top of page

Rumeli Akınları

Denizciliğe de önem veren Yıldırım Bâyezîd Han, 1390 sonbaharında Sakız ve Eğriboz adalarıyle Ege Denizindeki Venedik kıyılarına seferler düzenledi. [i]

 

1391’de Eflak Seferine çıktı. Eflak ordusunu mağlup ettikten sonra Osmanlı ordusu Tuna’nın öbür yakasına geçti. Selanik alındı. Yıldırım Bâyezîd Anadolu’dayken Eflak Kralı, Osmanlı sınırını geçerek yağmalama hareketinde bulunmuştu. Sefer dönüşünde hemen Rumeli’ye geçen Pâdişâh, Edirne’de kuvvetlerini toparladı ve Niğbolu ile Silistre’den Eflak içlerine akıncılar gönderdi. Bu kuvvetler Eflak Kralını yakalayarak Bursa’ya gönderdiler. Her sene Osmanlı hazînesine 3000 duka altın vermek ve Macarlar üzerine yapılacak seferlerde Osmanlı ordusuna yardım etmek kaydıyla serbest bırakıldı. [ii]

 

1. İstanbul Kuşatması (1390-1391)

Bizans imparatoru, padişahın Anadolu seferinde bulunmasından faydalanıp "Padişahın maksadı İstanbul'u alıp başkent yapmaktır, buna engel olmak için gerekli her türlü tedbiri alacağım!" diyerek İstanbul surlarını tamire başlamıştı. Üç kiliseyi yıktırıp bunların taşlarından yeni kuleler inşa ettirdi. Sultan Bayezid bunu haber alır almaz, kulelerin derhâl yıktırılmasını, aksi hâlde gelip zorla yıkacağım bildirdi. "Bizim iznimiz olmadan İstanbul surlarında hiçbir tamirat ve ilave yapılamaz. Çünkü bu tamiratın bize karşı yapıldığını biliyoruz..." İmparator bu tehditten büyük bir telaşa kapılıp, inşa ettirdiği kuleleri yıktırdı. [iii]

 

Bu olaydan birkaç ay sonra İmparator öldü. Yerine oğlu geçti. Yıldırım Bayezid, İstanbul'a hemen elçiler gönderdi. İstekleri sert ve kesindi: "İstanbul'da yaşayan Müslüman bir kadı (hâkim) bulunacak, Müslümanlar onun tarafından muhakeme edilecekler. Eski imparatorun imzaladığı bütün antlaşmalara sadık kalınacak. Osmanlı Devleti'ne her yıl vergi verilecek. Osmanlı padişahı istediği anda Bizans ordusu birlikler gönderecek ve Osmanlılar için savaşacak. Ayrıca İstanbul'da hemen bir cami yapılacak. Eğer emirlerimizi yerine getirmezsen sur dışına çıkma! Zira sur dışında kalan bütün topraklar, gazilerimizin kontrolündedir." [iv]

 

Yeni Bizans İmparatoru, padişahın tekliflerini kabule yanaşmadı. Bunun üzerine Yıldırım, sefer ilan etti. İstanbul surlarına kadar olan bütün Rum kasabaları ve köyleri işgal edildi. Karadeniz sahilleri Rumlardan temizlendi. Böylece İstanbul'un etrafı tamamen çevrilmiş oluyor, Osmanlılar İstanbul'u kuşatması başlıyordu. [v]

 

Bulgaristan’ın Fethi (1393)

Avrupa devletleri yine telaş içinde idiler. Venedik Senatosu toplanıp (1393) Osmanlılarla savaşmak için bütün Avrupa'ya bir davette bulundu. Öte yandan Macar Kralı, Bulgar Kralı ile anlaştı. Bu anlaşma yürürlüğe girdiği takdirde Bulgaristan elimizden çıkabilirdi. Yıldırım Bayezid, mühim bir kuvveti Bulgaristan üzerine gönderdi. Bulgar topraklarında ilerleyen Osmanlı ordusu, başkent Tırnova'yı kuşattı. 17 Temmuz 1393'te Tırnova fethedildi. Ardından Tuna sahilindeki Silistre, Niğbolu ve Vidin alındı. Bulgar Kralı yakalanıp Edirne'ye gönderildi. Bulgaristan artık tamamen Osmanlı Devleti'nindi. Eyaletimiz hâline gelmişti. [vi]

 

