehzade Selim'in bu hareketi gözlerin ona çevrilmesine neden oldu.[xv]

 

Bu arada II. Bayezid Şah İsmail'in herhangi bir seferine karşı Orta Anadolu'ya asker yığdı. Bu nedenle Şah İsmail Anadolu'nun içlerine girmekten çekinmiştir. Sayısı 115.000'i bulan bu orduyu gözüne kestiremeyen Şah, II. Bayezid'e Şanlı büyük babam diye hitap ettiği bir mektup yazarak 1508 yıllarının ilk aylarında Diyarbakır'a çekildi. [xvi]

 

Şah Kulu İsyanı

1509 Ağustos’unda İstanbul’da Osmanlı tarihlerinde “küçük kıyamet” olarak adlandırılan bir zelzele meydana geldi. Hem bu felaket hem de Anadolu’daki durum dolayısıyla huzursuzluk had safhadaydı. Böyle bir atmosferde Antalya yöresinde bir tekke şeyhi olan ve II. Bayezid’in öldüğü yolunda çıkan şayialardan etkilenerek harekete geçen Şahkulu Baba Tekeli’nin Mehdilik hatta peygamberlik iddiasıyla başlattığı bir isyan baş gösterdi. [xvii]

 

Şahkulu, Kütahya'ya kadar sokuldu. Şehirdeki Osmanlı kuvvetleri dağıtıldı. II. Bayezid o sıralarda oğlu Şehzade Şehenşah'ın vefatından dolayı çok üzgündü. Aslında dedesi II. Murat gibi tahtı büyük oğlu Şehzade Ahmet'e devretmek arzusundaydı. Kendisi de Şehzade Ahmet taraftarı olan Vezirizam Ali Paşa, Şahkulu'nu yoketme görevinin Şehzade Ahmet'e verilmesini istedi. Böyle bir başarı ile hem Şehzade Ahmet prestij kazanacak hem de onun tahta çıkmasına karşı olan sesler azaltılabilecekti.[xviii]

 

Şahkulu, Şehzadenin kuvvetlerini bozguna uğrattı. Bursa’ya doğru hareketlendiğinde ise II. Bayezid’in hayatta olduğunu öğrendi ve kendisinin üzerine geleceği korkusuyla sığınabileceği bir hisar aramaya başladı. Geri çekilirken en son Sivas yakınlarında yapılan ve Veziriazam Hadım Ali Paşa’nın öldürüldüğü savaşta görüldü ve muhtemelen bu savaşta öldü; taraftarları da Şah İsmail’e sığındı. İsyanı bastırması için Hadım Ali Paşa ile birlikte görevlendirilen Şehzade Ahmed’in bu vazifedeki başarısızlığı iktidar mücadelesinde ibreyi Şehzade Selim’den yana çevirdi. [xix]

 

Bu olay ile Şii meselesi o an için ortadan kalmış oldu. İsyanın bastırılmasından sonra Osmanlı yönetimi Isparta ve Antalya taraflarında ele geçirdiği Kızılbaşları Mora' da zaptedilen Modon ve Koron taraflarına tehcir etmiştir. [xx]

 

 

Dipnotlar

[i] http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Bayezid

[ii] http://www.turkalemiyiz.com/asil/turkdevletleri.asp?id=81 

[iii] http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Bayezid

[iv] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[v] http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Bayezid

[vi] http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Bayezid

[vii] http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Bayezid

[viii] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[ix] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[x] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[xi] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[xii] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[xiii] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[xiv] http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Bayezid

[xv] http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Bayezid

[xvi] http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Bayezid

[xvii] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[xviii] http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Bayezid

[xix] Osmanlı Tarihi (1300-1566), Anadolu Üniversitesi

[xx] http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Bayezid

II. Beyazıd (1481-1512, 31 yıl) 

Osmanlılar

bottom of page