top of page

93 Harbi (Osmanlı-Rus Savaşı) (1877)

Osmanlı-Rus Savaşının Başlaması

Rusya, 23 Nisan 1877’de Osmanlı elçiliğine savaş ilanını bildirdi. Böylece tarihe “Doksan üç Harbi” olarak geçen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı başlamış oldu.[1]

 

İngiltere, Osmanlı coğrafyasındaki menfaatlerini ve mevcut statükoyu hatırlatarak, bunlara dokunulmadığı sürece tarafsız kalacağını bildirdi. Avusturya-Macaristan da, Balkanlar’daki çıkarlarını hatırlatarak bîtaraf kalacağını bildirmek suretiyle, İngiltere’yle aynı yolu izledi. Savaş başladıktan sonra, geleneksel müttefikleri Romanya, Sırbistan ve Karadağ da Rusya’nın yanında savaşa katıldılar. [2]

 

Savaş başladığında, Abdülkerim Nadir Paşa komutasındaki Doğu Tuna ordusunun karargâhı, Bulgaristan Şumnu’da bulunuyordu. Hareket halindeki bu ordunun muharip asker sayısı ise, 180 bin civarındaydı. Bunun dışında, Tuna’nın güneyinde de sabit askeri birlikler mevcuttu. Rus ordularının mevcudu ise 160 bin civarındaydı.[3]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[4]

Rus orduları Tuna'yı geçtiler. Rusların kolayca Tuna'yı geçmesi yalnız padişahı değil, bütün dünyayı şaşırttı. Padişahın en büyük ümidi, bir kere savaşa girildikten sonra, Tuna'da düşmanı durdurmak ve geri püskürtmekti. O takdirde savaş kazanılabilecekti. Ama Ruslar Tuna'yı geçtikten sonra, zor durdurulurlardı.[5]

 

Rus ilerleyişi karşısında Osmanlı birlikleri geri çekilmeye başladı. Nitekim bölgenin en mühim stratejik geçitlerinden olan Şıpka, ardı arkası kesilmeyen Rus saldırıları karşısında, 19 Temmuz 1877’de tahliye edilince Rusların eline geçti. Bununla birlikte, Şıpka’da Rus saldırılarına karşı büyük bir direnç gösterilmiş ve sonunda mecburi olarak gizlice boşaltılmıştı. Başarısızlıkla sonuçlanan bu gelişmeler, İstanbul’da büyük bir heyecan ve korku yarattı. Hatta Osmanlı başkentinin güvenlik gerekçesiyle Bursa’ya taşınacağına ilişkin şâyialar bile dolaşmaktaydı. [6]


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Serdar-ı Ekrem                                   Plevne Savunmasının                    Kafkas Cephesi Komutanı

Abdülkerim Nadir Paşa[7]                       Komutanı Osman Paşa[8]                  Ahmed Muhtar Paşa[9]


Askerî tarihçiler, Rus başarısını, Osmanlı ordularının Rumeli cephesine kumanda eden Serdar-ı Ekrem Abdül- kerim Nadir (Abdi) Paşa'nın ihmaline bağlarlar. Bu yüzden Sultan Abdülhamid, Abdi Paşa'yı harp divanına sevk etti. Yerine Müşir Mehmed Âli Paşa getirildi (17 Temmuz 1877). "Şıpka Geçidi'ni Ruslardan geri alması" emredildi. Padişah gecelerini bile telgraf başında geçiriyor, yüreğini serinletecek iyi bir haber bekliyordu. Ama beklediği iyi haber bir türlü gelmiyor, çaresizlik içinde kendi kendisini yiyip bitiriyordu. Geceler boyu uyumadığı, odasında bir aşağı bir yukarı dolaşıp "Memleketi korkunç bir maceraya sürüklediler, sebep olanları Allah kahretsin!" diye beddua ettiği, görgü şahitleri tarafından defalarca ifade edilmiştir.[10]

 

Plevne

Şıpka’nın düşmesi üzerine, Tuna Cephesi batı kumandanı olan ve Vidin’de bulunan (Gazi) Osman Paşa, 12-14 bin askerden oluşan kolordusuyla 19 Temmuz’da stratejik öneme sahip Plevne’ye geldi.[11]Müşir Osman Paşa'nın Vidin'den yola çıkarak bütün ağırlıklarıyla bir haftada Plevne'ye ulaşması, şehre girip tertibat alması, dünya tarihinde ender rastlanan bir durumdur. Alman asıllı Rus generali Schilder 19 Temmuz'da Plevne önlerine geldiği zaman Osman Paşa'yı karşısında bulmuştur. Aralıksız bir hafta yürüyen Osmanlı birliği yorgun hâliyle ve henüz savunma tertibatını tamamlayamadan basmıştır. Fakat 2 bin 847 ölü ve büyük miktarda yaralı bırakarak çekilmek zorunda kalmıştır.[12]