Macar Kralı’nın telaşlanmıştı. Fakat korktuğunu belli etmek istemiyor, İstanbul'a gönderdiği elçisine şunu söyletiyordu: "Bulgaristan'ı hangi hak ve salahiyetle işgal ettiniz?" Yıldırım Bayezid hemen bir Kur'an-ı Kerim istedi, sağ eline aldı, kılıcını da sol eli ne aldı. Önce sağ elini kaldırıp Kur'an-ı Kerimi elçiye gösterdi: "İşte hak, elçi!" Sonra kılıcını kaldırdı: "İşte de salahiyet! Başka diyeceğin var mı?"[vii]

 

Niğbolu Zaferi (1396)

Macar kralı, Almanya, Macaristan ve Bohemya'dan asker toplamaya başladı. Hristiyan prens ve krallarına mektuplar yollayarak yardım istedi. Papa da, Macar kralını destekliyordu. Zamanın en büyük Avrupa devletlerinden olan Fransa da, hazırlanacak Haçlı ordusunda en önemli görevi almayı kabul etti. Haçlı ordusu kurulmuştu. Avrupa'nın en büyük prensleri, kralları, generalleri bu orduyu idare edecekti. Türkleri atıp, geldikleri yere, Orta Asya'ya süreceklerdi. [viii]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[ix]

Haçlı ordusu Bavyera'dan hızla geçip Viyana'ya geldi (24 Mayıs 1396). Oradan buluşma yeri olan Budin'e geçti. Öncü birlikler Niğbolu Kalesi'ni kuşattı. Kalenin kumandanı savaş boylarında pişmiş, tecrübeli bir asker olan Doğan Bey'di. Kalede az sayıda Osmanlı askeri vardı. 8 Eylül 1396 sabahı toplar Niğbolu'yu dövmeye başladı. Top ateşi sabahtan akşama kadar aralıksız sürdü. General Gara, ertesi sabah Niğbolu'nun beyaz bayrak çekip teslim olacağını umup ateş kestirdi. Ama ateş kesilir kesilmez kaleden fırlayan bir avuç kahraman, düşman mevzilerine saldırdı. Saldın sabaha kadar dalga dalga devam etti. Haberi alan Macar kralı, "Niğbolu diğer kalelere benzemiyor, fethi güç gibi" demek zorunda kaldı. Kaleye elçi gönderip teslim olmasını istediler. Doğan Bey'in cevabı sert ve kesindi: "Bu kale malım değil ki teslim edeyim! Ecdat yadigârım kanımızın son damlasına kadar müdafaa edeceğiz. Varın, kumandanlarınıza söyleyin." [x]

 

Padişah, Haçlı ordusunun hazırlığını haber alır almaz, mecburen İstanbul kuşatmasını kaldırıp ordusuyla Niğbolu yolunu tutmuştu. Hızlı yol alıyordu. Niyeti, Niğbolu düşmeden yetişmekti. Osmanlı ordusunun Tırnova'ya geldiği haberi Haçlıları şaşkına çevirdi. Avrupa'nın namlı şövalyeleri: " İmkânı yok, bu kadar büyük bir ordu böyle hızlı hareket edemez!" diyorlardı. Gazi Evranos Bey'in şimşek akıncıları 27 Eylül'de Niğbolu yakınına gelmişlerdi bile... Niğbolu'ya sadece 10 kilometre vardı. Ardından padişah da, vezirleri, beyleriyle çıkageldi. Niğbolu'nun düşman tarafından alınıp alınmadığını bilmiyordu. Önce bunu öğrenmeli, savaş planını buna göre yapmalıydı. [xi]

 

Gece vakti kaleye gitmeye karar verdi. Sadrazam Çandarlı Ali Paşa'ya bunu söyleyince, Ali Paşa şiddetle karşı çıktı: "Olmaz padişahım! Ölürüm de sizi göndermem... İsterseniz beni asın, ama ne olur gitmeyin!"

