Askerlerin İsyanı ve Bastırılması
Artık sebepler icat edip ayaklanmaya alışan ordu, bu sefer de rahat durmadı. Padişah değişikliği yüzünden yüksek miktarda bahşiş istiyorlardı. Fakat devlet hazinesinde askere dağıtacak para yoktu. Kendilerine anlatıldı, ama dinlemediler. Başka çare kalmayınca, borç alınıp askere istediği para verildi. Sessizlik kısa sürdü. Bir süre sonra asker yine ayaklandı. Bu sefer divanda ikinci vezir olarak görev yapan Fazıl Mustafa Paşa'nın öldürülmesini istiyorlardı. Çünkü Fazıl Mustafa Paşa, karışıklık çıkaranlara aman verilmemesine taraftardı. Bu isteği zorbaların kulağına gelmiş, intikam peşine düşmüşlerdi. Zorlamalara dayanamayan Sadrazam Siyavuş Paşa, Fazıl Mustafa Paşa'yı sürdü. Fakat yeniçeri zorbaları bununla yetinmeyip öldürülmesinde direttiler. Devrin şeyhülislamı Debbağzade Mehmed Efendi'ye gittiler. Şeyhülislamın bu kandırılmış zorbalara cevabı çok sert oldu: "Suçu nedir ki katledilsin? Düşmana kale mi verdi? Düşman önünden kaçıp ordularımızı mı bozdu? Asıl sizlerin öldürülmesine fetva verilmelidir ki, hem padişaha isyan ettiniz, hem de nice günahsız insanları soyup ortalığı karıştırdınız!" Ama bu sefer de şeyhülislama karşı kinlendiler. Padişahı zorlayıp görevine son verdirdiler. Yerine Seyyid Feyzullah Efendi getirildi. Ama ondan da istedikleri fetvayı alamadılar. Böylece, ileride sadrazam olarak göreceğimiz Fazıl Mustafa Paşa'nın başı kurtuldu. Ama bu sefer de Sadrazam Siyavuş Paşa başını verdi. İsyancı zorbalar önce ondan sadrazamlık mührünü aldılar, sonra da öldürdüler.[1]
İstanbul yine anarşi içinde yüzüyordu. Halk bıkmış, saray usanmıştı. Bir yolunu bulup bunları sindirmek lazımdı. Bir gün zorbalar, bir dükkânı yağmalıyorlardı. Dükkân sahibi dışarı fırladı. Eline geçirdiği bir sırığın ucuna mendilini bağlayarak havaya kaldırdı ve bağırmaya başladı:"Allah'ını, Peygamber'ini seven, sancak altına gelsin!" Yeniçeri zorbalarından ne zamandır canı yanan esnaf, dükkânlarını kapattıkları gibi adamın etrafına toplandılar. Olay bütün İstanbul'da duyuldu. Çeşitli semtlerde ticaret yapan dükkân sahipleri koşup geldiler. Kısa sürede beş-altı bin kişi toplandı. Saraya doğru yürüyüşe başladılar. Onları topluca yürüyüşte görenler peşlerine takılıyor, kalabalık büyüdükçe büyüyordu. Sarayın avlusuna girerken 12 bin kadar olmuşlardı. Avluda durdular. Seçtikleri temsilcileri padişaha gönderdiler. Bunlar padişaha dertlerini anlattılar: "Eşkıya elinde harap olmaktan bıktık! Adaletli bir padişahsın. Hakkımızı al. Malımız mülkümüz yağma edildi. Zorbalara cezalarını ver. Peygamber sancağım açalım, haklarından gelelim..." Padişah da zaten böyle bir fırsat kolluyordu. Hemen ilim adamları ile vezirleri saraya çağırdı. Sancak-ı Şerifin dışarı çıkarılmasına karar verildi. Sancak-ı Şerif, sarayın orta kapısı önüne dikildi. Padişah bir konuşma yaptı. Konuşmasında: "Zorba eşkiya üzerine Sancak-ı Şerif çıkardım. Peygamber ümmetinden olan, sancak dibinde toplansın" dedi. Başta din âlimleri olmak üzere vezirler, paşalar, beyler, ağalar sancak altında toplandı. Şehrin her tarafında tellal bağırtıldı. Sancak-ı Şerifin çıkarıldığı duyuruldu. Halk kalabalık gruplar hâlinde sancak altına geldi. Zorbalar şaşırdı, ne yapacaklarını bilemez oldular. Askerlerden büyük kısmı sancak altına gittiler. Açıkta kalan kışkırtıcılar dağıldı. Böylece kargaşa devri kapanmış oldu...[2]
Dipnotlar
[1] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
[2] Resimli Osmanlı Tarihi, Yavuz Bahadıroğlu
II. Süleyman (1687-1691, 4 yıl)