 

Tarihimize "Birinci Plevne Zaferi" olarak geçen bu zaferden sonra, Schilder'e katılan yine Alman asıllı Rus generali Kründer, 10 gün sonra ikinci büyük hücuma geçmekte tereddüt göstermedi.30 Temmuz 1877 günü Ruslar 50 bin asker ve 184 top ile Plevne'ye saldırdı. Osman Paşa'nın ise 58 topu ve 23 bin askeri vardı. Buna rağmen Ruslar yenildi. General Krüdner, arkasında 7 bin 305 ölü ve sayısız yaralı bırakarak çekilmek zorunda kaldı. Osman Paşa'nın ise sadece yüz şehitle 400 yaralısı vardı.[13]

 

Savaşın kaderi Plevne'de düğümlenmiş gibiydi. İkinci Plevne Zaferi o kadar inanılmazdı ki, dünyaca tanınmış gazetelerin savaş muhabirleri ile yabancı devlet temsilcileri durumu yakından görmek için Plevne'ye geliyorlardı... Ve dünyanın gözlerinin önünde Rus orduları üçüncü defa saldırıya geçiyordu. Bu sefer Rus Çarı II. Alksandr, başkomutanı ve kardeşi Grandük Nikola ile birlikte cepheye gelmişti. Gelirken Petersburg'dan hassa alaylarıyla Kazak süvari birliklerini de getirmişti. Ama askerî üstünlüğüne rağmen kaybetmekten korkuyordu. Düşmanı Romanya Prensi I. Karol'a bir telgraf çekti:"İmdadımıza gel! İstediğin gibi, istediğin yerden, dilediğin şartlarla Tuna'yı geç. Acele Plevne'den yardımımıza yetiş! Türkler bizi mahvediyor! Hristiyanlık, davasını kaybetme üzeredir..."I. Karol, ordusuyla Plevne'ye koştu. Çar, Plevne'deki bütün kuvvetlerin komutasını Romanya prensine bıraktı. Bir de söz verdi: Romanya bu savaşın sonunda istiklaline kavuşacaktı. Ve prens, krallık tacını başına giyecekti.[14]

 

Rus-Romen ordularının elindeki 432 top geceli gündüzlü Plevne'ye alev kusmaya, gülle yağdırmaya başladı. 11 Eylül 1877 günü büyük taarruzu başlattılar. Osman Paşa 23 bin askerle düşmanı göğüsledi. Savaş tam 12 saat sürdü. Çok kanlı geçti ve Osman Paşa'nın kesin zaferiyle sonuçlandı. Ruslar 15 bin 533 ölü ve sayısız yaralı verdiler. Ölüler arasında üç generalle 350 de subay vardı. Türkler ise sadece 3 bin 500 şehit ve yaralı vermişlerdi.[15]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[16]

Rus çarı, Türk direnişini kırmak için elinden gelen her yola başvuruyordu. Rusya'dan taze kuvvetler getirtilmişti. Ekim 1877'de Plevne tekrar kuşatıldı. Bu sefer Rus-Romen birleşik ordularının elinde 571 top bulunuyordu. Plevne harabeye dönmüş, Osman Paşa'nın elindeki kuvvetler eriye eriye bitmişti. Yiyecekleri tükenmiş, malzeme azalmış, barutları kalmamıştı. Rus birlikleri Sofya ile Plevne arasındaki yolu da tıkamışlardı. Böylece Plevne dört bir yandan kuşatılmış bulunuyor, yardım alma ümidi kalmıyordu. Buna rağmen başta Osman Paşa olmak üzere Plevne'yi savunan yiğitler direnmekte kararlıydılar.Rusların teslim teklifini bir kere daha reddeden Osman Paşa, Rus heyetine şu şahane cevabı verdi:

"Bugüne kadar vatanımızı savunma uğruna seve seve kanımızı döktük. Teslim olmayız. Kanların mesuliyetine gelince... Bu dünyada da, öteki dünyada da bu harbe sebep olanların üzerinedir."[17]

 