 

Oysa Yıldırım'ın kararı kesindi. Bakışlarını sadrazama çevirdi: "Gitmemiz lazım lala" dedi, "Doğan Beyimizin hâlini yakından görmeliyiz." Atına atladı, mahmuzladı. Düşman içine sürdü. Etraf karanlıktı. Fakat sultan, atını doludizgin sürüyordu. Kale duvarlarına gelince atını durdurdu. Bu sırada kalede ümitsizlik son noktasına gelmişti. Bey "Allah'tan ümit kesilmez" diyor, fakat için için ne yapacağını düşünüyordu. Cephane bitmiş, yiyecek azalmış, askerlerin çoğu kırılmıştı... Birden kale duvarına çarparak yankılanan gür bir ses duydu: "Bre Doğan! Bre Doğan!" Bu ses Yıldırım'ın sesiydi. "Padişahım, geldin mi?" diye âdeta inledi Doğan Bey. "Orduyu hümayunla bile geldik bre Doğan, Sultan Murad Han oğlu Sultan Bayezid Han geldi. Göreyim seni, kavi dur! Yarın cenk günüdür. Sancaklarımızın dalgalandığını gördüğünüz an kaleden çıkınız, düşman üzerine hücum ediniz! Yarın şan günüdür, şeref günüdür, zafer günüdür... Az daha sabır..." Geldiği gibi döndü. [xii]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[xiii]

Düşman zafere mutlak gözle bakıyor, şimdiden kutluyor, şarap içip sarhoş oluyorlardı.28 Eylül 1396 günü ordular savaş düzenine geçti. Az sonra da tarihin en kanlı savaşlarından biri başladı. Haçlı ordusunun asker sayısı 150 binden az değildi. Buna karşın Osmanlı ordusu 60 bin civarında bulunuyordu. Neredeyse üç katı kalabalık bir düşmanla savaşıyordu. Fransa'nın büyük komutanlarından Never Kontu Korkusuz Jan, Osmanlıların sayı azlığını görünce keyiflenip: "Zafer, sandığımızdan da kolay olacak" demişti. Fakat zaferi Osmanlı ordusu kazandı... Avrupa'nın birçok şanlı şövalyesi, prensi, generali esir alındı. [xiv]

 

Never Kontu Korkusuz Jan'ı elleri bağlı olarak padişahın huzuruna getirdiler. Yıldırım Bayezid, bu namlı kumandanın ellerinin çözülmesini emretti. Sonra gülümseyerek şöyle dedi: "Sizi bağışladık! Vatanınıza dönebilirsiniz..." Padişahın sözleri tercüme edilince, Korkusuz Jan ne diyeceğini şaşırdı. "Hayatımı bağışlama büyüklüğünü gösterdiniz, teşekkür ederim. Size şerefim üzerine yemin ediyorum ki, bir daha asla Sultan Yıldırım Bayezid Han'a karşı kılıç çekmeyeceğim!" [xv] Buna karşılık Yıldırım Bâyezîd Han şu cevabı verdi: “Bir daha benim aleyhimde silah kullanmamak için yaptığınız yemini size iâde ediyor, sizi silahlarınızı elinize almaya ve bütün Hıristiyanları bize karşı toplamağa dâvet ediyorum. Bu sûretle bana yeni zaferlerle şan ve şeref kazandıracaksınız.”[xvi]

 

Mora’nın alınması (1397)

Niğbolu Zaferinin en önemli sonucu Bizans için bütün ümit kapılarının kapanmış olmasıydı. Artık Avrupa’dan hiçbir yardımın gelmesi beklenemezdi. Bundan sonra Yunanistan’a sefer düzenleyen Yıldırım Bâyezîd, Atina ve Mora’yı aldı. İstanbul Boğazının en dar yerinde Anadolu tarafında “Güzelcehisarı” (Anadolu Hisarı) inşâ ettirdi.[xvii]

 

 

Kaynaklar

[i] http://osmanlilar.gen.tr/1389-1451.asp   (Erişim Tarihi 05.08.2013)

[ii] http://osmanlilar.gen.tr/1389-1451.asp   (Erişim Tarihi 05.08.2013)

[iii] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[iv] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[v] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[vi] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[vii] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[viii] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[ix] http://www.tarihnotlari.com/osmanoglu-muhtesemdi/

[x] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[xi] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[xii] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[xiii] http://vizyon21yy.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Nigbolu/Nigbolu_Zaferi.html

[xiv] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[xv] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[xvi] http://osmanlilar.gen.tr/1389-1451.asp   (Erişim Tarihi 05.08.2013)

[xvii] http://osmanlilar.gen.tr/1389-1451.asp   (Erişim Tarihi 05.08.2013)

Yıldırım Beyazıd (1389-1403, 14 yıl)

Osmanlılar

bottom of page