İsyanlar
Sultan Selim Hanın hükümdarlığının üçüncü ayında çıkan Fransız İhtilali yüzünden, Avrupa devletleri Fransa’ya cephe almasına rağmen, Osmanlı Devleti meseleye karışmadığı gibi münasebetlerini de dostane devam ettirdi. Osmanlı Devleti; ihtilalle değişen yeni Fransız idaresini tanıyan ilk devletlerdendi. Fakat Fransa’nın 1795 BaselAntlaşmasıyla Venediklilerden Dalmaçya kıyılarını almasıyla Balkanlarda başlattığı bağımsızlık fikri propagandası, takip edilen siyasetin değişmesine sebep oldu. Adalet-Eşitlik-Hürriyet fikriyle yapılan Fransız İhtilali, çıkış gayesinden uzaklaşarak, Fransa’nın yayılma siyasetine döndü. Hırvat, Rum ve Sırplar arasında ihtilal fikirlerini yaydılar; Yahudileri Filistin’de istiklale davet ettiler.[1]
Avrupa ve Rusya’nın kışkırtmasıyla Balkan kavimleri, İngilizlerin teşvikleriyle Arabistan’da Vehhabi Bedeviler, Ortadoğu’da Dürzi veMaruniler, Kölemen Beğleri,Rumeli’de kanun kaçaklarından meydana gelen Dağlı Eşkiyası, devlete asi olup, isyan çıkardılar. [2]
Vahhabi İsyanı
Vehhâbilik’in kurucusu Teym kabilesinden Muhammed bin Abdulvahhab, 1703’te, bugün Suudi Arabistan’ın orta kesiminde yer alan Riyad yakınlarında doğdu. İlk dinî tahsilini Hanbelî âlimi olan babasından aldı. Hac için gittiği Mekke ve Medine’de İbn Teymiye’nin görüşleri ile tanıştı ve bunlardan etkilendi. Daha sonra Basra, Bağdad, Kum, Hemedan, Isfahan, Şam ve Kahire’ye gitti. Sonra baba memleketi Uyayna’ya döndü ve burada bir süre kadılık yaptı. Ancak görüşleri burada da tepki ile karşılandı ve baskılara maruz kaldı. Bunun üzerine 1744’te bir kısım öğrencilerinin yaşadığı, Suud ailesinin hâkimiyetindeki Dir’iyye kasabasına yerleşti. [3]
Dir’iyye Emiri Muhammed bin Suud’un, onun görüşlerini desteklemesi kabilesinin de bu mezhebi süratle benimsemesini sağladı. 1745’lerden itibaren hızla yayılan Vehhabiliğin, özellikle Emir Abdülaziz bin Suud döneminde siyasi niteliği daha da belirginleşti. Suûdîler, Muhammed bin Abdilvehhâb’ın vefat ettiği 1792 yılına kadar geçen sürede Riyad, el-Harc ve Kasîm’de hâkimiyet kurdular, Orta Arabistan’daki Necid’in bedevî kabilelerini de itaat altına aldılar. 1795’te ise Katif ve Ahsâ’yı ele geçirdiler. Bağdat Valisi Süleyman Paşa’nın bubölgeleri geri alma çabaları başarısızlıkla sonuçlanınca, Vehhabilerin önünde ciddi bir engel de kalmamış, kutsal iki şehri (Mekke-Medine) tehdit eder konuma gelmişlerdi.