Plevne iki ay daha direndi. Bu iki ay içinde Rus-Romen ordularının insan kaybı 50 bine ulaştı. Ama durmadan taze kuvvetler geliyor, silah ve malzeme yardımı alıyorlardı. Plevne'yi savunanlar ise iyiden iyiye azalmışlardı. Açlık baş göstermişti. Osman Paşa, şartları göz önünde bulundurarak 8 Aralık 1877 akşamı yüksek rütbeli subayları topladı. Durumu bütün çıplaklığıyla anlattı:

"Şartlar, teslimden başka çare kalmadığını gösteriyor. Ama biz talihimizi bir kere daha deneyeceğiz. Kuşatmayı yarmaya çalışacağız! Ancak bu teşebbüsün başarıya ulaşacağı yolunda kimse kendisini aldatmasın."[18]

 

10 Aralık 1877 gecesi kuşatmayı yarmaya kalktı. Bazı mevzileri işgal etti. Ne yazık ki, sıradan bir asker gibi kılıç kılıca, süngü süngüye dövüşürken ağır yaralandı. Üstüne üşüşen subaylarına, "Beni bırakın," diye emretti, "son teşebbüsümüzü başarıya ulaştırmaya bakın!" Fakat Osman Paşanın yıkılması askerlerimizi fena hâlde sarsmış, maneviyatları bozulmuştu. Baş gösteren bozgun diğer birliklere de sıçrayınca, Gazi Osman Paşa ağlaya ağlaya son emrini verdi:"Kader böyle imiş, elimizden ne gelir! Hiç kimse bizim askerlik namusumuzun icaplarını yerine getirmediğimizi iddia edemez. Allah şahittir ki, hepimiz elimizden gelenin fazlasını yaptık...”[19]

 

Kulübesine taşıdılar. Doktor Albay Hasip Bey; yarasını tedavi etti. Koca gazinin gözlerinden sicim gibi yaş akıyordu. Doktor Hasip Bey, paşanın yarasının acısıyla ağladığını sanmıştı. Teselli etmek istedi:"Yaranız kısa süre sonra kapanacak müşir hazretleri, üzülmeyiniz." Gazi Osman Paşa elini kalbine bastırdı:"Ama şuradaki yaram hiçbir zaman kapanmayacak Hasip, ben yüreğimden yaralandım! Ruslara haber salın: Gelsinler, kılıcımızı alsınlar."[20]

 

Kurmay Başkanı Tevfik Paşa, yanma bir grup subay alarak, Osman Paşa'nın teslim teklifini Ruslara bildirdi. Rus orduları başkomutanı Grandük Nikola eşikte göründü. Sert bir asker selamıyla koca gaziyi selamladı."Saygılarımı arza geldim, müşir hazretleri. Rus orduları ve Rus Çarı adına kahraman düşmanımızı selamlamaktan şeref duyarım!"Kılıcı saygıyla Gazi Osman Paşa'ya uzattı:

"Dün nasıl şerefle taşıdıysanız bu kılıcı, bundan sonra da taşımaya layıksınız. Sizin Plevne'de yaptığınızı cihan birleşse yapamazdı. Siz bize değil, açlığa ve yokluğa teslim oldunuz..."[21]

 

"Esir" muamelesi görmeyeceği ve "misafir" kabul edileceği kendisine bildirildi. Gazi Osman Paşa'yı Rus karargâhına götürdüler. Karargâhta Romanya prensiyle karşılaştı. Prens, koca gazinin önünde eğildi. Elini uzattı:"Şanlı, kahramanca bir savunma örneği verdiniz, Mareşal, sizi kutlamama izin veriniz!" Fakat koca gazi, elini hızla çekip arkasına bağladı:"Ben" dedi, "koskoca bir imparatorluğun müşiriyim, bir asinin elini sıkmam!"O tarihte Romanya henüz bağımsızlığını kazanmamıştı. Osmanlı Devleti'nin bir eyaletiydi. Bu bakımdan prens, bağlı bulunduğu devlete isyan etmiş sayılıyordu.[22]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[23]

Osman Paşa'yı bir at arabasına bindirip Rus çarının bulunduğu Bogot'a doğru yola çıkardılar. Rus askerleri yol boyunca sıralanmış, kahraman gaziyi alkışlıyordu. Girdiği her şehirde askerî törenle karşılanıp uğurlanıyordu.Nihayet çarın huzuruna götürüldü. Rus Çarı Nikola, koca gaziyi ayakta karşıladı. Elini hararetle sıktı:

