Dönemin Siyasi ve Askeri Olayları
Ä°lk sefer (1595)
III. Mehmed devrinin ilk seferi 27 Nisan 1595'te açıldı. Sadrazamlıktan uzaklaştırılan Koca Sinan Paşa'nın yerine getirilen Ferhad Paşa'ya serdarlık da verilerek Eflak seferine memur edildi. [1]
Öte yandan Almanya, Avusturya, Macaristan, Bohemya, İtalya ve Belçika asilzadeleri toplandılar. Yetmiş bin kişilik bir Hristiyan ordusu vücuda getirdiler. Niyetleri, Osmanlıları Macaristan'dan söküp çıkarmaktı. Bu maksatla evvela Estergon Kalesi'ni kuşattılar (1 Temmuz 1595). Bunlara karşı Ferhad Paşa büyük bir varlık gösteremedi. Bunun üzerine sadrazamlıktan uzaklaştırıldı. Tekrar Koca Sinan Paşa, dördüncü defa sadrazamlığa getirildi. Serdarlık da verilerek sefere uğurlandı. Kendisi Eflak cephesine giderken, oğlu Mehmed Paşa'yı Estergon'u kurtarmaya yolladı. Fakat tarihlerimize "korkak" olarak geçen Koca Sinan oğlu Mehmed Paşa, yavaş davrandı.[2]
Kalugran Savaşı (1595)
Eflak ordusu yaka yıka ilerliyordu. Koca Sinan Paşa, düşmanı Bükreş yakınlarındaki Kalugran bölgesinde göğüsledi. Etraf bataklıktı. Düşman üstüne sevk edilen kuvvetlerimizin çoğu, başlarındaki paşalarla birlikte bataklıklara saplanıp öldüler. Hatta bir aralık sadrazam da bataklığa saplandı. O sırada sonu hayır olan bir kaza meydana geldi: Bir yeniçerinin attığı ateş, barut deposunu patlattı. Gece yansı meydana gelen bu şiddetli patlama etrafı karıştırdı. Düşman, baskına uğradığını zannetti. Atına atlayan kaçmaya başladı. Eflak ordusu dağıldı. Sabah olduğunda, düşmandan eser kalmamışa (25 Ağustos 1595). Sadrazam Sinan Paşa ordusunu Bükreş üzerine yürüttü ve şehri aldı.[3]
Estergon Savunması (1595)
Hristiyan ordusu tarafından iki ay kuşatılan ve aralıksız top ateşine tutulan Estergon Kalesi, harabeye dönmüştü. Kalede yiyecek ve su sıkıntısı had safhadaydı. Kalede bulunan birkaç yüz yiğit, kaleyi teslim etmemek için insanüstü gayret gösteriyordu. Sadrazamdan birkaç kere yardım istemiş, fakat gayret tavsiyesinden başka bir şey gelmemişti. Kaledekiler ümitsizdiler. Komutan Seyyid Bey, sık sık askerleriyle konuşuyor, onlara ümit vermeye çalışıyordu: "Biraz daha dayanalım, sadrazam hazretlerinin yardımı yakında burada olacaktır;" diyordu.Oysa sadrazam, başka cephede düşmanla boğuştuğunu, yardım gönderemeyeceğini bildirmişti. Seyyid Bey çaresizdi, düşman dört yandan sıkıştırıyordu. Bütün teslim tekliflerini reddetmişti. Dayanmak istiyordu, ama dayanacak gücü kalmamıştı. [4]
Bu kuşatmada bizzat bulunan eski tarihçilerimizden Peçevi, kalenin yürekler acısı durumunu anlatırken "sarnış [su deposu] etrafında şiddetli hararetten [susuzluktan] mermerleri yalayan ve bir katre [damla] su deyü can virüp can alan elsiz ve ayaksız" askerlerden bahseder.[5]
[6]
