top of page

XIII. yüzyılda Anadolu’da yerleşen tasavvuf, XIV. yüzyılda Mevlevîlik, Âhilik, Babaîlik, Hurûfîlik gibi inanç ve tarikatların mensupları arasında gelişerek devam etmiştir. Sultan Veled’in sistemleştirdiği Mevlevîlik, Mevlânâ’nın torunu Ulu Ârif Çelebi (öl. 1319)’nin Anadolu’nun çeşitli yerlerinde açtığı tekkeler ve Türk beylerinin de tarikata girmelerini sağlamasıyla XIV. yüzyılda hızla yayılmıştır. Başka tarikat mensuplarının da Mevlânâ’ya saygı duymalarından dolayı Mevlevîlik büyük ilgi görmüştür. Bu yüzyılda Mevlevîliğin yanında Âhilik ve Fütüvvet teşkilatının da özellikle toplum hayatında düzenin sağlanmasında ve ticaret hayatının düzenlenmesinde büyük rolü olmuştur. [1]

Âşıkpaşazâde, Anadolu'da dört müsafir (dışardan gelmiş) ta'ife'den (cemaât) söz eder: Gâziyân, Ahiyyân, Abdâlân ve Bâciyân. Bir yoruma göre, şeyh Evhadüddîn Kırmânî'nin kızı Kadın Ana Fatma Hatun, Ahî Evren (Nâsirüddîn Mahmud) ile evlenmiş olup Anadolu'da kadınlar arasında ahîliğe denk Bâciyân ta'ifesini kurmuştur. Genelde, şeyhler neslinden zâviye yöneten hatunlar, meselâ Hüdavendigâr sancağında bir vakıf idare eden Tâcî Hatun, Bâciyân cema'âtından sayılırlar. İbn Battuta Anadolu'da Müslüman kadınların erkeklerden kaçmayışlarını, saygılı oluşlarını hayretle kaydetmiştir. [2]

 

Babai DerviÅŸler

13. yüzyıl içinde, Denizli (Tonguzlu), Karahisar (Afyon), Kütahya, Kastamonu, Amasya, klasik İslâm-Türk medeniyetinin yerleştiği merkezler olarak gelişmişti. Daha ileride dağlık bölgelerde yarı-göçebe savaşçı Türkmenler, çağdaş kaynaklardaki deyimiyle Etrûk-i Uc egemendi. Onlar, hinterlantta egemen olan Ortadoğu kozmopolit kültürünün, gelişmiş bir şehir hayatının ve merkezî devlet siyasetinin etkisinden uzak idiler. Uçlarda, dinsel yaşamda, dervişler ve Orta Asya Türk gelenekleri (Yeseviyye ve Babaiyye) egemendi. Uc toplumunda savaşçı Alplar, Alp-erenler kendini islâmî gazaya adamış, kutsal ganimetle yaşayan uc gazileriydi; dinsel ve toplumsal yaşama, dervişler, abdal adıyla tanınan Türkmen babaları yön veriyordu.[3]

 

Orta Anadolu’da 1240’larda Selçuklu Devleti’ne karşı Vefai dervişlerden Baba İlyas etrafında Türkmen ayaklanması şiddetle bastırıldı. Bababi dervişleri, uçların en uzak noktalarına, bu arada özellikle Osmanlı topraklarına kaçıp sığınmış görünmektedir. [4]

 

Vefâiyye tarikatından Baba ilyas'ın soyundan gelen Âşık Paşa, Muhlis Paşa ve onların halifeleri Babaîler, uçlara, yani batı sınır bölgelerine göçerek özellikle Osmanlı uc bölgesinde toplum ve kültür hayatında kesin bir rol oynayacaklardır. Bunlardan biri Vefâiyye-Babaî şeyhi EdeBali, eski Osmanlı rivayetlerinde Osman Gazi'nin yakın mürşidi olarak Osmanlı hanedanının kuruluşunda önemli rol oynamış görünmektedir. [5]

 