"Mareşalim," dedi, "sizi candan kutlarım! Savunmanız, dünya askerlik tarihinin en yüce örneğini vermiştir. Sizin gibi bir kahramanın kılıcı alınmaz. Onu kendi memleketinizdeymiş gibi şerefle taşıyabilirsiniz. Kendinizi lütfen misafirimiz sayınız..."[24]

 

Muharebe meydanında ise, 2-3 bin civarında şehit ve yaralı vardı. Harekât sonunda, 35 bin kadar Türk askeri Ruslara esir düştü.Ancak bunların 10 bine yakını, yolculuk esnasında açlık, soğuk ve hastalıktan öldü. Geri kalan 25 bin civarındaki asker ise Tuna’nın kuzeyine geçirildi. Bunların da ancak 12 bin kadarı, barış antlaşmasının imzalanmasından sonra vatanlarına geri dönebildi.[25]

 

Bu zafer hâlâ yüreklerimizi gururla kabartan büyük bir zaferdir. Sultan Abdülhamid, bu zaferden sonra Osman Paşa'ya "Gazi" unvanını vermiş ve çektiği telgrafında bu zaferin bütün Müslümanları çok memnun ettiğini söylemiştir. Plevne Zaferi, milletimizin gönlünde ve dilinde ebedîleşmiş, abideleşmiş, hakkında destanlar, türküler söylenmiştir[26]:

Tuna Nehri akmam diyor,

Kenarımı yıkmam diyor,

Şanı büyük Osman Paşa,

Plevne'den çıkmam diyor.

 

Düşman Tuna'yı atladı,

Karakolları yokladı,

Osman Paşa'nın kolundan,

Beş bin top birden patladı.

 

Kılıcını çaldı taşa,

Taş yarıldı baştanbaşa,

Şanı büyük Osman Paşa,

Askerinle binler yaşa!

 

Doğu Cephesi

Doksanüç Harbinde taarruza geçtikleri yerlerden biri de Doğu Anadolu cephesiydi. Rus saldırısına karşı bu cepheyi, Ahmet Muhtar Paşa’nın komutasında 55 bin askerden oluşuyordu.Bölgeye taarruz eden Rus Kafkas Ordusu ise, 120 bin kişilik asker mevcuduyla Osmanlı kuvvetlerinin yaklaşık iki misliydi. [27]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[28]

Doğu Anadolu cephesindeki Rus ilerleyişinin hızlı gelişmesinin belli başlı nedenleri vardı. Öncelikle, buradaki asker sayısı Ruslara göre oldukça yeter siz ve ayrıca eğitimsizdi. Silah, cephane ve top sayısı bakımından da aynı şeyleri söylemek mümkündür. Balkan cephesinde olduğu gibi, bu cephede de komutanlar ve birlikler arasında ciddi bir irtibatsızlık söz konusuydu. Diğer yandan, cephede milis gücü olarak istihdam edilen Çerkez birlikleriyle Kürt aşiret kuvvetlerinin kontrolsüz ve başıbozuk hareketleri de, ordunun düzenini bozmuştur.[29]

 

Bir türlü durdurulamayan Ruslar, Kars’tan sonra ikinci önemli hedef olan Erzurum’a yöneldi. Edirne ateşkes antlaşmasıyla, Erzurum da Ruslara terk edildi. Balkan cephesinde de durumun kötüye gittiği bir dönemde, Doğu cephesindeki savaşlar böylece kaybedilmiş oldu. [30]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[31]

Nene Hatun: Erzurum’un Aziziye ve Topdağı tabyalarındaki müdafaa sırasında, yaşlı bir kadın olan Nene Hatun’un Erzurumluları düşmana karşı bir araya getiren ve savaştıran en büyük etkenlerden biriydi. Yüz yaşına yakın iken öldüğü 1955 yılında “anneler annesi” seçildi.[32]

 

Karadeniz, Akdeniz ve Tuna Nehri’ndeki Donanma Savaşları

Abdülaziz zamanında (1861-1876) oluşturulan Osmanlı donanması, İngiltere ve Fransa’dan sonra zamanın üçüncü büyük donanması olarak gösterilir. 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde Karadeniz egemenliği genel hatlarıyla Osmanlı donanmasının elinde olmuş; Rus tarafının küçük çaplı engelleme teşebbüsleri ise etkisiz kalmıştır. Karadeniz’deki Osmanlı savaş gemileri, özellikle Kafkas cephesindeki Osmanlı kara kuvvetlerini desteklemiş, çeşitli yerlere çıkarmalar yapmış, Rus kıyılarını abluka altına alarak bombardıman etmiş, Karadeniz’deki nakliyatı korumuş ve buna karşın Ruslarınkine ise engel olmuştur.[33]