Sonunda bazı askerlerin sabrı taştı. Teslime yanaşmayan Anadolu Beylerbeyi Mehmed Paşa ile Estergon Sancak Beyi Seyyid Beye saldırdılar. Bu bir isyandı... İsyan patladıktan sonra, kaleyi teslimden başka bir çare kalmazdı. Bir heyet teşkil edip düşman ordugâhına gönderdiler. Heyet teslim şartlarını görüştü. Nihayet "Osmanlı askerlerinin ve kalede bulunan sivil halkın Osmanlı gemileriyle Tuna üzerinden Osmanlı hâkimiyetinde bulunan Vişigrad'a götürülmesi, kimsenin canına malına ve şahsi eşyalarına dokunulmaması" şartıyla kalenin teslimi kabul edildi. Böylece Estergon Kalesi düşman eline geçti (2 Eylül 1595).Peçevi, şu acı gerçeği dile getirir: "Bir âli savaş itdük, emmâ ancak 40-50 kâfir helake düşdi [iyi savaştık, ancak kırk elli düşman öldürebildik]."[7]
Ardından Vişigrad Kalesi de elimizden çıktı (8 Eylül 1595). Voyvoda Mihal'in kuvvetleri, 3 bin 500 yiğit tarafından savunulan Tergovişte Kalesi'ni kuşattılar. Aralıksız üç gün top ateşiyle kaleyi yıktıktan sonra işgal ettiler. Kalede bulunan komutanlardan, başta Trabzon Beylerbeyi Ali Paşa ile Amasya Beyi Koçu Bey olmak üzere bütün yüksek rütbeli komutanları, bir şişe geçirip kızarttılar. Askerleri de kazıklara oturttular. Bu korkunç vahşet bütün Müslümanları derin bir üzüntüye düşürdü. Acılar dinmeden Yerköy Kalesi işgal edilerek, bütün Müslümanlar asker ve sivil farkı gözetilmeden öldürüldü (31 Ekim 1595).[8]
Padişah duyduklarının acısıyla kıvranıyordu. Sadrazamı görevden alıp, yerine Lala Mehmed Paşa'yı tayin etti (19 Kasım 1595). Fakat Lala Mehmed Paşa'nın anî ölümüyle, Koca Sinan Paşa beşinci defa sadrazamlığa getirildi (1 Aralık 1595). Ama o da 3 Nisan 1596'da ölünce Damad İbrahim Paşa sadrazam oldu.[9]
Eğri seferi ve Haçova Zaferi (1596)
1595 yılının getirdiği felaketler herkesi üzmüştü. Ordu içinde kaynama vardı. Herkesin morali bozuktu. Büyük bir zafer kazanılmazsa devletin varlığı tehlikeye düşecekti. Sultan III. Mehmed, devlet büyüklerini topladı: "Ceddimiz, devletimizin kurucusu Osman Gazi Hazretleri'nden büyük dedemiz Kanuni Sultan Süleyman'a kadar bütün padişahlar askerin önünde sefere çıkmışlardır. Dedemiz Sultan Selim'le birlikte cennetmekân pederimiz Sultan Murad [III. Murad] bu usulü bozdular. Biz dahi başlangıçta savaşı paşalarımıza ısmarlamakla hataya düştük... Asker evlatlarımız bizi başlarında görmek isterler. Kararımız odur ki, yakında sefere çıkacağız. Hazırlıklar tamamlansın. Küffara haddini bildirmeye gitmek gerektir."[10]
Padişahın komutasındaki Osmanlı ordusu 5 Temmuz günü cepheye hareket etti. 21 Eylül'de Eğri Ovası'na ulaştı. 12 Eylül akşamı Eğri Kalesi fethedildi.[11]
Düşman telaşlanmıştı. Kalabalık bir orduyla Eğri'yi kurtarmaya geliyorlardı. Padişah, Hadım Cafer Paşa'yı düşman üstüne gönderdi. Cafer Paşa kahramanca savaştı. Fakat düşmanın sayıca çok oluşu karşısında yenildi. Geri çekildi. Bunun üzerine padişah, bizzat düşmanı göğüslemeye karar vererek Eğri Kalesi'nden ayrıldı. Hızla Haçova Meydanı'na gitti. Orada düşman ordusuyla karşılaştı.[12]
[13]
Haçova’da Alman, Avusturya, Çek, Fransız, İspanya, İtalyan, Leh, Macar, Papalık askerlerinden meydana gelen 300.000 mevcutlu Hıristiyan ordusuyla karşılaşıldı. Osmanlı ordusu 100-110.000 mevcutluydu.[14]