İlk dönem tahrir defterlerinde dağda kırda boş toprakları şenletip zaviye kuran, sonra bunu vakıf olarak sultanlara onaylatan Kalenderi Bababi dervişlere ait birçok kayıtlar bulmaktayız. Sultanlar bu vakıfları daima, "âyende ve revendeye" (gelip geçen yolculara) hizmet koşuluyla verirler. Derviş bir zaviye kurar, etrafındaki öbür dervişlerle toprağı işler, tarla açar, bahçe yapar, geliriyle kendileri geçinir ve yolculara üç gün kalmaları koşuluyla, barınma ve yeme içme sağlarlar. [6]

 

Fütüvvet kurallarını izleyen ahî zaviyeleri, bu gibi zaviyelerin başında gelir. Misafirlik geleneği, yalnız ahî zaviyeleri için değil, gelip geçen yolculara hizmet etme koşuluyla sultandan berat almış tüm zâviyeler için değişmez bir kuraldır. Toprağı işlemede, hasat ve harcamada zaviye mensupları her şeyi ortaklaşa (iştirâk üzere) yaparlar. Herkes çalışmak zorundadır (Bayramiyye'de bu nokta özellikle belirtilir). Fütüvvet, yani centilmenlik ve kardeşlik disiplini içinde ortaklaşa çalışma, yolcu ve fakirlere hizmet, dinî bir hayır işi sayılmaktadır ve bu nedenle vakfa bağlanmaktadır. Zaviye etrafında zamanla nüfus yerleşmekte, köyler meydana çıkmaktadır. Anadolu ve Rumeli toponimisi, pek çok köyün menşeinde bu biçimde derviş zâviyeleriyle ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Sultanların bu gibi yeni yerleşmelere vakıf statüsü vermeleri vergilerden affetmesi, Anadolu ve Rumeli'de Türk yerleşme-kolonizasyon sürecini kolaylaştıran başlıca bir yöntem olarak önemlidir. [7]

 

Gazâ ve Gazîlik

13. yüzyılda bir yandan Haçlılara, öte yandan Mogollara karşı bir ölüm-kalım savaşı veren İslâm memleketlerinde gazâ ruhu, toplumları ayaklandırmakta idi. 13. yüzyılda bu gazâ heyecanı Memlûk sultanlığında ve Anadolu'da Türkmenler arasında doruğa erişti. Haçlı ve Moğol kıskacı arasında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu iki İslâm memleketinde askerî rejimler hâkim oldu. [8]

 

Rum Abdalları ve ahilerle yan yana ayrı bir ta'ife olarak zikredilen Gâziyân, Osman döneminde gördüğümüz alplardan başkası değildir ve bu alplar belli nitelikler taşıyan bir gruptur. Baba İlyas'ın torunu Âşık Paşa Garîbnâme adlı eserinde alpların dokuz niteliğe sahip olmaları gerektiğini vurgular. Âşık Paşa'nın gâziyân kelimesi yerine, İslâm'dan önce Avrasya toplumundaki bahadır önderler için kullanılan alp terimini kullanmış olması ilginçtir. Alp, "varlığı korumak için ay ve yılda birbirleriyle kol kola savaş" yapan bahadırlardır. Onun paraleli, nefsiyle mücadelede bulunan alp-erendir. [9]

 

13. ve 14. yüzyıllarda Anadolu'da İslâm dinini, sûfîlik, fütüvvet ve gazâ kurallarını halka öğretmek için Türkçe yazılmış bir literatür bulmaktayız. Bunlar, kuşkusuz o zaman toplumdaki belli gereksinimlere yanıt vermek ve belli grupları aydınlatmak ve eğitmek amacını güdüyordu. Selçuklu şehirlerinde, özellikle Konya'da egemen Fars dili ve edebiyatı karşısında basit bir Türkçe ile yazılmış bu gibi eserler, çoğu kasaba ve köylere yerleşmiş Türkmen halkına, bu arada geniş gazî kitlelerine hitap etmekte idi. Uc toplumuna hitap eden bu didaktik eserlerin bir bölümü, sırf İslâm dininin günlük ibadet ve yaşama ait din kurallarını öğretmek amacını güdüyor (ilm-i haller), yahut ahîler için fütüvvet âdabını anlatıyor veyahut dervişlere tarikat esaslarını ve erkânını açıklıyordu. Bir bölümü de gazilik kurallarını açıklayan yahut savaş heyecanını yükselten destan nev'inden eserlerdi. Bu eserlerde bir gazide bulunması gerekli özellikler belirtilir. Gazinin "niyeti" samimi olmalı, İslâm dini ve Müslüman halk için savaştığını unutmamalı, gazâda tama' ve riyâ olmamalı, yani hareketlerinde dinî hayır düşüncesinden uzaklaşmamalı, gazâya sırf ganimet için gitmemeli. Bu son madde, yukarıda açıkladığımız gibi gazanın dinî-ideolojik niteliğini vurgulayan temel koşuldur. [10]