 

Savaşın Sonu ve Edirne Mütarekesi (31 Ocak 1878)

1878 yılına girildiğinde Ruslar Plevne Savunmasını kırmış, İstanbul'a doğru ilerlemeye başlamışlardı. Rusların İstanbul'a varana kadar önünü kesecek hiçbir ciddi Osmanlı savunma birliği bulunmuyordu. Bu arada Osmanlı'nın bu zayıf durumundan istifade eden Rus desteğiyle Yunanistan savunmasız durumdaki Teselya bölgesini işgal etti. [34]

 

Ruslar, kuvvetli bir müstahkem mevki olan Edirne’ye doğru yıldırım harekâtıyla ilerlemeye başladı. Edirne, 20 Ocak 1878’de Rusların eline geçti. Şehre doğru ilerleyen Grandük Nikola “Hiçbir şeyin önünde durmamak üzere, İstanbul’a yürüme emrini aldım ve yürüyeceğim” sözünden sonra Edirne’ye geldiğinde de, “Tanrı’nın izniyle Rus armasını Çarigrad (İstanbul) duvarlarına yapıştıracağım” demiştir.[35]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[36]

Durum Osmanlı için faciaydı; bütün Bulgaristan, Kuzey Yunanistan, Makedonya, Sırbistan bölgeleri ile Edirne Rusya ve müttefiklerinin elindeydi. Ateşkes teklifi, Rusya tarafından kabul edildi. Fakat Rus kuvvetleri İstanbul'a doğru ilerlemeye devam ettiler. Tekirdağ, Çorlu Rus birliklerince işgal edildi. Balkanlarda Ruslara direnecek düzenli bir ordusu kalmayan Osmanlı İmparatorluğu yıkılma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Kuleli Askeri Lisesi tahliye edildi, İstanbul'da olağanüstü önlemler alınıyordu.Doğu cephesindeki başarıları sonrası buradan acilen İstanbul'daki Osmanlı Ordusunun komutanlığa getirilen Ahmet Muhtar Paşa, Yeşilköy'de Ruslara karşı elinde kalan son kuvvetleri bir araya getirip, son bir savunma hattı daha kurmaya uğraşıyordu.[37]

 

Avrupa ülkeleri ise Rusların bu başarısından hoşnut değildi. İngiltere, Rusların ilerlemesini durdurmak için İstanbul boğazına filosunu gönderdi. Rusya'ya verdiği bir nota ile Paris Antlaşması hükümlerince Rusların İstanbul'u işgal etmeleri halinde müdahale etme hakları bulunduğunu bildirdi.[38]

 

Ruslar, İstanbul’un yanı başına, Çatalca’ya kadar gelmişlerdi. II. Abdülhamid, 22 Ocak 1878’de bizzat Rus Çarına ateşkes teklif etti. Rus Çarı Abdülhamid’in yaptığı ateşkes teklifini kabul edince, iki taraf arasında savaşı sona erdiren Edirne Mütarekesi 31 Ocak 1878 tarihinde imzalandı. Ancak, Rusların ateşkes için ileri sürdüğü şartlar oldukça ağırdı.[39]

 

Ruslara Osmanlı Devleti üzerinde büyük bir hâkimiyet kazandıran Edirne mütarekesinin imzalanması, başta İngiltere ve Avusturya olmak üzere bazı Avrupa devletlerini derin bir endişeye sevk etti. Çünkü mütarekeyle Ruslar İstanbul’un yanı başındaki Çatalca’ya kadar gelmekteydi. Böylece Ruslar, İstanbul’a ve Boğazlara egemen olacak bir pozisyona ulaşmıştı. Özellikle İngiltere’nin baştan beri dikkat ettiği husus da zaten buydu. İngilizlerin geleneksel menfaatlerinin bundan göreceği zararlar düşünüldüğünde, İngiltere’nin müdahalesi kaçınılmaz hâle geliyordu.[40]

 

Ayestefanos Anlaşması (1878)

3 Mart 1878 tarihinde de Ayastefanos Antlaşması imzalandı.[41]Antlaşma, Osmanlılar için çok ağır ve feci şartlar getiriyordu. 29 Maddelik antlaşmaya göre, batıda büyük bir Bulgaristan prensliği kurulacak, Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli bir Rus kuklası olarak düşünülen bu otonom prensliğe verilecekti. Kars, Ardahan, Batum Rusya’ya verilip, Karadağ ve Sırbistan’ın istiklalleri kabul edilecekti. Ayrıca Osmanlı Devleti, Rusya’ya 245 milyon Osmanlı altını harp tazminatı verecekti[42].