İlk gün yapılan savaş sonuçsuz kaldı. İkinci gün güneşin doğuşuyla birlikte şiddetli bir savaş başladı. Karşılıklı top ateşinden sonra ordular birbirine girdi. Sultan III. Mehmed'in yanında hocası tarihçi Hoca Sadeddin Efendi ile "Sadreyn" denilen Anadolu ve Rumeli kazaskerleri vardı. Peygamber Efendimizin sancağını açmış, altında toplanmışlardı.[15]
Öğleden sonra gelen kötü haber, padişahın ve yanındakilerin yüreğini dağladı: "Şevketlüm, sağ tarafımız bozuldu, düşman kötü yüklenir!" Osmanlı askerleri arasında baş gösteren karışıklık gözle görülecek biçimdeydi. Karışıklığı önlemeye çalışan komutanlar tesirsiz kalıyordu. Az sonra ordunun sol tarafı da bozuldu. Askerler, komutanlarını dinlememeye başladılar. Padişahın yanına gelen bazı paşalar yer öptükten sonra:"Şevketlü hünkâr geri çekilip canını kurtarsın, gayri bu selin önünde durulmaz!" dediler. Padişah tereddüde düştü. Acaba paşaların sözünü tutup savaş meydanını terk etmeli miydi? O tereddüt anında padişahın hocası tarihçi Hoca Sadeddin Efendi öne fırladı: "Padişahım, yerinizi terk etmeyiniz. Savaş hâli budur. Ecdadımız zamanında meydana gelen tabur savaşlarının çoğu böyle gelişmiştir. Allah'ın yardımı, Peygamber Efendimizin mucizesi ile inşallah zafer Müslümanların olacaktır! Mübarek hatırınızı hoş tutun." Bu sözler padişahı yerinde tuttu ve mutlak olan mağlubiyeti zafere çevirdi. [16]
Düşman askerleri, Osmanlı ordugâhına kadar sokulmuşlardı. Gözlerini yağma hırsı bürümüştü. Ellerine geçeni kapışmaya başladılar. Savaşı âdeta unuttular. Bu manzara, hizmetkârları da gayrete getirdi. Aşçılar, seyisler, oduncular, yamaklar, ellerine ne geçirdilerse kapıp, yağmayla uğraşan düşman askerlerine saldırdılar. Bir yandan da bağırıyorlardı: "Düşman kaçtı, düşman kaçtı!" Düşman askerleri şaşkına döndü. Kendilerini savunmayı bile akıl edemiyorlardı. Öte yandan "Düşman kaçtı!" çığlığını duyan Osmanlı askerleri toparlanmıştı. Yağma için dağılan düşman askerlerinin üstüne atıldılar. Onları bataklıklara sürdüler. On beş-yirmi dakika içinde 20 bin düşman atlısı bataklıklarda boğuldu. Bir kısmı, onları takip eden askerlerimizin kılıçları altında can verdi. O gece 50 binden fazla düşman öldü. Yüz topla birlikte külliyetli cephane ele geçirildi. Tarihimiz bir zaferle daha şenlendi (25 Ekim 1596). Ve zaferle coşkun Osmanlı ordusu İstanbul'a döndü.[17]
Bundan sonra Avusturyalılar, başta Budin olmak üzere bazı kalelerimizi kuşatmışlar, ama üzerlerine hemen asker sevk edilmiştir. Düşman iyice yıldırılmış, Osmanlı Devleti bir süre için de olsa, Fatih, Yavuz ve Kanuni devrini yeniden yaşamıştır. Nihayet isyancı Eflak Voyvodası Mihail, padişaha elçi ve hediyeler gönderip affını dilemiştir (18 Kasım 1599).[18]
Kanije Kuşatması (1601)
1601 yılında Kanije kuşatıldı. Şanlı Kanije savunması başlı başına bir tarihtir. Kanije muhafızı Tiryaki Hasan Paşa'nın şahsında billurlaşan bu emsalsiz müdafaa, milletler tarihinde, şahısların ehemmiyetini de ortaya koymuştur. Arşidük Ferdinand'ın komutası altında birleşen Avrupalı müttefikler en kuvvetli rivayete göre 80 bin kişi kadardı. Buna karşılık Kanije'yi dokuz bin yiğit müdafaa ediyordu. Barutları çok az, yiyecek ve içecekleri son derecede kıttı. Bu rağmen, yapılan teslim teklifine, Tiryaki Hasan Paşa şu cevabı veriyordu: "Biz kalenin müdafaasına memur edildik, kale vermek padişaha mahsustur. Kralınız gitsin, kaleyi padişahımdan istesin."[19]