 

Osmanlılar ve Gaza’nın Önemi

Osmanlı toplumunda her sınıftan dindar halk, gazâyı ciddiyetle benimsemektedir. Osmanlı sultanları son pâdişaha kadar gazi unvanını en başta tercih ettikleri bir unvan olarak kullanmışlardır. [11]

 

Osmanlı sultanları, siyasî gayelerle, İslâm aleminde gazî şöhretlerini korumaya ve kuvvetlendirmeye son derecede önem vermekte idiler. Rumeli'de büyük gazâ başarılarından sonra doğu İslâm hükümdarlarına fetihnâmeler, ganaîmden hisse ve esirler gönderirlerdi. Yıldırım Bayezid'in 1396'da Nikebolu'da (Niğbolu) haçlı ordusuna karşı kazandığı zaferden sonra Kahire, Bagdad ve Tebriz'e gönderdiği esir şövalyeler sokaklarda dolaştırılmış ve Osmanlılar için büyük gösterilere vesile olmuştu. Osmanlı sultanlarının gazî şöhreti, onlara siyasî büyük yararlar sağlıyordu. [12]

 

II. Murad, Karamanoğlu’na karşı 1444’te açacağı seferi, İslam âlemi ve özellikle Şahruh yanında meşru göstermek için, tarafsız Mısır ulemasından fetva almıştır. Osmanlılar, özellikle Karamanoğullarının Hristiyanlarla ittifak etmeleri noktası üzerinde durmuşlardır ki, Batı kaynakları bu işbirliği girişimlerini belgelemektedir. II. Murad da Karaman oğlu'na karşı seferini zorunlu ve meşrû göstermek için, Şahruh'a yazdığı mektupta onun geriden saldırarak gazâya engel olduğunu beyan ediyordu. [13]

 

Osmanlılar, Anadolu’da ikinci yayılma yönü olarak, Ä°ran Ä°pek Yolu üzerinde Ankara’yı 1354’te almakla kalmadılar. DoÄŸuda Tokat, Amasya bölgesindeki emirleri, Sivas’ta Sultan Kadı Burhaneddin’e karşı himaye iddiasında bulundular. I. Murad, Sırplara karşı 1389’da Balkanlar’a geçtiÄŸi zaman, Kadı Burhaneddin’in kumandanları Osmanlılara karşı saldırı için tam fırsat olduÄŸunu ileri sürdüler. Fakat Kadı Burhaneddin, bunu,  Ä°slam’ı zayıflatmak ve küffarı kuvvetlendirmek demek olacağını söyleyerek reddetti. Bununla beraber, Murad’ın Kosova’da ÅŸehid düştüğü haberi eriÅŸir eriÅŸmez, Burhaneddin KırÅŸehir'i, Karaman oÄŸlu BeyÅŸehir'i, Germiyan oÄŸlu da Osmanlı iÅŸgali altındaki toprağını geri aldı. [14]

 

Timur'un etrafındakiler, Osmanlı sultanına karşı saldırıyı uzun zaman iyi görmediler. Timur, Ankara'da Bayezid'i tutsak aldıktan (1402) sonra, haçlılar elinden İzmir'i geri alarak kendisi de bir gazâ gösterisi yapma gereğini duydu. 1420'ye doğru I. Mehmed, Timur'un halefi Şahruh'un tehditlerine karşı mektubunda, gazî sıfatının üzerinde duruyor ve gazâ için "küffara" karşı hareket etmek üzere olduğunu bildiriyordu. [15]

 

Fakılar

Uc toplumunda Osman Gazi'nin manevi destekleyicisi, hukukî ve sosyal hayatı örgütleyici olarak ahileri ve fakıları görüyoruz (fakı, islâm ilimlerinde, özellikle hukukta uzman olan fakîhin kısaltılmışıdır). [16]