 

Ayestefanos antlaşmasının Ermenilere dönük 16. maddesi, Ermeni sorununun milletler arası bir nitelik kazanması konusunda önemli bir adımı teşkil eder.[43]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[44]

Osmanlı-İngiliz İttifak Antlaşması: Kıbrıs Konvansiyonu

Rusya’nın güneye, yani Akdeniz’e inmesi, birinci derecede İngiltere’yi etkileyecekti. Zira Rusya eğer bu amaca ulaşırsa, İngiltere’nin Uzakdoğu, Ortadoğu ve Akdeniz’e giden stratejik yolları tehlikeye girecek ve İngiliz menfaatleri böylece büyük zarar görebilecekti.İngiliz hükümeti, Hint yolunun güvenliğini sağlamak için Kıbrıs adasının iyi bir üs olabileceği kararına vardı. Ancak bu karar, gizli tutuluyordu.[45]

 

25 Mayıs’ta II. Abdülhamid ile görüşerek, iki devlet arasında Osmanlı Devleti’nin Asya kıtasındaki topraklarını kapsamak üzere bir savunma antlaşması imzalanmasını önerildi. Layard ile Sadrazam ve Hariciye Nazırı Saffet Paşa arasında görüşmeler yapıldı. Layard bu görüşmelerde, muhtemel bir Rus saldırısına karşı Osmanlı Devleti’ne askeri yardım yapılabilmesi için Kıbrıs’ın yönetiminin İngiltere’ye bırakılmasının gerekli olduğunu ifade etti. İngiltere, görüşmeler boyunca, tehditkâr ve baskıcı bir tavır takınmıştır. [46]

 

Padişah bu isteği kabul etmedi ve Meclis-i vükelâda yaptığı bir konuşmada Avrupa devletlerinin Türk’e hayat hakkı tanımayacaklarını, onların asıl maksadının Türk Devletini Konya ve civarında küçücük bir prenslik hâline indirmek olduğunu söyledi. Bu sözleriyle o kırk iki yıl sonraki Sevr Antlaşmasını daha o zamandan sezmiş bulunuyordu. Vekiller heyetinin ısrarı üzerine Kıbrıs İngiltere’ye bir nevi kiralandı.[47]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[48]

İki maddeden oluşan savunma antlaşması, Layard ile Saffet Paşa arasında, 4 Haziran 1878’de imzalandı. Buna göre, Rus saldırısına karşı İngiltere, Osmanlı Devleti’ni askeri açıdan savunacaktı. Buna karşılık Osmanlı Devleti de, Anadolu topraklarındaki Hıristiyanlarla ilgili olmak üzere, Avrupalı devletler tarafından belirlenecek reformları yapmayı ve ayrıca bütün bunların gerçekleşebilmesi için de Kıbrıs’ın İngiltere’ye “tahsisini ve asker ikamesiyle adayı idare etmesine muvafakatı” kabul edecekti. Böylece Kıbrıs İngilizlere devredilmiş oluyordu.[49]

 

Antlaşmayla, Osmanlı Devleti’nin egemenlik ve mülkiyet haklarından kayıtsız-şartsız vazgeçilmiyor, bu haklar “vekâleten” ve “geçici olarak” İngiltere’ye bırakılıyordu. Yani ada, hukuki olarak yine Osmanlı Devleti’nin bir toprağı olmaya devam edecekti. 1 Temmuz 1878 tarihli ek antlaşma ile de, Rusya’nın Doğu Anadolu’da işgal ettiği yerleri terk etmesi halinde antlaşmanın da sona ereceği ve Kıbrıs’ın boşaltılacağı belirtiliyordu. Ancak, İngiltere’nin esas amacı Kıbrıs’a tamamen yerleşmek ve burayı kendi egemenliğine almak olduğundan, kısa bir süre sonra adadaki gelirlere el koydu ve Kıbrıs’ı Osmanlı Devleti’ne karşı bir baskı unsuru olarak kullandı. Bütün bunlar, İngiltere’yi padişah nazarında güvenilmez ve en tehlikeli devlet konumuna getiriyordu. 1882’de bu kez Mısır’ın yine İngilizler tarafından işgali, bu görüşün haklılığını ortaya koymuştur. [50]

 

Berlin Antlaşması

İngiltere, Ayestefanos dışında yeni bir barış antlaşması için kongre toplanması konusunda ısrarlı davrandı, hatta bu konuda savaşı bile göze alan sert bir tavır takındı.[51]