Düşman altı koldan kaleyi dövmeye başladı. Bütün kinini gülle gülle Kanije Kalesi'ne döküyor, kaleye günde bin-iki bin arası mermi düşüyordu. Fakat kale bedenlerinde açılan gedikler, ne yapılıp yapılıyor, geceleri kapatılıyordu. Düşman her sabah yeni inşa edilmiş sağlam bir hisarın önünde kalıyordu. Fakat ne kadar devam edebilirdi? Düşman durmadan takviye alıyor, kalede şehit düşenlerin yahut yaralananların yerleri ise boş kalıyordu. [20]
Bir akşam vakti Tiryaki Hasan Paşa, Karapençe Osman'ı huzura çağırdı: "Bak deli oğlum! Serdar-ı Ekrem’e bir name yazdık, imdat diledik. Lakin etraf çevrili. Bu nameyi tek sen götürebilirsin. Şimdiye kadar yüzümü kara çıkarmadın. Göreyim nice yiğitsin..." Karapençe Osman diz çöktü: "Emrin başım üzeredir paşa baba, nameyi serdarın elinde say. Lakin hakire sorarsan, yardım gelmez, derim! Nitekim bundan önceki müracaatlarımızda da gelmedi. Serdar meşgul..." Tiryaki Hasan Paşa'nın kaşları çatıldı: "Sana söyleneni yap deli yiğit! Devletli sadrazamın cevabını beklemeye mezun değilsin. Kelleyi koltuğuna alıp yola düş."[21]
Karapençe Osman el öpüp gizlice kaleyi terk etti. Ertesi sabah Tiryaki Hasan Paşa, askeri topladı: "Asker evlatlarım! Serdara haber saldık, bizi yardımsız komaz; biraz daha dayanalım, yardımın gelmesi yakındır." Yazık ki, sadrazam yardım yerine nasihat göndermişti. Karapençe Osman'a verdiği mektupta, düşman üstüne gittiği için kuvvetini bölemeyeceğini söylüyor, "Kaleyi önce Bâri Hudâ'ya, sonra sen izzetli beylerbeyi Hasan Paşa'ya emanet ettik. Göreyim, müdafaada sebat gösteresin..." diyordu.[22]
Hasan Paşa, bu mektubu askere okuyamazdı. Zaten kırıla kırıla çok az askeri kalmıştı. Düşman ise devamlı yardım alıyor, büyüdükçe büyüyordu. Sadrazamın mektubunu askerden gizlemeye karar verdi. Fakat Karapençe Osman'ın bir mektup getirdiği duyulmuştu. Askere ne söyleyecekti? Sadrazamın mektubunu koynuna sokup, kendisi bir mektup yazdırdı. Askeri topladı. Sadrazamın mektubudur diye, kendi yazdırdığı mektubu okudu.Mektup müjdelerle doluydu. Güya sadrazam, büyük bir orduyla geliyordu. Kanije yiğitleri biraz daha dayanmalıydılar. Sadrazamın ordusu gelince, düşman iki ateş arasında kalıp yenilecekti... Asker, tekbirlerle sevincini dile getirdi. Tek endişeli olan insan, Tiryaki Hasan Paşa idi. Bütün gerçeği biliyor, bir avuç yiğitle düşman ortasında kalakaldığını düşünüyordu. Üstelik yiyecek son derece az, su ise hemen hemen yoktu. Ama ümitsizliğe kapılmıyordu.[23]