 

Osman, bir bölgeyi ele geçirdikten sonra bu ülkeyi nasıl örgütleyeceÄŸini ahilerden ve fakılardan sormaktadır. Fakılar, islâm hukukunu, islâm kurumlarını bilen insanlar olarak gazi önderi yönlendirici bilgiler saÄŸlamaktadır.  Ä°lk Osmanlı beyleri Osman ve Orhan tarafından ahiler ve fakılara verilmiÅŸ birçok vakıf köy ve çiftlik tahrîr defterleri kayıtlarıyla bize kadar gelmiÅŸtir. Bu dönemde vakıfların büyük bir kısmı fakılara verilmiÅŸtir. [17]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[18]

 

Bu kayıtlarda, daha bu zamanda, Türkmenlerin köylere yerleştiklerini biliyoruz. Köye yerleşen bir grubun, tabii, İslâm kurallarına göre yaşamlarını düzenlemek için bir köy imamına, bir din adamına ihtiyacı vardı. Fakıların en aşağı kademede olanları bu köy imamlarıdır. Daha yukarıda kadılar, vezirler gelmekteydi.[19]

 

İleri gelen fakılar, Sünnî İslâm hukukunu bilen insanlar olarak toplumda önemli rol oynamışlardır. Osman dönemine ait fakılar arasında EdeBali, Tursun Fakîh adlarını biliyoruz. Bize ilk Osmanlı tarihini nakleden İshak Fakîh ve onun oğlu Yahşi Fakîh vakıf almış bu fakılardan ikisidir. Demek ki, vakıfların kanıtladığı gibi, daha Osman Gazî zamanında İslâm hukukunu bilen kişilerle devlet kuran bey arasında sıkı ilişkiler kurulmuştur. Beyliği teşkilâtlandırma, dinî-sosyal hayatı düzenleme bakımından bu fakılar son derece önemli bir rol oynamışlardır. Din adamlarının ilk dönemlerde devletin örgütlenmesinde beylere danışmanlık yapmış olmaları, ilk vezirlerin de onlar arasından seçilmiş olması olayını açıklar. Çandarlı Kara Halil, ulema menşeinden vezirlerin en ünlüsüdür. Onun çocukları, 1453'e kadar devlet içinde otorite bakımından padişahla kıyaslanacak bir mevkie sahip oldular.[20]

 

Ahilik ve Fütüvvet

Anadolu'da ahîlik teşkilâtının temelini oluşturan fütüvvet hareketinin başlangıcı, Halife Nâsır'ın sultanlar yanında girişimlerine bağlanmaktadır. Türkiye ahi teşkilâtının kurucusu Evren (Evran), 13. yüzyıl başlarında Bagdad'tan Anadolu'ya gelen ulema ve sufîler arasında idi. Tasavvuf ve felsefe üzerinde eserleri olan bir âlimdir. Asıl adı Hoylu Şeyh Nâsırüddîn Mahmud'dur. Şehirde en kalabalık işçi grubu debbagların şeyhi olan Nâsirüddîn'in Babaîlerle ve Türkmenlerle yakınlığı vardı. Hocası ve kayınpederi fütüvvet akımının büyük şeyhi ünlü sufî Evhadü'd-dîn Kirmânî'dır. Kırmanî'nin Anadolu'da birçok şehirde halifeleri ve zâviveleri vardı. [21]

 

Moğollarla işbirliği yapan ve Fars kültürüne tutkun Selçuklu seçkin sınıfına hitap eden Celâleddîn Rumî ile halk adamı Ahî Evren arasında düşmanlık vardı. Bu düşmanlık Mevlanâ'nın şeyhi Şems-i Tebrizî'nin katliyle (1247) ilişkilidir. Nâsirüddîn'in ahileri, Moğollarla mücadeleye giren II. İzzeddîn Keykâvûs'u destekliyorlardı, Keykâvûs 1254'te Kırşehir'e gitti. Moğol kuvvetleri onu yenilgiye uğrattılar (Sultan Hanı Savaşı, 1256). Anadolu'da isyanı bastırmaya çalışan Moğolların soykırımından Nâsırüddîn de kurtulamadı. Tokat, Sivas, Kayseri gibi büyük şehirlerde Moğollar, karşı çıkan esnafı, bunlar arasında savaşçı kalabalık debbag esnafını katlettiler. Ahîlere ait zâviyeler, Mevlevîlere verildi. Bunun üzerine ahîler uzak uc bölgelerine, Türkmenler arasına göç ettiler. [22]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Ahi Evran Türbesi, Kırşehir[23]