 

Orta Avrupa’nın güçlü devleti olan Avusturya da, bir kısmına egemen olduğu Balkan topraklarında ve Rusya’nın nüfuzu altında olarak büyük bir Bulgaristan’ın kurulmasından rahatsızlık duymuştu. Ayestefanos Antlaşması’yla Avusturya’nın ihtiyaç duyduğu “Selanik Yolu” kesintiye uğradığı gibi, Rusya Balkanlara büyük oranda egemen olacaktı. Avusturya ayrıca, Rusya ile yapılan 1876 Reichstadt ve 1877 Peşte Antlaşmalarına dayanarak, Bosna-Hersek üzerinde yalnızca kendi kontrolünü istemekte ve bu arada Balkanlar’da büyük bir Slav devletinin kurulmasına izin vermeyeceğini belirtmekteydi. [52]

 

Ayestefanos Antlaşması’na Balkanlar’da yeni kurulan devletlerin de itirazları söz konusuydu. Sırbistan, Bosna-Hersek ile Makedonya topraklarının bazı kısımlarına sahip olmak isterken, Dobruca’yı alan Romanya ise Romenler’in yaşadığı Besarabya’yı da Rusya’ya vermek istemiyordu. Ayrıca, Balkan devletleri büyük bir Bulgaristan’ın ortaya çıkmasından hiç hoşnut değildi. [53]

 

Bu durum karşısında yeni bir savaşa girmeyi göze alamayan Rusya, Ayestefanos Antlaşması’nın itiraz edilen maddelerinin değiştirilmesi için İngiltere ile görüşmelere başladı.Berlin Kongresi, 13 Haziran 1878’de Almanya Başbakanı Prens Bismarck’ın başkanlığında toplandı ve tam bir ay sürdü.[54]

 

Avrupalı devletlerin itiraz ettiği temel noktalardan biri olarak Ege Denizi’ne kadar ulaşan büyük Bulgaristan üçe ayrılmak suretiyle Rusya’nın Ayestefanos Antlaşması’yla elde ettiği statü ve menfaatler dengelenmiştir.[55]

 

Berlin Antlaşması sonrası Rus ordusu Erzurum'dan geri çekildi ama Kars, Ardahan, Artvin ve Batum; Berlin Antlaşması'yla Rusya'ya bırakıldı. Bu şehirler, yeni Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin Sovyetler Birliği ile 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması'na kadar Rusya'nın elinde kaldı.[56]

 

Bu değişiklikler, Rusya’nın kazanımlarını önemli oranda geri aldığı gibi Osmanlı Devleti’ne karşı da yardım niteliğindeydi. Fakat İngiltere’nin Kıbrıs’a yerleşmesi, bu yardımın karşılığı olacaktı. [57]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[58]

93 Harbinin Sonuçları

Doksanüç Harbi, Osmanlı Devleti’ni siyasî, askerî, sosyal ve iktisadî açılardan derin bir şekilde etkilemiştir. Ayestefanos ve Berlin Antlaşmaları ile Sırbistan, Romanya ve Karadağ tam bağımsız olmuş, Bulgaristan’a ise özerklik verilmiştir. Bu arada Avusturya da Bosna ve Hersek’i işgal etmiştir. Bu savaşla birlikte, Balkanlar’da yüz binlerce Müslüman katledilmiş ve bir o kadarı da sürülmüştür. Makedonya ve Trakya hariç olmak üzere Balkanlar’ın büyük kısmı Osmanlı idaresinden çıkmıştır. Savaş, böylece Balkanlar’dan Anadolu’ya doğru bir göç sorununu da beraberinde getirmiştir. Nitekim İngiliz konsolosluk raporlarına göre, savaş sebebiyle ölenlerin sayısı 300-400 bin iken, göçe zorlanan Müslümanların sayısı da 1 milyona yaklaşmıştır.[59]

 

Osmanlı İmparatorluğu, prestijiyle birlikte yaklaşık 212 bin km2 toprağını ve 5 milyonluk da bir nüfusunu ve Avrupa’daki topraklarının beşte ikisini kaybetmişti. [60]

 

61. madde ile antlaşmaya dâhil edilen “Ermenilerin yaşadığı yerlerde ıslahat yapılması” konusu da, özellikle II. Abdülhamit dönemi ve sonrasında bir “Ermeni sorunu”nun ortaya çıkmasında, bir dönüm noktası teşkil etmiştir. İngiltere ve diğer devletler bu maddeyi sürekli olarak istismar edecek ve Osmanlı Devleti’ni parçalama siyaseti izleyecektir. [61]