Hicaz’da bu gelişmeler yaşanırken, Temmuz 1798’de Fransızların hiç beklenmedik bir anda Mısır’ı işgale girişmeleri, Babıâli’nin tüm dikkatini bu işe yöneltmesine ve Vehhabi İsyanına etkin bir biçimde müdahale edememesine yol açtı. Mekke Şerifi Galib’in yalnız kaldığı bu süreç, Şubat 1803’te Taif’in yağmalanması ve halkın katliama tabi tutulmasıyla tartışmasız bir biçimde Vehhabilerin lehine sonuçlandı. Suud, ordusuyla birlikte Mekke’ye girerek İslam büyüklerine ait ne kadar kubbe, türbe ve hatta mezar taşı varsa inancı gereği tahrip edecektir. Vehhabilere karşı merkezin daha etkin karşılık vermesi, 1805’te Mısır valiliğine Kavalalı Mehmed Ali Paşa döneminde başlayacak ve uzun bir mücadele döneminden sonra ancak 1818’de kontrol altına alınabilecektir.[4]
Ayanlar Meselesi
Merkezde yapısal değişimlere gidilirken, devletin taşrasında bulunan bölgelerde ise durum hiç de iç açıcı değildi.[5]“Âyân” denilen kişiler yaşadıkları bölgelerin ileri gelen şahsiyetleri olup bir çeşit “halk temsilcisi” pozisyonundaydılar.[6] XVII. yüzyılda özellikle taşradaki dönüşümün temel boyutlarından birisi âyân ve eşrafın idare düzeninde ve toplumda kazandığı yeni rol veya etkinliktir. II. Viyana sonrası gelişmeler âyânı güçlendirdi ve 1726’dan itibaren taşra idareciliklerine getirildiler.[7]
Bu hanedanların bulundukları bölgelerde etkili olması vergi ve asker toplamada devletin bazı ihtiyaçlarını karşılasa da merkezî yönetimi zaman zaman ciddi problemlerle karşılaştırmıştır. 1786’da âyânlık kaldırıldı ama 1787’de Ruslarla başlayan savaş 1790’da âyânlığın yeniden ihdasına yol açtı. [8]
Zamanla âyânlıkların babadan oğula geçen bir çeşit hanedanlığa dönüşmüştü. Nitekim gerek Anadolu’da gerekse Rumeli’de bu şekilde pek çok hanedanlık türedi. Rize dolaylarında Tuzcuoğulları, Samsun ve çevresinde Canikli Hacı Ali Paşa, Yozgat civarında Çapanoğulları, Manisa ve çevresinde Karaosmanoğulları, Çukurova’da Menemencioğulları ile Kozanoğulları, Suriye’de Azmzâdeler, Kuzey Irak’ta Babanzâdeler, Rusçuk dolaylarında Tirsiniklioğlu ile Alemdar Mustafa, Vidin’de Pazvandoğlu, Yanya ve çevresinde de Tepedelenli Ali Paşa ile oğulları bunlar arasında meşhur olanlarıdır.[9]
Tepedenli Ali Paşa[10]
III. Selim döneminde neredeyse taşra eyaletlerinin büyük çoğunluğu için âyân egemenliğinden bahsetmek mümkündür. Bu âyânların güçlerinin farkında olan Babıâlî ise genelde onlar ile çatışmaktan ziyade anlaşma yolunu tercih etti. Yeni kurulacak Nizâm-ı Cedit ordusuna destek vermeleri istendi ve özellikle Anadolu’daki bazı âyânlar da bulundukları bölgelerde yeni ordu için asker topladı.[11]
Rumeli’deki bazıları Nizâm-ı Cedit’e muhalefet etmişlerdi. Böylesi bir gelişmenin pek çok sebepleri mevcuttu. Ancak bunlar arasında özellikle yeni kurulan ordunun finansmanı meselesinin önemli bir rolü olduğu vurgulanmalıdır. Zira âyânlar sadece temsili bir sıfat sahibi değildiler, bilakis bölgelerindeki tarım ve ticarete yön veren kişilerdi. Yüzbinlerce insanı ilgilendiren ekonomik çarkın önderleri idi. Merkez ile âyânların bu çatışması kısa zaman içerisinde devlete karşı isyanlar ile neticelendi. Bu isyanlar, özellikle Rumeli’de salt devleti uğraştırmakla kalmadığı gibi III. Selim’i tahtan uzaklaştıracak olayların gelişmesinde de etkili oldu.[12]
Dağlı İsyanları
Rumeli’de özellikle Avusturya ve Rusya savaşlarından sonra, merkezî idareye başkaldırmış bir takım âsi topluluklar ortaya çıktı. Bu guruplar otorite boşluğundan istifade ile asayiş ve toplumsal huzuru olumsuz manada etkilemeye başladı. Her ne kadar takibe uğradılarsa da başlangıçta Filibe ve Deliorman gibi korunmalarını sağlayan dağlık bölgelere kaçtılar. Bu isyancı topluluklara “Dağlı Eşkiyası” veya “Kırcali Eşkiyası” adı verildi. Diğer taraftan merkezden gönderilen vezirlerin bölgesel çıkar sahipleri ile anlaşamaması, bir takım adaletsiz uygulamalar, âyân ve vezirler arası çatışmalar bu isyanları doğrudan besliyordu. Devlet bu guruplar ile uğraşamıyor ve görevlendirilen pek çok vali ise başarısız oluyordu. [13]
Dipnotlar
[1]http://osmanlilar.gen.tr/1699-1923.asp
[2]http://osmanlilar.gen.tr/1699-1923.asp
[3] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
[4] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
[5] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
[6] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
[7] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi
[8] Osmanlı Merkez ve Taşra Teşkilatı, Anadolu Üniversitesi
[9] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
[10]http://www.zaman.com.tr/dunya_arnavut-basbakani-pasanin-kesik-basini-istedi_2052263.html
[11] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
[12] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
[13] Osmanlı Tarihi (1789-1876), Anadolu Üniversitesi
III. Selim(1789-1807, 18 yıl)