 

Osman Gazî'nin şeyhi EdeBali'nin, Kırşehri'nden (bugün Kırşehir) uca göçenler arasında bulunduğu ileri sürülmüştür. Keza, Orhan Gazî ile Bursa kuşatmasında hazır bulunan Abdal Musâ da ahilerle beraber uca göçen dervişlerdendir. Türkmen halkı için Türkçe Garîbnâme adlı eseri yazan Âşık Paşa da Kırşehirli'dir. Bütün bu olaylar, Osman Gazî zamanında Sultan-önü ucunda rastladığımız ahîler ve abdal/kalendirîlerin, Orta-Anadolu'da 1256'da patlak veren Mogol-Türkmen mücadelesinin serpintileri olduğu olgusunu ortaya koymaktadır. [24]

 

Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde ahilerin ve fütüvvet akımının kesin bir rol oynadığı kuşku götürmez. Debbagların piri sayılan Ahî Evren 32 çeşit esnafın pîri sayılır. Şehirlerde debbaglar en kalabalık, devlet karşısında en güçlü, bağımsız işçi grubunu oluşturmakta idi. Kanunî Süleyman'ın itaatsizlik gösteren kapıkulu askerine karşı debbagları anarak tehdit ettiği rivâyet edilmiştir. Evliya Çelebi'ye göre, İstanbul'da debbaghanede 5.000 kadar debbag vardı. Kırşehir’de Ahi Evran Tekkesi şeyhi tüm imparatorlukta her şehirde ahilerin reisi sayılan ahî babalara icazetname göndererek makamlarını onaylardı. [25]

 

1334'de Anadolu'yu gezmiş olan ibn Battuta, memleketin her yerinde kendisini zaviyelerinde misafir eden ahileri görmüştür. "Bu ahiler" diyor, [26]

 

Anadolu Türkmen yurdunda her bölgede, şehir ve köyde rastlanır. Dünyanın hiçbir köşesinde, yabancılara yakınlık göstermekte, onlara yiyecek vesair gereksinmelerini karşılamakta, zorbaların ve polis hizmetindekilerin veya onlara katılan serserilerin zulümlerini önlemekte, hatta onları ortadan kaldırmakta gösterdikleri ciddî çabaları bakımından onlarla kıyaslanabilecek kimse yoktur. Onların dilinde ahi şöyle bir kimsedir: Ahi, kendi sanatında çalışanları, evlenmemiş gençleri ve bekâr yaşamı seçmiş olanları bir araya toplayıp onların önderi olmayı kabul eden bir kimsedir. Buna fütüvvet de denir. Ahî, bir zaviye bina eder, onu halı, kandiller ve başka gerekli eşya ile döşer. Zaviyede onunla beraber olanlar, gündüz çalışırlar ve ikindi namazından sonra ortaklaşa kazançlarını getirirler, bu para ile zaviyede yenecek meyve ve başka yiyecekler satın alınır. Şayed o gün şehre bir yolcu gelmişse, kendisini zaviyede konuk ederler, satın aldıkları şeyleri ikram ederler ve ayrılış gününe kadar konuk onların yanında kalır. Bir konuk gelmemişse, kendileri yiyecekleri beraber yerler ve yemekten sonra ilâhi ve raks ile sema yaparlar. Erlesi gün işlerine gider ve ikindiden sonra ortaklaşa kazandıkları parayı getirir ahiye teslim ederler. Zaviye üyelerine fityân, başlarına, evvelce söylediğimiz gibi, ahi denir. Dünyanın hiçbir yerinde davranışlarında onlardan daha centilmence davranan kimse görmedim.[27]

 

