Avusturya Seferleri
Estergon Kalesinin Fethi
Lala Mehmed Paşa, 25 Eylül 1604'te Belgrad'dan Budin'e yöneldi. Sadrazamın geldiğini haber alan Avusturyalılar, Peşte Kalesi'ni bırakıp kaçtılar. Bunun üzerine sadrazam, birkaç gemi ile Tuna'yı aşarak kaleyi aldı. Ardından Sadrazam Lala Paşa, yine düşman tarafından boşaltıldığım öğrendiği Hatvan Kalesi'ni de aldı. Oradan Vaç Kalesi üzerine yürüdü. Avusturyalılar kaleyi savunamayacaklarım anladılar. Bir gece yansı gemilerle kaleden kaçtılar ve Estergon Kalesi'ne sığındılar. Lala Mehmed Paşa derhâl Estergon'u kuşattı (18 Ekim 1604). Fakat kış yaklaşmış, şiddetli yağmurlarla her taraf batak hâline gelmişti. Asker çok sıkıntı çekiyordu. Kar fırtınaları da başlayınca kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. Kışı geçirmek üzere Belgrad'a çekildi (23 Kasım 1604). Sonra İstanbul'a döndü...[1]
Hâlâ yüreğimiz ürpererek türkülerimizde yaşattığımız Estergon Kalesi, birkaç kere el değiştirmiş, nihayet Avusturyalıların işgaline maruz kalmıştı. Osmanlılar bunu bir türlü hazmedemiyorlardı. Devrin padişahı I. Ahmed, Avusturya kralına müracaatla ecdat yadigârı Estergon'u istedi, fakat reddedildi. Bunun üzerine sefer açıldı. Osmanlı ordusunun başına Sadrazam Lala Mehmed Paşa getirildi. Paşa, sefere çıkacağı günün sabahı, namazı Ayasofya Camisi'nde kıldı, şöyle dua etti: "Rabbim, Estergon'da cuma namazını kılmadan canımı alma!"[2]
Ordusuyla gitti ve Estergon önlerinde karargâh kurdu. (29 Ağustos 1605) Mevziî hücumlar yaptı. Böylece haftalar geçti. Nihayet bir akşam vakti kumandanları çadırına çağırdı: "Paşa kardeşler!" diye söze başladı, "Bizler vaktiyle Estergon'da kaç cuma namazı eda etmişiz... Lakin talih döndü, Estergon küffar eline geçti. Beni ciğerimden vuran, kalenin işgal edilmesi değil, bir zamanlar ezan okunan yerlerde çanlar çalması ve bir vakitler namaz kılınan yerlerde şarap içilmesidir... Artık yeter! Estergon tekrar bizim olmalıdır."[3]
Paşalar selama durdu: “ Yakında Ciğerdelen Kalesi ile 'Aziz Thomas' [Tepedelen] dedikleri kale, Estergon'un yolu, kolu mesabesinde. Bütün yiyecekleri bu kaleden gelir. Fethe onlardan başlamak münasipçedir." "İyi söylersiniz," dedi Lala Mehmed Paşa, "biz dahi böyle düşünürdük. Önce Ciğerdelen Kalesi'nin ciğerini delmeli, ardından Aziz Thomas'ın tepesindeki haç sökülmeli ve nihayet Estergon..."[4]
Sabah namazından sonra yapılan şiddetli hücumlarla Ciğerdelen Kalesi'ne girildi. İlk hedef vurulmuş, sıra ikincisine gelmişti. Aziz Thomas Kalesi hemen kuşatıldı. Kuşatma bir hafta devam etti. Osmanlı birlikleri zaman zaman hücuma geçtiler. Kale önlerinde çetin savaşlar oldu. Fakat fetih gerçekleşmiyordu. Sadrazam kızgındı. Paşaları huzuruna çağırdı: "Hani," dedi, "Aziz Thomas Kalesi'nin anahtarlarını bize getirdiniz mi? Din gayreti bu mudur? Yarın şafakla taarruzumuz var."[5]
Ertesi gün 19 Eylül günüydü. Osmanlı şanla şerefle hücuma kalkmıştı. Savaş öğleye doğru şiddetini artırdı. Fakat bütün kuvvetleriyle yüklendikleri hâlde neticeye bir türlü ulaşamıyorlardı. Bir ara şiddetli gürültüler duyup o tarafa baktılar. Küçük bir müfreze bağıra çağıra savaşın ortasına dalmıştı. Kısa zamanda düşmanı dağıtmış, ilerlemeye başlamıştı. Başlarında aksakallı, koca kavuklu bir ihtiyar vardı. Yüzü ter ve tozdan karardığı için kim olduğu kestirilemiyordu. Fakat şiddetli narası dört yandan duyuluyordu: "Vurun aslanlarım, koman yiğitlerim!" Küçük müfrezenin açtığı yoldan yıldırım gibi geçtiler. Savaş sabaha kadar sürdü. Ve güneş, zaferimizin üzerine doğdu...[6]
Vezir Hüsrev Paşa, fethin müjdesini vermek için sadrazamın çadırına koştu. Nefes nefese el öptükten sonra: "Devletlim," dedi, "Aziz Thomas Kalesi'nin anahtarlarını getirdim. Allah'a şükür ki fetholundu... "Yalnız, bu fethin şerefi küçük bir müfreze ile başındaki aksakallı veliye aittir. Veli olduğundan eminim, gözlerimle gördüm. Ok yağmurunun içine dalıyor, yüzlerce kâfirin üzerine atılıyor, yaralanmadan çıkıyordu. Belki de şehitler imdadımıza yetişti... Başka ne olabilir?" "Çok memnun olduk Hüsrev, Allah zaferinizi mübarek kılsın! Mevlam cümlenizden razı olsun..."[7]