 

Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti, dağılma ve parçalanma döneminin en çalkantılı safhalarından birine girmiştir.Bu konuda, o döneme kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünden yana olan İngiltere’nin bile politikasını değiştirdiği görülür. İngilizler, Osmanlı Devleti’nin artık bir dağılma dönemine girdiğini ve bu durumda toprak bütünlüğünü korumaya çalışmanın anlamsız olduğunu düşünmekteydiler. Nihayet İngiltere, Kıbrıs (1878) ve Mısır (1882) örneğinde olduğu gibi, Uzakdoğu’daki sömürgelere giden yolları bizzat kontrol altına almak suretiyle, geleneksel politikasındaki değişimi açık bir şekilde göstermiştir. [62]

 

Osmanlı dış politikasında İngiltere’den boşalan yeri ise, Almanya doldurmaya başlayacaktır. II. Abdülhamid’in dış politikada uyguladığı “denge siyaseti”nin de bir sonucu olarak, İmparator II. Wilhelm döneminde, 1890’lardan itibaren belirgin bir Osmanlı-Alman yakınlaşması kendini gösterecektir. 

 

93 Harbi öncesi Bulgaristan’da Türk nüfusu çoğunlukta idi.[63]. Savaş sonunda, özellikle Bulgaristan’daki Türk ve Müslüman ahali, gerek katledilmek gerekse göçe zorlanmak suretiyle, yüzyıllarca vatan olarak yaşadıkları topraklarından uzaklaştırılmışlardır.[64]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[65]

Kıbrıs’taki Türk ve Müslüman nüfus, Anadolu’ya yapılan göçlerle birlikte azalmaya başlamıştır. İngiltere, I. Dünya Savaşı başladığı sırada, 1914 yılında adayı resmen ilhak etmiş, bu durum Lozan Antlaşmasıyla Türkiye tarafından da kabul edilmiştir. İngiltere’nin Kıbrıs’a bu şekilde yerleşmesi, etkisi günümüze kadar gelen bir Kıbrıs sorununun da başlangıcı olmuştur. [66]

 

 

 

 

Dipnotlar

[1] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[2] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[3] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[4]http://www.nenedirvikipedi.com/wp-content/uploads/2014/01/93-harbi-3.jpg

[5] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[6] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[7]http://en.wikipedia.org/wiki/Abd%C3%BClkerim_Nadir_Pasha

[8]http://tr.wikipedia.org/wiki/93_Harbi

[9]http://tr.wikipedia.org/wiki/93_Harbi

[10] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[11] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[12] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[13] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[14] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[15] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[16]http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Zahvat_grivickogo_reduta.jpg

[17] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[18] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[19] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[20] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[21] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[22] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[23]http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:0162plennii_osman_pasha.jpg

[24] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[25] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[26] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu

[27] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[28]http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:DefenceOfBayazet.jpg

[29] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[30] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[31]http://www.sondakika.com/haber-erzurumlu-kadin-kahraman-nene-hatun-istanbul-da-3419950/

[32] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[33] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[34]http://tr.wikipedia.org/wiki/93_Harbi

[35] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[36]http://www.kilimfilim.com/2013/10/tmc-yapimdan-balkan-harbi-1912-1913.html

[37]http://tr.wikipedia.org/wiki/93_Harbi

[38]http://tr.wikipedia.org/wiki/93_Harbi

[39] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[40] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[41]http://tr.wikipedia.org/wiki/93_Harbi

[42]http://osmanlilar.gen.tr

[43] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[44]http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Ignatiev_signing_treaty.JPG

[45] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[46] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[47]http://osmanlilar.gen.tr

[48]http://2.bp.blogspot.com/-7xNIIoN1kI0/UcAh7j6OdCI/AAAAAAAABK0/wKfHgG1szh8/s1600/4511240045.jpg

[49] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[50] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[51] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[52] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[53] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[54] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[55] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[56]http://tr.wikipedia.org/wiki/93_Harbi

[57] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[58]http://www.tarihbilinci.com/forum/avrupa-ve-dunya-tarihi-haritalari-158/berlin-antlasmasi-4323/

[59] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[60] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[61] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[62] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[63]http://osmanlilar.gen.tr

[64] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

[65]http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Nikopol_dmitriev.jpg

[66] Osmanlı Tarihi (1876-1918), Anadolu Üniversitesi

II.Abdülhamid (1876-1909, 33 yıl) 

Osmanlılar

bottom of page