Kendilerine fityân denen gençlerin ellerinde uzun birer hançer ve başlarında bir zira' uzunlukta beyaz keçeden külah (sonraları yeniçerilerde göreceğiz) taşırlar. Odada sıralarını alınca herbiri külâhını çıkarır, önüne kor. Başında ipekten güzel bir takke kalır. Arab seyyahını konuklamak için birbirleriyle kavga edecek kadar yarışırlar. Bayramda silahlı genç ahiler merasimlerde sultanın askeriyle beraber yürür görmüştür. Ahîler arasında zengin ve fakir olanlar vardır. Kayseri'de Ahi Emir Ali'nin zaviyesine şehrin büyükleri dahildir, hayli görkemli olan zaviyesinde her sene toplanırlar. Bir yerde sultan yoksa, ahi o yerin valisi gibi hareket eder ve davranışları beyler gibidir. [28]

 

Fütüvvet, ahilik "âdabı", yani belli ahlak ve davranış kuralları, yüzyıllar boyunca Anadolu Türk halkının mîllli karakterini belirlemiştir. Bugün sosyal antropologların Türk köy ve kasabalarında sıradan Türk insanının davranışları üzerinde tespit etlikleri özellikler, olağanüstü bir konukseverlik, güç durumda olanların yardımına koşma, özveri ve dayanışma, emece denilen tarada hep birlikte ortak çalışma, büyüğe saygı, hırsızlıktan, cinsel tacizden ve başkası aleyhinde kötü söz söylemekten dikkatle kaçınma (eline, beline, diline hakim olma), yiğitlik ve civanmertlik (centilmenlik) hepsi fütüvvetnâmelerde telkin edilen ideal insan sıfatlarıdır. Köylerde gençler, geceleri yâran veya konuk odasında toplanıp bu fütüvvet kurallarını öğrenirler. Bu yârân, misafir odaları eski zaviyeleri anımsatır. Bu âdet bugüne kadar gelmiştir. Fütüvvet, ahilik, keza kasaba ve şehir nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan esnafın davranışlarını belirlemiştir; ahi zaviyelerinde genç işçilere, alçakgönüllülük, sosyal dayanışma, özveri, ustaya itaat gibi esnaf lonca örgütünün gerektirdiği bir ahlâk eğitimi verilirdi. Osmanlı zanaatları çırak-kalfa-usta eğitimiyle öğrenildiğinden, fütüvvet adabı, sosyo-ekonomik yapının temel ahlakî işlevini yerine getirmekte idi. [29]

 

Ahiliğin ahlâk ve erkânını tespit eden ve Ömer Suhreverdî'nin eserleriyle sûfî inanışlarıyla zenginleşen fütüvvetnâmeler, Anadolu'nun her tarafına yayıldı, şehirlerde ve köylerde fütüvveti benimseyen ahi zaviyeleri kuruldu. Sultanlar ve özel kişiler, vakıflar yaparak bu zaviyeleri desteklediler. Osman ve Orhan dönemlerine ait vakıf kayıtları, Osmanlı ülkesinde erkenden birçok ahi zaviyesinin kurulmuş olduğunu göstermektedir. Selçuklu sultanları Moğol egemenliği altında ülkede siyasî güç ve kontrolü kaybettiklerinden, şehirlerde ahiler, yalnız ekonomik-sosyal yaşamda değil, kamu güvenlik sorumluluklarını da yüklendiler, ibn Battuta bazı büyük şehirlerde baş ahinin bir sultan gibi davrandığına tanık olmuştur. Meselâ, sof imâlatı ve ticaretiyle zengin bir şehir haline gelen Ankara'da Ahî Şerefeddin şehrin kamu işlerinde egemendi. [30]

 

 

 

 

 

Kaynaklar

[1] XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı, Anadolu Üniversitesi

[2] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[3] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[4] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[5] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[6] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[7] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[8] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[9] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[10] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[11] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[12] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[13] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[14] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[15] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[16] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[17] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[18] http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0lmiye_s%C4%B1n%C4%B1f%C4%B1

[19] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[20] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[21] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[22] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[23] http://www.turizmtrend.com/foto-galeri/kirsehir-ahi-evran-camii-ve-turbesi/1057/sayfa-2/

[24] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[25] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[26] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[27] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[28] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[29] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

[30] Devlet-i Aliyye, Halil İnalcık

Anadolu Kültürünün Şekillenmesi

Osmanlılar

bottom of page