Fakat talihsizlikler üst üste geliyordu. Sadrazam, Belgrad önlerinde düşmana yenilmişti. Budin Beylerbeyi Mehmed Paşa ile Mehmed Kethüda şehit düşmüşlerdi. Başları düşman askerleri tarafından kesilip Kanije Kalesi önüne dikilmişti. Düşman askerleri kesik başları gösterip avaz avaz bağırıyorlardı: "Sadrazamınızın ordusunu darmadağın ettik. Size yiğit beylerinizin başlarını armağan getirdik! Gelin, bu ümitsiz direnişten vazgeçip teslim olun. Teslim olmazsanız sizin de kellelerinizi böyle sırıklara geçirip dolaştıracağız!"Kaleyi savunan askerlerin içine derin bir tereddüt girdi. Kaleyi düşmana teslim etme eğilimi belirdi. Tam o sırada Tiryaki Hasan Paşa burçlara fırladı: "Yalancılar!" diye bağırdı, "O kelleler beylerimize ait değil, baskıncılarımızın öldürdüğü askerlerinize aittir. Bizi kandıramazsınız. Her şeyimiz yeterlidir, sonuna kadar dayanacağız! Sadrazamımız da yakında burada olacak."[24]
Hızla toplardan birinin başına yürüdü. Uçlarına kelleler takılı sırıkları nişanlayıp, topu ateşledi. İlk ateşte sırıkları devirdi. Böylece askerin moralini bozan kelleleri ortadan kaldırmış oldu. Sonra askerlerine bir konuşma yaptı: "Bizi kandırmak istiyorlar. Kanije'yi alamayacaklarını anladılar. Sadrazamın bu tarafa gelmekte olduğunu öğrendiler. Bu yüzden bir an önce bizi kandırıp kaleyi elde etmeye çalışıyorlar. Bana inanınız: Düşman, Kanije'yi alamayacaktır!" Askerlerin yüzü güldü. Şanlı komutanlarına inanıyorlardı. O "alamayacak" diyor ise, alamayacaklardı.[25]
Kuşatmanın 73. gecesi yani 18 Kasım 1601'de, Hasan Paşa ve kurmayları dahil Osmanlı kuvvetleri Haçlılara gece baskını düzenledi. Beklenen yardımın geldiğini sanan Arşidük Ferdinand çok sayıdaki adamı ve muhafızları ile kaçtı.[26]
Dipnotlar
[1] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[2] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[3] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[4] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[5] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[6]http://www.devletialiyyei.com/osmanli-devleti-sultanlari/sultan-iii-mehmed-han-1095.html
[7] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[8] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[9] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[10] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[11] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[12] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[13]http://www.devletialiyyei.com/savaslar/hacova-muharebesi-1103.html
[14]http://osmanlilar.gen.tr/1451-1574.asp
[15] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[16] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[17] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[18] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[19] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[20] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[21] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[22] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[23] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[24] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[25] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
III. Mehmed (1595-1603, 8 yıl)