Hüsrev Paşa, tekrar sadrazamın elini öpmek için eğildi. Birden şalvarındaki kan lekelerini fark etti. Durakladı. Ağır ağır başım kaldırıp, aksakalına, koca kavuğuna baktı. Her şeyi anladı. Küçücük müfrezenin başındaki ihtiyar, Lala Mehmed Paşa'dan başkası değildi... "Paşa baba, o sendin!" diye ağlayarak ayaklarına kapandı, "O sendin, paşa baba, bizim yapamadığımızı küçük bir müfrezeyle yaptın, ihtiyar hâlinle cenge girdin. Bizi bağışla!" Sadrazam, omuzlarından tutup Hüsrev Paşa'yı kaldırdı. Alnından öptü: "Bundan kimselere bahsetme" diye tembihledi, "Biz nam için dövüşmedik. Allah'a ve padişahımıza karşı vazifemizi yaptık. Şimdi sıra Estergon'a geldi. Gün gayret günüdür. Göreyim seni, paşalığın hakkını ver."[8]
Ordumuz 3 Ekim gününe kadar dinlenip, Estergon'a hücum etmeyi kararlaştırmıştı. Askerler birbirleriyle helalleşiyor, "Gelecek cuma namazını Estergon'da kılacağız" sözü dillerde dolaşıyordu. 3 Ekim sabahı hücuma geçtiler. Lala Mehmed Paşa, ihtiyarlığına aldırmadan ön safları tutmuştu. Delip geçiyor, arkasından serdengeçtiler can pahasına ilerliyordu. Akşam güneşi gurupta gülümserken, ordumuz Estergon'a girdi. Sadrazam Lala Mehmed Paşa'nın duası kabul olmuştu: Cuma namazını Estergon'da kılacaktı (3 Ekim 1605)...[9]
Otuz beş gün süren muhasaradan sonra kale fethedilerek on seneden beri süren Alman işgaline son verildi. Bu zaferden sonra Uyvar, Weszgrim, Polata kaleleri Türklerin eline geçti. Bu sırada Tiryaki Hasan Paşayı serdar vekili olarak bırakıp İstanbul’a dönen Lala Mehmed Paşa vefat etti (1606).[10]
Zitvatoruk Antlaşması (1606)
Avusturya, sulh istedi. Budin’de sulh müzakeresi yapıldı ve görüşmeler neticesinde Zitvatoruk muahedesi imzalandı (1606). Bu anlaşmaya göre, Kanije, Estergon, Eğri kaleleri Osmanlı Devletinde kalacaktı.[11]Bundan böyle Avusturya, yılda 30 bin altın tutarında olan vergisini vermeyecektir. Yalnız bir defaya mahsus olmak üzere Avusturya, padişaha 67 bin altın ödeyecektir. Osmanlı padişahı, Avusturya kralına "imparator" diyecektir. İki taraf birbirinin arazisine hücum etmeyecektir. Böylece Kanuni'nin Avrupa'ya kabul ettirdiği "Türk üstünlüğü" hukuken bitiyor, Osmanlı Devleti kendini Avrupa devletleriyle eşit saymayı kabul ediyor ve Koca Sinan Paşa'nın 1593'te açmış olduğu Avusturya seferi başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Bu sefer tam 13 yıl 4 ay 8 gün sürmüştür.[12]
Savaş Osmanlılara kendi askerî zayıflıklarını göstermiş ve 1595’den sonra birkaç kez barış istemek zorunda bırakmıştır.Şah Abbas, 1603’te hücuma geçmiş ve Osmanlı birliklerini Azerbaycan ve Kafkaslardan Anadolu içlerine sürmüştü. Osmanlı hükûmeti bu durumda Habsburglarla barış yapabildiği için kendini talihli sayıyor ve Zitvatorok Antlaşmasıyla Habsburgların elinde olan Macar toprakları üzerindeki bütün haklarından vazgeçiyordu. Habsburglar yıllık otuz bin dukalık haracı artık ödemeyecekti.[13]
Dipnotlar
[1] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[2] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[3] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[4] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[5] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[6] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[7] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[8] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[9] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[10]http://osmanlilar.gen.tr/1566-1699.asp
[11]http://osmanlilar.gen.tr/1566-1699.asp
[12] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[13] Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-I, Anadolu Üniversitesi
I. Ahmed (1603-1617, 14 yıl)